Temmuz, Çuval Olayı

Önce, Japonya'da geçen bir olayı hatırlayalım: - gunbatimi asker ucakgemisi
4
Tarih sayfaları arasında, asla unutulmaması gereken bir 4 Temmuz 2003 olayı var. Yani, Türk askerinin başına çuval geçirilmesi  olayı…

Önce, Japonya’da geçen bir olayı hatırlayalım:

Japonya’nın başkenti Tokyo’nun güneyindeki Yokosuka’da, 19 Mart 2008 günü, bir taksi şoförünü bıçaklayarak öldüren donanma üssünde görevli ABD askeri Olatunbosun Ugbogu, Japonya’yı ayağa kaldırdı.

Daha önce ülkedeki ABD askerlerinin işlediği suçlar nedeniyle sıkıntı çeken Japonya, ABD’den açıklama istedi.

Basın da olayın üzerine gidince, ABD ordusu, Ugbogu’yu Japonlar’a teslim etti, sonra da ABD’li komutanlar Japonlar’ın önüne geçip törenle başlarını önlerine eğerek özür mektubu verdiler.


ABD Büyükelçisi Thomas Schieffer ve Japonya’daki ABD Donanması Komutanı Amiral James Kelley, Belediye Başkanı’nın makamına giderek tüm basının önünde başlarını öne eğip özür dilediler.

Gelelim 4 Temmuz’a ve bize…

Unutmadığınıza eminim, ABD askerleri, 4 Temmuz 2003 günü, Irak’ta, 11 Türk askerinin başına çuval geçirdi.

Irak- Süleymaniye’ de  meydana gelen bu olaydan ders çıkarmamız gerekir.

Bu olay, kişisel ilişkilerin kişisel kalacağının, hiçbir ülkenin dost olamayacağının; uluslar arası ilişkilerde kişisel yaklaşımların değil, ulusal çıkarların ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.

Bu olay, aynı zamanda,  oynanan oyunu çözümleyemeyip politika oluşturamayanların nasıl acz içine düşeceklerinin göstergesidir.

ABD kuvvetlerinin kullandıkları şiddet ve Türk askerinin onurunu inciten eylemleri hiçbir şekilde mazur görülemez..

Savaş halinde bile, düşman askerlerine bu şekilde davranılmasını uluslar arası antlaşmalar yasaklamıştır.

ABD, bugün, Türk askerinin bölgedeki gücünden  ve etkisinden rahatsızdır- o zaman da rahatsızdı.

Bunun nedeni de, Türk Ordusu’nun son yıllarda gerçekleştirdiği yapısal değişikliktir.

Türk Ordusu’nun etkin bir güç haline gelmesi, ABD’yi rahatsız etmektedir.

Bu durum, ABD Kara Kuvvetleri’nin resmi yayın organı olan “ Parameters” dergisinde, 2000 yılında yayınlanan “ Yükselen Hegemon : Türk Stratejisi ile Askeri Modernizasyon Arasındaki Uçurum” adlı makalede açıkça görülmektedir.

1990’lı yıllarda Türkiye’nin terörle mücadele sırasında ekstra kabiliyetler kazanması da Amerika açısından rahatsız edicidir.

Kuzey Irak’ta, askerlerimiz hem ABD, hem de  onların güdümündeki peşmergeler tarafından rahatsız ediliyor, Türk askerine “ Buradan gidin “ mesajı verilmeye çalışılıyordu.

Tacizler boşuna değildi. Kaldıkları yerler, ABD’nin isteğiyle sık sık değiştiriliyordu.

Amaç, askerlerimizin bu yapılanlara karşı çıkıp, bir olaya sebebiyet vermelerini sağlamaktı.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün dediği gibi, “ Eğer orada basiretli davranmasaydık ve bir çatışma çıksaydı, bugün bütün kabahat bizim üzerimizde kalacaktı. ‘Bir şeyler yapıyorlardı, yakaladık’ diyeceklerdi.”

ABD askerinin hareketi bilinçlidir. Albay Mayvill’nin bu eylemi, genel karargâhın bilgisi dışında yaptığını düşünmek  cahillikten başka bir şey değildir.

Nitekim, ABD’li askerler baskın yaparken, Talabani’nin oğlu elinde kamera baskını filme çekiyordu.

ABD, bu eylemle, (Meclis’ten geçmeyen 1 Mart tezkeresinin intikamını almanın yanında) TSK’nin içte ve dıştaki imajını zedelemeyi amaçlamış, askerin konumunu tartışmak için zemin yaratmıştır.

ABD, Süleymaniye’de, Türk askerinin bölgedeki etkinliğini ve gücünü küçük düşürmek, ‘ Türk askeri de kim oluyor’ dedirtmek için, bizim askerimizi göz altına almıştır.

Türk askerine kelepçe takmakla, Türk askerinden ödü kopan peşmergelere, bakın biz neler yapabiliyoruz, mesajı verilmiştir.

Ve bunu, sözüm ona bizimle dost olduğunu söyleyen, ancak hiçbir zaman Türkiye’nin stratejik dostu olamayacak olan ABD yapmaktadır.

Burada esas acı olan, hükûmetin tutumudur.

Ne tesadüftür ki, bu olay  ABD’nin kuruluş yıldönümü olan 4 Temmuz Cuma günü meydana geldi. Olay, 5 Temmuz Cumartesi günü, Hürriyet gazetesinde yayınlanınca anlaşıldı.

O gün, bütün haberleri izledim.  Televizyonlarımızın maşallahı vardı.  Vur patlasın, çal oynasın programlarını büyük bir yayımcılık sorumluluğuyla sürdürdüler (!). Arada bir konuşan yetkililer de, hafta sonu tatili nedeniyle, ABD’de herhangi bir yetkiliyle irtibata geçemediklerini söylediler.

Böyle bir şey olabilir mi ?

En sonunda, Başbakan Sayın Erdoğan’ın, 6 Temmuz Pazar günü, öğleden sonra, ABD’deki yetkililerle konuşacağı ve olaya bir çözüm getireceği söylendi.

Şimdi sıkı durun : 6 Temmuz 2003 Pazar günü, saat 17 00’de, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin , yanılmıyorsam, Kayseri Kongresi vardı. Başbakan Sayın Erdoğan, orada bir konuşma yapacaktı.

Hemen hemen bütün televizyon kanalları, konuşmaya canlı bağlandılar.

Ne var ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türk askerinin rehin alınması olayı ile ilgilenmek yerine, “ Bize Ak Parti demeye dilleri varmıyor, AKP diyorlar. Halbuki bizim partimizin adı Ak Parti…” diye şikâyette bulundu. Televizyon kanalları, birer birer canlı yayından çıktılar.

Ben, o günden beri, “AK Parti”  demiyorum.

Sonra ne mi oldu?

Toplum içinde, birkaç kişi sesini yükseltti, karşı çıkmak istedi ama, toplumun büyük kesimi duyarsız davrandığı için, sesi boşlukta kaldı. ( Türk toplumu, Türkiye’yi hiçbir şekilde ilgilendirmeyen, Hamas olaylarına gösterilen tepki kadar bile tepki göstermedi.)

Zaten yakın geçmişte de böyle olmuştu.

2 Ekim 1992’de planlamasında ‘gerçek atış’ bulunmayan Display Determination Tatbikatı’nda tam gece yarısı ABD Uçak Gemisi Saratoga’nın attığı 2 Sea Sparrow füzesi Muavenet firkateynimize isabet etti.

Birer saniye arayla atılan 2 füzenin biri komutanın olduğu kaptan köşkünü, diğeri de savaş harekat merkezini vurdu;5 şehit, 22 gazi verdik.

Olaydan sonra şehit ve gazi yakınları ABD’ye tazminat davası açtı. Ancak dava sonucunda olayın “İki deniz kuvvetleri arasında mı yoksa iki hükümet arasında mı olduğunun” belli olmaması nedeniyle ’Political Question’ yani politik mesele olarak ele alınması kararlaştırıldı ve herhangi bir tazminat  ödenmedi.

Zaten özür de dilenmedi.

Yenisini vereceklerini söylediler, vermediler. Herhalde bu konuyu hatırlayan yok ki, üzerine bir bardak soğuk su içtik.

Yeşilova kaymakamımızı bir ABD’li subay  tokatladı, sesimiz çıkmadı. Bu ABD’li subaya bir ceza verildiğini duydunuz mu ?

Rahmetli Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağını inişe zorladılar, gıkımız çıkmadı.

İnişine izin vermediğimiz bir ABD helikopterini şakır şakır Bolu’ya indirdiler, tıss…Hiç tepki yok.

4 Temmuz 2003 günü meydana gelen bu müessif çuval geçirme olayından sonra, konuyu araştırmak üzere  bir Türkiye- ABD ortak araştırma grubu kuruldu.


Bu grup, 15 Temmuz 2003 günü, ortak raporu yayınladı. Bu rapordan kısaca bahsedelim:


Raporda bazı cümleler doğrudan söyledikleri ile değil, ima ettikleri ile bazı mesajlar veriyordu. Anlayan anlasın der gibi…


“…Grup, olayı tüm yönleri ile değerlendirerek, uzun geçmişe sahip ikili ilişkilerin temelini oluşturan güven ve itimat ortamının yeniden tesisi amacıyla işbirliğinin geliştirilmesine yönelik görüş alışverişinde bulunmuştur.”


İki taraf da, açıkça karşılıklı güven ve itimat ortamının ortadan kalktığını kabul ediyor;  Ancak, güven ortamının tekrar tesisine  vurgu yapılıyordu. İpler kopmadı ama, kopma noktasına geldi deniyordu.


“…Her iki taraf, müttefikler arasında vuku bulan bu olay ve Türk askerinin gözaltında maruz kaldıkları muameleyi üzüntü ile karşılamıştır.”


ABD, özür dilemiyor ama üzüldüm diyordu.


Biz de bununla yetindik..


Türk tarafını gerçek anlamda tatmin edecek bir açıklamanın, Amerikan yönetiminin resmen özür dilediğine ilişkin bir ifadeyi içermesi gerekirdi. Ancak, çıkan metin “ özür” ün bir derece altında kalacak şekilde ABD’nin hatalı davrandığını açıkça kabul ettiği bir formülâsyonu yansıtıyordu; Amerikan tarafı, kendi askerlerinin icra ettikleri baskını ve ayrıca Türk askerlerine yaptıkları muameleyi (LÜTFEN) “ üzüntü “ ile karşılamıştı.

Rapor yayınlandıktan sonra, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, şöyle bir açıklama yaptı:


“ Türk – Amerikan ilişkilerine , Türk – Amerikan  silâhlı kuvvetlerinin ilişkilerine büyük önem veriyoruz. Her ikisinin de iki ülkenin menfaatlerine büyük katkısı olduğuna inanıyoruz. Ama bu ilişkilerin önemi kadar önemli olan bir şey daha vardır. O da milli onurumuz ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin onurudur. …Süleymaniye olayı bizi çok incitmiştir. Bu şekilde hareket edilmesi incinmemizi artırmıştır. Çok basiretli davranılmıştır. Böylece biz durum üstünlüğü kazanmış olduk. Tekrarı olmamalı…Tekerrüründe artık iş bu defa olduğu gibi olmaz.”

Neymiş efendim, İNCİNMİŞİZ (!)

ABD’li askerlerin, dolayısıyla ABD’nin 4 Temmuz 2003 günü sergilemiş olduğu davranış, ne dostluğa sığar, ne de müttefikliğe…

Bakın, aşağıdaki açıklamalar da Haziran 2006 tarihli…

Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy diyor ki:

“…Kuzey Irak’taki 3 000 PKK militanı Türkiye içinde eylem düzenlemek için sınıra doğru ilerliyor. Kuzey Irak’taki önde gelen ve ABD’nin müttefiki olan iki Kürt grubu (IKYB ve IKDP) Washington’un terör listesinde yer alan  PKK’ya silâh, güvenli geçiş ve lojistik destek sağlıyor.”

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’un sözleri de tam bir itiraf:

“ Türkiye’nin PKK ile mücadelesine yardımcı olmak için, ABD’nin yapabileceği her şeyi yaptığı konusunda tatmin olmuş değilim.”

Daha önce yazmıştım. Çuval geçirme olayının genel karargahın bilgisi dışında olduğunu düşünmek, cahillikten başka bir şey değildir.

Şimdi gelelim çuval olayından 6 sene sonra Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınlanan bir habere:

“ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral David PETRAEUS, 01 Temmuz 2009 saat 11:00’de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker BAŞBUĞ’a ziyarette bulunmuştur.  Ziyarette; iki ülke silahlı kuvvetlerini ilgilendiren askeri konular ile bölgesel güvenlik konuları ele alınmıştır.” (www.tsk.tr)

Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde, Orgeneral Başbuğ’un plâket verdiği görülen Orgeneral Petraeus kim biliyor musunuz?

Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirildiği dönemde ABD’nin Kuzey Irak’tan sorumlu komutanı !..

Haber bu…Oturup düşünmek lâzım !..

Şimdi günümüze biraz daha yaklaşalım.

4 Temmuz 2003 günü, Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçiren Amerikalı  General Raymond Odierno, 3 Şubat 2010 günü resmi görüşmeler için Ankara’ya geldi. Görüşmelerine İçişleri Bakanı Beşir Atalay’la  başladı. Görüşmede Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Aslan Güner, Genelkurmay Harekat Başkanı Tümgeneral Erdal Öztürk, Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal ve MİT Müsteşarı Emre Taner’in de hazır bulunduğu öğrenildi.

Toplantının ana gündem maddelerinin PKK terör örgütünün Kuzey Irak’taki faaliyetlerine son verilmesi ile BM kontrolündeki Mahmur mülteci kampından dönmek isteyenlerin durumunun oluşturduğu belirtildi.

ABD Büyükelçiliği, Ankara’ya gelen Odierno onuruna, 3 Şubat 2010 akşamı bir yemek verdi. Yemeğe İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Dışişleri ve Genelkurmay Başkanlığı temsilcileri, MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural ile CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen  de katıldılar.

“İncirlik’ten kalkan uçak ve helikopterlerin PKK’ya malzeme attığını gözlerimle gördüm. TSK’da henüz  teçhizat ve malzeme kadrosunda yokken PKK’lıların elinde Amerikan silâhı M-16 piyade silâhları vardı. ‘Kürdistan için Kuzey Irak’tayız. Burada Kürdistan kurulacak’ diyen Amerikalı irtibat subayları gördüm onlarla konuştum” diyen PKK ile çarpışmış subay ve generallerimizin varlığını asla unutmayalım.

SONUÇ: ABD, Japonya’dan özür diledi!.. Bizden özür dilemedi!.. NEDEN ?

SON SÖZ: Ben, bu hareketi unutmadım. Asla unutmayacağım. 4 Temmuz’da, ABD’nin bağımsızlık gününde, ABD’nin Türk askerine yaptığı bu çirkin davranışı da, bu davranışa gerekli tepkiyi vermeyenleri de şiddetle kınıyorum.

Ahmet Akyol,
4 Temmuz 2010


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir