KOSOVA, KIBRIS, DİYARBAKIR

KOSOVA, KIBRIS, DİYARBAKIR.... - referandum

KOSOVA, KIBRIS, DİYARBAKIR….

Hüseyin MÜMTAZ

                Başlık aslında çok daha uzun olabilirdi.. Meselâ “Kosova, Kıbrıs, Kerkük, Manda ve Himaye, Baydemir ve Cemil Çiçek” gibi….

                Özal’ın; “Federasyonu da konuşabiliriz” dediği Baba Bush’lu 38’inci Paralel yıllarının bir sonraki aşamasının, Oğul Bush’lu “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” olacağını 20 yıldır yazıp çiziyorduk..

                Onun için Baydemir’in, Türkiye’nin özerk bölgelere ayrılmasını -Birinin Kürdistan Özerk Bölgesi olması gerektiğini,her bölgenin parlamentosu olmasını, ayrıca Türk bayrağının yanında bir de Kürt halkının yerel renklerinden oluşan bayrağın da gökyüzünde olacağını söylemesi ve “Belediye binamızın önünde ay yıldızlı Türk bayrağımızla sarı-kırmızı-yeşil bayrağımız dalgalansa ne olur?” çıkışı beni hiç şaşırtmadı..

                Aralık 2009’daki “KCK tutuklamaları” sırasında televizyon ekranlarından 70 milyonun gözü önünde ettiği küfürlerin muhatapları, o küfürlerin hesabını sorabilmişler midir ki şimdi bir şey yapılabilsin?..

                Devletin, ihanet ettiği için astığı Şeyh Sait’in asıldığı yerde yapılan “anma kutlamaları” engellenebilmiş miydi ki yine hainliği yüzünden devlet tarafından asılmış Seyit Rıza’nın heykelinin açılması ve o bahaneyle “bayrak ve parlamento” taleplerinin dillendirilmesine mani olunsun?

                Barzani Obama’nın ofisinde “Mr. President” diye karşılanmıştır.

                Bunun üzerine aklımızı yoran “Bizim bilmediğimiz hangi ülkenin başkanıdır acaba Barzani?” yollu cahil merakımız, çok şükür Davutoğlu’nun Süleymaniye’deki otel yangını vesilesiyle Barzani’ye yolladığı mektupta geçen (sonradan düzeltilen) “Kürdistan” ifadesi ile giderilmişti.

                Dışişleri’nce “düzeltilen” metinde Davutoğlu’nun “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Sayın Mesut Barzani” dediği ifade edildi.

                Peki Baydemir Seyit Rıza’nın heykeli önünde ne demişti? (İHA’dan Haydar YAVUZAK’ın haberi)

                “Türkiye Büyük Millet Meclisi var olmaya kesinlikle devam edecektir. İstiklal Marşı Türkiye’de okunmaya devam edecektir. Türk bayrağı Türkiye’de dalgalanmaya devam edecektir. Ama bununla birlikte her bölgede bölgesel parlamento olacaktır. Bu bölgesel parlamentolardan biri de Kürdistan Bölgesel Parlamentosu olacaktır. Türk bayrağı yanında benim yerel renklerin olan Kürt bayrağı da olacaktır. Dersim’de, Sayın Başkan, ay yıldızlı Türk bayrağı yanında Kürt bayrağı yan yana dalgalanması fena mı olur? Kıyamet mi kopar? Diyarbakır, Hakkari , Van, Mardin, Dersim halkı Ankara’ya daha çok bağlanır”..

                Lâfın tamamı deliye söylenirmiş ama biz de bir parça “deli”yiz ya, tamamını merak ettik..

                “ ‘Demokratik Özerklik’ açık bir ifade ile egemenliğin yerelde paylaşılması meselesidir. Egemenliğe kimliksel olarak, kolektif olarak katılma meselesidir. Bunun da artık açıkça söylenmesi lazım. Demokratik Özerklik Projesi, Kürtlerin de iradesiyle birlik ve beraberlik projesidir. Bölünmenin, kavganın 21. yüzyılda panzehiri Demokratik Özerkliktir. Partimizin Demokratik Özerklik anlayışı Avrupa yerel yönetimler özerkliği değildir. Bunu karıştırmamak gerekir. Bizim Demokratik Özerklik anlayışımız ondan daha ileridir. En azından ben öyle anlıyorum. Demokratik Türkiye, bütün etnik kimliklerin, emekçilerin, inançların, hiçbirinin kendini dışarıda görmediği, baskılanmadığı, özgürce ifade ettiği, gelir dağılımında adaletin sağlandığı demokratik refah içinde bir Türkiye oluşturma projesidir. Böyle bir Türkiye nasıl olacak, Özerk Marmara, Özerk Doğu Akdeniz, Özerk Batı Karadeniz, Özerk Kürdistan’la olacak. Arkadaşımız çıkıp, Başkan sen yanlış anladın diyebilir ama ben böyle anladım” diyor Baydemir.

Fikret Bilâ da böylelikle Baydemir’in “Ayrı bayrağı, ayrı parlamentosu, ayrı dili olan Kürdistan Özerk Bölgesi” istediğini, ilan etmiş olduğunu söylüyor..

Obama Barzani’ye “Mr. President” diyor, Davutoğlu “düzeltilen metne göre” “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi” diyor, Baydemir de “Kürdistan Bölgesel Parlamentosu” diyor..

Meydanı iyice boş bulan “yer değiştirmiş organlı” bu adamın taşıdığı virüsleri sağa sola bulaştırmak için sarfettiği “Özerk Marmara, Özerk Doğu Akdeniz, Özerk Batı Karadeniz” kavramlarını şimdilik bir kenara bırakıyorum; cehaletime verin fakat ufak, masum bir sorum olacak..

Şu “Kürdistan Bölgesel parlamentosu” nerede hükümran olacak? Sınırları, bulunduğu yer neresi olacak?

Çok sık telaffuz edilmeye başlanılan Barzani “Kürdistanı” ile ilişkisi?

İşte tam bu noktada, son terör olayları dolayısı ile gündeme ge(tiril)en “Sınırlarımız tabii sınır değil.. Irak’la konuşup yeniden çizilmesi-taşınması-genişletilmesi gerekir” kavramı önem kazanıyor..

Tesadüf bu ya, bu soru tam da “Canım –Vahdettin onaylamadığı için- Sevr hiç bir zaman yürürlüğe girmemişti. Lozan’ın da bir kazanım olduğu tartışmalıdır” şüphe tohumlarının gündeme getirilme çabalarıyla çakışınca ister istemez işkilleniyor insan..

Dönüyoruz Özal’a.. “Federasyon”; Kuzey Irak Türkmenleriyle mi olacak, Barzani özerk bölgesi ile mi?

                Cevabı Barzani veriyor.. Cumartesi, 31 Temmuz 2010 06:45

“Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin yetkilisi Berham Salih, Kerkük’ün yönetiminin, bölgesel yönetime devredilmesi konusundaki taleplerini yineledi. Asvat El Irak haber ajansının haberine göre Salih, dün Kerkük’e yaptığı kısa ziyaret sırasında düzenlediği basın toplantısında, ‘Kerkük’ün bölgenin bölünmez bir parçası olduğunu’ söyledi. Salih, ‘Her ne kadar Arap ve Türkmen kardeşlerimiz bizim bu görüşlerimize katılmasalar da Kürtler sonunda haklarını geri kazanacak yasal ve anayasal bir çözüm bulmayı başaracaktır’ diye konuştu”.

                Barzani’nin çok yakın bir geçmişte Ankara’da hayli “üst düzey” bir protokolle ağırlanmış olduğunu ve gayetle “hüsnü kabul” gördüğünü de bu vesileyle hatırlatmış olalım.

                Peki, Irak’ın kuzeyinde “Bölgesel Kürt Yönetimi” oluyor da, “Bölgesel Türk-men Yönetimi” neden olamıyor?

                Türkmenleri oraya leylekler mi getirdi, o kadar mı sahipsizler?

                Amerika’nın baba Bush’tan bu yana Irak’ı Şiiler-Sünniler ve Kürtler diye üçe bölmesine, giderek bu elmalarla armutları toplayan standart dışı standartına bizi de alıştırmış olmasına neden ses çıkarmıyoruz?

                Öyle ya Irak bölünecekse mantıki olarak ya din-mezhep yahut ırk-etnik grup sınıflaması yapılması gerekmez mi? Yani ya Şii-Sünni şeklinde 2 ayrı Irak olmalıydı yahut Arap-Kürt ve Türk-men diye 3 Irak..

                Neden Türkmenlere “Üniter Irak’ın vatandaşlığı ile yetinin” deniliyor da sıra Kürtlere gelince “Bölgesel Özerk” falan, filan oluyor?

                Önce, “çözüm” de Misâkı Milli sınırlarının mı, yoksa “Manifest Destiny” sınırlarının mı tercih edileceğine karar vereceksiniz.

                Duyamadım, “konjonktür” mü dediniz?

                Tamam o zaman, önce onu tartışalım..

                Fakat ondan da önce konunun tam burasındayken; 40 yamalı bohça Irak’ı illaki şu veya bu şekilde bölmek istiyorsunuz da, tamamen iki ayrı dil-din-ırk’tan oluşan Kıbrıs’ı neden “birleştirmek” istiyorsunuz sorusunu soralım..

                Soralım da bu soruya sonra yeniden dönmek üzere alıp “masa üstü”ne “word dosyası” halinde yerleştirelim..

                Irak’ı bölmek, Kıbrıs’ı da birleştirme çabalarının tam orta yerinde Uluslararası Adalet Divanı, Kosova’nın 2008’deki bağımsızlık ilanının, uluslararası hukuka aykırı olmadığına karar veren  bir karar aldı. Sırbistan’dan 17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı şu ana kadar aralarında ABD, Türkiye ve çoğu AB ülkesinin bulunduğu 69 ülke tanımış, Yunanistan ve Sırbistan tanımamış, Sırbistan UAD’a dava açmıştı.  Mahkemenin bağlayıcı niteliği olmayan, görüş açıklaması niteliğindeki kararını açıklayan Mahkeme Başkanı Hisashi Owada, “uluslararası hukukun, bağımsızlık ilan edilmesine yönelik yasak içermediğini” söyledi.

                Buyurun buradan yakın..

                Kosova’nın bağımsızlık ilânı üzerine sokaklarda AB ve ABD bayraklı kutlama gösterileri yapıldığını zamanında yazmıştık..

                Demek ki Kosova “Amerikan Mandası” altında..

                “Manda”nın, Birinci Dünya Savaşı terminolojisi olduğunu, orada kaldığını zannetmeyin. Şekil değiştirmiş, çağa ayak uydurmuş, büyük bir ihtimalle “dijital” olmuştur.

Ama manda, mandadır.

Bu mahkeme kararının “dahili ve harici” çeşitli yansımaları oldu..

“Altan Biraderler Co.”nun Mehmet olanı etekleri zil çalarak “Ulus Devleti Lahey’de Vurdular” deyip, “Türkiye hızla ikinci Cumhuriyete doğru ilerliyor, Birinci Cumhuriyet dediğim, Kemalizm’dir. İkinci Cumhuriyet dediğim, demokrasidir. Oraya doğru her şeye rağmen çok önemli bir hızla gidiyoruz. Ama İkinci Cumhuriyet olmasına daha var” diye devam etti..

“Birinci Cumhuriyet”, demek Altan şürekâsının yetişmesine yol açtığı için gerçekten bir yerlerde yanlış yapmıştı.

Şimdi bu Altan, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılma kararını onaylamasını mahkemenin, “Ulus Devleti Lahey’de Vurdular” diye yorumluyor..

Yâni Kosova’nın ayrıldığı Sırbistan “Ulus Devlet”ti, öyle mi?

Sovyetler Birliği “ulus devlet”ti, onun ayrılıklarını desteklediği Abhazya ve Güney Osetya Gürcistan “ulus devlet”inden ayrılıyorlar, öyle mi?

“Harici”lerden ise Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, Rum kesimini ziyareti sırasında yaptığı konuşmada “Uluslararası Adalet Divanı’nın, Kosova’nın bağımsızlık ilan etmesinin, uluslararası hukuka aykırı olmadığını içeren kararının, Kıbrıs veya başka bir ülke için geçerli olmayacağını” söyledi. Westerwelle konuşmasında, UAD kararının, “dünyadaki diğer örneklerle ilişkisi olmadığını” kaydetti.

Yok yahu?

Neden olamıyormuş “özellikle KKTC” konusunda?

Kosova’nın ABD-AB bayraklı bağımsızlık ilanını 69 ülkenin hemen tanıması; Türk bayraklı KKTC’nin ise 27 yıldır Türkiye dışında tanınmamış olması “konjonktür icabı” dır.

Demek ki Kosova için “derhal” oluş(turul)an şartlar, KKTC için “henüz”  ve bir türlü oluş(turula)mamıştır..

Lâf aramızda 1983’den bu yana da Türkiye Cumhuriyeti’nin, dost ve müttefiklerinden “tanıyın” diye ısrarlı ve planlı bir talebi olmamıştır, “görüşmelere sekte vuruyor” görüntüsü vermemek için..

Bağımsız ve tanınmış bir devletin masaya oturması, daha inandırıcı olmaz mıydı?

Ha bu arada, KKTC…. “Türkiye’nin himayesi” altındadır.

KKTC’de de 2004 Annan Referandumu sırasında cümle sorosçular ile Karen Fogg çocukları, Kosova sokaklarında olduğu gibi, mitinglere katılan Büyükelçiler eşliğinde AB hatta Rum bayrakları ile yollara dökülmüşlerdi.

Bakın “Kurucu Cumhurbaşkanı” Denktaş ne diyor..

Ziraat Bankası’nın KKTC’deki yeni şubesinin açılışında bir konuşma yapan Denktaş “AB’nin toplum içinde at oynattığını, yeni bir referandum öncesi halkı hazırlamak için devlet makamlarının haberi olmadan derneklere, muhtarlara, okullara büyük paralar dağıttığını” belirterek yeni bir referandumda halkın ”evet” demesi için ”yemlendiğini” söylüyor.

Denktaş söylüyor, Kıbrıs’taki muhtemel bir referandum için söylüyor.

“Üçüncü Cumhurbaşkanı” Eroğlu (İkinciyi boşverin, bir araba kazasıydı) ne diyor?

Hem “Kosova kararı belki birilerini motive eder” diyor, hem de yeni bir referandumda, Annan Planı gibi bir anlaşma metni çıkması durumunda, böyle bir anlaşmayı halkının kabul etmeyeceğine de dikkat çekiyor ve “Halkın referandumda onay vermeyeceği bir anlaşmayı yapsak ne olur, yapmasak ne olur. Mühim olan, referandumdan geçip uygulamaya konmasıdır. Uygulamaya koyacağınız bir anlaşmanın da yaşayabilir olması lazım” diyor.

1 Ağustos “Toplumsal Direniş Günü” dolayısı ile yayınladığı mesajda çok önemli bir şey daha söylüyor; “Bir devletimiz vardır ve bu devleti yaşatıp yüceltmek gelecek nesillere olan borcumuzdur” diyor.

Demek ki neymiş, Westerwelle’nin “UAD kararı Kıbrıs için örnek olamaz” lafı fasarya imiş.

“Bağımsızlık verilmez, alınır” imiş.

Ama önce “konjonktür oluşturulmal”ıymış..

“Bağımsızlık verilmez, alınır”dan sonraki cümle, “Alabilirsen, al” olmalıymış..

Toplumsal gelişim sürecini hala daha tamamlayamamış olmaları nedeniyle bir türlü kabile düzeyinden millet aşamasına geçememiş olduklarından tarihte şimdiye kadar ne bu coğrafyada ne de başka hiç bir yerde “bağımsız bir devlet kuramamış” olan Kürtler şimdi ne olmuştur da birden bayrak-parlamento gevelemeye başlamışlardır?

Geliyoruz Cemil Çiçek’e…

Çiçek 20 Temmuz’da Kıbrıs’ta “AB için Kıbrıs’ı feda etmeyiz” demiş ve yüreklerimize su serpmişti.

Şimdi de Baydemir için diyor ki;

“Organları yer değiştiren bir adam da yerli yersiz konuşmuş yine”…

Bu yorum acaba aynı zamanda; başlarla ayakların yer değiştirmiş olması olgusunu da içeriyor mu?

Çok güzel..

Güzel de Baydemir sadece Çiçek’ten işittiği bu lâfla kurtulmuş, kefaretini ödemiş mi sayılacak?

4 Ağustos 2010

               

 

57’İNCİ ALAY HER YERDE                                 

 HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ

[email protected]


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir