BIÇAĞIN SIRTINDA

Mustafa Kemal Atatürk
BIÇAĞIN SIRTINDA
Hüseyin MÜMTAZ
Milattan önceki dönemlerde yazılarımıza ya “Mütareke
İstanbul’undayız sanki” yahut “Yeniden 19 Mayıs” diye başlardık..
Çiller’le beraber “girdiğimiz” 95 Gümrük Birliği
sürecinde AB tarafından, bütün virüslerden “arındırılarak” yeniden  “formatlandık”.
“Bursa’da
Orhangazi Parkı’nda bir araya gelen Çerkez Kültür Derneği üyeleri
anadilleri olan Çerkez dilinde eğitim talebinde bulundu. ‘Anadilini öğren
kültürüne sahip çık, o sizi dinliyor, anadilinizi konuşun’ yazan pankartlar
taşıyan ve yerel kıyafetler giyen Çerkez Kültür Derneği üyeleri Orhangazi
Parkı’nda bir araya geldi. Dernek üyeleri adına açıklama yapan Dernek
Başkanı Filiz Çelik, 21 Şubatın ‘Dünya Anadil Günü’ olduğunu ifade etti.

Türkiye’de resmi dil
Türkçe dışında 34 farklı dil konuşulduğunu söyleyen Çelik, bu dillerin
18’inin yakın gelecekte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna
dikkati çekti.

‘Yok olmakta olan bir
dilin son sahipleri olarak pozitif ayrımcılık istiyoruz. Dünyada yaklaşık 5
milyon Çerkez bulunuyor. 147 yıldır Anadolu’da yaşıyoruz. 147 yıl boyunca
bu ülkenin tarlasında çiftçi, fabrikasında işçi olduk, savaşlarında öldük.
Bu topraklar için ölürken Türkçe bilmiyorduk. Şimdi anadilimizi bilmiyoruz’
dedi”.
((www.cnnturk.com
2.Şubat 2011)
Bu Avrupa formatı
bizi 1839’a götürdü.
Artık;  “sanki
yine 1839 durumundayız”..
Tanzimat’ın
“Avrupa rüyası”nda, Avrupalıların baskısıyla ekalliyete aşırı haklar vererek
İmparatorluğu yıktık.
1839’dan
100 yıl sonra Atatürk öldü.
Demek
ki, “batılılaşma aşkımızım” elli yılına tanıklık etti.
O;
yalvararak değil, kanırtarak batılı oldu.
Atatürk’ün
ölümüyle beraber “tek dişi kalmış o canavar” batı bu defa AB-D kılığında yine
boğazımıza çöküyor, “garbın afâkını” yine çelik zırhlı bir duvar sarıyor.
Ve
biz bu bilmem kaçıncı Tanzimat’la beraber yine ama bu kere, olmayan azınlıklar
yaratarak “Cumhuriyeti dönüştürüyoruz”.
“Kopenhag
kriterleri” ve “BOP projeleri”nin getirdiği fotoğrafı görmek için 2011
Nisanı’nın içinde bulunduğumuz haftasında gazete manşetlerine bakmanız
yeterli..
100 yaşına varmadan, Türkiye Cumhuriyeti’nin dört bir
yanında Türk bayrakları indiriliyor, yakılıyor..
Güneydoğuda her il ve ilçede…
Ege,
Akdeniz kıyılarında..
İstanbul’un bırakın varoşlarını; Taksim’inde…
Türk bayrağı asan dükkânlara, evlere, taşıyan arabalara
saldırılıyor.
“ULUSAL YA DA ETNİK,
DİNSEL VE DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP KİŞİLERİN HAKLARI BİLDİRGESİ.

(BM Genel Kurulunun 18
Aralık 1992 tarihli ve 47/135 Sayılı Kararı)

Madde1:Azınlıkların
Korunması;

1.Devletlerazınlıkların
varlıklarını, ulusal ya da etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerini
bulundukları bölgeler içinde koruyup bu kimliklerin gelişmesini
destekleyici koşulları teşvik ederler. 2. Devletler bu sonuçlara ulaşmak
için uygun yasal ve diğer tedbirleri alırlar.

Polis araçlarına, belediyeye ait iş makinalarıyla karşı duruluyor. İstanbul’da
belediye otobüsleri içindekilerle beraber; güneydoğuda içindekiler indirilerek
“yakılıyor”.
Seyhan’da
İlçe Jandarma Komutanlığına saldırılıyor, girilmeye çalışılıyor..
Van’da
banka şubesi içindekilerle beraber yakılmaya kalkılıyor.
Ülkenin
her yanında gece yarıları arabalar kundaklanıyor.
Ve
işte tam da böyle bir ortamda; böyle bir “ahval ve şeraitte” Kürtlerle beraber eş
zamanlı olarak Çerkezler “de” meydanlara dökülüp bir takım haklar istiyorlar.
Bıçağın
sırtındaki Türkiye’den bir takım taleplerde bulunuyorlar.. AB süreciyle
başlayan “Salacak’ta denize çiçek bırakma” sezonu bu yıl ilk olarak 20 Şubat’ta
Orhangazi’de açıldı.
“147
yıldır yaşadığımız bu ülkenin savaşlarında ölürken Türkçe bilmiyorduk” lafının
altını çizin lütfen..
Altı
buçuk milyon KAFKAS kökenli var:

Türkiye
Cumhuriyeti’ndeki ilk nüfus sayımı 28 Ekim 1927’de yapılmasına karşın,
bugüne dek hiçbir sayımda etnik köken sorulmadı. 1927 ve 1935 sayımlarında
“Aile arasında konuşulan dil nedir?”, 1940 ve 1950 nüfus sayımında “Ev
içinde konuşulan dil nedir?”, 1955 sayımında “Ev halkının kendi aralarında
konuştuğu dil nedir?”, 1960 ve 1965 sayımında ise “Ev içinde ve aile içinde
konuşulan dil nedir?” soruları yöneltildi. Benzer bir soru 1970-1985
dönemini kapsayan 4 sayımda da yer almasına karşın sonuçları açıklanmadı.
1990 yılındaki sayımda ise benzer bir soruya yer verilmedi. Çerkes Hakları
İnisiyatifi ise sağlıklı olmayan sayımlara karşılık olarak sürgünlerden
sonra 400 bin Çerkesin hayatta kaldığını, nüfusun 35 yılda bir kez ikiye
katlandığı varsayımıyla Türkiye’deki Kafkasyalı ırk sayısının 6 milyon 500
bin olduğunu savunuyor. Bu sayının yarısının asimile olmuş olması
ihtimaline karşılık Türkiye’de en az 3 buçuk milyonunun asimile olmayarak
Çerkes olarak yaşamını sürdürdüğünü, bu sayının da 40 yaş üstü olan üçte
birinin, yani 1 milyonu aşkın nüfusunun halen Çerkesçe konuşabildiğini
belirtiyor.

(16 Nisan 2001 tarihli www.cumhuriyet.com.tr)
Sezonun ikinci temsili iki ay sonra Nisan’da sahnelendi.
Cumhuriyet
Gazetesi’nde yayınlanan bir ilâna göre; 17 Nisan 2011, saat 13.00’de Kadıköy
İskele Meydanı’nda “Çerkez Hakları Mitingi” yapılacaktı. “Tüm demokrat ve insan
hakları savunucuları” mitinge bekleniyordu, “Devlet eliyle Anadil
Eğitimi/Öğretimi” ve “7/24 Anadilde Radyo ve TV yayını” isteniyor ve 1992
tarihli BM Genel Kurulu kararına atıfta bulunuluyordu.
Burada da Çerkezlerin, kendilerini
“azınlık” olarak tanımladıklarının altını çizin lütfen..
16
Nisan 2001 tarihli www.cumhuriyet.com.tr ‘de mitingin hazırlık
süreci şöyle aksettirilir..
“Anadil eğitimi, köylerinin isimlerinin
geri verilmesini ve soyadlarını isteyen Çerkesler: Türkiye artık farklılıklarının
kendi gücü olduğunu anlamalı.
Çerkesler… Onlar, göçler, sürgünler ve
acılarla dolu tarihlerinin anılarını halen içlerinde yaşatan bir halk.
Çokuluslu bir imparatorluktan ulus devlete geçişte, onlarca halk gibi
kimliklerini kaybetmemek için içlerine kapandılar. Türkiye’de toplumsal
anlaşmanın sağlanamamasının en büyük etkenlerinden biri olan Türkleştirme
politikasının dilleri ve kültürleri üzerinde yarattığı tahribata karşı dernek
ve vakıflarda örgütlendiler.
Çerkeslerin talepleri arasında “Çerkes
dilinin tescillenmesi, Çerkes Ethem’in adı kullanılarak oluşturulan aşağılayıcı
tarih tezlerinin tarihi açıklığa kavuşturulması, üniversitelerde Çerkes dili ve
edebiyatı bölümü açılması” var.
Türkiye’de yaşayan Çerkeslerin, her zaman
“Türkiye’nin bütünlüğünden ve demokrasiden yana tavır aldığını” belirten Çerkes
Hakları İnisiyatifi sözcüleri, “Çerkesler, Türkiye’nin kurucuları arasındadır.
Her cephede savaşan Çerkesler, Türkiye’ye kanını ve canını verdi. Biz anadilde
eğitim değil, kültürümüzü kaybetmemek için çocuklarımıza ilköğretimde anadil
eğitimi verilmesini istiyoruz” diyor.
Kuzey Kafkasyalılar, Rus imparatorlarının
yüzlerce yıl süren saldırılarıyla büyük bir soykırıma uğradı. 1859 – 1866
yılları arasındaki “Büyük Sürgün” döneminde Kafkas sürgünleri yarım milyon
kayıp verdiler. Kafkas sürgünleri Osmanlı tarafından belli bir plan dahilinde
iskân edildi. Anadolu içlerinde bölgesel yoğunluk oluşturmaları önlenerek
yerleştirildiler.Anadolu’da bugün dahi nüfusu 150 haneyi aşan Kafkas
kökenlilere ait bir köy bulmak zor. Çerkesler, Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda da
aktif rol aldılar. “Soyadı Yasası”yla da soyadlarından vazgeçtiler”.
Murat Özden: Dışarıdan
değil Türkiye’den istiyoruz.

Çerkeslerin, artık
“Çerkes tavuğu”, “Çerkes kızı”yla anılmak istemediğini belirten Çerkes
Hakları İnisiyatifi sözcülerinden Murat Özden, Türkiye’deki tüm etnik
grupların Türkleştirilmesinin doğru olmadığını belirterek, “Türkiye, adı
konulmamış bir savaş yaşıyor. Bir ‘ucubelikler komedyası’ yaşıyor. Bu
eritme ve asimilasyon politikasından Çerkesler de çok etkilendiler.
‘Vatandaş Türkçe konuş’ kampanyaları, köylerin dağıtılması, 150’likler
listesindeki Çerkeslerin çokluğu, askeri okullara Çerkeslerin alınmaması
gibi politikalar Çerkesleri korkuttu. Bu süreç bugüne kadar geldi. AB
sürecinde Kürtler, Aleviler ve Romanlar ön plana çıkarıldı, ama Çerkesler yine
görmezden gelindi. Çerkesler, kendi kurumlarının dışında, politik söylemler
geliştirip, bir siyaset geliştirip tavırlarını koyma kararı aldılar.
Ankara’da bu nedenle miting yaptı. Bu nedenle Çerkes Hakları İnisiyatifi
oluşturuldu” diye konuştu.Çerkesler, çeşitli uluslararası kuruluşların
yardım taleplerini reddederek, hükümetten istediklerini vurguluyor. Anadil
taleplerine karşılık olarak toplumda hemen “bölünme” fobisi yaratıldığını
belirten Murat Özden, “Türkiye karpuz değildir, hemen ikiye bölünsün. Taleplerimize
çeşitli dış güçlerden değil, kuruluşunda savaştığımız Türkiye’den destek
istiyoruz. Bunun altını çizmek istiyoruz. Biz kendimizi inkâr edersek,
Türkiye daha güçlü mü olacak. Vatandaşları ne kadar devletine bağlı olursa,
o devlet de o kadar güçlü olur. Türkiye, farklılıklarının kendi gücü
olduğunun farkına varmalı. Türkiye sadece Türk etnik unsuru etrafında
birleşirse güçlü olamaz. İmparatorluktan gelen devlet, farklı unsurlar
barındırıyor, bu farklılıkları sisteme katarak güçlü bir ülke olabilir.
Bizim Türkiye’deki varlığımız Türkiye’nin Kafkaslar’daki gücü, Arapların
Türkiye’de olması, Türkiye’nin Ortadoğu’daki gücüdür. Artık bu anlaşılmalı”
dedi.

(16
Nisan 2001 tarihli
www.cumhuriyet.com.tr)

Hiç yorumsuz, kendi ifadeleriyle saptamalarının ve taleplerinin altını
bir daha çiziyorum;
1.Türkiye’de
6.5 milyon (Bir başka hesaba göre de 8 milyon)“Kafkasyalı ırk” var. 2.Çok
uluslu imparatorluktan ulus devlete geçişte kimliklerini kaybetmek istemediler.
Ama ulus devlette de (Türkiye) Türkleştirme politikasına maruz kaldılar. 3.
Çerkez Ethem’li “aşağılayıcı tarih” yeniden yazılmalıdır.4. Çerkezler
Türkiye’nin “kurucuları” arasındadır. 5.Osmanlı, “bölgesel yoğunluk”
oluşturmalarını önleyecek şekilde yerleştirdi. 6.”Çerkez tavuğu”, “Çerkez kızı”
ile anılmak istemiyorlar. 7. Türkiye’de tüm etnik gruplara Türkleştirme
politikası uygulanıyor. 8. 150’liklerde Çerkezler çoğunluktaydı. 9. Türkiye
sadece Türk etnik unsuru etrafında birleşirse güçlü olamaz.  Çerkezler ve Araplar Türkiye’nin Kafkaslar ve
Ortadoğu’daki gücüdür.
Kenan Kaplan: Açılımda
görmezden gelindik

Çerkes Hakları
İnisiyatifi’nin sözcülerinden Kürtlerden sonra Türkiye’deki en büyük etnik
köken olduklarını ancak demokratik açılım sürecinde Çerkeslerin
dışlandığını belirtti. Kaplan, “Türkiye’de 5 milyon Çerkes vardır. 3 milyon
da akrabalık ilişkisi ile kendisini bir şekilde Çerkes gören vardır. Toplam
Çerkes nüfusu 8 milyondur. Bu nüfus görmezden gelinmemeli. Ancak bu açılım
sürecine Alevi, Kürt, sonradan da Romanlar eklendi. Çerkeslerin üstü
çizildi” dedi. Kaplan, “Çerkesler, Türkiye’nin kuruluşunda tüm cephelerinde
savaşmışken ve ülkenin kurucu unsurları içindeyken, Almanya’ya işçi olarak
gittikleri halde Alman hükümeti oradaki Türklere ‘anadili eğitimi’, ‘din
dersi’ eğitim veriyor, Türk üniversitesi kurulması için çalışma yürütüyor.
Ama Türkiye’de 5 milyonluk Çerkes halkının hakları gündeme getirilmiyor.
Burada demokrasiden bahsetmek güç. Hükümet Çerkesleri asimile olmuş,
kültürel hak talebi olmayan unsurlar olarak görüyor. Demokrasinin gereği
olan insan hakkı olarak talep ediyoruz. Biz Çerkes doğduk. Çerkesler,
demokrasiden yana, Türkiye’nin bütünlüğünden yana tavır koymuşlardır. Bugün
de öyledir” diye konuştu.

(16
Nisan 2001 tarihli
www.cumhuriyet.com.tr)

Mitingin
ertesinde de mitingle ilgili haberler basında şöyle “görülür”…
Çerkeslerin
de artık bir T.C.’si var – İstanbul’da yaşayan Çerkesler, dün anadilde
eğitim talebiyle Kadıköy’de miting düzenledi. Miting alanına bayrakları,
flamaları ve ulusal kıyafetleriyle gelen Çerkesler renkli görüntüler
oluşturdu. Basın açıklamasını Çerkesce ve Türkçe okuyan Çerkes Halkları
İnisiyatifi Genel Sekreteri Meretuko Kenan Kaplan, “Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan bugüne geçen 87 yıllık sürede yaşanan inkarlar, sürgünler,
ihanetler, aşağılanmalar, dışlanmalar ve asimilasyon adeta günah galerisi
gibi” dedi.. (
www.taraf.com.tr 18 Nisan 2011)

Çerkesler dün
Kadıköy’deki Et Balık Kurumu önünde toplandı. Çerkesler, buradan kortej
eşliğinde mitingin yapılacağı Kadıköy İskele Meydanı’na yürüdü.
“Çerkesce eğitim istiyoruz”, “Her zaman her yerde anadilim
Çerkesce”, “Eğitim sistemi eritme kazanı” sloganları atan
Çerkesler, “Anadolu daha kaç dile mezar olacak”, “Anadilin
onurun, onuruna sahip çık” pankartları taşıdı.

Miting, ÇHİ sözcüsü
Kenan Kaplan’ın ortak basın açıklamasını okumasının ardından başladı.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tüm etnik grupların yok edilmeye çalışıldığını
belirten Kaplan, “12 Eylül askeri anayasasının değiştirilmesini,
mevcut vatandaşlık tanımının yürürlükten kaldırılmasını, anadili öğretiminin
önündeki yasakların kaldırılmasını, anadili öğretimi derslerinin seçmeli
ders olarak müfredata konulmasını, devletin bütün yerel dillerle birlikte
Çerkes dilleri içinde radyo TV kanalını faaliyete geçirmesini
istiyoruz” dedi.

(www.cumhuriyet.com.tr 18 Nisan 2011)
Burada daha
öncekilerden farklı olarak dile getirilen yeni olgu ve talepler de şunlardır;
10. “Mevcut vatandaşlık tanımının yürürlükten kaldırılması”; 11. “Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne geçen 87 yıllık sürenin yaşanan inkarlar,
sürgünler, ihanetler, aşağılanmalar, dışlanmalar ve asimilasyon ile adeta günah
galerisi olduğu”..
Bütün bunlara, bir üniversite öğrencisinin ifade
ettiği şu “gerçeği” de ekleyin lütfen..
“Çerkezler
geçmişteki asimilasyon politikaları nedeniyle kültürlerini kaybetme
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Türkiye demokratikleşme yolunda önemli
adımlar attı. 10 yıl önce taleplerimizi bu şekilde açıkça dile getirmemiz
mümkün değildi. Bugünse azınlıklar konusunda Türkiye tarihinin en
demokratik dönemini yaşıyoruz”. (
www.sabah.com.tr 12.04.2011)
Bahse konu “10 yıl”ın, AB yolunda “doludizgin”
koştuğumuz yıllar olduğunu hatırlayın lütfen..
Fotoğrafın bütününü siz de gördüğünüz için bu sefer
yorum yapmayacağım.. Çünkü ben kaldırımda yürürken yanımdan geçen, dolmuşta
yanımda oturan hiç kimsenin, alışveriş yaptığım hiçbir satıcının, simitçinin,
ayakkabı boyacısının, garsonun etnik kökenini merak etmedim, sorgulamadım,
küçümser tavır takınmadım. Herkesi “Türk” kabul ettim. Ancak onlar “Ben
falanım, filanım” dedikçe; “Yahu, ne yapayım, ne mutlu ki ben de Türk’üm” demek
zorunda kaldım ..
Gücümü
ve anlayışımı da halen yürürlükte olan, geçerli olan, değiştirilmemiş olan
Anayasa’mızın 66’ıncı maddesinden aldım.
“ANAYASA MADDE 66: TÜRK DEVLETİNE
VATANDAŞLIK BAĞI İLE BAĞLI OLAN HERKES TÜRKTÜR”.
Yorum yapmayacağım ama üç belgeyi, ufkunun açılması, karşılaştırma
yapması, doğruları ölçmesi için okuyucunun dikkatine getireceğim.
İlki
LOZAN ANTLAŞMASI ki arada bir etrafından dolanmaya kalkışılsa da halen
yürürlükte olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedidir.
“Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde
İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle
Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan,
Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan
Üniversitesi salonunda imzalanmış barış antlaşmasıdır.
Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay
katılmak istemiştir. Fakat Atatürk İsmet Paşa’nın katılmasını istemiştir.
(Nedeni; Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayanların vatan haini olarak kabul
edilmesidir. Buna bağlı olarak Mustafa Kemal, Lozan’a Mondros Ateşkes
Antlaşması’nı imzalayan Rauf Orbay yerine İsmet İnönü’yü göndermeyi uygun
bulmuştur.) Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra İtilaf
Devletleri 28 Ekim 1922’de TBMM Hükümeti’ni Lozan’da toplanacak olan barış
konferansına davet ettiler.
Azınlıklar: Lozan Barış Antlaşması’nda
azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu
kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Antlaşmanın
40. maddesinde şu hüküm yer almıştır: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup
Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla
aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır.”
(www.wikipedia.org)
Demek ki Türkiye’de “Müslümandan azınlık” yokmuş,
olmuyormuş..
İkincisi; Eğitim-Sen’in araştırması;
“ANKARA -ANKA- Eğitim-Sen’in Türkiye
genelinde eğitimde anadilinin kullanımına ilişkin yaptığı çalışma ortaya
çarpıcı sonuçlar çıkardı. Buna göre halkın yüzde 83.1’i kendi anadilinin Türkçe
olduğunu ifade ederken, yüzde 16.9’u ise Türkçe’nin dışında başka bir dilin ana
dilleri olduğunu vurguladı.
Anadilinin Türkçe olmadığını ifade eden
vatandaşların yüzde 11.3’ü anadilinin Kürtçe, yüzde 3.2’si Zazaca, yüzde 2.1’i
ise Arapça olduğunu ifade ederken ana dilinin Lazca, Çerkezce, Abazaca,
Arnavutça, Romence ve Gürcüce olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 1.2’de kaldı.
Anket sonucuna göre ayrıca anadilinin yüzde 95 oranla evde öğrenilmiş bulunduğu
belirlendi”.
(www.ensonhaber.com
22.02.2011)
Demek
ki neymiş; 70 milyonun %1.2’sinin ana dili; “Lazca, Çerkezce, Abazaca,
Arnavutça, Romence ve Gürcüce” imiş..
%
1.2’ye 6 ayrı etnik grup sığıyor.. Her birinin bu % 1.2’den eşit pay aldığını kabul
etsek; 70 milyonunun %1.2’si 840.000 eder, bunun da 6’da biri sayın seyirciler
140.000 dir..
Yazıyla
“YÜZKIRK BİN”..
Üçüncüsü;
“KAFKAS HALKLARI” deniliyor ya; hayli karışık bir kavram olup, nüfus ve siyaseten
incelenmesi gerekmektedir. (Aşağıdaki sınıflandırma Tahir Sünbül’ün, ”TARİHİ VE
COĞRAFİ AÇIDAN KAFKASYANIN ETNİK YAPISI” adlı makalesinden alınmıştır..  SİLAHLI KUVVETLER DERGİSİ; Ekim 1992, Sayı
334, Sayfa 101-113)
“Kafkasya milletlerinin tamamı 20’inci
YY’da üç genel başlık altında toplanmaktaydı.
a)Azerbaycan Türkleri, b)Gürcüler ve c) Ermeniler. (Firuz Kazemzadeh;
“The Struggle For Transcaucasia (1917-1921)”.Newyork 1951. s.3)
Fakat bölgenin
etnik yapısı başka bazı araştırmacılar tarafından dört ayrı grupta
incelenmektedir.  (Resulzade; “The
Caucasian Problem”.Kafkasya Dergisi. Münih, 1952. Sayı 4/9. S.4)
a) Türkçe konuşan
ve Şii mezhebine mensup olan Azerbaycan Türkleri; b) İndo Germen dil grubunun
bir kolunu konuşan ve Hristiyanlığın Gregoryen mezhebine mensup olan Ermeniler;
c) İber-Kafkas dili konuşan ve Hristiyan Grek-Ortodoks mezhebine mensup olan
Gürcüler; d) İber-Kafkas dili veya Türkçe konuşan çoğunluğu Müslüman olan kavimler,
yâni Kuzey Kafkasya milletleri.
Kafkasya’nın Türk ve Müslüman olmayan
Hristiyan unsurlarını şöyle sıralayabiliriz; Gürcüler, Ermeniler, Abhazlar.
Osetler, Asuriler ve Udinler.
Kafkasya’nın “Türk
olmayan” Müslüman unsurları ise, Osetler, Çeçenler, Kabardinler, İnguşlar,
Acaralar, bir kısım Abazalar, Çerkezler, Adigeler, Tatlar, Talışlar, Kürtler,
Avarlar, Lezgiler, Dargınlar, Laklar, Rutullar, Agular, Sakurlar ve
Tabasaranlardır.   (“Dünyada Türklük
Araştırmaları ve Türkiye”. Marmara Üniversitesi yayınları. İstanbul 1987. S.
27, 28)
Bölgenin nüfus
olarak çoğunluğunu meydana getiren Türk grupları da; Azerbaycan Türkleri,
Kafkasya Türkmenleri, Kumuk, Karaçay, Balkar Türkleri, Nogay, Kundur, Ahıska
Türkleri.. (Caferoğlu; “Kafkas Türkleri”. TDEK; Ankara, 1976, s. 1121-24)”
Baştan
beri sayın sözcülerin başlıca üç konuya takıldıklarını görüyoruz; Çerkez
tavuğu, Çerkez kızları ve Çerkez Ethem..
“Çerkez
tavuğu”nu bir kere yedim hiç sevmedim, tavuğa tavuk olduğundan beri bu kadar
eziyet çektirilmediğini düşünmüştüm.. “Çerkez kızları”nı ise tanımadım,
görmedim, bilmiyorum dolayısı ile sayın sözcülerin ne demek istediklerini
anlamıyorum.  Ama şu iki soruya cevap
isterim;
1.
”Şark-ı Karip Çerkezleri Temin-i Hukuk Cemiyeti”; Kurtuluş Savaşı sırasında, 24
Ekim 1921’de Yunan işgali altındaki İzmir’de; “Türklerin dünyada en zalim, en hain, en adi bir millet olduğunu ve
bilakis Yunanlıların en medeni, en insani, en yüce mefkûrelerle hareket
ettiğini ve Türkleri Türkiye’den kovmak isteyen zaten Türkiye’de Türk
olmadığını iddia eden”
bir Çerkez Kongresi düzenlemiş midir? Bu kongreye
kimler katılmıştır?
2.
“Çerkez Ethem” silahları ve çetesi ile birlikte Yunanlıya sığınmış mıdır?
Yunanlılarla beraber Türk birliklerine karşı çarpışmış mıdır?
Cevaplarınızdan
sonra istediğiniz “yeni” tarihi beraber yazalım..
SON
SÖZ: İmparatorluk tarafından “belli bir plan dâhilinde iskân edildi. Anadolu
içlerinde bölgesel yoğunluk oluşturmaları önlenerek yerleştirildiler” ve “Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne geçen 87 yıllık sürede yaşanan inkârlar,
sürgünler, ihanetler, aşağılanmalar, dışlanmalar ve asimilasyon adeta günah
galerisi gibi” suçlamalarına hiç cevap vermeyeceğim.
Cevap
Macaristan’dan gelecek..
Macaristan
Cumhurbaşkanı Pal Schmitt, ”Türkler
tarafından 150 yıl boyunca idare edilmemizi şans olarak tanımlıyorum. Ülkemiz
Türkler değil de başka bir millet tarafından alınsaydı, dilimizi ve dinimizi
değiştirmemizi isteyeceklerdi, biz de asimile olacaktık. 150 yıl boyunca
Macaristan Türkler için stratejik bir yer oldu”
dedi. (24 Ocak 2011
İspanya ABC Gazetesi)
Bu
satırların yazıldığı 2011 senesinin Nisanının 23’üncü günü “vaziyet ve
manzara-i umumiye” işte aynen böyledir kıymetli okuyucu..
Fotoğrafı
çekilmeye çalışılan bu “ahval ve şerait”; “demokrasiye âşık Türk evlâtlarının
-dikkatine- vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur”.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 91’inci yılı bütün Türklere kutlu olsun..23 Nisan 2011
57’NCİ ALAY
HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
[email protected]

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir