Darbe süreçlerinin değişmeyen tek adamı

Mustafa Kemal Atatürk
, ,

“Bakü Şehitlik Camii neden ibadete kapandı?” başlıklı yazımızda dedik ki; “…Zaur Şükürov, haysiyetli bir duruş sergileyerek din baronlarına boyun eğmemiştir. Yaşadığı sıkıntıların temel sebebi, bence budur. Yoksa 2005 yılında yaşanan bir olayın, 2007 yılında gerçekleştirilen bir işleme gerekçe gösterilmesi, abesle iştigaldir.”(1) Zira kendisine yazılan savunma yazısına bakarsanız, Bay Altıkulaç adı geçene karşı tamamıyla “Kurt kuzuyu mutlaka yiyecek” mantığı ile hareket etmiştir. 01.11.2007 tarih ve 0410.B/830-2689 sayılı ve İSAM Genel Sekreteri Dr. Kamil Yaşaroğlu imzasını taşıyan savunma talebi yazısından bizim anladığımız budur. 6 madde halinde sıralanan yazıda bulunan suçlamalardan ikisi şöyledir:
“…
4-Ayrıca 27, 29.10.2007 günleri de İSAM’a hiç uğramadığınız,

6-Bu halinizle, geçen yıllarda bir arkadaşınız yerine bir ay boyunca imza atarak onun devamsızlığını gözden kaçırmaya çalışma eyleminiz konusundaki idari hoşgörümüzü gereği gibi değerlendirmediğiniz tesbit edilmiştir”

Atatürk ve Cumhuriyetle başı hiç hoş değildir onların!

Zaur Şükürov’a göre; yukarıdaki 4’üncü soru, kendisine kasten sorulmuştur. Çünkü o soruda belirtilen tarih, Cumhuriyet Bayramı sebebiyle resmi tatildir ve resmi tatillerde öğrencilerin İSAM’a gelme zorunlulukları bulunmamaktadır. Ona göre; “İSAM yöneticilerinin Cumhuriyet Bayramı veya milli bayram diye bir anlayışları ve kaygıları yoktur. Bu konuda vermiş olduğu cevap ise İSAM yöneticilerini adeta afallatmıştır”

Öte yandan dikkat edileceği gibi; İSAM yönetimi, savunma talep yazısının 6’ıncı maddesinde “Geçmiş yıllarda” diyerek, 2005 yılında başkasının yerine imza atma şeklinde işlenen bir suçun hesabını ancak iki yıl sonra sormayı akıl etmiştir! Zaur Şükürov, Bay Altıkulaç’a diklenmeseydi elbette bu da yapılmayacaktı. Olay örtbas edilip gidecekti. Çünkü dediğine göre; 2007 yılında bursu kesilen kişi sadece kendisidir. Uğruna sahtekâr durumuna düşürüldüğü arkadaşının bursu ise 2010 veya 2011 yılına kadar devam etmiştir. Üstelik yine onun ifadesine göre; eğer sahtekârlık olarak adlandırılacaksa İSAM’da başkalarının yerine imza atma olayları sık sık yaşanan bir vakıadır. Nitekim savunmasında yukarıdaki 6’ıncı soruya şöyle cevap vermiştir Zaur Şükürov:

Haklı olduğum halde haksız bulunduğum bir konuda hiçbir şeyin tarafınızca unutulmadığını görmem, benim de zamanında söylemediğim bazı hususları hatırlayarak birkaçını buraya kaydetmeme vesile olmaktadır. Şöyle ki, geçen yıllarda arkadaşlarının yerine günler boyunca imza atarak devamsızlıklarını gözden kaçıran, yol ücretlerinin TDV tarafından ödendiği yıllarda memleketine gideceğini belirtip, aldığı paraları memleketine gitmeyerek bir süreliğine İSAM’dan saklanmak suretiyle İstanbul’da yiyen kaç kişi olduğunu ve yaptıklarının zarurî değil, keyfî eylemler olduğunu bilmem biliyor muydunuz? Peki, bunlar niye tespit edilmedi? Üstelik bunu yapanlar, üstün başarılı kişiler olarak tanıtıldıkları gibi, birileri tarafından himaye de görmektedirler. Söz konusu hususla ilgili idari hoşgörümüzü gereği gibi değerlendirmediğiniz şeklindeki ifadenize gelince, bir öğrencinin hakkı olan bursundan altı ay boyunca, her ay yüz lira kesilmek suretiyle, toplam 600 YTL’lik nereye gittiği belirsiz ve haksız bir ceza ile mağdur edilmesinin adı hoşgörüyse, o zaman bu konuda savunma yapmama gerek kalmamıştır.”

Zaur Şükürov’un “Vermiş olduğum cevaplar onları afallatmıştı” dediği, yine onun ifadesine göre; dönemin İSAM Başkanı Prof. Dr. M.Akif Aydın ile Tayyar Altıkulaç’ın ise “İçinde son derece sivri ve gereksiz ifadeler var” dedikleri, Zaur Şükürov’a ait 05.11.2007 tarihli savunma yazısında yukarıdaki 4’üncü soruya ise şu cevap verilmiştir:

Okumaya devam et  DARBEYİ SADECE ÜNİFORMA GİYİNMİŞ ASKERLER Mİ YAPAR?

“27.10.2007 tarihi hafta sonu tatili olduğu için İSAM’a uğramamışımdır. Ben, önceki yıllarda gönüllü olarak İSAM’da çalışmakla geçirdiğim hafta sonlarının da dikkate alınmasını isterdim. 29.10.2007 tarihine gelince, Cumhuriyet Bayramı günü dolayısıyla İSAM’ın kapalı olduğunu düşünmüştüm. Çünkü, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı günü, tüm resmî ve özel kuruluşlar, yani bütün resmî daireler, özel işyerleri ve eğitim kurumları resmî tatildir. Tatil, 28 Ekim 2007 saat 13:00’da başlar, 29 Ekim 2007 akşamı sona erer.”

Eğer doğruysa; bu ne demektir biliyor musunuz? İSAM yöneticilerinin, Cumhuriyet Bayramı’nı ve bu bayram vesilesiyle o günün resmi tatil olduğunu kabul etmemeleridir! Öyle olmasa bile en azından, muhatapları olan yabancı uyruklu bir öğrenciyi, köşeye sıkıştırmak (verilen bursu kesmek) için kurulmuş tezgâhın bir parçasıdır. Bay Altıkulaç ve onun yetiştirdiği adamlarda ise bu tür kumpaslardan, tuzaklardan, hilelerden, düzenbazlıklardan, hatta sahtekârlıklardan bolca vardır.

Şahsen hayatta tanıdığım en şeker ve en sevdiğim insanlardan birisi olan TDV eski genel müdürlerinden Merhum Şevki Özkan bizzat yüzlerine söyledi onların bu durumunu. TDV’den emekli olurken düzenlenen “Veda” programında Yüzlerce kişinin önünde yapmış olduğu kısa konuşmada, şakayla karışık “Bizans oyunlarının üstadı olan N.B’ye aynı Bizans oyununu oynayarak koltuğunu ele geçirdim” diye cümle âleme ifşa etti bu adamları. N.B. ise hayatı boyunca Bay Altıkulaç’ın koltuk değneklerinden birisi olarak görev ifa etmiştir Diyanet’te. Bir sonraki yazımızda bizzat kendi ağızlarından aktaracağız sebep oldukları, üstelik de uluslar arası boyutu olan sahtekârlıklardan birisini.

Azerbaycan vatandaşı olan Zaur Şükürov, gerçekten de iyi tespit etmiş bu adamlarda Cumhuriyet ve Milli Bayram anlayışının olmadığını. Çünkü bu durumu yakından biliyorum ben. Örneğin Bay Altıkulaç’ın adeta “Sultan” edasıyla ve “Tek adam” olarak yönettiği Türkiye Diyanet Vakfı’nda 2001 yılına gelinceye kadar Cumhuriyet ve Atatürk ile ilgili olarak tek bir eser bile yayınlanmamıştır. Oysa o tarihte adı geçen vakfın yazılı, sesli ve görsel eserlerinin sayısı 350-400’ü buluyordu. Hatta Bay Altıkulaç’ın başında bulunduğu İSAM tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nde “Atatürk” maddesine ısrarla yer verilmemiş, Atatürk maddesine “A” harfinde yer vermek yerine, yıllarca düşünüp taşındıktan sonra ancak yıllar ve ciltler sonra “M” harfinde yer verilebilmiştir. Anlaşılan bu süre zarfında kamuoyundan gelecek tepkiyi beklediler ve gelen tepkilere göre şekillendirdiler “Mustafa Kemal Atatürk” maddesini. Doğrusu kurnazca planlanmış ve Bay Altıkulaç’a yakışan bir düşünce örneği!

Ne zaman ki; 28 Şubat kararları, ülkede kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı, işte o zaman kafalarına dank etti bu konu. 2001 yılına gelince Diyanet yöneticilerinde bir telaş, bir telaş başladı ki; sormayın gitsin. Hemen, eski bir Diyanet mensubu olan Dumlupınar Ü. Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu’ya Atatürk’le ilgili uyduruk bir kitap yazdırdılar, TDV’nin fuayesine bir Atatürk büstü yerleştirdiler ve dönemin vakıf genel müdürünün yakasını çifter çifter Atatürk rozetleriyle süslediler! Böylece birden en büyük onlar Atatürkçü oluverdiler…

Okumaya devam et  Atatürk’ün bir izi daha siliniyor

Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif

Bunlardan çok daha önemlisi Bay Altıkulaç’ın DYP Milletvekili sıfatıyla vermiş olduğu emirle 1996 yılında “Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif” diye bir rapor kitap yayınlayıp, o sene toplanan Milli Eğitim Şurası’na sundular. Ki; bu kitap, kitap olmaktan öte, adeta laik demokratik eğitim sistemine karşı bir başkaldırı manifestosu niteliğindedir. Kitap, eğitim sistemimizin a’dan z’ye değiştirilerek, tamamıyla din eğitimi eksenli olmasını ve dini okulların dışındaki okullarda da din eğitimine ağırlık verilmesini öngörüyordu. 28 Şubatçıların harekete geçmesini sağlayan etkenlerden birisi de muhtemelen bu tür yayınlardı.

Bay Altıkulaç’ın emriyle hazırlanıp 1996 yılında gerçekleştirilen Milli Eğitim Şurası’na sunulan “Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif” isimli rapor kitapta dile getirilen öneri ve tekliflerin birçoğunun, yapılan yasal düzenlemelere bağlı olarak içinde bulunduğumuz 2012-2013 eğitim yılından itibaren uygulamaya geçmesi, bir tesadüf olmasa gerekir. Bunun bir tesadüf olmadığını bize hatırlatansa, kitabı hazırlayan komisyonun üyelerinin şimdi nerelerde olduğudur. Prof. Dr. Mustafa İsen ve Prof. Dr. Mümtazer Türköne bu komisyonun üyelerinden sadece ikisidir.

Kitabı hazırlayanlardan Mümtazer Türköne, o dönemde Sayın Tansu Çiller’in siyaset danışmanı ve Bay Altıkulaç’ın tek adam olarak yönettiği Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu’nun da Genel Sekreteridir! Zaten Bay Altıkulaç’ın DYP’den milletvekili seçilmesinin en büyük sebebi de Mümtazer Türköne’dir. Altıkulaç’ı Tansu Hanım’a tanıtan, tavsiye eden ve bu konuda referans olan odur.

Darbe süreçlerinin Diyanet İşleri Başkanı

Bu bakımdan bize yazmış olduğu mektupta “Hocam sonda şunu da belirtmek istiyorum: Her fırsatta Kenan Evren’i öven Bay Altıkulaç, darbe dönemiyle ilgili birçok kişiyi dinleyen savcılarca niçin dinlenmez, düşünmeden edemiyorum. Yoksa dinlediler de benim mi haberim yok?”(2) şeklinde haklı bir soru yönelten Zaur Şükürov’a katılmamak mümkün değildir. Bu sebeple, ben de en azından, adeta havada uçan kuşa, yerde yürüyen kurda varıncaya kadar, börtü böcek önüne çıkan herkesi dinleyip sorguya çeken “TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” nun, bir an önce Bay Altıkulaç’ı da dinlemesinin yararlı olacağını düşünmekteyim.

Çünkü adı geçen, 12 Eylül’ün arifesinden (1978) başlayarak ta 1986 yılına gelene kadar Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yapmıştır. 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar, siyasi partileri kapatıp, onların işbaşına getirdiği bürokratları hallaç pamuğu gibi savurdukları halde, her nedense dönemin Diyanet İşleri Başkanı’na dokunmamışlardır! Bu süreçte 12 Eylül darbecileriyle uyumlu bir çalışma sergileyen Bay Altıkulaç, başta Süleymancılar ve Milli Görüş Teşkilatı olmak üzere; tarikat ve cemaatlere karşı yurtiçinde ve yurtdışında yürütülen mücadelede Askeri konseyin elinde iyi bir enstrüman olmuştur. Bay Altıkulaç’ın 12 Eylül darbecileriyle, özellikle de, vaktiyle Merhum Başbakan Adnan Menderes’in idamına “Evet” oyu veren dönemin Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’le yakın ilişki içinde olduğunu öğrenmek içinse Rahmetli Uğur Mumcu’nun “Rabıta” isimli kitabını okumak sanırım yeterli olacaktır.

Okumaya devam et  Yerli Salman Ruşdiler’e kötü haber!

12 Eylül darbecilerinin kurdurdukları Bülent Ulusu hükümetinde Diyanet’ten sorumlu devlet bakanı olarak Bay Altıkulaç’ın yurtiçi ve yurtdışı operasyonlarına sınırsız destek veren Mehmet Özgüneş bakınız nasıl tanıtılıyor bazı yayınlarda:

“…15 Eylül 1961 günü yapılan oylamada Menderes ve iki arkadaşının idamına ‘evet’ oyu vermiş, idamdan sonra bundan pişman olduğunu belirmiştir. Oylama başlamadan önce 11’e 11 olan idam taraftarları – karşıtları dengesini bozarak ‘evet’e dönen iki kişiden biridir.(Ötekisi: Ahmet Yıldız)”(3).

Evet, Bay Altıkulaç 12 Eylül 1980 darbesinin arifesinden (1978) başlayıp 1986 yılına gelinceye kadar Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla bu darbe sürecinin tam göbeğinde olan bürokratlardan birisidir. 1997 yılının 28 Şubat’ında alınan sert MGK kararları sebebiyle “Post Modern Darbe” olarak isimlendirilen süreçte yine onun adını görüyoruz her nedense. Çünkü, 1996 yılında onun emriyle hazırlanıp o sene yapılan Milli Eğitim Şurası’na sunulan “Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif” isimli rapor kitap, 28 Şubatçıların dikkatlerini ve şimşeklerini çekmekte gecikmemiş, sonraki yıllarda Devlet Denetleme Kurulu tarafından TDV’de gerçekleştirilen denetimlerde inceleme konusu yapılmış ve adı geçen vakfın yöneticileri, bu hususta sigaya çekilmişlerdir.

Özetle; 12 Eylül sürecinde Diyanet İşleri Başkanı olarak Askeri Konsey ve Ulusu hükümetiyle uyum içinde çalışan Bay Altıkulaç, 28 Şubat sürecinde DYP Milletvekili sıfatıyla perde arkasından yukarıda bahsi geçen kitabı hazırlatarak 28 Şubat post modern darbesine çanak tutanlar arasındaki mümtaz yerini de almaktan geri durmamıştır. Bu tavrıyla, 28 Şubatçıların, gözlerinin dini eğitim veren kurumlara ve özellikle bu sahada hizmet veren dernek ve vakıflarla, bu tür vakıf ve dernekleri finanse eden iktisadi işletme ve şirketlere çevrilmesine sebebiyet vermek suretiyle bizatihi din hizmetlerine büyük zararlar vermiştir.

Kaderin bir cilvesi olacak; 27 Nisan E-Muhtırası sürecinde yine onun ismi vardır ortada. Çünkü bu tarihlerde TBMM Milli Eğitim Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı olarak Türk Milli Eğitimi’ne istikamet vermekle, daha doğrusu 1996 yılında hazırlatmış olduğu “Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif” isimli raporda yazılanların siyasi alt yapısını oluşturmakla meşguldür. Bay Altıkulaç, her nedense istikamet değiştirmiş, 2000’li yıllara gelince birden Milli Görüşçü oluvermiştir! Evet, Diyanet İşleri Başkanı olduğu dönemde Milli Görüş Teşkilatı’na karşı mücadele veren Bay Altıkulaç, 2001 yılında kurulan AKP’nin kurucuları arasında yer almış, 2002 yılında yapılan Genel Seçimlerde adı geçen partiden İstanbul Milletvekili seçilmiş ve akabinde TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı olmuştur. Dolayısıyla (2007 Genel Seçimleri 22 Temmuz’da yapıldığına göre), 27 Nisan 2007 E-Muhtırası sırasında hazret, Türk Milli Eğitimi’nin başında (yasama kanadının başında) olan kişidir. Görüldüğü gibi; 1980-2007 yılları arasında yaşanan 3 darbe ve muhtıra döneminin değişmeyen tek adamı vardır Türkiye’de, o da Bay Altıkulaç’tır.
___________
1- bkz. ,
2-http://www.antigazete.com/yazar_yazilari.php?yazi_no=977,
3-http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmet_%C3%96zg%C3%BCne%C5%9F


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir