GÖRÜŞME(ME)NİN DİYALEKTİĞİ

GÖRÜŞME(ME)NİN DİYALEKTİĞİ - PETERS1

GÖRÜŞME(ME)NİN DİYALEKTİĞİ - RALPH PETERS

GÖRÜŞME(ME)NİN DİYALEKTİĞİ

Hüseyin MÜMTAZ

PKK bir terör örgütüdür ve konjonktüre göre bölgeye etki etmek isteyen her güç tarafından her zaman kullanılmıştır.

Rusya’yı bilmem fakat soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği kullanmıştır, daha yakın zamanda Amerika kullanmıştır (Doğan Güreş’e inanmak durumundayım), Hafız Esad’ın Suriye’si kullanmıştır, İsrail kullanmıştır.

Dedelerini de Cumhuriyetin ilk yıllarında İngiliz kullanmamış mıydı?

PKK’nın İran versiyonu PEJAK’tır.

Önce, PEJAK’la ilgili son gelişmelere göz atalım.

“İran Kara Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Ahmet Rıza Purdestan, Tahran rejiminin PKK’nın kolu olan PJAK örgütünü gelecek günlerde ortadan kaldıracağını belirtti. Purdestan, bugün yaptığı açıklamada ‘PJAK terörist örgütü önümüzdeki günlerde ortadan kaldırılacak ve sınırlarımızda güvenliği tekrar sağlayacağız’ ifadesini kullandı. IRNA haber ajansının haberine göre İranlı komutan, ‘Çok güçlü bir askeri güce sahibiz. Küçük bir terör örgütü olan PJAK’ı tehdit olarak görmüyoruz’ dedi. Ordunun bugüne kadar PJAK’a karşı yürüttüğü operasyonların şu ana kadar başarılı olduğunu ifade eden Purdestan, terör örgütünün güç kaybettiğini ve faaliyetlerinin önemli ölçüde azaldığını belirtti. Purdestan ayrıca, İran’ın sınırlarında şu an hiçbir güvenlik tehdidi bulunmadığını söyledi”. (VATAN 18.9.2011)

“İran Devrim Muhafızları ‘Pasdaran’ resmi internet siteleri Sepahnews’den yaptığı açıklamada, terörist grup PJAK’a karşı yürüttükleri birçok ve kararlı operasyonun ülkenin kuzeybatısını bu devrim karşıtlarından temizlemeye ve tüm sınır boyunca kontrolü yeniden sağlamaya olanak tanıdığını belirttiler. Pasdaran’ın kara kuvvetleri komutanlarından General Muhammed Taki Ossanlu da bu operasyonlar sırasında devrim karşıtlarının ağır kayıp verdiklerini, İran topraklarını terk etmek zorunda kaldıklarını söyledi. Devrim Muhafızları, Kara Kuvvetleri’nin desteğinde temmuz ortasında ülkenin kuzeybatısında Irak sınırı boyunca PJAK’a karşı geniş çaplı bir saldırı başlatmıştı. Devlet televizyonundan yayımlanan görüntülere, İran-Irak sınırın tam sıfır noktasındaki Casusan adlı üssün, PJAK güçlerince tamamen boşaltıldığı ve İran askerlerinin aralarında tankların da bulunduğu ağır silahları bu noktaya yerleştirdiği duyuruldu. Kamptaki PJAK flamalarını indiren askerler, büyük İran bayraklarını astı. Yüksek dağın üzerine kurulmuş ve bölgeye kuş bakışı konumundaki üste, birçok tünel bulunuyor. PJAK’ın geri çekilmesi için Tahran yönetiminin tanıdığı süre dolmadan örgütün Pazar gecesi söz konusu bölgeyi terk etmek zorunda kaldığı belirtildi. Kampın, örgütün İran’ın içindeki en önemli ve ana kampı olduğu kaydedildi. İran, aybaşından itibaren Irak sınırındaki dağlık bölgelerde PJAK’a yönelik yoğun operasyonlar yürütüyor. PJAK, operasyonların başlamasından birkaç gün sonra ateşkes çağrısında bulundu. İran ise ön koşul olarak örgütün ülkedeki sınır topraklarını boşatmasını istiyordu”. (VATAN. 21.9.2011)

İran’ın, PEJAK’la “görüşme” yaptığı konusunda bir kayıt yansımadı medyaya, “silahla” halletti.

İspanya; ETA’nın ”siyasi temsilcisi” olarak önce BATASUNA, sonra da PNV ve EA ile “görüşür”.

İngiltere ise “görüşmeyi” IRA ile değil, yine onun “siyasi kanadı” olan SİNN FEİN ile yapmıştır.

Türkiye’de BDP, PKK’nın siyasi temsilcisi midir? Önce onun net olarak açıklığa kavuşması lâzım. Eğer öyleyse zaten TBMM’de temsil edilmektedir, görüşlerini orada ve her ortamda açıkça ifade edebilmektedirler.

Çeşitli bahanelerle kendileriyle (Ankara Orman Çiftliği’ndeki Habur-Kandil değerlendirmesi) görüşülmekte olduğu, seçim aday listelerinin ise zaten “içimizdeki İmralılı” tarafından düzenlendiği, partili milletvekillerinin de her yerde “İçimizdeki İmralılı”nın sözcülüğüne soyunduğunu bilmeyen yoktur.

Buradan meselenin “dış boyutu”na atlamalıyız.

Çünkü her ülkede, her terör örgütü, bölgede şu veya bu emeli olan dış güçler, başka ülkeler tarafından “kullanılır”.

“ABD ve Avrupa ülkeleri PKK’ya destek veriyor.  Türkiye üçlü mekanizmasının Türk temsilcisi ile ABD’li temsilci görüşüyor. WikiLeaks belgelerinde ABD’li yetkililere PKK’ya yaptıkları yardımı sorduğu yer alan emekli Orgeneral Edip Başer ‘Her zaman belgeleriyle bu tür olayları ABD’lilere sorduk. Araştırıp, cevap verelim, dediler ama hiçbir zaman doyurucu cevap veremediler’ dedi.

Tarih 1 Şubat 2007; PKK ile mücadele için kurulan ABD-Irak-Türkiye üçlü mekanizmasının Türk temsilcisi ile ABD’li temsilci görüşüyor. Türkiye’yi temsil eden emekli Orgeneral Edip Başer, ABD temsilcisi General Joe Ralston’a elindeki belgeleri sunuyor. Belgelere göre ABD, PKK’yı silah, eğitim konusunda destekliyor ve hatta ABD’li askerler PKK yöneticileri ile görüşüyor. Başer, bu konuda Ralston’dan cevap istiyor. Ralston durumu Washington’a bildiriyor ve verilecek cevap konusunda yardım istiyor. İşte bütün bu iddialar Wikileaks belgelerinde yer alıyor”. (VATAN Öge DEMİRKAN. 4.9.2011)

Şimdi o halde ille de görüşülecekse önce “muhatap”ın doğru seçilmesi gerekli; ya, a)Hareketin siyasi temsilcisiyle yahut b) Dış destekleyeniyle..

Dış destekçi(leri) ile kesin anlaşmaya varmadan içerisiyle görüşmenin hiçbir anlamı olmaz.

Bakın meselâ NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Ankara’daki son terör saldırısını şiddetle kınamış. Rasmussen, yazılı açıklamasında, patlamada hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı ve yaralılara acil şifalar diledikten sonra ”Bu tür adi saldırıların hiçbir meşruiyeti olamaz” diyerek, NATO üyelerinin terörle mücadele konusunda aynı safta olduğunu vurgulamış.

Rasmussen kimdi?

Danimarka Başbakanı idi. NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer’in görev süresinin sona ermesiyle ABD tarafından aday gösterilmişti.

2006’da bir Danimarka gazetesinde yayımlanan, Hazreti Muhammed’i sarığının içinde bomba taşıyan biri olarak da resmeden İslam düşmanı karikatürleri, ifade özgürlüğü olarak savunan başbakan idi. Bu tavrı İslam dünyasında şiddetli tepkilere yol açmıştı, Müslümanlarca hiç sevilmeyen bir politikacı idi.

Doğal olarak Türkiye de Rasmussen’in adaylığına karşı idi.

Ama oldu.

Peki ROJ Tv nerede idi?

“Mesopotamia Broadcast” adlı bir Danimarka şirketi üzerinden yayın yapıyordu ve Almanya İçişleri Bakanlığı, 2008 yılında, Roj TV ile iş birliği yapan bu şirkete, “halklar arasında uyuma aykırı programlar hazırladığı” gerekçesiyle Almanya’da yayın yasağı getirmişti.

Şirketin, yasağın kaldırılması için Federal İdare Mahkemesi’ne başvuruda bulunması üzerine mahkeme, bu konuda öncelikle Avrupa Adalet Divanı’nın görüşünün alınmasını istemişti.

Avrupa Adalet Divanı dün, Almanya’nın, Danimarka’dan yayın yapan Roj TV’nin programlarının Almanya’da yayınlanmasını yasaklayamayacağına karar verdi.

Avrupa Adalet Divanı’nın kararında, sözkonusu televizyonun Kürtler ve Türkler arasında nefreti yaymaya çalışıp çalışmadığı ve bu nedenle yasaklanması gerekip gerekmediği konusunda ancak Danimarka hükümetinin karar verebileceği belirtildi.

Kararda, Almanya’nın sadece bu televizyonun bu ülkede program hazırlamasını yasaklayabileceği kaydedildi.

Kimlerle dans ettiğimizi görüyor musunuz?

Hâl böyleyken Oslo’da yahut Tokyo’da bilmem kimle görüşme yapsanız ne yazar?

1999’da “İçimizdeki İmralılı”nın yargı süreci sonlandığında ülkede terör “SIFIR” idi.

Sonra ülke; mahiyetini şimdi bile kavrayamadığımız bir AB sürecine sokuldu..

AB’nin “koruyucu şemsiyesi” altında; “Kopenhag/Maastricht kriterleri” eldiveni ile ülkeye her gelen “AB temsilcisi” önce Diyarbakır’a gitti. Toplantılar, görüşmeler yaptı.

Euro’lar yağdı “bölgeye”.

Karen Fogg’lar, Claudia Roth’lar ve Madame Mitterand’lar o dönemin “yıldızları” idi.

O “rüzgârla”, “Madem silahla olmuyor” anlayışı her geçen gün topluma enjekte edildi.

Yukarıdan beri görülen dış destekçilerin zorlamasıyla getirilen “madem silahla olmuyor” yaklaşımı “görüşme”yi olağan/kabul edilebilir hâle soktu.

Şimdi yaşanmakta olan süreç budur.

Fakat 1999’da “silahla” bal gibi “olmuştu”, sonuç alınmıştı.

“Almanya’nın Stuttgart kentinde temaslarını izleyen gazetecilerle sohbet eden Gül, kamuoyunda ‘eve dönüş yasası’ olarak bilinen Topluma Kazandırma Yasası’nı anımsatarak bir kişinin adam öldürmemesi ve silahını teslim etmesi halinde işlemlerinin yapıldığını ve ailesine teslim edildiğini belirtti.

Gül, ‘Bu şekilde gelip silahını bırakıp, yetkililere müracaat eden ve ailesine kavuşanlar var. Bunları her zaman söylüyoruz. Sanki hiç bu yollar yokmuş gibi davrananlar da var. Bunun için bilmeyenlere buradan tekrar seslenmek isterim; silahlarını bıraksınlar, dönsünler, gelsinler ve aileleriyle buluşsunlar’ dedi”.

Burada “ince” nokta “yasaya göre” şudur;

Kişi; a)Adam öldürmemiş olacak, b)Silahını “teslim” edecek..

Silahını bir mağarada/ağaç kovuğunda arkadaşlarına “bırakıp” gelmeyecek, “silahı ile beraber Türk Devletine teslim olacak”.

Aksi takdirde bakın o zaman “silahla” çözüm oluyor muymuş, olmuyor muymuş görürsünüz.. 22 Eylül 2011

 

57’NCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ

[email protected]

 

 

 

 

 


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir