KIBRIS PAZARI YAZILARI (HASRETİ İPE DİZDİM DÜĞÜM DÜĞÜM…)

KIBRIS PAZARI YAZILARI (HASRETİ İPE DİZDİM DÜĞÜM DÜĞÜM…) - lefkos35

KIBRIS PAZARI YAZILARI (HASRETİ İPE DİZDİM DÜĞÜM DÜĞÜM…) - lefkos35

KIBRIS PAZARI YAZILARI (HASRETİ İPE DİZDİM DÜĞÜM DÜĞÜM…)

Hüseyin MÜMTAZ

 

Daha volkmenlerin icat edilmediği zamanlardı. O kulaklık size cendereye alıp beyninizi hapsetmez; radyo dinlerken etrafınızla, hemen yanı başınızdaki güzelliklerle de ilgilenebilecek vakti bulurdunuz.

Radyo deyince, sabahın 6.30’undan itibaren Bayrak; o rüyâ gecelerin sabaha dönen 2 ve 3 sularında ise İngiliz üslerinin yirmi dört saat yayın yapan radyosu anlaşılırdı o zamanlar. “Efem radyolar” yeni piyasaya çıkmıştı, çıktıysa bile meselâ “genç Trabzon” mümkün değil akla getirilemezdi.

Zaman, hemen harekât ertesi; mekân ise Kıbrıs’tır.

Hakikî mekân Kıbrıs’tır ama zahirî mekân 19. Yüzyıl bir Kuzey Afrika Osmanlı kasabasıdır sanki. (Afrika fazla oldu, hadi hiç olmazsa Ortadoğu diyelim…)

Farlar, çok karanlık sokaklarda eski hırpanî evleri ve çatılarını aydınlatır. Bir film setinde gibisinizdir. Yollar topraktır, Eşref Sencer Kuşçubaşı, Mustafa Kemal’le beraber Derne yahut Tobruk’tadır. Öyledir de, kulağınıza Karadenizli, ille de Çaykara’lı konuşmalar çalınınca rüyadan uyanıverirsiniz. Ancak o zaman evlerin duvarlarındaki lekelerin kurşun deliği olduğunu, Yunan Alayı ve Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nın Gönyeli taburu arasındaki boğaz boğaza müthiş mücadelenin daha iki ay önce buralarda cereyan ettiğini hatırlarsınız. Zaten biraz önce yol üzerinde alayın revirini de görmüştünüz.

Akşam mesaiden sonra Mücahitler Gazinosu’nda bilârdoda Şahap’ı perişan ettikten sonra onu elindeki ıstakaya şaşkın bakarken bırakıp, hep nereye gittiğinizin merakı ile sizi güya çaktırmadan takip eden Rıfat da atlatılıp, Ballı’da akşam yemeğine yetişilmiştir. O akşamların 6-7 suları (6-7 pm) Kıbrıs’ta en uzun süren zaman aralığıdır. Birkaç gün, birkaç hafta bazen de yıllar sürer. Gölgelerin o uzayan yalnızlığında geçmişinizle hesaplaşırsınız yahut geleceğinizi plânlarsınız. Güneş Yeralakko’da bir yerlerde batar. Son kızıllığın son kırıntılarını Peristerona’da yakalarsınız. Daha Rum’lar adanın tek iki minareli camiini yakmamışlardır. Çok yükseklerde, Avrupa’dan Orta-Doğu’ya giden hava koridoru vardır. Lârnaka Rum ve Ercan Türk kuleleri bu koridorun kontrolü için hep mücadele ederler. Sabah veya akşam ama nedendir bilinmez, ekserî akşam 6-7 sularında hep, daima, sürekli, devamlı o uçakların atmosferin yüksek katlarında peşlerinde bıraktıkları izi, minicik bulutçukları yakalarsınız. Uçağın içinde mi yahut Orta – Doğu’ya veya Avrupa’ya mı giden uçakta mı olunulacağı da bir tür kestirilemez.

Bazen de o kadar yüksekte ama bulut olmak özlenir.

Ballı’nın arabada kebap yaparak “apartman kaldırdığı” söylenir. Şimdi çok güzel ve özel bir restoranı vardır. Bir köşesini 60’lı yılların “in”i plâk dolabı kaplar. Dolabı, dolabın yaşından hiç de geri kalmayan “Bak bir varmış, bir yokmuş”lu plâklar doldurmuştur.

Ballı her şeyi yapar da en iyi “ara sıcak” olarak sunduğu “bidda içinde hellim ızgara”yı yapar…

Vakit geçmiştir. Yemeği müteakip kalkılırken masada, üzerine yemek boyunca not düşülen peçete unutulmaz, itina ile katlanıp cebe yerleştirilir ve arabaya binilir.

Bir kış gecesidir. Dışarıda soğuk ve yağmur vardır. Rüzgâr eski Havaalanı, Grammer School ve Yeralakko taraflarından Gönyeli ovasını aşıp ıslak yüzünüze çarpıyordur.

Arabanın sıcağına sığınılır, kapılar kapanır kapanmaz, Bayrak radyosu açılır.

Lefke’ye gidilecektir ama daha yol, iz yoktur. Harekât; ilçeleri bağlayan yolları hep kesmiştir. Kesmiştir ama gençlik yıllarıdır, efil efil esen başınızda kavak yelleridir, damarda akan kan, deli-kandır. Yol, iz bulunup Lefke istikametinde yola koyulunması ise elzemdir.

1992-93 kışına, Trabzonlu yıllara daha çok vardır.

Gönyeli’de her sefer karıştırılan iki evin arasından içeriye sapılır. Hurma ağaçlı, toprak, çamur Osmanlı sokak aralarından saatte 70 mil hızla geçilir, Gönyeli ovasının patikalarına dalınır.

Sağda Kanlıköy’ün, solda Yeralakko’nun (Daha Alayköy ismi pek yerleşmemiştir), dost-sıcak ışıkları kerteriz alınır.

Patika iki-üç dere içine iner, çıkar. İki defa tahta-harâp köprülerden geçer, tam ümidi kesmişken eski asfalta çıkar. Eh artık eminsinizdir. Ayvasal’ın giriş ve çıkışlarındaki barikatlarda ışığı açıp, cama yaklaşan çelik miğferli, çelik yürekli Mehmetçiğe “merhaba” dersiniz. Şillura’ya varmadan sola, tekrar tarlaların arasındaki toprak yollara dalarsınız.

Yüreğinizin bir taraflarında bir kıpırtı vardır. Cama iyice yaklaşılır, Zifirî karanlığı, karşıdan gelen yağmuru delmeye, yolu kaybetmemeye çalışırsınız. Silecekler deli gibi çalışır. Gözünüz bir taraftan da sağda tepelerde Aymarina’nın ışıklarını endişe ile arar. İki karanlık tepenin arasından Filya’ya ulaşmaya çabalarsınız. Kalbinizin gümbürtüsü iyice artar. Öyle ya, biraz sağa veya sola kaysanız, “karşı taraf”a düşeceksiniz. Ve her sefer, “Niye Şillura’yı Mirtu’ya doğru takip edip emin yoldan gitmedim?” diye söylenir, durursunuz. Ama vakit gece yarısını geçmiştir, aceleniz vardır, kanınız delidir ve bütün bunlar olurken, cefakâr Toyota saatte 100 mil yapmaktadır toprak yolda.

Tam “Ulan bu sefer yolu kaybettim galiba, Rum tarafına geçtik, -ilgili-ye ne diyeceğim?” diye düşünülürken, Filya birakatındaki Mehmetçiğin “Dur, kimdir o?” haykırışı sizi rahatlatır. (Rum’un eline düşmekten değil –ilgili-ye hesabın nasıl verileceğinden korkulur)

Artık iyi veya kötü dar asfalta teslim olur, arkanıza yaslanırsınız. Yol tabelâları daha Zümrütköy, Kiracıköy olmamıştır. Katakopya, Argaca derken Omorfo’ya yönelirsiniz. Radyo’ya yeniden kulak verirsiniz camı hafif aralar uzaktan limon, portakal çiçeklerinin korularını duyar gibi olursunuz.

Zaman hep subjektifdir. Ya Girne’yi çeyrek geçiyordur yahut Ksero veya Limnidi’ye yirmi vardır. Ama hep, her dakika, her ağacın dibinde, her taşın arkasında, yakılan her mangalda, her çatal humusta, her toprak yolda kocaman, gümbür gümbür aşklar, perişan gönüller mevcuttur.

92 kışına, “Trabzon Efem”deki “Genç radyo”ya bitip tükenmez hayâl kırıklıkları, endişeler, deniz aşırı yollar, yüce dağlar, nehirler…

….Hâsılı kilometreler ve kocaman bir ömür vardır.

(TÜRK EDEBİYATI, ŞUBAT 1993)

 


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir