ELDE VAR CUMHURİYET

<p>ELDE VAR CUMHURİYET HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Elde var BİR Cumhuriyet, İKİ Cumhuriyet, ÜÇ Cumhuriyet, DÖRT Cumhuriyet, BEŞ Cumhuriyet, ALTI Cumhuriyet, YEDİ Cumhuriyet..
Cumhuriyet demek, devlet demektir..
Öyleyse elde var DEVLET..
Tam yedi tane devlet..
Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, beş değil, altı değil, tam yedi tane devlet..
Bir millet, yedi devlet..
Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti..
Allah nazardan saklasın.
Ama….
Bir vay, iki vay, üç vay, dört vay, beşi vay, altı vay, yedi vay…
Desem vay, demesem vay..
Allah korusun..
Geçmiş senelerdeki yazılarımdan birinde yılın“29 Ekim, 10 Kasım, 15 Kasım” aralığını daha çok/en çok sevdiğimi söylemiştim.
Bu 15 günlük süre; devlet-millet-vatan-bayrak ve Atatürk duygularının en yoğun yaşandığı bir zaman dilimidir.
Öyleydi..
Öyle olacak..
Öyle olması için bahse konu zaman diliminin son durağında Lefkoşa’da olmak istedim.
Bu seneki 15 Kasım, KKTC’nin ilanının 29’uncu yıldönümü..
Yaşayan “yeddi” Türk Devleti’nin en kıdemlisi TC (1923), ikinci sıradaki ise KKTC’(1983)dir. Diğer beş devlet 1991’de Sovyetler Birliği’nin, komünizmin kendi iç çelişkileri yüzünden yıkılması sonucu sürecin gereği olarak ve Azerbaycan hariç “kendiliklerinden” doğmuşlardır.
TC, KKTC ve Azerbaycan ise “bedel” ödemişlerdir.
Kan ve gözyaşı dökmüşlerdir.
Atsız’ın; “Büyük devlet için büyük kan gerekir” mısraındaki “kan” işte budur.
Üstelik en kıdemli, 89 yaşını geçenlerde şu veya bu şekilde kutlayan TC, 29 yaşındaki KKTC’nin de rol modeli, esin kaynağı ve hâmisidir.
Kim ne derse desin Türkiye’nin, Kıbrıs Türklerine 1571’den beri yardım ve gözetim borcu da vardır.
1571’de, üzerinde tek Türk bulunmayan ada “Anadolu için stratejik önemi yüzünden” fethedildiğinde kendilerine sormadan oraya padişah fermanıyla gönderdiğimiz Türklere borçluyuzdur.
Onları 1877’de kendilerine hiç sormadan ve danışmadan, “sadece padişahın haklarına halel gelmemek kaydıyla” İngiliz’e kiraladığımız için borçluyuzdur.
1923’de vazgeçtiğimiz için borçluyuzdur.
Borcun “yarısı” 1974’de edâ edilmiştir.
Ve nihayet 1571’de oraya zorla gönderdiğimiz insanlara tam beşyüz yıl sonra “besleme” muamelesi yaptığımız için borçluyuzdur.
İşte bu kısa tarih dersinden sonra iki gün sonra KKTC’nin ilanının 29’uncu yılını kutlamaya hazırlanıyoruz..
Geçen yıl aynı günlerde “ÇINGIRAKLI KIBRIS” diye bir yazı yazmış ve;
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti..
Ağzınızı doldura doldura, ve son zamanlarda nereden icabettiyse âdet haline getirilmeye çalışıldığı şekilde cümledeki ‘Türk’ lâfını çıkarmadan ve yüksek sesle telaffuz edin.
Göğsünüz kabarsın.
Görkemli kutlamalar bu gün başlıyor.
Anavatan’dan heyetler geliyor, savaş gemileri, uçak filoları geliyor, Mehter Takımı geliyor.
Törenler, bandolar, geçit resimleri..
Atatürk heykellerine çelenkler, saygı duruşları.
Radyo-televizyon konuşmaları, programları, 101 pare top atışları.
Toplantılar, konferanslar, şiirler, resmî davetler, yemekler, resepsiyonlar.
Türkiye’de 30 Ağustos ve 29 Ekim’de deprem ve şehitler dolayısı ile yapılmayan her şey fazlasıyla ‘canlandırılacak’.
İyi olacak.
Ben bu 14 Kasım öğleden itibaren ve 15 Kasım günleri akşama kadar Şehitler Âbidesi ve Girne Kapısı arasında mekik dokuyacağım. Lefkoşa’nın bütün sokaklarında Türk askeri, üniforması, Türk tankı, Türk topu kollayacağım. Mümkünse savaş gemilerine gideceğim, savaş uçaklarını ziyaret edeceğim.
Ay-yıldızlı ‘al ve ak’ bayrakları arayacağım.
Bulduğum an hemen yanlarına dikilip fotoğraf çektireceğim.
Gölgelerinde dinleneceğim.
Yağmur yağıyorsa altlarına sığınacağım.
‘Selamlamadan uçan kuşların yuvalarını bozacağım’.
Çünkü ‘ordularla yenilmez bir gayız var kanımda’..
Size de aynısını tavsiye ederim.
Çünkü…
Çünkü iki ayağımız bir pabuçta ‘anlaşma/referandum/birleşme’ sarmalına sıkıştırıldığımız bu altı aylık süreçte, bir taraftan da dünyanın öbür ucundaki ‘Uzun Ada’ların ‘Yeşil Ağaç’ çiftliklerinde gözlerden ırak kıravatsız-mendilsiz ‘Birleşme’ görüşmeleri yapılıyor.
Anlaşmaya varılan ve bize açıklanması uygun görülen kararlar arasında ‘Kurulacak ortak Temsilciler Meclisi’nin dörtte bir üyesi Türk olacak, ama Meclis’te taraflardan birinin aleyhine karar alınırsa -alarm zilleri- çalarak o karar iptal edilecek’ maddesi de varmış..
Telaşımın sebebini anladınız mı?
Çünkü bu altı ay içinde ‘anlaşma/referandum/birleşme’ olursa artık ‘ÇINGIRAKLI KIBRIS’ olacağız.
‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ olmayacak.
KKTC’nin neden muhtemel bir federasyon yahut konfederasyonda, iki kurucu federe devletten biri olarak kimliğini-kişiliğini-toprak bütünlüğünü koruyamayacak olmasını anlamıyorum.
KKTC olmayınca asker, üniforma da olmayacak.
Bayrak da olmayacak..
23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim ve…
15 Kasım da olmayacak..
Demek ki bu son 15 Kasım’dır efendiler.
‘Birleşirseniz’ seneye bu zaman bayrak filan bulamayacaksınız ortada, tarih olacak..
Siz de benim gibi bu bayrak altında bir fotoğraf çektirip saklayın.
Torunlarınıza gösterir, ‘Bizim de bir zamanlar devletimiz vardı’ dersiniz.
Ama 15 Kasım 2011 günü hem kuruluşu böyle görkemli kutlayıp nutuklar atmayı hem de aynı anda ve paralel olarak ‘lağv ve tensik’ görüşmeleri yapıyor olmamızdaki mantığı onlara nasıl anlatırsınız bilemem.
Siz siz olun bayrağın altındaki o fotoğrafı, hem de mümkünse ailece çektirin” demiştik.
Çok şükür korktuğumuz olmadı.
Ama değişen bir şey de olmadı.
Gene nutuklar çekilip, gösteriler yapılacak, resepsiyonlar verilecek.
Büyük büyük laflar edilecek.
Ama…
Cumhurbaşkanı-Başbakan kavgalı, Meclis toplan(a)mıyor, hükümet hükümet edemiyor, “tek başına” iktidar partisinin kurultayı mahkemelik, Başkent bir yıldır çöp içinde, herkes grevde..
Çarşı işsiz, maaşlar Rum tarafına akıyor.
Hataylılar, Adanalılar dönmüş, burada herkes “masterlik” yaptığı için cümle “vasıfsız işler” Üçüncü ülke vatandaşlarına ihale edilmiş.
Ve herkes yine her şeye karşı.
Muhalefet erken seçim istiyor ama iktidar olmamak için her şeyi yapacak, olursa da şimdi şikâyet ettiği “Yardım Heyeti’nin bütün talimatlarına” aynen uyacak.
Cumhuriyet, “devlet” demektir ama iki şeyi bir türlü aklım almıyor.
1.”Tanınmak” için demir çarık giyip dünyayı dolaşmayıp, her devletin kapısını çalmamayı;
2.”Devletim” derken, devletten vazgeçmek için Rum’la görüşme yapmayı.
Geçenlerde KKTC ve Türkiye’yi ziyaret eden Pakistan’ın eski Devlet Başkanı Pervez Müşerref, “KKTC’yi neden tanımadıkları” sorusuna ne cevap vermişti dikkat ettiniz mi?
“Kıbrıs konusunda Türkiye’nin yolundan gittik!”
“Türkiye bize ‘aman tanımayın da başımızı belaya sokmayın’ dedi” demenin daha diplomatik ifadesi olabilir mi?
Bu gerçeği de bir kenara yazın, sonra da 15 Kasım’ın keyfini çıkarın..
Ne olur, ne olmaz, seneye Allah kerim. 13 Kasım 2012</p>
<p>57’İNCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ</p> - Anastasiadis 101

<p>ELDE VAR CUMHURİYET HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Elde var BİR Cumhuriyet, İKİ Cumhuriyet, ÜÇ Cumhuriyet, DÖRT Cumhuriyet, BEŞ Cumhuriyet, ALTI Cumhuriyet, YEDİ Cumhuriyet..
Cumhuriyet demek, devlet demektir..
Öyleyse elde var DEVLET..
Tam yedi tane devlet..
Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, beş değil, altı değil, tam yedi tane devlet..
Bir millet, yedi devlet..
Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti..
Allah nazardan saklasın.
Ama….
Bir vay, iki vay, üç vay, dört vay, beşi vay, altı vay, yedi vay…
Desem vay, demesem vay..
Allah korusun..
Geçmiş senelerdeki yazılarımdan birinde yılın“29 Ekim, 10 Kasım, 15 Kasım” aralığını daha çok/en çok sevdiğimi söylemiştim.
Bu 15 günlük süre; devlet-millet-vatan-bayrak ve Atatürk duygularının en yoğun yaşandığı bir zaman dilimidir.
Öyleydi..
Öyle olacak..
Öyle olması için bahse konu zaman diliminin son durağında Lefkoşa’da olmak istedim.
Bu seneki 15 Kasım, KKTC’nin ilanının 29’uncu yıldönümü..
Yaşayan “yeddi” Türk Devleti’nin en kıdemlisi TC (1923), ikinci sıradaki ise KKTC’(1983)dir. Diğer beş devlet 1991’de Sovyetler Birliği’nin, komünizmin kendi iç çelişkileri yüzünden yıkılması sonucu sürecin gereği olarak ve Azerbaycan hariç “kendiliklerinden” doğmuşlardır.
TC, KKTC ve Azerbaycan ise “bedel” ödemişlerdir.
Kan ve gözyaşı dökmüşlerdir.
Atsız’ın; “Büyük devlet için büyük kan gerekir” mısraındaki “kan” işte budur.
Üstelik en kıdemli, 89 yaşını geçenlerde şu veya bu şekilde kutlayan TC, 29 yaşındaki KKTC’nin de rol modeli, esin kaynağı ve hâmisidir.
Kim ne derse desin Türkiye’nin, Kıbrıs Türklerine 1571’den beri yardım ve gözetim borcu da vardır.
1571’de, üzerinde tek Türk bulunmayan ada “Anadolu için stratejik önemi yüzünden” fethedildiğinde kendilerine sormadan oraya padişah fermanıyla gönderdiğimiz Türklere borçluyuzdur.
Onları 1877’de kendilerine hiç sormadan ve danışmadan, “sadece padişahın haklarına halel gelmemek kaydıyla” İngiliz’e kiraladığımız için borçluyuzdur.
1923’de vazgeçtiğimiz için borçluyuzdur.
Borcun “yarısı” 1974’de edâ edilmiştir.
Ve nihayet 1571’de oraya zorla gönderdiğimiz insanlara tam beşyüz yıl sonra “besleme” muamelesi yaptığımız için borçluyuzdur.
İşte bu kısa tarih dersinden sonra iki gün sonra KKTC’nin ilanının 29’uncu yılını kutlamaya hazırlanıyoruz..
Geçen yıl aynı günlerde “ÇINGIRAKLI KIBRIS” diye bir yazı yazmış ve;
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti..
Ağzınızı doldura doldura, ve son zamanlarda nereden icabettiyse âdet haline getirilmeye çalışıldığı şekilde cümledeki ‘Türk’ lâfını çıkarmadan ve yüksek sesle telaffuz edin.
Göğsünüz kabarsın.
Görkemli kutlamalar bu gün başlıyor.
Anavatan’dan heyetler geliyor, savaş gemileri, uçak filoları geliyor, Mehter Takımı geliyor.
Törenler, bandolar, geçit resimleri..
Atatürk heykellerine çelenkler, saygı duruşları.
Radyo-televizyon konuşmaları, programları, 101 pare top atışları.
Toplantılar, konferanslar, şiirler, resmî davetler, yemekler, resepsiyonlar.
Türkiye’de 30 Ağustos ve 29 Ekim’de deprem ve şehitler dolayısı ile yapılmayan her şey fazlasıyla ‘canlandırılacak’.
İyi olacak.
Ben bu 14 Kasım öğleden itibaren ve 15 Kasım günleri akşama kadar Şehitler Âbidesi ve Girne Kapısı arasında mekik dokuyacağım. Lefkoşa’nın bütün sokaklarında Türk askeri, üniforması, Türk tankı, Türk topu kollayacağım. Mümkünse savaş gemilerine gideceğim, savaş uçaklarını ziyaret edeceğim.
Ay-yıldızlı ‘al ve ak’ bayrakları arayacağım.
Bulduğum an hemen yanlarına dikilip fotoğraf çektireceğim.
Gölgelerinde dinleneceğim.
Yağmur yağıyorsa altlarına sığınacağım.
‘Selamlamadan uçan kuşların yuvalarını bozacağım’.
Çünkü ‘ordularla yenilmez bir gayız var kanımda’..
Size de aynısını tavsiye ederim.
Çünkü…
Çünkü iki ayağımız bir pabuçta ‘anlaşma/referandum/birleşme’ sarmalına sıkıştırıldığımız bu altı aylık süreçte, bir taraftan da dünyanın öbür ucundaki ‘Uzun Ada’ların ‘Yeşil Ağaç’ çiftliklerinde gözlerden ırak kıravatsız-mendilsiz ‘Birleşme’ görüşmeleri yapılıyor.
Anlaşmaya varılan ve bize açıklanması uygun görülen kararlar arasında ‘Kurulacak ortak Temsilciler Meclisi’nin dörtte bir üyesi Türk olacak, ama Meclis’te taraflardan birinin aleyhine karar alınırsa -alarm zilleri- çalarak o karar iptal edilecek’ maddesi de varmış..
Telaşımın sebebini anladınız mı?
Çünkü bu altı ay içinde ‘anlaşma/referandum/birleşme’ olursa artık ‘ÇINGIRAKLI KIBRIS’ olacağız.
‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ olmayacak.
KKTC’nin neden muhtemel bir federasyon yahut konfederasyonda, iki kurucu federe devletten biri olarak kimliğini-kişiliğini-toprak bütünlüğünü koruyamayacak olmasını anlamıyorum.
KKTC olmayınca asker, üniforma da olmayacak.
Bayrak da olmayacak..
23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim ve…
15 Kasım da olmayacak..
Demek ki bu son 15 Kasım’dır efendiler.
‘Birleşirseniz’ seneye bu zaman bayrak filan bulamayacaksınız ortada, tarih olacak..
Siz de benim gibi bu bayrak altında bir fotoğraf çektirip saklayın.
Torunlarınıza gösterir, ‘Bizim de bir zamanlar devletimiz vardı’ dersiniz.
Ama 15 Kasım 2011 günü hem kuruluşu böyle görkemli kutlayıp nutuklar atmayı hem de aynı anda ve paralel olarak ‘lağv ve tensik’ görüşmeleri yapıyor olmamızdaki mantığı onlara nasıl anlatırsınız bilemem.
Siz siz olun bayrağın altındaki o fotoğrafı, hem de mümkünse ailece çektirin” demiştik.
Çok şükür korktuğumuz olmadı.
Ama değişen bir şey de olmadı.
Gene nutuklar çekilip, gösteriler yapılacak, resepsiyonlar verilecek.
Büyük büyük laflar edilecek.
Ama…
Cumhurbaşkanı-Başbakan kavgalı, Meclis toplan(a)mıyor, hükümet hükümet edemiyor, “tek başına” iktidar partisinin kurultayı mahkemelik, Başkent bir yıldır çöp içinde, herkes grevde..
Çarşı işsiz, maaşlar Rum tarafına akıyor.
Hataylılar, Adanalılar dönmüş, burada herkes “masterlik” yaptığı için cümle “vasıfsız işler” Üçüncü ülke vatandaşlarına ihale edilmiş.
Ve herkes yine her şeye karşı.
Muhalefet erken seçim istiyor ama iktidar olmamak için her şeyi yapacak, olursa da şimdi şikâyet ettiği “Yardım Heyeti’nin bütün talimatlarına” aynen uyacak.
Cumhuriyet, “devlet” demektir ama iki şeyi bir türlü aklım almıyor.
1.”Tanınmak” için demir çarık giyip dünyayı dolaşmayıp, her devletin kapısını çalmamayı;
2.”Devletim” derken, devletten vazgeçmek için Rum’la görüşme yapmayı.
Geçenlerde KKTC ve Türkiye’yi ziyaret eden Pakistan’ın eski Devlet Başkanı Pervez Müşerref, “KKTC’yi neden tanımadıkları” sorusuna ne cevap vermişti dikkat ettiniz mi?
“Kıbrıs konusunda Türkiye’nin yolundan gittik!”
“Türkiye bize ‘aman tanımayın da başımızı belaya sokmayın’ dedi” demenin daha diplomatik ifadesi olabilir mi?
Bu gerçeği de bir kenara yazın, sonra da 15 Kasım’ın keyfini çıkarın..
Ne olur, ne olmaz, seneye Allah kerim. 13 Kasım 2012</p>
<p>57’İNCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ</p> - imagesCA3LAN06

ELDE VAR CUMHURİYET
HÜSEYİN MÜMTAZ

Elde var BİR Cumhuriyet, İKİ Cumhuriyet, ÜÇ Cumhuriyet, DÖRT Cumhuriyet, BEŞ Cumhuriyet, ALTI Cumhuriyet, YEDİ Cumhuriyet..
Cumhuriyet demek, devlet demektir..
Öyleyse elde var DEVLET..
Tam yedi tane devlet..
Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, beş değil, altı değil, tam yedi tane devlet..
Bir millet, yedi devlet..
Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti..
Allah nazardan saklasın.
Ama….
Bir vay, iki vay, üç vay, dört vay, beşi vay, altı vay, yedi vay…
Desem vay, demesem vay..
Allah korusun..
Geçmiş senelerdeki yazılarımdan birinde yılın“29 Ekim, 10 Kasım, 15 Kasım” aralığını daha çok/en çok sevdiğimi söylemiştim.
Bu 15 günlük süre; devlet-millet-vatan-bayrak ve Atatürk duygularının en yoğun yaşandığı bir zaman dilimidir.
Öyleydi..
Öyle olacak..
Öyle olması için bahse konu zaman diliminin son durağında Lefkoşa’da olmak istedim.
Bu seneki 15 Kasım, KKTC’nin ilanının 29’uncu yıldönümü..
Yaşayan “yeddi” Türk Devleti’nin en kıdemlisi TC (1923), ikinci sıradaki ise KKTC’(1983)dir. Diğer beş devlet 1991’de Sovyetler Birliği’nin, komünizmin kendi iç çelişkileri yüzünden yıkılması sonucu sürecin gereği olarak ve Azerbaycan hariç “kendiliklerinden” doğmuşlardır.
TC, KKTC ve Azerbaycan ise “bedel” ödemişlerdir.
Kan ve gözyaşı dökmüşlerdir.
Atsız’ın; “Büyük devlet için büyük kan gerekir” mısraındaki “kan” işte budur.
Üstelik en kıdemli, 89 yaşını geçenlerde şu veya bu şekilde kutlayan TC, 29 yaşındaki KKTC’nin de rol modeli, esin kaynağı ve hâmisidir.
Kim ne derse desin Türkiye’nin, Kıbrıs Türklerine 1571’den beri yardım ve gözetim borcu da vardır.
1571’de, üzerinde tek Türk bulunmayan ada “Anadolu için stratejik önemi yüzünden” fethedildiğinde kendilerine sormadan oraya padişah fermanıyla gönderdiğimiz Türklere borçluyuzdur.
Onları 1877’de kendilerine hiç sormadan ve danışmadan, “sadece padişahın haklarına halel gelmemek kaydıyla” İngiliz’e kiraladığımız için borçluyuzdur.
1923’de vazgeçtiğimiz için borçluyuzdur.
Borcun “yarısı” 1974’de edâ edilmiştir.
Ve nihayet 1571’de oraya zorla gönderdiğimiz insanlara tam beşyüz yıl sonra “besleme” muamelesi yaptığımız için borçluyuzdur.
İşte bu kısa tarih dersinden sonra iki gün sonra KKTC’nin ilanının 29’uncu yılını kutlamaya hazırlanıyoruz..
Geçen yıl aynı günlerde “ÇINGIRAKLI KIBRIS” diye bir yazı yazmış ve;
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti..
Ağzınızı doldura doldura, ve son zamanlarda nereden icabettiyse âdet haline getirilmeye çalışıldığı şekilde cümledeki ‘Türk’ lâfını çıkarmadan ve yüksek sesle telaffuz edin.
Göğsünüz kabarsın.
Görkemli kutlamalar bu gün başlıyor.
Anavatan’dan heyetler geliyor, savaş gemileri, uçak filoları geliyor, Mehter Takımı geliyor.
Törenler, bandolar, geçit resimleri..
Atatürk heykellerine çelenkler, saygı duruşları.
Radyo-televizyon konuşmaları, programları, 101 pare top atışları.
Toplantılar, konferanslar, şiirler, resmî davetler, yemekler, resepsiyonlar.
Türkiye’de 30 Ağustos ve 29 Ekim’de deprem ve şehitler dolayısı ile yapılmayan her şey fazlasıyla ‘canlandırılacak’.
İyi olacak.
Ben bu 14 Kasım öğleden itibaren ve 15 Kasım günleri akşama kadar Şehitler Âbidesi ve Girne Kapısı arasında mekik dokuyacağım. Lefkoşa’nın bütün sokaklarında Türk askeri, üniforması, Türk tankı, Türk topu kollayacağım. Mümkünse savaş gemilerine gideceğim, savaş uçaklarını ziyaret edeceğim.
Ay-yıldızlı ‘al ve ak’ bayrakları arayacağım.
Bulduğum an hemen yanlarına dikilip fotoğraf çektireceğim.
Gölgelerinde dinleneceğim.
Yağmur yağıyorsa altlarına sığınacağım.
‘Selamlamadan uçan kuşların yuvalarını bozacağım’.
Çünkü ‘ordularla yenilmez bir gayız var kanımda’..
Size de aynısını tavsiye ederim.
Çünkü…
Çünkü iki ayağımız bir pabuçta ‘anlaşma/referandum/birleşme’ sarmalına sıkıştırıldığımız bu altı aylık süreçte, bir taraftan da dünyanın öbür ucundaki ‘Uzun Ada’ların ‘Yeşil Ağaç’ çiftliklerinde gözlerden ırak kıravatsız-mendilsiz ‘Birleşme’ görüşmeleri yapılıyor.
Anlaşmaya varılan ve bize açıklanması uygun görülen kararlar arasında ‘Kurulacak ortak Temsilciler Meclisi’nin dörtte bir üyesi Türk olacak, ama Meclis’te taraflardan birinin aleyhine karar alınırsa -alarm zilleri- çalarak o karar iptal edilecek’ maddesi de varmış..
Telaşımın sebebini anladınız mı?
Çünkü bu altı ay içinde ‘anlaşma/referandum/birleşme’ olursa artık ‘ÇINGIRAKLI KIBRIS’ olacağız.
‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ olmayacak.
KKTC’nin neden muhtemel bir federasyon yahut konfederasyonda, iki kurucu federe devletten biri olarak kimliğini-kişiliğini-toprak bütünlüğünü koruyamayacak olmasını anlamıyorum.
KKTC olmayınca asker, üniforma da olmayacak.
Bayrak da olmayacak..
23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim ve…
15 Kasım da olmayacak..
Demek ki bu son 15 Kasım’dır efendiler.
‘Birleşirseniz’ seneye bu zaman bayrak filan bulamayacaksınız ortada, tarih olacak..
Siz de benim gibi bu bayrak altında bir fotoğraf çektirip saklayın.
Torunlarınıza gösterir, ‘Bizim de bir zamanlar devletimiz vardı’ dersiniz.
Ama 15 Kasım 2011 günü hem kuruluşu böyle görkemli kutlayıp nutuklar atmayı hem de aynı anda ve paralel olarak ‘lağv ve tensik’ görüşmeleri yapıyor olmamızdaki mantığı onlara nasıl anlatırsınız bilemem.
Siz siz olun bayrağın altındaki o fotoğrafı, hem de mümkünse ailece çektirin” demiştik.
Çok şükür korktuğumuz olmadı.
Ama değişen bir şey de olmadı.
Gene nutuklar çekilip, gösteriler yapılacak, resepsiyonlar verilecek.
Büyük büyük laflar edilecek.
Ama…
Cumhurbaşkanı-Başbakan kavgalı, Meclis toplan(a)mıyor, hükümet hükümet edemiyor, “tek başına” iktidar partisinin kurultayı mahkemelik, Başkent bir yıldır çöp içinde, herkes grevde..
Çarşı işsiz, maaşlar Rum tarafına akıyor.
Hataylılar, Adanalılar dönmüş, burada herkes “masterlik” yaptığı için cümle “vasıfsız işler” Üçüncü ülke vatandaşlarına ihale edilmiş.
Ve herkes yine her şeye karşı.
Muhalefet erken seçim istiyor ama iktidar olmamak için her şeyi yapacak, olursa da şimdi şikâyet ettiği “Yardım Heyeti’nin bütün talimatlarına” aynen uyacak.
Cumhuriyet, “devlet” demektir ama iki şeyi bir türlü aklım almıyor.
1.”Tanınmak” için demir çarık giyip dünyayı dolaşmayıp, her devletin kapısını çalmamayı;
2.”Devletim” derken, devletten vazgeçmek için Rum’la görüşme yapmayı.
Geçenlerde KKTC ve Türkiye’yi ziyaret eden Pakistan’ın eski Devlet Başkanı Pervez Müşerref, “KKTC’yi neden tanımadıkları” sorusuna ne cevap vermişti dikkat ettiniz mi?
“Kıbrıs konusunda Türkiye’nin yolundan gittik!”
“Türkiye bize ‘aman tanımayın da başımızı belaya sokmayın’ dedi” demenin daha diplomatik ifadesi olabilir mi?
Bu gerçeği de bir kenara yazın, sonra da 15 Kasım’ın keyfini çıkarın..
Ne olur, ne olmaz, seneye Allah kerim. 13 Kasım 2012

57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir