Merhaba KKTC

<p>Merhaba KKTC
Kıbrıs konusunda yıllardır duymak istediğimiz sözleri nihayet duyduk. Sayın Başbakanımızın KKTC ziyaretinde yaptığı çıkışın AB, ABD Yunanistan, İsrail, Arap baharı gibi bölgesel, global hatta iç politik boyutları bulunabilir. Fakat biz burada konuyu daha çok Kıbrıs merkezli olarak ele alacağız. “Komşularla sıfır sorun politikası”, telaffuz edilmeden önce uygulama alanlarından birisi Kıbrıs idi. “Önceki yönetimlerin çözme iradesi göstermediği” Kıbrıs sorunu, her iki tarafın menfaatine olacak tarzda çözülecekti. Çünkü çözümsüzlükten kazanan bölge dışı güçlerdi.
Kulağa hoş gelen bu yaklaşım yılları kaybetmemize sebep olmuştur. Kıbrıs Barış Hareketi’nden sonra kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD, 1975-1983) garabetin kendisiydi. Böylece Rum tarafını da Kıbrıs Rum Federe Devleti (KRFD)’ni ilan etmeye mecbur bırakacaktık. Kargaları güldüren bu politikayla yılları boşa harcadık. En haklı pozisyonda iken zemin kaybettik, haksız duruma geçtik. Rum tarafı KRFD’yi ilan etmediği gibi geçen süre zarfında diplomatik ataklarla zemin kazandı. Darbe yaparak meşru Kıbrıs Devleti’ni yıkmaya kalkışan taraf olmaktan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sahibi olmaya terfi etti.
1983’te KKTC’nin ilanı da yine diplomasi tarihinin en tuhaf uygulamalarına şahit olmuştur. KKTC ilan edildiği gün Pakistan ve Bangladeş gibi ülkeler tanıyacaktı. Fakat biz “aman tanımaya kalkmayan, taktik icabı bu devleti ilan ettik, bekleyin” dedik. Denktaş’ın ömrü “Güven Artırıcı Önlemler Paketi” hazırlayıp sunmakla geçti. Google’da “Güven Artırıcı, Denktaş” yazarsanız ilk 0.21 saniyede çıkan kayıt sayısı 50600. Buna rağmen Denktaş, Ada’da çözümsüzlüğün mimarı olarak görüldü. Talat’ın gerçekleri görmesi için çok zamana ihtiyaç yoktu. Özel bir toplantıda sıkıştırılınca “tek başınıza vals yapamazsınız” diyen Talat, aslında çözümü istemeyenin Denktaş değil de Rum tarafı olduğunu kısa zamanda anlamıştı. Ancak Rumlara karşı bölünmüşlüğün faturasını bütün Türk tarafı yüklendi.
2004 Annan Planı’nı Türk tarafı % 65 ile kabul ederken, Rum tarafı % 76 ile reddetti. Buna karşın uzlaşmaz taraf durumundaki Rum devleti AB üyesi oldu. Önce tam üyelik gerçekleşti, ondan sonra referanduma gidildi. Burada AB’nin sorun çözülmeden Rum kesimini üye yapması Türklere karşı politikasının tezahüründen başka bir şey değildir. Rum tarafının referandumdaki tutumunu önceden tahmin etmek mevcut imkânlarla zor değildir. Rum kesimi, AB üyesi olunca çok daha büyük kozlarla Türklerin karşısına çıkacağına göre niçin taviz veren taraf olsundu ki?
Aynen 1974 Barış Hareketi sonrasında en uygun şartlarda iken zemini karşı tarafa kaptırdığımız gibi, Annan Planı’nın Rumlarca reddinden sonra da çok önemli fırsatlar kaybedildi. Yapılması gereken ilan edilmiş olan devletin öncelikle dost ülkeler tarafından tanınması kampanyasını başlatmak, Maraş’ı iskâna açmaktı. 2005’te AB ile resmen tam üyelik müzakerelerine başlamak uğruna Denktaş suçlu kabul edildi. AB’nin Türkiye’yi oyalamaktan başka bir politikası olmadığını anlamak için yıllarca beklememiz gerekti. Ve bugün o noktaya gelmiş olduk.
Türkiye’den yıllar sonra üyelik başvurusunda bulunan, eski Sovyet cumhuriyetleri dahil niceleri AB’ye tam üye oldular. Bulgaristan, Romanya gibi birçok bakımından Türkiye’nin gerisinde olanların da üyeliği kesinleşti. Türkiye ile birlikte müzakerelere başlayan Hırvatistan bütün başlıkları bitirdi. Türkiye’nin ise kapattığı müzakere başlığı bir olup birçok fasıl henüz açılmamıştır.
Sayın Başbakanımızın ağzından hem Rum kesimini hem de AB’yi hedef olan, “ya âdilâne çözüm, ya da herkes kendi yoluna” tarzındaki sözler duymamız sevindiricidir. Yıllarca boşuna beklemiş olsak da zararın neresinden dönülürse kârdır. Kıbrıs Rum kesiminin AB’nin dönem başkanı olması bu bakımdan iyi bir fırsat olmuştur. Bununla beraber, AB ile ilişkiler kopmuyor, fakat dönem başkanı olarak muhatap alınmıyor. Tanımadığınız devlet, girmek istediğiniz örgütün dönem başkanı olarak karşımıza çıkmaktadır ki burada resti çekmekten başka yol yoktur. Bunun bir adım sonrası ise KKTC’nin dünya çapında tanıtımı kampanyasına merhaba demek.
Öte yandan Rum kesimi, bugün âdil bir çözüme razı olmaz ise ki böyle bir çözümde Maraş Rumlara bırakılacaktı, yarın fırsatı kaçırmış olacaktır. Bunu da hatırlatmamızın zamanı idi. Bununla beraber 2010 başında da çözüm için son fırsat olacağını, 2010 yazına kadar çözüm olmazsa Türk tarafının kendi başının çaresine bakacağını ima eden restler çekmiştik. Geçen sene çözüm olmadığı gibi restler de unutuldu. Son çıkışımızın unutulmaması için birçok sebep bulunmaktadır.
Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya
Sakarya Üniversitesi
Öncevatan, 26.07.2011</p> - DSC04025

Merhaba KKTC
Kıbrıs konusunda yıllardır duymak istediğimiz sözleri nihayet duyduk. Sayın Başbakanımızın KKTC ziyaretinde yaptığı çıkışın AB, ABD Yunanistan, İsrail, Arap baharı gibi bölgesel, global hatta iç politik boyutları bulunabilir. Fakat biz burada konuyu daha çok Kıbrıs merkezli olarak ele alacağız. “Komşularla sıfır sorun politikası”, telaffuz edilmeden önce uygulama alanlarından birisi Kıbrıs idi. “Önceki yönetimlerin çözme iradesi göstermediği” Kıbrıs sorunu, her iki tarafın menfaatine olacak tarzda çözülecekti. Çünkü çözümsüzlükten kazanan bölge dışı güçlerdi.
Kulağa hoş gelen bu yaklaşım yılları kaybetmemize sebep olmuştur. Kıbrıs Barış Hareketi’nden sonra kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD, 1975-1983) garabetin kendisiydi. Böylece Rum tarafını da Kıbrıs Rum Federe Devleti (KRFD)’ni ilan etmeye mecbur bırakacaktık. Kargaları güldüren bu politikayla yılları boşa harcadık. En haklı pozisyonda iken zemin kaybettik, haksız duruma geçtik. Rum tarafı KRFD’yi ilan etmediği gibi geçen süre zarfında diplomatik ataklarla zemin kazandı. Darbe yaparak meşru Kıbrıs Devleti’ni yıkmaya kalkışan taraf olmaktan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sahibi olmaya terfi etti.
1983’te KKTC’nin ilanı da yine diplomasi tarihinin en tuhaf uygulamalarına şahit olmuştur. KKTC ilan edildiği gün Pakistan ve Bangladeş gibi ülkeler tanıyacaktı. Fakat biz “aman tanımaya kalkmayan, taktik icabı bu devleti ilan ettik, bekleyin” dedik. Denktaş’ın ömrü “Güven Artırıcı Önlemler Paketi” hazırlayıp sunmakla geçti. Google’da “Güven Artırıcı, Denktaş” yazarsanız ilk 0.21 saniyede çıkan kayıt sayısı 50600. Buna rağmen Denktaş, Ada’da çözümsüzlüğün mimarı olarak görüldü. Talat’ın gerçekleri görmesi için çok zamana ihtiyaç yoktu. Özel bir toplantıda sıkıştırılınca “tek başınıza vals yapamazsınız” diyen Talat, aslında çözümü istemeyenin Denktaş değil de Rum tarafı olduğunu kısa zamanda anlamıştı. Ancak Rumlara karşı bölünmüşlüğün faturasını bütün Türk tarafı yüklendi.
2004 Annan Planı’nı Türk tarafı % 65 ile kabul ederken, Rum tarafı % 76 ile reddetti. Buna karşın uzlaşmaz taraf durumundaki Rum devleti AB üyesi oldu. Önce tam üyelik gerçekleşti, ondan sonra referanduma gidildi. Burada AB’nin sorun çözülmeden Rum kesimini üye yapması Türklere karşı politikasının tezahüründen başka bir şey değildir. Rum tarafının referandumdaki tutumunu önceden tahmin etmek mevcut imkânlarla zor değildir. Rum kesimi, AB üyesi olunca çok daha büyük kozlarla Türklerin karşısına çıkacağına göre niçin taviz veren taraf olsundu ki?
Aynen 1974 Barış Hareketi sonrasında en uygun şartlarda iken zemini karşı tarafa kaptırdığımız gibi, Annan Planı’nın Rumlarca reddinden sonra da çok önemli fırsatlar kaybedildi. Yapılması gereken ilan edilmiş olan devletin öncelikle dost ülkeler tarafından tanınması kampanyasını başlatmak, Maraş’ı iskâna açmaktı. 2005’te AB ile resmen tam üyelik müzakerelerine başlamak uğruna Denktaş suçlu kabul edildi. AB’nin Türkiye’yi oyalamaktan başka bir politikası olmadığını anlamak için yıllarca beklememiz gerekti. Ve bugün o noktaya gelmiş olduk.
Türkiye’den yıllar sonra üyelik başvurusunda bulunan, eski Sovyet cumhuriyetleri dahil niceleri AB’ye tam üye oldular. Bulgaristan, Romanya gibi birçok bakımından Türkiye’nin gerisinde olanların da üyeliği kesinleşti. Türkiye ile birlikte müzakerelere başlayan Hırvatistan bütün başlıkları bitirdi. Türkiye’nin ise kapattığı müzakere başlığı bir olup birçok fasıl henüz açılmamıştır.
Sayın Başbakanımızın ağzından hem Rum kesimini hem de AB’yi hedef olan, “ya âdilâne çözüm, ya da herkes kendi yoluna” tarzındaki sözler duymamız sevindiricidir. Yıllarca boşuna beklemiş olsak da zararın neresinden dönülürse kârdır. Kıbrıs Rum kesiminin AB’nin dönem başkanı olması bu bakımdan iyi bir fırsat olmuştur. Bununla beraber, AB ile ilişkiler kopmuyor, fakat dönem başkanı olarak muhatap alınmıyor. Tanımadığınız devlet, girmek istediğiniz örgütün dönem başkanı olarak karşımıza çıkmaktadır ki burada resti çekmekten başka yol yoktur. Bunun bir adım sonrası ise KKTC’nin dünya çapında tanıtımı kampanyasına merhaba demek.
Öte yandan Rum kesimi, bugün âdil bir çözüme razı olmaz ise ki böyle bir çözümde Maraş Rumlara bırakılacaktı, yarın fırsatı kaçırmış olacaktır. Bunu da hatırlatmamızın zamanı idi. Bununla beraber 2010 başında da çözüm için son fırsat olacağını, 2010 yazına kadar çözüm olmazsa Türk tarafının kendi başının çaresine bakacağını ima eden restler çekmiştik. Geçen sene çözüm olmadığı gibi restler de unutuldu. Son çıkışımızın unutulmaması için birçok sebep bulunmaktadır.
Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya
Sakarya Üniversitesi
Öncevatan, 26.07.2011

<p>Merhaba KKTC
Kıbrıs konusunda yıllardır duymak istediğimiz sözleri nihayet duyduk. Sayın Başbakanımızın KKTC ziyaretinde yaptığı çıkışın AB, ABD Yunanistan, İsrail, Arap baharı gibi bölgesel, global hatta iç politik boyutları bulunabilir. Fakat biz burada konuyu daha çok Kıbrıs merkezli olarak ele alacağız. “Komşularla sıfır sorun politikası”, telaffuz edilmeden önce uygulama alanlarından birisi Kıbrıs idi. “Önceki yönetimlerin çözme iradesi göstermediği” Kıbrıs sorunu, her iki tarafın menfaatine olacak tarzda çözülecekti. Çünkü çözümsüzlükten kazanan bölge dışı güçlerdi.
Kulağa hoş gelen bu yaklaşım yılları kaybetmemize sebep olmuştur. Kıbrıs Barış Hareketi’nden sonra kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD, 1975-1983) garabetin kendisiydi. Böylece Rum tarafını da Kıbrıs Rum Federe Devleti (KRFD)’ni ilan etmeye mecbur bırakacaktık. Kargaları güldüren bu politikayla yılları boşa harcadık. En haklı pozisyonda iken zemin kaybettik, haksız duruma geçtik. Rum tarafı KRFD’yi ilan etmediği gibi geçen süre zarfında diplomatik ataklarla zemin kazandı. Darbe yaparak meşru Kıbrıs Devleti’ni yıkmaya kalkışan taraf olmaktan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sahibi olmaya terfi etti.
1983’te KKTC’nin ilanı da yine diplomasi tarihinin en tuhaf uygulamalarına şahit olmuştur. KKTC ilan edildiği gün Pakistan ve Bangladeş gibi ülkeler tanıyacaktı. Fakat biz “aman tanımaya kalkmayan, taktik icabı bu devleti ilan ettik, bekleyin” dedik. Denktaş’ın ömrü “Güven Artırıcı Önlemler Paketi” hazırlayıp sunmakla geçti. Google’da “Güven Artırıcı, Denktaş” yazarsanız ilk 0.21 saniyede çıkan kayıt sayısı 50600. Buna rağmen Denktaş, Ada’da çözümsüzlüğün mimarı olarak görüldü. Talat’ın gerçekleri görmesi için çok zamana ihtiyaç yoktu. Özel bir toplantıda sıkıştırılınca “tek başınıza vals yapamazsınız” diyen Talat, aslında çözümü istemeyenin Denktaş değil de Rum tarafı olduğunu kısa zamanda anlamıştı. Ancak Rumlara karşı bölünmüşlüğün faturasını bütün Türk tarafı yüklendi.
2004 Annan Planı’nı Türk tarafı % 65 ile kabul ederken, Rum tarafı % 76 ile reddetti. Buna karşın uzlaşmaz taraf durumundaki Rum devleti AB üyesi oldu. Önce tam üyelik gerçekleşti, ondan sonra referanduma gidildi. Burada AB’nin sorun çözülmeden Rum kesimini üye yapması Türklere karşı politikasının tezahüründen başka bir şey değildir. Rum tarafının referandumdaki tutumunu önceden tahmin etmek mevcut imkânlarla zor değildir. Rum kesimi, AB üyesi olunca çok daha büyük kozlarla Türklerin karşısına çıkacağına göre niçin taviz veren taraf olsundu ki?
Aynen 1974 Barış Hareketi sonrasında en uygun şartlarda iken zemini karşı tarafa kaptırdığımız gibi, Annan Planı’nın Rumlarca reddinden sonra da çok önemli fırsatlar kaybedildi. Yapılması gereken ilan edilmiş olan devletin öncelikle dost ülkeler tarafından tanınması kampanyasını başlatmak, Maraş’ı iskâna açmaktı. 2005’te AB ile resmen tam üyelik müzakerelerine başlamak uğruna Denktaş suçlu kabul edildi. AB’nin Türkiye’yi oyalamaktan başka bir politikası olmadığını anlamak için yıllarca beklememiz gerekti. Ve bugün o noktaya gelmiş olduk.
Türkiye’den yıllar sonra üyelik başvurusunda bulunan, eski Sovyet cumhuriyetleri dahil niceleri AB’ye tam üye oldular. Bulgaristan, Romanya gibi birçok bakımından Türkiye’nin gerisinde olanların da üyeliği kesinleşti. Türkiye ile birlikte müzakerelere başlayan Hırvatistan bütün başlıkları bitirdi. Türkiye’nin ise kapattığı müzakere başlığı bir olup birçok fasıl henüz açılmamıştır.
Sayın Başbakanımızın ağzından hem Rum kesimini hem de AB’yi hedef olan, “ya âdilâne çözüm, ya da herkes kendi yoluna” tarzındaki sözler duymamız sevindiricidir. Yıllarca boşuna beklemiş olsak da zararın neresinden dönülürse kârdır. Kıbrıs Rum kesiminin AB’nin dönem başkanı olması bu bakımdan iyi bir fırsat olmuştur. Bununla beraber, AB ile ilişkiler kopmuyor, fakat dönem başkanı olarak muhatap alınmıyor. Tanımadığınız devlet, girmek istediğiniz örgütün dönem başkanı olarak karşımıza çıkmaktadır ki burada resti çekmekten başka yol yoktur. Bunun bir adım sonrası ise KKTC’nin dünya çapında tanıtımı kampanyasına merhaba demek.
Öte yandan Rum kesimi, bugün âdil bir çözüme razı olmaz ise ki böyle bir çözümde Maraş Rumlara bırakılacaktı, yarın fırsatı kaçırmış olacaktır. Bunu da hatırlatmamızın zamanı idi. Bununla beraber 2010 başında da çözüm için son fırsat olacağını, 2010 yazına kadar çözüm olmazsa Türk tarafının kendi başının çaresine bakacağını ima eden restler çekmiştik. Geçen sene çözüm olmadığı gibi restler de unutuldu. Son çıkışımızın unutulmaması için birçok sebep bulunmaktadır.
Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya
Sakarya Üniversitesi
Öncevatan, 26.07.2011</p> - DSC04025
Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya

Okumaya devam et  İNGİLTERE KIBRIS TÜRK DERNEKLERİ KONSEYİ BİNASINA KAVUŞUYOR

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir