KIBRIS’I UNUTTUK MU?

<p>KIBRIS’I UNUTTUK MU? HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Yok elbette unutmadık..
Kader utansın.. “Gündem” unuttu(rdu) Kıbrıs’ı.
Kıbrıs, süreç içinde dünya ve Türkiye gündeminin arka sıralarına kaydı.
Kaçınılmaz olarak.. Zaten Kıbrıs’ın, öne çıkarılması yapaydı.. AB ile Türkiye’nin, yahut Türkiye ile AB’nin kendi politik çıkarlarına uygun olarak birbirleri aleyhine Kıbrıs’ı kullanmaları kamuoyu yönetmeye/ yaratmaya ve günü kurtarmaya yönelik bir takım taktik çabaların sonucuydu..
Her iki taraf da tribüne oynuyordu.
Onun için bakmayın siz “varsa yoksa Kıbrıs” yazıları yazanlara. Su yatağını buldu, “durgun akmaya” başladı.
Aslının da öyle olması gerekmiyor mu? Bizim “devlet”imiz yok mu? KKTC vatandaşları, “kimse kendilerini tanımadıkları halde” Türkiye’nin verdiği pasaportlarla dünyanın en uzak köşesine bile (vize almak biraz süreli de olsa) gidebilmiyorlar mı?
Problem a) Rum’un/batı’nın kafasındadır, geçen her günün aleyhlerine olduğunun farkındadırlar; b) “Ben devletsem hadi artık beni tanıyın” diye yollara düşmeyen sinik/ürkek KKTC dış politika anlayışındadır.
14 Ağustos tarihli “KIBRIS’ta SİYASET” başlıklı yazımızda ne demişiz;
“Lefkoşa’da, yâni KKTC’nin başkentinde iç siyaset de, dış siyaset de sıfırla çarpılmıştır.
Bugün 14-16 Ağustos; 2’inci Harekât’ın yıldönümü…
Ama arada 15 Ağustos var.. Öcalan’ın, PKK’nın bilmemnesinin yıldönümü..Ve Türkiye’de, Türkiye’nin orta yerinde eşkıya gündüz vakti yol kesip milletvekilini dağa kaldırıyor.O kaçırılınca hatırlıyoruz ki; kaymakam, asker, uzman, korucu dahil 140 kadar kişi şu an eşkıyanın elinde.-Parti kararıyla- adam kaldırıyor, dağ kanunlarına yargılayıp göre hüküm veriyor ve elinde tutuyor. Kimse alamıyor..Daha önce de belediye işçisi, belediye başkanını şehrin göbeğinde yargılamamış mıydı?
Türkiye böyleyken benim 2’inci harekâtı hatırlamamı nasıl beklersiniz?
Memleketin içi böyleyken, asayiş bu kadar –berkemâl- iken Ankara hiç Kıbrıs’la uğraşabilir mi? İran, Irak, Suriye, İsrail…. Sudan, Somali, Myanmar ile böylesine meşgulken Ankara, Kıbrıs’a vakit ayırabilir mi?
Dünya siyaset sahnesinde de Kıbrıs’ın artık önemli bir yer almamaya başladığını düşünüyorum.
AB için Kıbrıs, Türkiye’yi -koşumda tutabildiği- ölçüde önemliydi. Geçen zaman içinde, içeride öngörülen hedeflere ulaşıp da AB ile işi kalmayınca Ankara’nın; AB de artık, Kıbrıs bahanesiyle Ankara’ya bir şey yaptıramayacağını görmeye başlamıştır. Ankara’nın da aslında bu saatten sonra AB’ye ihtiyacı kalmamıştır. Yâni –etkileşim- yahut –bıkkınlık- karşılıklıdır.
Amerika için de Kıbrıs, hep Türkiye’ye bir şey yaptırabilme karşılığı elde tutulan bir -maça papazı- olmuştu. Fakat Amerika’nın bölgede, Türkiye ile artık çok farklı ilişkileri-beklentileri-hesapları vardır. Karşılıklı öyle değişik kozlar vardır ki elde, artık Kıbrıs -karo ikilisi- seviyesine düşmüştür.
Rusya mı? Geçiniz.. Rusya’nın güneye yerleşmesi bundan böyle bir AB-Rusya problemidir. Rusya bizi güneyimize inmekle de korkutamaz.. Biz brüt olarak -ezelden beri- ama net olarak da neredeyse soğuk savaş döneminin elli yılında Rusya ile -komşu komşuya- yaşamadık mı?
Aslında Ankara’nın –artık- bir Kıbrıs politikası olduğundan da şüpheliyim.
Bu gün Ağustos’un 14’ü.. Yâni 1 Temmuz’dan bu yana bir buçuk ay geçmiş.. Yâni Rum 1.5 aydır AB dönem başkanı.. Ne oldu? Dünya tersine mi döndü, dağlar denizler yer mi değiştirdi? Peki -rest-lerimizle Rum’un AB dönem başkanlığını mı engelleyebildik? Hani 1 Temmuz’a kadar anlaşma-referandum-birleşme yapıp Temmuz’un başında –birleşik- olarak AB dönem başkanı olacaktık?
İkisini de yapamadığımıza göre Türk tarafının Kıbrıs siyaseti çökmüştür efendiler, yoktur öyle bir şey..”
Sabrınızı zorladığımın farkındayım ama o günden bu güne değişen bir şey olmadığını göstermek için bu oldukça uzun alıntıyı tekrarlamak ihtiyacını hissettim..
Şu sıralar hayli işsiz kaldığı anlaşılan Bağış’ın ayaküstü sohbetleri de olmasa Kıbrıs hiç haber olmayacak..
KKTC Cumhurbaşkanlığı’nın; kendisinden önceki gibi, yabancı denizlerde yabancı rüzgârlarla yelkenini doldurmaya meraklı olmayan Özel Temsilcisi Osman Ertuğ da bizimle aynı fikirde..
14 Eylül’de yaptığı açıklamada “dış ülke temsilcilerinin Kıbrıs konusuna ilgisinin eskisi gibi olmadığını ancak bunun, siyasi düzeydeki görüşmelerin durmasından çok, ilginin Ortadoğu’daki gelişmelere kaymasından kaynaklandığını” söyleyerek “Ucu açık görüşme sürecinin Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarında sonuca gidilmesini engellediğini” yinelemiş ve “İki toplumlu, iki kesimli federasyon hedefiyle 1977’den beri görüşülüyor... Şimdi herkes kalıp dışında da konuşun demeye başladı” demişti. Ertuğ o gün, Türk tarafının ileriye gidiş formülü olarak “Takvimli görüşme, al-ver ve garantörlerin dâhil olacağı bir süreç” önerdiğine de dikkat çekmişti.
“Takvimli görüşme, al-ver ve garantörlerin dâhil olacağı bir süreç” ise “ipe un serme süreci”dir kıymetli okuyucu. Doğru tercihtir. Zaten devletimiz olduğu için acelemiz yoktur, telaşa düşmesi gereken Rumlardır.
2012 sonu Amerika’da, 2013 başı Rum tarafında, sonra da Türkiye’de yerel-genel ve “başkanlık” seçimleri olacaktır. Herkesin öncelikleri “kendine göre” elbette farklıdır.
Ve bu karmaşık seçim sürecinde kimse Kıbrıs’ın “halledilmesini” beklememelidir.
Hele Kasım’daki Amerikan seçiminden sonra İran-Suriye-İsrail meselesi “radikal” bir çözüm aşamasına gelirse Kıbrıs “mecburen” ve ileride tekrar kullanılmak üzere “uyutulacak”tır.
“Karmaşık seçim süreci” kavramına elbette KKTC’nin “içi” de dahil.
Hem ne karmaşık…
KKTC’de şu sıralar iç politikada “gırtlak gırtlağa” bir mevzii savaşı” yaşanmaktadır.
Taraflar; Eroğlu ve Küçük’tür.
Hayrettir Eroğlu, Başbakanken Cumhurbaşkanı seçildiğinde partiyi Kâşif’e karşı Aralık’taki kurultaya kadar “emaneten” Küçük’e “devretmişti”.
Şimdi müttefiki Kaşif’tir ve Küçük “karşı taraftadır”.
Kaşif, Ekim Kurultayı’nda Eroğlu’nun adayı olarak Küçük’e karşıdır.
Şu Kıbrıs’ta dengeler ne çabuk değişiyor!
Eroğlu ülkede ekonomik sıkıntılar bulunduğunu, bunların aşılabilmesi için de hükümetlerin daha büyük uğraş vermesi gerektiğini ancak hükümetin son altı aydır kurultay çalışmalarına odaklandığını kaydederken, ülkede ilk defa böyle bir kurultay hazırlığı yaşandığını ifade ederek “Eskiden kurultayları sadece pazar günü kurultay salonuna gelenler hissederdi. Bu sefer değişik bir kurultay hazırlığı yaşanıyor. Kurultaya az kaldı, mühim olan kurultay sonrasında kırgınlıkların yaşanmamasıdır” demiş. Eroğlu, kurultayın yarattığı ve yaratacağı kırgınlıkların uzun süreli olmaması temennisinde bulunmuş ve “Unutulmaması gereken, rekabetin parti içinde olduğudur. Her iki senede tekrarlanan yarışta kırılmalar olacaksa, partinin ayakta kalması mümkün olmayacaktır” diye ilave edip “Ekonomik sıkıntıların aşılabileceğini, önemli olanın hükümet edenlerin doğru teşhisi koyup, doğru tedbiri alması olduğunu” vurgulamış.
Bu açıklamadan çok geçmeden Eroğlu’nun bir önceki Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı, (emekli olunca da Kamu Hizmeti Komisyonu’na atadığı) Tokay ile yine Kamu Hizmeti Komisyonu Sınav Müdürü Emir Emirkan, Başbakan Küçük’ün imzasını kullanarak sahte belge düzenleme iddiasıyla tutuklanıyorlardı.
“Kavga”da gerçekten bıçaklar çekilmiştir kıymetli okuyucu..
Kamu Hizmeti Komisyonunun her sınavının şaibeli olduğu, son öğretmen sınavlarında UBP’liierin çocuklarının “birinci” geldikleri dedikoduları ortalıkta dolaşmaktadır.
Kurultay’da Küçük büyük ihtimalle seçilecektir. Ama seçilince Kâşif’in (Eroğlu olarak okuyun lütfen) çevresindeki 6,7 vekilin ayrılması gündeme gelecektir.
Bu ise yeni bir koalisyon ve yeni bir erken seçim demektir.
Zaten muhalefet erken seçim arayışlarına girmiştir bile.
Kurultaydan sonra UBP’den ayrılacak vekillerin DP ile birleşmeseler bile bir bütün halinde bağımsız kalmaları, UBP ile pazarlığı o statü ile yapmaları galip ihtimaldir. Seçime öyle gitmek isterler.
Küçük’ün kazanacağı kurultaydan sonra “kronik muhalif” Avcı ve Ertuğruloğlu’nun katılmaları kuvvetle muhtemeldir ama sayısal olarak, ayrılanların yerini dolduramayacaklardır.
Türkiye’nin bu sürece hangi noktada dahil olacağını ise hep beraber göreceğiz.
“Yes Sir”cü Küçük kısa vadeli bir CTP koalisyonu mu tercih eder yoksa “ayrılanlar”, DP, CTP mi seçim hükümeti kurar, Ankara’nın tercihine bağlıdır.
Amerika’dan, “kuzey/güney” ve Türkiye’ye kadar uzanan bu çok kutuplu, çok taraflı seçim sürecinde de kimsenin “Kıbrıs meselesi” için elini sıcak sudan çıkarıp soğuk suya sokacağını hiç zannetmiyorum. 30 Eylül 2012</p>
<p>57′NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ</p> - kktc israil

<p>KIBRIS’I UNUTTUK MU? HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Yok elbette unutmadık..
Kader utansın.. “Gündem” unuttu(rdu) Kıbrıs’ı.
Kıbrıs, süreç içinde dünya ve Türkiye gündeminin arka sıralarına kaydı.
Kaçınılmaz olarak.. Zaten Kıbrıs’ın, öne çıkarılması yapaydı.. AB ile Türkiye’nin, yahut Türkiye ile AB’nin kendi politik çıkarlarına uygun olarak birbirleri aleyhine Kıbrıs’ı kullanmaları kamuoyu yönetmeye/ yaratmaya ve günü kurtarmaya yönelik bir takım taktik çabaların sonucuydu..
Her iki taraf da tribüne oynuyordu.
Onun için bakmayın siz “varsa yoksa Kıbrıs” yazıları yazanlara. Su yatağını buldu, “durgun akmaya” başladı.
Aslının da öyle olması gerekmiyor mu? Bizim “devlet”imiz yok mu? KKTC vatandaşları, “kimse kendilerini tanımadıkları halde” Türkiye’nin verdiği pasaportlarla dünyanın en uzak köşesine bile (vize almak biraz süreli de olsa) gidebilmiyorlar mı?
Problem a) Rum’un/batı’nın kafasındadır, geçen her günün aleyhlerine olduğunun farkındadırlar; b) “Ben devletsem hadi artık beni tanıyın” diye yollara düşmeyen sinik/ürkek KKTC dış politika anlayışındadır.
14 Ağustos tarihli “KIBRIS’ta SİYASET” başlıklı yazımızda ne demişiz;
“Lefkoşa’da, yâni KKTC’nin başkentinde iç siyaset de, dış siyaset de sıfırla çarpılmıştır.
Bugün 14-16 Ağustos; 2’inci Harekât’ın yıldönümü…
Ama arada 15 Ağustos var.. Öcalan’ın, PKK’nın bilmemnesinin yıldönümü..Ve Türkiye’de, Türkiye’nin orta yerinde eşkıya gündüz vakti yol kesip milletvekilini dağa kaldırıyor.O kaçırılınca hatırlıyoruz ki; kaymakam, asker, uzman, korucu dahil 140 kadar kişi şu an eşkıyanın elinde.-Parti kararıyla- adam kaldırıyor, dağ kanunlarına yargılayıp göre hüküm veriyor ve elinde tutuyor. Kimse alamıyor..Daha önce de belediye işçisi, belediye başkanını şehrin göbeğinde yargılamamış mıydı?
Türkiye böyleyken benim 2’inci harekâtı hatırlamamı nasıl beklersiniz?
Memleketin içi böyleyken, asayiş bu kadar –berkemâl- iken Ankara hiç Kıbrıs’la uğraşabilir mi? İran, Irak, Suriye, İsrail…. Sudan, Somali, Myanmar ile böylesine meşgulken Ankara, Kıbrıs’a vakit ayırabilir mi?
Dünya siyaset sahnesinde de Kıbrıs’ın artık önemli bir yer almamaya başladığını düşünüyorum.
AB için Kıbrıs, Türkiye’yi -koşumda tutabildiği- ölçüde önemliydi. Geçen zaman içinde, içeride öngörülen hedeflere ulaşıp da AB ile işi kalmayınca Ankara’nın; AB de artık, Kıbrıs bahanesiyle Ankara’ya bir şey yaptıramayacağını görmeye başlamıştır. Ankara’nın da aslında bu saatten sonra AB’ye ihtiyacı kalmamıştır. Yâni –etkileşim- yahut –bıkkınlık- karşılıklıdır.
Amerika için de Kıbrıs, hep Türkiye’ye bir şey yaptırabilme karşılığı elde tutulan bir -maça papazı- olmuştu. Fakat Amerika’nın bölgede, Türkiye ile artık çok farklı ilişkileri-beklentileri-hesapları vardır. Karşılıklı öyle değişik kozlar vardır ki elde, artık Kıbrıs -karo ikilisi- seviyesine düşmüştür.
Rusya mı? Geçiniz.. Rusya’nın güneye yerleşmesi bundan böyle bir AB-Rusya problemidir. Rusya bizi güneyimize inmekle de korkutamaz.. Biz brüt olarak -ezelden beri- ama net olarak da neredeyse soğuk savaş döneminin elli yılında Rusya ile -komşu komşuya- yaşamadık mı?
Aslında Ankara’nın –artık- bir Kıbrıs politikası olduğundan da şüpheliyim.
Bu gün Ağustos’un 14’ü.. Yâni 1 Temmuz’dan bu yana bir buçuk ay geçmiş.. Yâni Rum 1.5 aydır AB dönem başkanı.. Ne oldu? Dünya tersine mi döndü, dağlar denizler yer mi değiştirdi? Peki -rest-lerimizle Rum’un AB dönem başkanlığını mı engelleyebildik? Hani 1 Temmuz’a kadar anlaşma-referandum-birleşme yapıp Temmuz’un başında –birleşik- olarak AB dönem başkanı olacaktık?
İkisini de yapamadığımıza göre Türk tarafının Kıbrıs siyaseti çökmüştür efendiler, yoktur öyle bir şey..”
Sabrınızı zorladığımın farkındayım ama o günden bu güne değişen bir şey olmadığını göstermek için bu oldukça uzun alıntıyı tekrarlamak ihtiyacını hissettim..
Şu sıralar hayli işsiz kaldığı anlaşılan Bağış’ın ayaküstü sohbetleri de olmasa Kıbrıs hiç haber olmayacak..
KKTC Cumhurbaşkanlığı’nın; kendisinden önceki gibi, yabancı denizlerde yabancı rüzgârlarla yelkenini doldurmaya meraklı olmayan Özel Temsilcisi Osman Ertuğ da bizimle aynı fikirde..
14 Eylül’de yaptığı açıklamada “dış ülke temsilcilerinin Kıbrıs konusuna ilgisinin eskisi gibi olmadığını ancak bunun, siyasi düzeydeki görüşmelerin durmasından çok, ilginin Ortadoğu’daki gelişmelere kaymasından kaynaklandığını” söyleyerek “Ucu açık görüşme sürecinin Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarında sonuca gidilmesini engellediğini” yinelemiş ve “İki toplumlu, iki kesimli federasyon hedefiyle 1977’den beri görüşülüyor... Şimdi herkes kalıp dışında da konuşun demeye başladı” demişti. Ertuğ o gün, Türk tarafının ileriye gidiş formülü olarak “Takvimli görüşme, al-ver ve garantörlerin dâhil olacağı bir süreç” önerdiğine de dikkat çekmişti.
“Takvimli görüşme, al-ver ve garantörlerin dâhil olacağı bir süreç” ise “ipe un serme süreci”dir kıymetli okuyucu. Doğru tercihtir. Zaten devletimiz olduğu için acelemiz yoktur, telaşa düşmesi gereken Rumlardır.
2012 sonu Amerika’da, 2013 başı Rum tarafında, sonra da Türkiye’de yerel-genel ve “başkanlık” seçimleri olacaktır. Herkesin öncelikleri “kendine göre” elbette farklıdır.
Ve bu karmaşık seçim sürecinde kimse Kıbrıs’ın “halledilmesini” beklememelidir.
Hele Kasım’daki Amerikan seçiminden sonra İran-Suriye-İsrail meselesi “radikal” bir çözüm aşamasına gelirse Kıbrıs “mecburen” ve ileride tekrar kullanılmak üzere “uyutulacak”tır.
“Karmaşık seçim süreci” kavramına elbette KKTC’nin “içi” de dahil.
Hem ne karmaşık…
KKTC’de şu sıralar iç politikada “gırtlak gırtlağa” bir mevzii savaşı” yaşanmaktadır.
Taraflar; Eroğlu ve Küçük’tür.
Hayrettir Eroğlu, Başbakanken Cumhurbaşkanı seçildiğinde partiyi Kâşif’e karşı Aralık’taki kurultaya kadar “emaneten” Küçük’e “devretmişti”.
Şimdi müttefiki Kaşif’tir ve Küçük “karşı taraftadır”.
Kaşif, Ekim Kurultayı’nda Eroğlu’nun adayı olarak Küçük’e karşıdır.
Şu Kıbrıs’ta dengeler ne çabuk değişiyor!
Eroğlu ülkede ekonomik sıkıntılar bulunduğunu, bunların aşılabilmesi için de hükümetlerin daha büyük uğraş vermesi gerektiğini ancak hükümetin son altı aydır kurultay çalışmalarına odaklandığını kaydederken, ülkede ilk defa böyle bir kurultay hazırlığı yaşandığını ifade ederek “Eskiden kurultayları sadece pazar günü kurultay salonuna gelenler hissederdi. Bu sefer değişik bir kurultay hazırlığı yaşanıyor. Kurultaya az kaldı, mühim olan kurultay sonrasında kırgınlıkların yaşanmamasıdır” demiş. Eroğlu, kurultayın yarattığı ve yaratacağı kırgınlıkların uzun süreli olmaması temennisinde bulunmuş ve “Unutulmaması gereken, rekabetin parti içinde olduğudur. Her iki senede tekrarlanan yarışta kırılmalar olacaksa, partinin ayakta kalması mümkün olmayacaktır” diye ilave edip “Ekonomik sıkıntıların aşılabileceğini, önemli olanın hükümet edenlerin doğru teşhisi koyup, doğru tedbiri alması olduğunu” vurgulamış.
Bu açıklamadan çok geçmeden Eroğlu’nun bir önceki Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı, (emekli olunca da Kamu Hizmeti Komisyonu’na atadığı) Tokay ile yine Kamu Hizmeti Komisyonu Sınav Müdürü Emir Emirkan, Başbakan Küçük’ün imzasını kullanarak sahte belge düzenleme iddiasıyla tutuklanıyorlardı.
“Kavga”da gerçekten bıçaklar çekilmiştir kıymetli okuyucu..
Kamu Hizmeti Komisyonunun her sınavının şaibeli olduğu, son öğretmen sınavlarında UBP’liierin çocuklarının “birinci” geldikleri dedikoduları ortalıkta dolaşmaktadır.
Kurultay’da Küçük büyük ihtimalle seçilecektir. Ama seçilince Kâşif’in (Eroğlu olarak okuyun lütfen) çevresindeki 6,7 vekilin ayrılması gündeme gelecektir.
Bu ise yeni bir koalisyon ve yeni bir erken seçim demektir.
Zaten muhalefet erken seçim arayışlarına girmiştir bile.
Kurultaydan sonra UBP’den ayrılacak vekillerin DP ile birleşmeseler bile bir bütün halinde bağımsız kalmaları, UBP ile pazarlığı o statü ile yapmaları galip ihtimaldir. Seçime öyle gitmek isterler.
Küçük’ün kazanacağı kurultaydan sonra “kronik muhalif” Avcı ve Ertuğruloğlu’nun katılmaları kuvvetle muhtemeldir ama sayısal olarak, ayrılanların yerini dolduramayacaklardır.
Türkiye’nin bu sürece hangi noktada dahil olacağını ise hep beraber göreceğiz.
“Yes Sir”cü Küçük kısa vadeli bir CTP koalisyonu mu tercih eder yoksa “ayrılanlar”, DP, CTP mi seçim hükümeti kurar, Ankara’nın tercihine bağlıdır.
Amerika’dan, “kuzey/güney” ve Türkiye’ye kadar uzanan bu çok kutuplu, çok taraflı seçim sürecinde de kimsenin “Kıbrıs meselesi” için elini sıcak sudan çıkarıp soğuk suya sokacağını hiç zannetmiyorum. 30 Eylül 2012</p>
<p>57′NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ</p> - kktc

 

KIBRIS’I UNUTTUK MU?
HÜSEYİN MÜMTAZ

Yok elbette unutmadık..
Kader utansın.. “Gündem” unuttu(rdu) Kıbrıs’ı.
Kıbrıs, süreç içinde dünya ve Türkiye gündeminin arka sıralarına kaydı.
Kaçınılmaz olarak.. Zaten Kıbrıs’ın, öne çıkarılması yapaydı.. AB ile Türkiye’nin, yahut Türkiye ile AB’nin kendi politik çıkarlarına uygun olarak birbirleri aleyhine Kıbrıs’ı kullanmaları kamuoyu yönetmeye/ yaratmaya ve günü kurtarmaya yönelik bir takım taktik çabaların sonucuydu..
Her iki taraf da tribüne oynuyordu.
Onun için bakmayın siz “varsa yoksa Kıbrıs” yazıları yazanlara. Su yatağını buldu, “durgun akmaya” başladı.
Aslının da öyle olması gerekmiyor mu? Bizim “devlet”imiz yok mu? KKTC vatandaşları, “kimse kendilerini tanımadıkları halde” Türkiye’nin verdiği pasaportlarla dünyanın en uzak köşesine bile (vize almak biraz süreli de olsa) gidebilmiyorlar mı?
Problem a) Rum’un/batı’nın kafasındadır, geçen her günün aleyhlerine olduğunun farkındadırlar; b) “Ben devletsem hadi artık beni tanıyın” diye yollara düşmeyen sinik/ürkek KKTC dış politika anlayışındadır.
14 Ağustos tarihli “KIBRIS’ta SİYASET” başlıklı yazımızda ne demişiz;
“Lefkoşa’da, yâni KKTC’nin başkentinde iç siyaset de, dış siyaset de sıfırla çarpılmıştır.
Bugün 14-16 Ağustos; 2’inci Harekât’ın yıldönümü…
Ama arada 15 Ağustos var.. Öcalan’ın, PKK’nın bilmemnesinin yıldönümü..Ve Türkiye’de, Türkiye’nin orta yerinde eşkıya gündüz vakti yol kesip milletvekilini dağa kaldırıyor.O kaçırılınca hatırlıyoruz ki; kaymakam, asker, uzman, korucu dahil 140 kadar kişi şu an eşkıyanın elinde.-Parti kararıyla- adam kaldırıyor, dağ kanunlarına yargılayıp göre hüküm veriyor ve elinde tutuyor. Kimse alamıyor..Daha önce de belediye işçisi, belediye başkanını şehrin göbeğinde yargılamamış mıydı?
Türkiye böyleyken benim 2’inci harekâtı hatırlamamı nasıl beklersiniz?
Memleketin içi böyleyken, asayiş bu kadar –berkemâl- iken Ankara hiç Kıbrıs’la uğraşabilir mi? İran, Irak, Suriye, İsrail…. Sudan, Somali, Myanmar ile böylesine meşgulken Ankara, Kıbrıs’a vakit ayırabilir mi?
Dünya siyaset sahnesinde de Kıbrıs’ın artık önemli bir yer almamaya başladığını düşünüyorum.
AB için Kıbrıs, Türkiye’yi -koşumda tutabildiği- ölçüde önemliydi. Geçen zaman içinde, içeride öngörülen hedeflere ulaşıp da AB ile işi kalmayınca Ankara’nın; AB de artık, Kıbrıs bahanesiyle Ankara’ya bir şey yaptıramayacağını görmeye başlamıştır. Ankara’nın da aslında bu saatten sonra AB’ye ihtiyacı kalmamıştır. Yâni –etkileşim- yahut –bıkkınlık- karşılıklıdır.
Amerika için de Kıbrıs, hep Türkiye’ye bir şey yaptırabilme karşılığı elde tutulan bir -maça papazı- olmuştu. Fakat Amerika’nın bölgede, Türkiye ile artık çok farklı ilişkileri-beklentileri-hesapları vardır. Karşılıklı öyle değişik kozlar vardır ki elde, artık Kıbrıs -karo ikilisi- seviyesine düşmüştür.
Rusya mı? Geçiniz.. Rusya’nın güneye yerleşmesi bundan böyle bir AB-Rusya problemidir. Rusya bizi güneyimize inmekle de korkutamaz.. Biz brüt olarak -ezelden beri- ama net olarak da neredeyse soğuk savaş döneminin elli yılında Rusya ile -komşu komşuya- yaşamadık mı?
Aslında Ankara’nın –artık- bir Kıbrıs politikası olduğundan da şüpheliyim.
Bu gün Ağustos’un 14’ü.. Yâni 1 Temmuz’dan bu yana bir buçuk ay geçmiş.. Yâni Rum 1.5 aydır AB dönem başkanı.. Ne oldu? Dünya tersine mi döndü, dağlar denizler yer mi değiştirdi? Peki -rest-lerimizle Rum’un AB dönem başkanlığını mı engelleyebildik? Hani 1 Temmuz’a kadar anlaşma-referandum-birleşme yapıp Temmuz’un başında –birleşik- olarak AB dönem başkanı olacaktık?
İkisini de yapamadığımıza göre Türk tarafının Kıbrıs siyaseti çökmüştür efendiler, yoktur öyle bir şey..”
Sabrınızı zorladığımın farkındayım ama o günden bu güne değişen bir şey olmadığını göstermek için bu oldukça uzun alıntıyı tekrarlamak ihtiyacını hissettim..
Şu sıralar hayli işsiz kaldığı anlaşılan Bağış’ın ayaküstü sohbetleri de olmasa Kıbrıs hiç haber olmayacak..
KKTC Cumhurbaşkanlığı’nın; kendisinden önceki gibi, yabancı denizlerde yabancı rüzgârlarla yelkenini doldurmaya meraklı olmayan Özel Temsilcisi Osman Ertuğ da bizimle aynı fikirde..
14 Eylül’de yaptığı açıklamada “dış ülke temsilcilerinin Kıbrıs konusuna ilgisinin eskisi gibi olmadığını ancak bunun, siyasi düzeydeki görüşmelerin durmasından çok, ilginin Ortadoğu’daki gelişmelere kaymasından kaynaklandığını” söyleyerek “Ucu açık görüşme sürecinin Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarında sonuca gidilmesini engellediğini” yinelemiş ve “İki toplumlu, iki kesimli federasyon hedefiyle 1977’den beri görüşülüyor… Şimdi herkes kalıp dışında da konuşun demeye başladı” demişti. Ertuğ o gün, Türk tarafının ileriye gidiş formülü olarak “Takvimli görüşme, al-ver ve garantörlerin dâhil olacağı bir süreç” önerdiğine de dikkat çekmişti.
“Takvimli görüşme, al-ver ve garantörlerin dâhil olacağı bir süreç” ise “ipe un serme süreci”dir kıymetli okuyucu. Doğru tercihtir. Zaten devletimiz olduğu için acelemiz yoktur, telaşa düşmesi gereken Rumlardır.
2012 sonu Amerika’da, 2013 başı Rum tarafında, sonra da Türkiye’de yerel-genel ve “başkanlık” seçimleri olacaktır. Herkesin öncelikleri “kendine göre” elbette farklıdır.
Ve bu karmaşık seçim sürecinde kimse Kıbrıs’ın “halledilmesini” beklememelidir.
Hele Kasım’daki Amerikan seçiminden sonra İran-Suriye-İsrail meselesi “radikal” bir çözüm aşamasına gelirse Kıbrıs “mecburen” ve ileride tekrar kullanılmak üzere “uyutulacak”tır.
“Karmaşık seçim süreci” kavramına elbette KKTC’nin “içi” de dahil.
Hem ne karmaşık…
KKTC’de şu sıralar iç politikada “gırtlak gırtlağa” bir mevzii savaşı” yaşanmaktadır.
Taraflar; Eroğlu ve Küçük’tür.
Hayrettir Eroğlu, Başbakanken Cumhurbaşkanı seçildiğinde partiyi Kâşif’e karşı Aralık’taki kurultaya kadar “emaneten” Küçük’e “devretmişti”.
Şimdi müttefiki Kaşif’tir ve Küçük “karşı taraftadır”.
Kaşif, Ekim Kurultayı’nda Eroğlu’nun adayı olarak Küçük’e karşıdır.
Şu Kıbrıs’ta dengeler ne çabuk değişiyor!
Eroğlu ülkede ekonomik sıkıntılar bulunduğunu, bunların aşılabilmesi için de hükümetlerin daha büyük uğraş vermesi gerektiğini ancak hükümetin son altı aydır kurultay çalışmalarına odaklandığını kaydederken, ülkede ilk defa böyle bir kurultay hazırlığı yaşandığını ifade ederek “Eskiden kurultayları sadece pazar günü kurultay salonuna gelenler hissederdi. Bu sefer değişik bir kurultay hazırlığı yaşanıyor. Kurultaya az kaldı, mühim olan kurultay sonrasında kırgınlıkların yaşanmamasıdır” demiş. Eroğlu, kurultayın yarattığı ve yaratacağı kırgınlıkların uzun süreli olmaması temennisinde bulunmuş ve “Unutulmaması gereken, rekabetin parti içinde olduğudur. Her iki senede tekrarlanan yarışta kırılmalar olacaksa, partinin ayakta kalması mümkün olmayacaktır” diye ilave edip “Ekonomik sıkıntıların aşılabileceğini, önemli olanın hükümet edenlerin doğru teşhisi koyup, doğru tedbiri alması olduğunu” vurgulamış.
Bu açıklamadan çok geçmeden Eroğlu’nun bir önceki Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı, (emekli olunca da Kamu Hizmeti Komisyonu’na atadığı) Tokay ile yine Kamu Hizmeti Komisyonu Sınav Müdürü Emir Emirkan, Başbakan Küçük’ün imzasını kullanarak sahte belge düzenleme iddiasıyla tutuklanıyorlardı.
“Kavga”da gerçekten bıçaklar çekilmiştir kıymetli okuyucu..
Kamu Hizmeti Komisyonunun her sınavının şaibeli olduğu, son öğretmen sınavlarında UBP’liierin çocuklarının “birinci” geldikleri dedikoduları ortalıkta dolaşmaktadır.
Kurultay’da Küçük büyük ihtimalle seçilecektir. Ama seçilince Kâşif’in (Eroğlu olarak okuyun lütfen) çevresindeki 6,7 vekilin ayrılması gündeme gelecektir.
Bu ise yeni bir koalisyon ve yeni bir erken seçim demektir.
Zaten muhalefet erken seçim arayışlarına girmiştir bile.
Kurultaydan sonra UBP’den ayrılacak vekillerin DP ile birleşmeseler bile bir bütün halinde bağımsız kalmaları, UBP ile pazarlığı o statü ile yapmaları galip ihtimaldir. Seçime öyle gitmek isterler.
Küçük’ün kazanacağı kurultaydan sonra “kronik muhalif” Avcı ve Ertuğruloğlu’nun katılmaları kuvvetle muhtemeldir ama sayısal olarak, ayrılanların yerini dolduramayacaklardır.
Türkiye’nin bu sürece hangi noktada dahil olacağını ise hep beraber göreceğiz.
“Yes Sir”cü Küçük kısa vadeli bir CTP koalisyonu mu tercih eder yoksa “ayrılanlar”, DP, CTP mi seçim hükümeti kurar, Ankara’nın tercihine bağlıdır.
Amerika’dan, “kuzey/güney” ve Türkiye’ye kadar uzanan bu çok kutuplu, çok taraflı seçim sürecinde de kimsenin “Kıbrıs meselesi” için elini sıcak sudan çıkarıp soğuk suya sokacağını hiç zannetmiyorum. 30 Eylül 2012

57′NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir