“Mem û Zîn” ve devlet eliyle yapılan devlet düşmanlığı!

Mem û Zîn; 2012 yılı içinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi kaynaklarıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayınlanan Kürtçe bir eser. Yani resmi devlet yayını. Sayın Başbakan’ın meydanlarda ve salonlarda eline alıp sallayarak, tıpkı TRT Şeş TV kanalı gibi bir başarı öyküsü olarak propagandasını yaptı bu kitabın. Elbette bunların hepsi sözde “Barış ve Kardeşlik Projesi” adına! Hani şu, 1999 yılında Habur’da çamura saplanan, Barış Havarilerinin “Ne pahasına olursa olsun barış” diye bastırdıkları ve tamamıyla çürük bir zeminde ilerleyen projeden bahsediyoruz… - turizm

Mem û Zîn; 2012 yılı içinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi kaynaklarıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayınlanan Kürtçe bir eser. Yani resmi devlet yayını. Sayın Başbakan’ın meydanlarda ve salonlarda eline alıp sallayarak, tıpkı TRT Şeş TV kanalı gibi bir başarı öyküsü olarak propagandasını yaptı bu kitabın. Elbette bunların hepsi sözde “Barış ve Kardeşlik Projesi” adına! Hani şu, 1999 yılında Habur’da çamura saplanan, Barış Havarilerinin “Ne pahasına olursa olsun barış” diye bastırdıkları ve tamamıyla çürük bir zeminde ilerleyen projeden bahsediyoruz…

Sunuş bölümünde Kitabın, Botan Beyi Emir Zeyneddin’in iki kızı üzerine kurgulandığı söyleniyor. Kitaba adını verenlerden “Zîn” de zaten Botan Beyi Zeyneddin’in kızlarından birisi. “Mem” ise bu kızın sırılsıklam âşık olduğu delikanlı oluyor. Zaten “Mem û Zîn” de “Mem ve Zîn” demek oluyor. Yani bu iki genç, kitaba isimleri verilecek kadar ön plana çıkıyor hikâyede.

Kitap, Kürtçe yazdığı eserleriyle tanınan Ahmed-i Hâni isimli şair tarafından 1690-1695 yılları arasında yazılmış. Yani günümüzden tam 318 yıl önce. 1650-1707 yılları arasında yaşayan şair, Doğubayazıt’da doğmuş ve bütün ömrünü orada yaşadıktan sonra aynı yerde vefat etmiş. İshakpaşa’nın sarayında uzun süre saray kâtipliği yaparak hayatını idame ettirmiş. Türbesi de halen adı geçen sarayın yakınlarında bir yerlerdedir.

Devlet adına söz konusu kitaba yazmış olduğu önsözde şöyle diyor dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay: “Su akar yolunu bulur, söz akar sesini bulur. Bu söz ya da seslerden birini Kürtçe edebiyatın önde gelen temsilcilerinden biri olan Ahmet-i Hâni dört yüz yıl önce atmıştır edebiyat okyanusuna ve Mem û Zîn adlı yapıtı o günden bugüne kadar, değerini hiçbir şekilde yitirmemiştir…”(1). Bunu nasıl anladı bilmiyorum ama Sayın Günay muhtemelen kitabı okumamıştır bile!

Geçenlerde bir TV kanalında İslamcı Kürtçülerden olan Altan Tan’ın, ekranlardan içindeki beyitlerden bir kaçını okuyup eserin T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından basılmasını Kürtler (elbette Kürtçülük ve Kürtçe) adına bir başarı gibi anlatmaya çalıştığını görünce, merak duydum Mem û Zîn’e. Doğrusu o güne kadar hiç de ilgimi çekmemişti bu konu. Ertesi gün kalkıp gittim Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın satış yerinin bulunduğu Ankara’nın Mithatpaşa caddesine. Ve 20 TL’lik banknotu toslayarak aldım Mem û Zîn’i. Kitapta ilk dikkatimi çeken bölüm “Kürt Aşiretlerinin Övgüleri ile Yiğitlik ve Gayretlerinin Beyanı, Onların Talihsizlikleri ile Tembellikleri ve Bunca Cömertlik ve Hamiyetlerinin İşareti Hakkındadır” başlığını taşıyan bölüm oldu. Esasen İslamcı-Kürtçü Altan Tan da zaten bu bölümden bazı beyitleri okumuştu TV ekranlarından.

Okumaya devam et  Turizmde Yunanistan ile ortak oluyoruz

Altan Tan Kimdir?

Ekranlarda görmekten gına getirdiğimiz Altan Tan’ı ne kadar tanıyorsunuz bilmem. Ancak ben, fazla tanımıyorum kendisini. Geçenlerde, İmralı’ya düzenlenen ilk BDP seferinden sonra, görüşme tutanaklarını sızdırdığı gerekçesiyle, elbette İmralı şeyhinin emriyle görüşme ekibinden tart edilen “MELE” kılıklı (namazlı-abdestli) Altan Tan ve kendisi gibi İslamcı ve Kürtçü olan Mehmet Metiner hakkında çok güzel bir haber yayınlandı birkaç gün önce. “Mehmet Metiner ve Altan Tan’ın ilginç hikâyesi” başlıklı haberde bu iki şahsın ortak CV’leri şöyle veriliyordu:

“Birlikte GİRİŞİM dergisini çıkardılar. Birlikte RP’ye girdiler. Birlikte RP’den ayrıldılar. Birlikte Menderes’in partisi Büyük Değişim Partisi’ne girdiler. Birlikte Büyük Değişim Partisi’nden ayrıldılar. Birlikte belediyeye girdiler. Altan Tan Gökçek’in yardımcısı,
Mehmet Metiner Erdoğan’ın danışmanı oldu. Ve yine birlikte görevlerinden ayrıldılar. Birlikte HADEP’e girdiler… Birlikte HADEP’ten ayrıldılar… İkisi de muhafazakâr Kürtçüydü… Altan Tan Kürtçülüğü aldı… Mehmet Metiner muhafazakârlığı…”(2).

Devlet Eliyle Devlet ve Millet Düşmanlığı

İşte bu şekilde tanıtılan ve İmralı Şeyhi tarafından BDP tarafından peş peşe düzenlenen İmralı Umre Kervanlarından ve dahi sürre alaylarından tart edilen Altan Tan’ın ekranlardan, pazarcı esnafı misali yapmış olduğu çığırtkanlık üzerine gidip satın almak durumunda kaldım Mem û Zîn’i.

“Saki, Allah için kerem et!…
Cem kadehine bir yudum şarap koy!…

Kadeh şarapla dünyayı göstersin,
Dilediğimiz ne varsa görürsün.”(3)

Dizeleriyle başlayan bölümde Ahmed-i Hâni, su falına bakan falcı bacılar gibi önündeki şarap dolu kadehe bakarak acayip şeyler hayal etmiş bulunuyor İshakpaşa Sarayı’ndaki loş odasında! Ya da aynı yamaçlarda bulunan evinin münzevi köşesinde.

“Önümüzdeki durumlar aydınlığa kavuşsun;
İkbal bizim için müyesser olacak mı bilelim.

Talihsizliğimiz işte kemale erdi;
Acep talihsizliğimizin sona ermesi mümkün mü?

Yoksa hep böyle olduğu yerde mi kalacak,
Ta ki son devire kadar böyle mi olacak?

Hiç mümkün mü felek çarkından,
Bizim için de bir yıldız çıksın.

Bizden de cihanın sığınağı bir padişah çıksın,
Yani bize de pir padişah olarak peyda oluversin.”(4)

Diyerek kendilerinden, yani Kürtlerden de bir padişah çıkmasını arzu eden Ahmed- Hâni,

“Sanatımızın gücü ortaya konsun;
Kalemimizin de kadri bilinsin.

Okumaya devam et  Gökçek’ten Fransa’yı çılgına çevirecek teklif

Derdimiz deva bulsun;
İlmimiz de rağbet bulsun.

Başı dik padişahımız olsaydı eğer,
Kerem sahibi bir sözü sevenimiz olsaydı;”(5)

Diyerek sanki bunu kendi şahsî ikbali ve itibarı için istiyormuş gibi görünse de aslında bunu bütün Kürtler adına ve Kürtlerin bağımsız bir devlet kurması için istediğini açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü ancak bu durumda kullandıkları paranın bir değer taşıyacağını, altın ve gümüş ne kadar saf ve halis olsa da, devletler tarafından para olarak basılmadığı takdirde hiç bir değerlerinin olamayacağını, bu madenlerin ancak onları nakit olarak basan devletin gücü ve itibarıyla doğru orantılı olacağını dile getirmektedir(6). Kürtlerin de içlerinden bir padişah çıkarak bağımsız devlet kurmaları halinde, topluma gereği gibi sahip çıkılabileceğini söyleyen(7) Ahmed-i Hâni, “Eğer bir padişahımız olsaydı; o yetimler üzerine titrerdi, onları namertlerin elinden kurtarırdı.”(8) diye hayıflanıp iç geçirdikten sonra, bu namertlerin kimler olduklarını şu mısralarla açıklıyor:

“Bu Rumlar üzerimize galip olmazdı,
Baykuş elinde harap olmazdık.

Mahkûm, zavallı ve mazlum,
Türk’e ve Tacik’e bağımlı ve mağlup olmazdık.

Ama Allah ezelden beri böyle yaptı,
Bu Rum ve Acem’i bizim üzerimize saldı.”(9)

Ahmed-i Hâni’nin eserini yazdığı 1690-1695 yıllarında Anadolu’da, hassaten Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, hatta Ahmed-i Hâni’nin yaşadığı Doğubayazıt ve civarında bir Rum egemenliğinden söz edilemeyeceğine göre acaba Ahmed-i Hâni’nin “Rum”dan kastı “Türkler” olabilir mi dersiniz? Evet, olabilir! Çünkü o tarihlerde tekmil Anadolu ve Kürtlerin yoğunlukla yaşadıkları Irak ve Suriye Türklerin idaresindedir. Ayrıca burada dikkatimizi çeken bir husus daha var; o da Ahmed-i Hâni’nin İranlıları, yani Farsları “Tacik” olarak isimlendirdiğidir. Anlaşılan Ahmet-i Hâni, Türkleri “Rum”, Farsları da “Tacik” olarak nitelemek suretiyle belki de bir anlamda kurnazlık yaparak bu iki ulusun gazaplarını üzerine çekip, bir belaya maruz kalmamak endişesiyle en azından kendi şahsı için bir tedbir almayı da ihmal etmemiştir!

“Gerçi o kavimlere bağımlı olmak ayıptır,
Ama bu Kürt meşhurlarının bir ayıbıdır.

Bu hâkimler ve emirler için namustur,
Şair ve fakirlerin suçu nedir?”(10).

Diyerek “Nâmert” ve “Baykuş” olarak nitelendirdiği Türklere ve Farslara boyun eğmenin Kürtler adına ayıp ve utanç verici bir durum olduğunu ve bu ayıbın sıradan insanların değil, Kürt Emir ve egemenlerinin namuslarını ilgilendirdiğini söyleyen Ahmed-i Hâni, dünyanın bir gelin olduğunu, ona sahip olmanın ise kılıçtan, yani bilek gücünden geçtiğini dile getirmektedir(11).

Okumaya devam et  Diyarbakır Türkiye’nin Yazlık Başkenti Olsun

Onca yiğitliklerine, kahramanlıklarına ve cömertliklerine, Arap çöllerinden Gürcistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada oturmalarına rağmen Kürtlerin bağımsız bir devlet kuramadıklarını ve Kürtlerin Rumlarla (Türkler) Acemler (Farslar) arasında sıkışıp kaldıklarını söyleyen ve bu konuda kendilerine bağımsız bir devlet kurma şansı vermeyen Allah’ın hikmetine şaşıp kaldığını söylüyor Ahmed-i Hani(12). Arkasından da; bu iki gücün Kürtleri adeta hedef tahtasına oturttuklarını ve bu ülkelerdeki siyasi dalgalanmaların ve çalkantıların, Kürtlerin oturdukları bölgeleri kana buladığını ve Kürt kabilelerini birbirinden ayırıp kopardığını dile getirmektedir(13).

Yiğitliğin, yardımseverliğin, cömertliğin, kahramanlığın, kılıç kullanma sanatının ve adaletin, Kürt kabileleri için tescillenmiş vasıflar olmasına karşın, onların hiçbir zaman bir araya gelemediklerini söyleyen Ahmed-i Hâni, bunun sebebini, bu insanların minnetsiz yaşama arzusunda olmalarıyla, bunun da Kürt kabilelerinin bir araya gelip devlet kurmalarını engellemesiyle açıklamaktadır(14).

Ve Kürtlerin bağımsız devlet kurabilmelerinin yegâne yolunu şöyle gösteriyor günümüzden 318 yıl öncesinden bizim Saray Kâtibi Şairimiz:

“Eğer bizim bir ittifakımız olsaydı;
Birbirimize bağlansaydık,

Rum, Arap, Acemlerin tamamı,
Hepsi bizim kölemiz olurdu.”(15)

Acaba yukarıdaki beyitte geçen ve Kürtlerin, Arap ve Acemlerle birlikte kendilerine köle yapmayı arzu ettikleri “Rumlar” kimlerdir? Türkler olabilir mi? E o tarihlerde Anadolu’da Rum egemenliğinden söz edilemeyeceğine göre; Rum’dan kasıt elbette Türklerdir! Yani bizim İshakpaşa Sarayı’nda kâtiplik yaparak hayatını kazanan, daha doğrusu bizim paramızla ayakta kalabilen Ahmed-i Hâni’nin yaptığı iş, tam da oturduğu sofraya pislemek tabiriyle açıklanacak türden bir eylemdir. Tıpkı bugünkü BDP’lilerin ve KCK’lıların yaptıkları gibi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, işte böyle, Türkleri kendilerine köle yapmayı kafasına koyan ve bunu Kürtlere ideal olarak aşılamaya çalışan bir insanın yazdıklarını yayınlamış bulunmaktadır. Hem de Türk Milleti’nin dişinden tırnağından arttırarak ödediği vergilerle yapmıştır bunu.

Şair boşuna dememiştir:

“Sahipsiz olan bir vatanın batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” diye…
__________
1-Ahmed-i Hâni, Mem û Zîn, Yay.Haz. Nâmık Açıkgöz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara, 2012.
2-http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/haber75260-Mehmet_Metiner_ve_Altan_Tanin_ilginc_hikayesi.html,
3-Ahmed-i Hâni, age, s,18,
4-Age, 18-19,
5-Age, s, 19,
6- Age, s, 19, 200-201.beyitler.
7-Age, s, 19, 202-204. beyitler,
8-Age, s,19,
9-Age, s, 20,
10-Age, s, 20.
11-Age, s, 20, 211-215. beyitler.
12-Age, s, 20-21, 216-221. beyitler.
13- Age, s, 21, s, 222-225. beyitler,
14-Age, s, 226-230. beyitler.
15-Age, s, 21-22.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir