Site icon Turkish Forum

“Benim Adım Ahmet…”

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL - TA3 1905 pp1

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Üçüncü Büyükelçiler Konferansı”nda yaklaşık 180 büyükelçiye ders vermeye başlamış. Dersin adı: “Vizyoner Diplomasi: Türkiye’nin Perspektifinden Küresel ve Bölgesel Düzen…”

Başlık oldukça iddialı. Peki, içerik? Özellikle de uygulama boyutuyla, günümüz gerçekliğiyle ne kadar paralellik arz ediyor?

Basında yer alan kısmıyla ana başlıklar halinde şöyle bir bakalım ve kısa da olsa cevaplamaya çalışalım.

“Dünya yangın yeri, Türk diplomatları da itfaiye eri”

Davutoğlu’na göre Türk diplomatı herhangi bir bölgesel sorunda yada yangında derhal müdahale etmeliymiş…

İsrail’e iki yangın uçağı gönderince herhalde bu durumu da teorik bir çerçeveye oturtma ihtiyacı duydu.

Zannedersiniz bizler de anadan doğma “tulumbacıyız” ve bizim hariciyemizin bir diğer adı da “Dergâh-ı Âli Tulumbacı Ocağı”…

Adama sormazlar mı, kaç tane itfaiyecin var diye… Kaçı görev yaptığı ülkenin dillerini biliyor ve halkının arasına karışabiliyor? Geçelim onu, kaç tanesi dışarıda bizim kendi vatandaşımızın derdine derman olabiliyor, onların yangınını söndürebiliyor? Avrupa’da ırkçı muamelelere acaba Venüslüler mi maruz kalıyor?

Hadi, olduk tulumbacı… Peki, Mısır’daki yangın değil mi? Nerede bizim itfaiye? Var da biz mi göremiyoruz, yoksa orada da hortum sorunu mu var?

Bu arada itfaiye çavuşunu (büyükelçi) göreniniz var mı?

Boşuna aramayın, o şu an Sheraton’da “itfaiye müdürü”nü (bakan) dinlemekle meşguller…

Yangın demişken, Kırgızistan’da bölge halkı birbirini yakarken bizim “itfaiye müdürü” neredeydi? Oradaki yangın değil miydi? Elin adamı demez mi, git önce sen içindeki, Türk dünyasındaki yangını söndür diye…

Değil mi ama?

“Dünya şantiye, bizim diplomatlar da mimar, mühendis, şehir planlamacısı…”

Aslında Sayın Bakan çok güzel söylüyor. Ne diyor? Diyor ki: “Şehir planlayıcılar yarını planlıyorlar, düzeni belirliyorlar. Biz bekleyip, bu düzene sadece tepki veren bir ülke olamayız. Eğer yeni bir düzen kurulacaksa, bu düzenin ilk taşını koyan ülke olacağız.”

İyi de, bugüne kadar neredeyse hemen her meselede Türkiye hep tepki veren, golü yiyen ülke olmadı mı? Hangi birini sayalım? Ermenistan’la yaşanılan normalleşme sürecinden tutun da, sözde soykırım kabul eden ülkelere, WikiLeaks’a, Rumların attığı son gollere, AB’nin çifte standartlarına, Batı’nın teröre verdiği desteğe, başımıza geçirilen çuvaldan Mavi Marmara’ya kadar sadece tepki boyutunda kalmadık mı? Bu müzik notası değildir deyip, Kurtlar Vadisi Irak ile tatmin olmadık mı?

Fransa’ya, ABD’ye kızdık, büyükelçileri çektik, sonra geri gönderdik; ABD’ye gitmeyeceğiz dedik, tıpış tıpış gittik; Ermenilere kızdık, gidip Van’da Akdamar’da kiliseye haçı diktik, hep birlikte günah çıkarttık…

Kafkasları yeniden planlayalım dedik, Azerileri kaybettik; Ortadoğu’da mimar olalım dedik, İsrail ile papaz olduk; Irak’ta bir şeyler yapalım dedik, onda da “yanlış ata” oynadık…

Hangi birini sayalım?

Bu mu aktif dış politika ve şehir planlamacılığı?

Eğer buysa, eksik olsun. Koyduğumuz her bir taş, sonra başımıza düşüyor!

“Akil Ülke, Monşer Diplomatlar”…

Sayın Davutoğlu Türkiye’ye yeni bir rol daha yüklemiş: “Akil Ülke”. Bu da neymiş? “Olayları önceden gören, alternatif çözümler üreten, her an bölgesel sorunlara çözüm getiren ülke” imiş…

Gören görmeyen de bizi Mars’ta yaşıyor zannedecek! Eğer bizimkilerin elinde bir sihirli küre varsa bilemem!…

Akil olmaya gelince, önce “saygın” ve “saygılı” olabilmek gerekir. Kendi diplomatı ile sorunlu bir hariciye anlayışıyla nasıl bir ekip ruhu kurulabilir o da ayrı bir mevzuu…

Hele hele her şeyin en iyisini bilen ve itiraz noktasında “alnı karışlayan” bir kafa yapısı akil bir ülke ancak Kafdağı’nda mümkündür…

Peki, tüm bunlar için güç var mı?

Açıkçası ortalıkta böyle bir güç görünmüyor. Görünen sadece büyük iddialar, havada uçuşan hayaller…

Var olan tecrübe ve potansiyel de uygun kullanılmıyor. Fakat yine de Sayın Bakan iddialı. Kendisi de bizzat ifade ediyor: “Bu kadar iddialı bir söylem dile getirdiğimizde hemen tepki veriliyor; ’Gücünüz yeter mi?’ Evet, yeter.”Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL - TA3 1905 pp3

Yeter mi, yeter! Ne de olsa onun adı Ahmet…

 

Exit mobile version