-Yalova’da 13 yaşındaki B.Ç. isimli küçük kız, aile dostları da olan 80 yaşındaki H.Ü. isimli bir ihtiyarın cinsel tacizine maruz kaldı!
– Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 13 yaşındaki N.Ç. isimli küçük kız, aralarında ilçede görevli bazı bürokratların da bulunduğu 28 kişinin cinsel istismarına maruz bırakıldı!
– Antalya’da 13 yaşındaki N.Y. isimli küçük kız, babası Osman Y. Tarafından 54 yaşındaki hırdavatçı Yusuf A.’ya para karşılığı, hem de sözleşme yapılarak satıldı!
…
İşte size medyada yer alan benzer haberlerden sadece üçü. Kim bilir medyada kendisine yer bulamayan benzer kaç tane olay yaşanıyor bu ülkede. Peki, hiç düşündünüz mü, bu iğrenç olaylar acaba neden yaşanıyor bu memlekette? Üstelik de 23 Nisan’ı “Çocuk Bayramı” olarak kutlayan bir ülkede? Bunun elbette sosyolojik, psikolojik, biyolojik, fizyolojik, kültürel ve ekonomik pek çok sebebi vardır. Bana göre bu tür olayların bir sebebi de dînîdir! Yani “din adamlarının tavrıdır” demek istiyorum…
Bu ülkenin en saygın ve en yetkin kurumu olması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı kalkar da;
“Sözlükte ‘ulaşmak, yetişmek, iş gayesine varmak gibi’ anlamlara gelen bulûğ, fıkıh terimi olarak, bir kimsenin çocukluk dönemini bitirip, ergenlik çağına ulaşması demektir. Bulûğ çağına ulaşan kimseye bâliğ denir. Ergenlik yaşı çocuğun vücut yapısına ve iklim şartlarına göre değişebilir. İslâm hukukçularınca bulûğ çağının alt sınırı, erkekler için 12, kızlar için 9 yaş olarak belirlenmiştir. Bu yaşa ulaştıktan sonra erkeğin ihtilam olması, baba olabilme devresine girmesi; kızın da adet görmesi, gebe kalabilme çağına ulaşması fiilî olarak bâliğ olmalarıdır. Ancak erkek ve kızlar 15 yaşlarına ulaştıklarında, kendilerinde bu erginlik alametleri görülmese de bâliğ olduklarına hükmedilir…”(1) veya “…Ayrıca eğer nesep veya evlilik sebebiyle ‘mahremlik’ söz konusu değilse buluğa erince erkek çocuğu kadına, kız çocuğu da erkeğe karşı ‘namahrem’ olur. Yani aralarında evlilik caiz olur. Kadının erkek çocuğu ile erkeğin de kız çocuğu ile tek başına bir yerde kalmaları dinen caiz olmaz.”(2) şeklinde fetvalar verirse, ülkede bu tür çirkin olayların yaşanması ve çocukların cinsel yönden istismar edilmeleri elbette kaçınılmaz olacaktır.
…
Oysa bu ülkede, birçok kişiye göre olduğu gibi, bana göre de dini konularda en son sözü söyleyecek kurum Diyanet İşleri Başkanlığı olmalıdır. Bu, ülkemizin birlik ve beraberliği açısından son derece önemlidir. Zira milleti bir arada tutan ortak bağlardan birisi de dindir ve dini konularda her kafadan ayrı ses çıkması, bu ortak bağın zayıflaması ve giderek kopması demektir. Bunun yanında, bu ortak bağ zayıflayacak diye dini konularda gerçekler göz ardı mı edilecektir? Elbette hayır. Diğer bütün bilim dallarında olduğu gibi ilahiyat ve teoloji ile ilgili ilim dallarında da fikirler serbestçe ve özgürce savunulabilmelidir. Bu özgürlük, elbette Diyanet ve Diyanet çalışanları için de geçerlidir.
Ancak diğer düşünür ve fikir adamlarına göre Diyanet çalışanlarının bu konuda dikkat etmeleri gereken önemli bir ayrıntı vardır. O da, temsil ettikleri kuruma devlet ve toplum tarafından yüklenen misyonun, onların düşüncelerine artı güç ve inandırıcılık kazandırdığıdır. En azından eşitler arasında tercih sebebi yaptığıdır. Bu bakımdan Diyanet çalışanlarının, çok daha dikkatli olmaları ve arkalarındaki kurum gücüne dayanarak ve bağlı oldukları kurumun gücünü kullanarak sözlerine kuvvet ve inandırıcılık kazandırmaya kalkışmamaları gerekir. Buna kalkışanlar, en azından Diyanet’teki görev ve unvanını kullanarak, üstelik de Diyanet’in maddi imkânlarını kullanarak eser vücuda getiren ve bundan maddi menfaat elde edenler var mıdır? Elbette vardır…
09 Nisan 2012 tarihli ve “Diyanet’ten ensesti özendirebilecek fetva: Evlatlıkla evlenmek caizdir!” başlıklı yazımda (2) “Tabii veya sûni yöntemle çocuk sahibi olmayan çiftler çocuk özlemini kimsesiz bir çocuk alarak giderebilirler. Ancak çocuğun nüfusa kaydedilmesi, neticede onun mirasçısı olması dinen caiz değildir. Ayrıca eğer nesep veya evlilik sebebiyle ‘mahremlik’ söz konusu değilse buluğa erince erkek çocuğu kadına, kız çocuğu da erkeğe karşı ‘namahrem’ olur. Yani aralarında evlilik caiz olur. Kadının erkek çocuğu ile erkeğin de kız çocuğu ile tek başına bir yerde kalmaları dinen caiz olmaz.”(3) şeklindeki bir fetvasına yer verdiğim ve bu fetvasını, ensesti, yani aile içi cinsel ilişkileri teşvik eder mahiyette bulduğum Doç. Dr. İsmail Karagöz, bu yazımdan dolayı bana oldukça incinmiş gözüküyor. Bunu aramızda geçen özel yazışmalardan anladım. Adı geçen, ayrıca 27 Mart 2012 tarihli ve “Ebû Cehil Adaleti!” başlıklı yazımda(4) dile getirdiğim bazı hususlar için de bazı sitemlerde bulunmuştur.
Rehberlik ve Teftiş Başkanı olmasına karşılık açılan dava hakkında dedikleri şudur: “Ben Rehberlik ve Teftiş Başkanrlığına talip olmadım. İdare beni atadı ben de itiraz etmedim. Siz olsaydınız siz de itiraz etmezdiniz. Abdülkadir Sezgin, İsmail Karagöz’ün atamasını iptal edin beti atayın diye dava açtı. Atamamın Kanununa uygun olmadığında zerre kadar şüphem yok. Devlet Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı atamanın mevzuata uygunluğunu incelemeden her halde atama yapmış değildir. Mahkemenin kararı son karar değildir. Hukuki süreç devam ediyor. Ben, yanlışlığın Bağdattan döneceğihe inanıyorum…”(5).
Yukarıdaki fetvayı verdiği sırada DİB Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi ve TDV Mütevelli Heyeti Üyesi olan ve halen DİB Rehberlik ve Teftiş Başkanı olarak görev yapan Sayın İsmail Karagöz’ün temel argümanı, bu fetvayı kendi başına vermediği, ehlisünnet âlimlerinin tarih boyunca konuya bu şekilde baka geldiğidir. Aslında bu düşüncesi doğrudur İsmail Bey’in. Çünkü başta ehlisünnete mensup olanlar olmak üzere; İslam âlimleri, diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da yüzlerce yıldır aynı düşünceleri tekrar edip durmaktadırlar. Yeni bir görüş ortaya koymaktansa, yeni görüş ortaya koyanları susturmakla meşguldürler. İslam toplumlarının içinde bulundukları acıklı halin bir sebebi de işte budur. Nedir o acıklı hal? Şiddet, fakirlik, toplumsal çatışma, iç savaş, komşularla savaş, kadın, çocuk ve emek istismarı…vs.
İsmail Karagöz, aslında doğru söylüyor. Çünkü evlatlık konusu, pek çok kişi tarafından aynı şekilde ele alınmıştır. Bu kişiler, öyle sıradan kişiler de değildir. Ülkemizin kalburüstü tabir edilen din adamlarıdır. Ancak konunun bizi ilgilendiren yanı, bu görüşlerin, Diyanet yayını olan eserlerde zikrediliyor olmasıdır.
Örneğin “evlatlık” konusu, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında bulunan “Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli” isimli eserde de aynı şekilde açıklanmaktadır. Bu eserin müellifleri, Prof. Dr. Ali Özek, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Doç. Dr. Ali Turgut, Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez ve Doç. Dr. Sadrettin Gümüş’tür. Hemen tamamı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (Eski İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü) öğretim üyesi olan bu kişilerin hazırlamış oldukları mealin bir özelliği de, bu kitabın öncelikle Suudi Arabistan’da kurulu bulunan RABITA isimli örgüt tarafından basılmış olmasıdır. Daha doğrusu eserin başlangıçta RABITA örgütü adına hazırlanmış olmasıdır. Bu demektir ki; söz konusu eser, bir anlamda Suudi Arabistan’daki dini anlayışa uygun olarak hazırlanmış ve o anlayışın süzgecinden geçirilerek yayınlanmıştır. Bu husus söz konusu mealin önsözünde; “Başlangıçta Dünya İslam Birliği’nin talebi üzerine hazırlanan ve ilk baskısı 1982 yılında gerçekleştirilmiş olan bu meâl…”şeklinde dile getirilmiştir(6).“Dünya İslam Birliği” ise Türkiye’de “Rabıtatül Alem-i İslam” ya da kısaca “RABITA” olarak bilinmektedir(7).
Ayrıca, söz konusu meâlin Suudi Arabistan Baskısı’nda RABITA adına kaleme alınmış olan “Sunuş” bölümünde bulunan “Meâl, dağıtım aşamasından önce Doç. Dr. Sadrettin Gümüş tarafından gözden geçirilmiş ve Dünya İslâm Birliği (Rabıta) tarafından onaylanmıştır” şeklindeki cümleden de anlıyoruz ki; söz konusu meâl, Vehhabi İslam öğretisinin propagandasını yapmakla görevli bulunan RABITA isimli örgütün talepleri ve onayı doğrultusunda hazırlanmış bulunmaktadır!
Hülasa; hemen tamamı Marmara İlahiyat Fakültesi kadrolarında çalışan akademisyenlerce başlangıçta RABITA isimli örgüt adına hazırlanan ve sonraki yıllarda Diyanet (TDV) tarafından da yayınlanan eserde evlatlıkla ilgili olarak verilen hükümler İsmail Karagöz tarafından verilen hükümle hemen hemen aynıdır(8). TDV. İslam Ansiklopedisi’nde İslam’ın evlâtlık ve evlat edinmeye bakışı konusunda verilen bilgiler de aynı istikamettedir. Bu eserde, Hz. Peygamber’in evlatlığı Zeyd’in boşadığı eşi Zeynep’le evlenmesinin hikâyesi anlatılırken şöyle denilmiştir;
“Bu tür uygulamanın Câhiliye alışkanlığının etkisiyle yadırganabileceği veya istismar edilebileceği ihtimali karşısında, ‘Muhammed sizin erkeklerinizden -Zeyd b. Hârise dahil-herhangi birinin babası değildir’ (el-Ahzâb, 33/40) meâlindeki âyet nâzil olmuştur…”(9). Burada, Ahzâb Sûresi’nin 40. âyetinin anlamı verilirken “Zeyd b. Hârise dahil” yan cümleciği özellikle kullanılmış. Bu cümlecik, âyetten bir parça değil, madde yazarının veya onun alıntı yaptığı mütercimin veya müfessirin yorumudur. Bu açıklama, aynı sûrenin 37. âyetinde Zeyd isminin geçmesinden ve Ahzâp Sûresi’nin bu bölümündeki âyetlerin aynı konuya mâtuf olmasından hareketle yapılmış olmalıdır.
İlmî Müşavere ve Redaksiyon Heyeti üyeliklerini Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. H.Yunus Apaydın’ın yaptığı, müellifleri arasında ise yine Prof. Dr. Yunus Apaydın, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın bulunduğu “İlmihal” de kendileriyle evlenilmesi dinen sürekli yasak olan kadınlar arasında evlatlık ve evlat edinen kadınlar sayılmamıştır(10). Bunun anlamı, söz konusu eseri kaleme alanların ve bu eserin yayınlanmasına onay verenlerin de evlâtlık kadınla evlât edinen erkeğin, ya da evlatlık erkek ile evlât edinen kadının evlenmelerinde dinen hiç bir sakınca görmedikleridir.
Görüldüğü gibi, TDV yayını olan, Kur’an Meâli, İslam Ansiklopedisi ve İlmihal isimli eserlerde “Evlatlık” konusunda verilen hükümlerle, İsmail Karagöz tarafından aynı konuda verilen hüküm aynıdır. Yani İsmail Karagöz, dediği gibi bu konuda yalnız değildir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus var, bahsi geçen eserlerin hemen tamamının, aynı adamlar veya onlarla aynı görüşü paylaşan arkadaşları tarafından yazılmış olmaları ve İ.Karagöz’ünki de dâhil hepsinin Diyanet (TDV) yayını olmasıdır! Bu tür eserlerin babası kabul edilen Elmalılı M.Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” isimli eserinde de konu hemen hemen aynı şekilde işlenmiştir(11). Ancak bu eserin de bidayette Diyanet yayını olarak hazırlandığı hatırdan çıkarılmamalıdır.
…
Ahzâb Sûresi’nin 4, 5, 36-40, Mâide Sûresi’nin 5, Nisâ Sûresi’nin 22-25 âyetlerinden hareketle; evlâtlıklarla evlat edinenler arasında mahremiyet bulunmadığı sonucuna varmak ve bu sebeple bu insanların birbirleriyle evlenebileceklerine hükmetmek mümkün müdür bilmiyoruz. Öte yandan bu uygulamanın, kadın nüfusun erkek nüfustan fazla olduğu günümüz dünyasında ve insanlığın bugün ulaştığı medeniyet düzeyinde hâlâ geçerliliğini korumakta olduğunu iddia etmek ne kadar doğrudur onu da bilmiyoruz. Konu ile ilgili âyetleri günümüz şartlarına göre yeniden yorumlamak veya yorumlamamak, elbette bizim işimiz değil, konunun uzmanı olan İslam âlimlerinin işi olmalıdır. Ancak İslam âlimlerinin geçmişte ve bugün, evlâtlık ve evlât edinenlerin evlenmelerine cevaz verdikleri ortadadır.
Kanaatimizce bu konuda en azından bazı kıstaslar ve zorlaştırıcı bazı şartlar getirmekte her yönden sayısız faydalar vardır. Meselâ, evlâtlık ile evlât edinen arasındaki evlâtlık ilişkisinin fiilen ve resmen sona ermiş olması, evlenilecek başka bir kadın veya erkek olmaması, evlenmenin hayatiyet derecesinde önemli hale gelmesi ve yaş farkının karılık ve kocalık vazifesini tam olarak yerine getiremeyecek biçimde fazla olmaması gibi bazı zorlaştırıcı şartlar geliştirilebilir. Açık söylemek gerekirse; evlatlıkların veya evlat edinenlerin dul eşiyle evlenmeleri hususunda ise yukarıdaki şartlara ilave olarak taraflardan birisinin (evlatlık veya evlat edinenin) ölmüş olması şartı da getirilebilir diye düşünmek istiyorum.
Aksi takdirde, başta Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanları olmak üzere; bu konuda herhangi bir ön şart ileri sürmeksizin, evlâtlık ve evlât edinenlerin arasında mahremiyet bulunmadığından bahisle, “bu insanların birbirleriyle evlenmelerinde dini açıdan herhangi bir sakınca yoktur” şeklinde fetva veren bir din adamı, sübyancılığın fitilini ateşlemekten ve sübyancılığı teşvik etmekten başka herhangi bir iş yapmış olmayacaktır. Ayrıca böyle bir fetvâ, çocuk istismarcılarının ekmeğine de yağ sürecektir. Zira böyle bir fetvâdan güç alacak çocuk istismarcıları, evlât edinme adı altında kanunun boşluklarından istifade ederek çocuk istismarına iyi bir kılıf da bulmuş olacaklardır. Ayrıca böyle bir fetvâ, toplumdaki koruyucu aile kurumunu da yakından ve olumsuz yönde etkileyecek, sahipsiz çocukların bakım masraflarının bütünüyle devletin sırtında kalmasına sebep olacak, ayrıca yakın geçmişte Pozantı Çocuk Islah Evi’nde yaşandığı iddia edilen olayların önü bir türlü alınamayacaktır.
Bunlara ilave olarak; bu konuda dinen zorlaştırıcı, hukuken caydırıcı tedbirler alınmadığı takdirde, bu ülke insanını, Fadime Şahin gibi kendilerine namahrem olan kadınlarla hem de evin banyosunda basılan Müslüm Gündüzlerin “Ben sadece kendisine babalık yaptım”(12) şeklindeki kara mizah örneği absürt açıklamalarına sürekli olarak muhatap kılmış olursunuz…
Dipnotlar:
1-http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=66,
2-http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi52300-Diyanetten_ensesti_ozendirebilecek_fetva_Evlatlikla_evlenmek_caizdir.html
3- Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ, Sorumluluk ve Sorunları Açısından Aile ve Gençlik, s.46, TDV. Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2007.
4-http://www.haberakademi.net/2012/makaleoku.aspx?mkl=15437&yzr=237,
5-“Atamamın Kanununa uygun olmadığında zerre kadar şüphem yok” lafı bizzat İsmail Karagöz’e, yorumsa okuyucularıma aittir.
6-Prof. Dr. Ali Özek ve arkadaşları, Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, s, 5, TDV Yayını, Ankara, 1993.
7-Uğur Mumcu, Rabıta, s.69, um:ag Vakfı Yayınları, 24. Baskı, Ankara, 2000 & 30 Nisan 2012 tarihli “Vatan” gazetesinde bulunan “Suuidilerin gönlünde hilafet mi yatıyor?” başlıklı ve Ruşen Çakır imzalı haber, bkz. ,
8-Prof. Dr. Ali Özek ve arkadaşları, age, s. 422, ayrıca bk. Aynı eserin Suudi Arabistan Baskısı, s. 422, Hâdimü’l-haremeyni’ş-şerifeyn Kral Fehd Mushaf-ı Şerif Basım Kurumu Yayınları, Medine-i Münevvere, 1992.
9-TDV. İslam Ansiklopedisi, c.11, s. 528, İstanbul, 1995,
10- Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. H. Yunus Apaydın, İlmihal, c. 2 (İslâm ve Toplum), s. 215-216, TDV. İSAM Yayınları, İstanbul, 1999.
11–Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, c.6, s.66, 86 ve devamı, Çelik-Şura Yayınları, İstanbul, 1993.
12-http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/haber53320-Muslum_Gunduz_Erdogan_Kemalizmi_Turkiyeden_kaldiracak.html
Yazıları posta kutunda oku