“Türk-Amerikan İlişkilerinde Küresel Çapta ‘Bölgesel Ortaklıklar’ Dönemi”.

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin Erol’un Editörümüz Çelikbaş’a verdiği röportajda şunları şöyledi: - MEHMET EROL 5
Doç. Erol değerlendirdi;
25.01.2013 tarihinde AnamurHaber yazdı.

MEHMET EROL - 5


  ÖZEL HABER ( Vedat ÇELİKBAŞ / USGAM Başkanı ve Gazi Üniversitesi Öğ. Üyesi Doç. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Editörümüz Vedat Çelikbaş’a bir röportaj verdi. Erol, “Tarihsel anlamda inişli-çıkışlı bir seyre sahip olan Türk-Amerikan ilişkileri yeni bir döneme girdiğinin güçlü sinyallerini veriyor. Bir diğer ifadeyle Ankara-Washington arasındaki “araf” durumu sona ermiş gibi. Bunu biz değil, bizzat Amerikalıların kendisi söylüyor; son olarak Newyork Senatörü Liz Krueger’in TADF heyetinin ziyareti sırasında; “2013’de Türk-Amerikan ilişkileri daha da iyiye gidecek” şeklinde işaret ettiği üzere” dedi.

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin Erol’un Editörümüz Çelikbaş’a verdiği röportajda şunları şöyledi:

“Burada, Obama’nın “yeni bir döneme geçiş”, “yeni bir yönelim” kavramlarını vurgulayarak sunduğu yeni stratejisinin ana hatlarını çizen “ABD’nin Küresel Liderliğini Korumak İçin 21. Yüzyılın Savunma Öncelikleri” başlıklı rapor da oldukça önemli. Çünkü açıklamalar, bu raporun yayımlanması sonrası ikili ilişkileri daha bir anlamlandırmaya yönelik. Bir diğer ifadeyle “tamamlayıcı” türden ve Soğuk Savaş sonrası bir türlü tanımlanamayan Ankara- Washington eksenindeki ilişkilerin adı da büyük ölçüde konulmuş vaziyette.

 

Peki, o zaman sormaya başlayalım; İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş’ın başlangıç

yıllarında Missouri ve Providence zırhlılarının 5 Nisan 1946 tarihinde İstanbul’a demir atmalarıyla başlayan “Love Affairs” sonrası “uzatmalı flörtlerin” yaşadığı türden bir barışık-bir küskün, bir dargın-bir sevecen ilişkilerde şimdilerde nasıl bir tanım söz konusu?

 

Bu sorular kapsamında yapılacak en önemli tespit, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir dönüm

noktası oluşturan Ortadoğu coğrafyası ve bu süreçte yeni bir dünyanın kuruluyor olmasıdır.

Avrupa kaybetmiştir ve onun yerini ABD almıştır. Avrupa’yı, özellikle de İngiltere’yi bitiren

hadise, içine girdiği mali ve iktisadi krizdir. Çünkü, İkinci Dünya Savaşı İngiltere başta olmak

üzere, Avrupalı sömürgeci güçleri bitirmiş ve onları ya sömürgelerinden çekilmeye ya da

bu sömürgelerini devretmeye zorlamıştır. Şimdiler de ise İngiltere’nin kaderini ABD önemli

ölçüde yaşamaktadır. Bölgede güvenliği sağlayamadığı gibi, her adımı daha fazla maddi-

manevi maliyete yol açmaktadır. Dolayısıyla, gelinen aşamada Ortadoğu bölgesi ve Türkiye,

bir kez daha önemli bir dönüm noktası ile karşı karşıyadır.

 

Obama’nın Favori Müttefiki: Türkiye

Nitekim, Arap Baharı ve Hürmüz ile birlikte zirve yapan İran-Suriye merkezli Ortadoğu krizi,

Ankara’daki diplomasi trafiğini hızlandırmış vaziyette. Amerikalı yetkililerin biri gelip, diğeri

giderken, başka başkentlerden de konuklar eksik olmuyor. Bu ziyaretler öncesi ve sonrası

yapılan bir takım açıklamalar da Türkiye’nin bölgede yükselen profiline dikkatleri çekiyor.

Açıklamaların bir kısmı “aba altından sopa gösterme” olarak kendini hissettirirken, diğerleri

yeni bir geleceğe doğru “mavi boncuklar” ile “hafif kıskançlıklar” arasında gidip geliyor…

 

Aylar öncesinden Jarusalem Post’un, “Obama’nın favori müttefiki artık İsrail değil, Türk hükümetidir” yorumu da bu tespitimizi bir kez daha teyit ediyor. Bu noktada söz konusu başlık, Ankara-Washington hattında bir dönüm noktası oluşturan 1 Mart Tezkeresi ve “Çuval Hadisesi”nin altından çok suların geçtiğine işaret etmesi itibarıyla da dikkat çekici. Bir diğer ifadeyle, “stratejik ortaklık” ile “model ortaklık” arasında gidip gelen ve “ekseni hizaya getirme” noktasında çok sayıda örtülü operasyona sahne olan ilişkilerin, bundan sonraki

süreçte daha farklı bir boyutta seyir izleyeceğinin sinyalleri kendisini Füze Kalkanı ve sonrası

yaşanan gelişmeler ve özellikle de “Arap Baharı” ile göstermeye başlamış durumda.

 

Son dönemde Türkiye-İran, Türkiye-Suriye ve hatta İsrail ile yaşanan ikili-bölgesel krizlerin

arka planında yatan en önemli neden de, bu yeni sürecin kendisi. Çünkü, Amerika’nın Irak

ve Afganistan’dan çekiliyor olması ve Obama’nın açıkladığı, yeni savunma stratejisi, etkin

bir mücadele için ABD’yi daha rasyonel bir düşünceye, adımlar atmaya davet ediyor. ABD,

Çin ile uzun soluklu bir mücadeleye doğru arka planını sağlama almaya çalışıyor. Dolayısıyla,

İngiltere’nin sömürgelerini devretmek zorunda kaldığı krizin belki de daha şiddetlisini

yaşayan Amerika, eğer akıllıca hareket etmezse, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olacağını” net bir şekilde anlamış vaziyette. Nasıl anlamasın? Kendisi “Dünya’nın Efendisi” olması yolunda milyar dolarlar akıtır ve trilyon dolarlar borçlanırken, hemen yanı başındaki “Monroe Alanı” isyanları oynuyor, halkı Wall Street’i basıyor ve İran devlet başkanı Ahmedinejad, Venezuela’dan “selam olsun Bolu Beyi’ne” diyor. Bundan dolayı Amerika bu savaşı, bu yöntemle ve maliyetle yürütemeyeceğini anlamış durumda. İslam coğrafyasından sistematik ve kontrollü bir şekilde çekiliş, onun için tek yol. Fakat bunu yaparken, aynen İngiltere örneğinde olduğu gibi, bölgeyi de kendi kaderine terk etmek istemiyor. Aksi takdirde “otokratik güçler” bölgeyi kafalarına göre dizayn edebilirler. Dolayısıyla burada,

Obama’nın iktidar yürüyüşünde dile getirdiği “küresel ortaklıklar” devreye giriyor.

 

ABD’nin mecburiyetlerinden kaynaklanan bu “zoraki ortaklık” bölgede yeni ve farklı bir

işbirliği sürecine işaret ediyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns, “Gerek İran gerek iki

ülkeyi ilgilendiren diğer konularda Türkiye ile birlikte çalışmak isteriz” derken ve Türkiye’nin

Ortadoğu için çok önemli bir model olduğunun altını çizerken; Gordon’un da, ABD’nin yeni

savunma stratejisi çerçevesinde “Türkiye’nin çok kritik öneme sahip bir müttefik olmaya

devam edeceğini” söylemesi işte bu açıdan anlamlı.

 

Aslında bu husus uzunca bir süredir CIA Türkiye Masası eski şefi olan Fuller’in “Yükselen

Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” ile “İslamsız Dünya” ve Gordon’un Ömer Taşpınar

ile kaleme aldığı “Türkiye’yi Kazanmak: Türkiye Batı İçin Neden Vazgeçilmez” adlı kitaplarında

dile getirilmekteydi. Fakat, ortada bir sorun vardı: Türkiye, eski Türkiye değildi. Dolayısıyla

Yeni Türkiye gerçekliği ile yüzleşmek zorunda kalan ABD, Truman Doktrini’nin altından çok

suların geçtiğini, geç de olsa anladı. Bir diğer ifadeyle, Türk-Amerikan ilişkilerinde tek taraflı,

verilen projelerin uygulayıcısı ve iyi-sadık bir ileri karakol anlamına gelen, ABD egemen bir

ilişki olarak kabul edilen, bundan dolayı da “millilik”, “tam bağımsızlık” ve “irade” noktasında

tartışmalara yol açan “Truman Türkiyesi” yerine “Yeni Türkiye” gerçekliği ile hareket eden bir

Obama yönetimi var…

 

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Başkan Obama ABD’de tek taraflı politikaların iflası

ve Amerikan gücünün sınırlarının farkına varıldığı bir dönemde, sistemin bilinçli bir tercihi

olarak piyasaya sürülen bir liderdir. Seçim sürecinde dış politikada herhangi bir risk

almaktan uzak durmaya çalışan ve bundan dolayı da düşük bir profili tercih eden Obama

ve ekibinin, bundan sonraki süreçte daha rahat hareket edebilmesi için önünde artık

bir engel bulunmamaktadır. Özellikle de 2020’ya kadar hızla silahlanan Çin karşısında

Amerikan donanmasının yüzde 60’ının Pasifik’e konuşlandırılma kararı alındığı bir dönemde.

Bu bağlamda, İslam dünyası ile yeni bir süreci başlatmak isteyen ABD açısından Türkiye

ile ilişkilerin bu ikinci dönemde daha da derinleşmesi, genişlemesi ve iktisadi-teknolojik

boyutta Türkiye’yi güçlendirmesi beklenmektedir. Bu da bölgede İsrail’in arka plana itildiği

ve Türkiye’nin bir cazibe merkezi olarak yükselmesi anlamına gelmektedir. Görünen o ki,

konjonktür Türkiye 2023 vizyonunu büyük ölçüde şekillendirmektedir. Dolayısıyla, ABD’nin

yeni dış politika hedefleri-öncelikleri ve bu kapsamda Asya-Pasifik’e doğru yoğunlaşma

kararı, hiç kuşkusuz Ortadoğu’da, hatta daha genel anlamda Türk-İslam coğrafyasında

Türkiye ile farklı bir ilişki-ortaklık sürecinin önünü açmış bulunmaktadır. ABD Asya-Pasifik’te

başarılı olmak için Batı ile Doğu arasında bir güç boşluğunun yaşandığı Türk-İslam ağırlıklı bu

coğrafyada (bir diğer ifadeyle Selçuklu-Osmanlı coğrafyasında) güçlü bir müttefik-tampon güç

olarak Türkiye ile birlikte hareket etmek zorunda olduğunun farkındadır. Farkında olmadığı

husus, bir takım eski alışkanlıklarından halen kurtulamadığı gerçeğidir. Onu da çok büyük bir

olasılıkla zaman içinde fark edecektir. Bunun için sadece zamana ve sabra ihtiyaç var…”

ÖZEL HABER ( Vedat ÇELİKBAŞ


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir