1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATI’NIN YILDÖNÜMÜNDE

Ortak devlette görev yaptıkları işlerini, çalışma odalarını ve dolayısıyla geçim - rauf denktas1
Prof. Dr. Osman Metin Öztürk

1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın 36. yılını idrak ettiğimiz bugünlerde “Kıbrıs” o
kadar çok şeyi hatırlatıyor ve o kadar çok şeyi akla getiriyor ki…

Kıbrıs, Türk Tarihi’nin şanla ve şerefle dolu sayfalarında ifadesini bulmuş;
Türklerin yönetiminde çağ kapatıp çağ açan bir Cihan Devletinin, Akdeniz’in
bütününü kontrol etmek için 1571’de fethedip ülkesine kattığı ve yaklaşık üç
buçuk asır elinde tuttuğu vatan toprağının adıdır. Bunun içindir ki, Kıbrıs
demek, Türk Tarihi ve Türk’ün Gücü demektir. Türkler’den izin almadan Akdeniz’de

bayrak dolaştırmanın mümkün olamadığı o yıllarda, Avrupa’nın Türk Gücünün
gölgesinde rahatça Orta Doğu’ya ve Hindistan’a gidebildiği, serbestçe, güven
içerisinde ticaret yapabildiği günler… Orta Doğu ve Hindistan ile yaptıkları
ticaret üzerinden zenginleşen Avrupa…

Kıbrıs denilince, üç buçuk asır Türk hakimiyetinde kalan vatan toprağında,
Türk’ün hoşgörüsünde, Türk’ün adil yönetiminde, Türk’ün sağladığı güvenlik
şemsiyesinin altında varlıklarını koruyan, sürdüren, geliştiren ve zenginleşen;
arkasından da önce İngilizlere, sonra Türklere, en sonunda da Yunanlılara silah
çeken insanlar akla geliyor…

1959-1960 düzenlemelerinin altına imza koyup hemen arkasından bu düzenlemeleri
yok varsayan; bu düzenlemeler ile İngiliz Valiyi gönderdikten sonra Türkleri
hedef alan; 1963’te açıkça silaha başvurarak, iç hukuka ve uluslar arası hukuka
aykırı bir şekilde Kıbrıs Türklerini yönetimden uzaklaştıran, bununla yetinmeyip

Kıbrıs Türklerini etnik temizliğe tabi tutarak bir “insanlık suçu” işleyenleri
hatırlatıyorum…

Ortak devlette görev yaptıkları işlerini, çalışma odalarını ve dolayısıyla geçim

kaynaklarını; serbestçe işlettikleri, kendilerine ait, her sabah kapısındaki
kilidi açıp akşam kasadaki hasılatı sayıp kilitleyerek çıktıkları ekmek
teknelerini; ailecek oturdukları, gülüp oynadıkları, sevinip üzüldükleri,
çocuklarının doğduğu, sünnet, nişan ve düğün eğlencelerini yaptıkları evlerini
terk ederek kaçmak zorunda kalan; 1963’ten 1974’e kadar, her gün tehdit altında
ve baskına uğrayacağı endişesi ile yaşayan; korkudan resmi dairelerdeki işlerini

Okumaya devam et  PAPADOPULOS’UN ÜZÜNTÜSÜNE KATILMIYORUM

takip edemeyen; hayatlarını idame etmek için gerekli olan ihtiyaçlarını gidip
şehirden alamayan; çocuklarını resmi okullara gönderemeyen; eğitim hakları ve
kendilerini geliştirme imkanından yoksun bırakılan; sebze-meyve ihtiyaçlarını ve

ekmeklerini bahçelerinde soydaşları ile birlikte ektiği sebzeden, yetiştirdiği
meyveden ve kurduğu ev tipi fırınlardan ancak karşılayabilen; zorunluluk halinde

resmi işler için şehre (ancak gruplar halinde) gidenlerin sağ-salim eve dönüp
dönmeyecekleri endişesini taşıyan, mazlum ve mağdur insanları hatırlıyor ve
onların çektiği acıları düşünüyorum…

1963 ile 1974 arasında çok olumsuz koşullarda yaşayan, vatandaşı oldukları
devletten açıkça zulüm gören; o koşullarda vatan toprağını başkalarına
bırakmamak ve yaşamak için, bir taraftan kendi içinde örgütlenen, diğer taraftan

“anavatan” Türkiye’den yardım bekleyen; “bekledim de gelmedin”, “bir gece
ansızın gelebilirim” şarkılarına ayrı bir anlam yükleyerek dillerinden
düşürmeyen; gökyüzünün açık, parlak ve yıldızlarla dolu olduğu koyu mavi yaz
gecelerinde, Anadolu’nun Ada’dan ancak seçilebilen ışıklarına, ümit bağlayan, o
ışıktan güç alan, o ışıkta kimliğini görüp dayanma ve mücadele azmi bilenen,
gözlerinde yaşlar olduğu halde Yaradan’a sığınıp O’ndan yardım dileyen insanlar
aklıma geliyor…

Ve o insanların bu dileklerinin, 1974 yılında, Yaradan katında kabul gördüğünü
düşünüyorum…

Kıbrıs’ta 1960’da ortak bir devlet kuruluyor ama, bu devlet çok sürmüyor,
1963’de ortaklardan biri diğerini silah zoruyla yönetimden uzaklaştırıp devletin

üzerine “çöküyor”… Çökmekle kalmıyor, ortağını yok etmeye yöneliyor ve bir
“soykırım politikası”nı uygulamaya koyuyor.

Türkiye, 1959-1960 düzenlemelerinin kendisine tanıdığı “garantör ülke”
statüsünün verdiği yetkiye dayanarak, 1974 yılında, bu soykırım politikasına dur

demek, barış ve huzur getirmek için Ada’ya “çıkarma” yapıyor. Türkiye, diğer
“garantör ülkeleri” birlikte hareket etmeye davet ediyor, onlar gelmeyince,
uluslar arası hukuktan kaynaklanan sorumluluğunu ve yetkisini tek başına yerine
getiriyor.

Okumaya devam et  Beyaz Kimlik Mantığı

Türkiye’nin 1974’deki bu müdahalesinden bu yana Ada’ya huzur hakim oluyor; 1963
ile 1974 arasında yaşanan endişe ve kaos ortamı geride kalıyor. Aradan geçen 36
yıl içinde Ada’ya huzur hakim… Ortağını etnik temizliğe tabi tutanlar
cezalandırmadığı gibi, Ada’ya gelen huzur ortamı etnik temizliği yapanları
ödüllendiriyor, zenginleşiyorlar; etnik temizliğe maruz kalanların ise çilesi
devam ediyor, hukuka aykırı bir şekilde uluslar arası ambargoya maruz
kalıyorlar, kendilerini geliştirme hakkından bu kez farklı şekilde yoksun
kalıyorlar…

1963’de ortaklık fiilen bozulmuş, 1974’de de iki toplumlu ve iki kesimli yapı
ortaya çıkmıştır. O koşullarda Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilerek, aynı
çatı altında birlikte yaşamanın kapısı aralanmış ancak buna icabet edilmeyince
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Mağdur edilen, zulme uğrayan ve
etnik temizliğe tabi tutulan ortak başka ne yapsın!  Bütün bunlar, 1960
sisteminin ortadan kalkmış olduğu anlamına geliyor. Ada’daki fiili tablo ile,
1959-1960 düzenlemelerine konu devlet yapısı arasında bağ kalmamıştır. Uluslar
arası düzenlemelere konu devlet yapısı, 1963 yılından itibaren ortadan kalkmış
olmasına rağmen, bugün hala, buna sebep olanlar o devletin sahibi ve işleticisi
olarak görülüp kabul edilmekte…

1959-1960 düzenlemelerine konu olan devletin devam ettiğini ileri sürenler, ne
yazık ki diğer ortağı görmezden gelip onun adına karar alma yetkisini kendisinde

görmeye devam ediyor… Diğer ortağı yok varsayarak AB’ye giriyor…

Yetmiyor, bütün bunlara rağmen yok varsayılan ortak, önüne konulan (dayatılan)
Annan Belgesi ile federal bir açtı altında yaşamaya evet diyor, fakat diğer
ortak buna da hayır diyor…

Şanla şerefle dolu günlerden bugünlere!… Ne acıdır ki, bugün gelinen noktayı
bile Kıbrıs Türklerine çok görenler var!…

Sorun tarihimizin anlatılmamasında… Tarihimizin güç ve ilham kaynağımız olduğunu

Okumaya devam et  Yasal müdahale ve bizleri kurtarmak, işgal mi? … Prof. Dr. Ata ATUN

unutuyoruz. Türk Tarihini ve Kıbrıs Türklerinin yakın tarihimizde yaşadıklarını
yetişen nesle (gençlere) anlatmak zorundayız.

Kıbrıs Adası’nın Anadolu’nun güvenliği açısından arz ettiği güncel önem ve
taşıdığı güncel stratejik değer olmasaydı, belki Kıbrıs Adasındaki tablo bugün
çok farklı olabilirdi. Bunun içindir ki, Kıbrıs Adasının güncel jeopolitiğinin,
Türk Tarihinin anlatılmamasından ileri gelen büyük eksikliği gidermiş olduğu
düşünülmektedir.

Bu vesileyle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin önünü açan 1974 Kıbrıs Barış
Harekatı’na katılarak bu harekatta şehit düşen, gazi olan ve ter döken Türk
Silahlı Kuvvetleri ve Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı mensuplarını, isimsiz
istihbaratçı kahramanları rahmet ve şükranla anıyorum.

Kıbrıs Davasının unutulmayacak ismi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum.

En büyük dileğim, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin egemen ve bağımsız bir
devlet olarak sonsuza kadar yaşamasıdır.

18 Temmuz 2010 Pazar 19:45, Ankara ([email protected])

__._,_.___

Attachment(s) from =?utf-8?B?T3NtYW4gTWV0aW4gw79mZmZmZmZmZmZmZDZaVMO/ZmZmZmZmZmZmZmRjUks=?=

1 of 1 File(s)

1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATI’NIN YILDÖNÜMÜNDE.doc

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir