“TÜRK-RUS DOSTLUK VE İŞBİRLİĞİNİN LÜZUMU, ÖNEMİ VE ÖNŞARTLARI”(*)

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk - turizm
, ,

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk

I. Geçtiğimiz günlerde ev değiştirirken ve bu bağlamda kütüphanemi taşırken, dünyasını değiştirdiği için aramızda olmayan Muzaffer Özdağ’ın, yukarıdaki başlığı taşıyan, ayrı basım bir tebliğini fark ettim. Tebliğin başlığı özellikle dikkatimi çekti. Sovyetlerin dağılmasının üzerinden henüz üç yıl geçmemiş iken 19-23 Ekim 1994 tarihleri arasında gerçekleşen II. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultay’ında, mütevafa Muzaffer Özdağ tarafından, yukarıdaki başlıkla sunulan tebliğde işlenen tema çok önemliydi. Aradan geçen 16 yılda, konunun arz ettiği önem daha belirgin hale gelmişti.

Tebliğ, jeopolitik ağırlıklı çalışmanın isabetli öngörülere ulaşılmasına hizmet ettiğinin çok somut bir örneği olarak görülebilir.

Ayrı basım tebliğde, tebliğin dışında, adeta bir önsöz gibi kaleme alınmış yarım sayfalık bir bölüm var. Bu bölümde yer verilen aşağıdaki görüşleri, Türk Milleti için, bugüne ve geleceğe yönelik olarak, güç ve ilham kaynağı niteliğindedir.

“Türk Dilinin, Kültürünün ve Türk Devletlerinin tarihi, uygarlık tarihi ile başlar. Üç kıtanın, Eski Dünya coğrafyasının büyük bölümü, geniş zaman dilimlerinde, Türk Boylarının, Cihangir Türk Devletlerinin adil yönetim ve denetimlerinde bulunmuştur.

Avrasya kıta blokunun uzun eksenini oluşturan ve insanlık tarihine de eksen olan ova-step kuşağında, Dünya adasının kalbi olarak tanımlanan geniş merkezi bölge ise; Türk toplumları, Türk Dil ve Kültürü için anavatan-özyurt olma özelliğini daima korumuştur.

Alp-Er Tunga ve Oğuz Ata, bütün Türk kavimlerinin destanlaşan tarihi önderleridir. Orhun Yazıtları ve Divan-ü Lugat-İt Türk (Türk Dil Lugati) ise, bütün Türk toplumlarının ortak kültür hazinesidir.”

Bu görüşler; Türk Milleti’nin büyüklüğüne işaret eden, Türk Devletlerine ve bu Devletleri yönetenlere yol gösteren, tarihin süzgecinden geçerek gelip yüreklere yerleşmiş görüşlerdir.

Toplam 14 sayfalık ayrıbasım sunum metnin, bugün itibarıyla da anlamlı olan ve önem arz eden bazı bölümleri şu şekildedir:

–          Ebülgazi Bahadır Han’ın 1660 yılında kaleme aldığı, Türklerin soy kütüğü olarak kabul edilen “Secere-i Terakime” adlı eserde, milli hafızaya kayıtlı Oğuznamelere dayanılarak, Kırım çevresi de dahil, Karadeniz’in kuzeyindeki geniş coğrafyanın “Deşti Kıpçak” adıyla, dört bin yıllık Türk Yurdu olduğu ifade edilmektedir.

–          Rusya’nın politikası, bu bölgede meskûn beş milyon Türk’ü; çeşitli baskı yöntemleri kullanarak, dil ve din değiştirmeye zorlayarak, zorla göçe tabi tutarak tüketmeyi, bu suretle boşalan alanlara Rusluğu kitle halinde iskan etmeyi hedef almıştır.

–          Rus Milleti’nin oluşumuna katılan boylar da dahil olmak üzere Slav kökenli kavimlerin tamamına yakın bölümü; milat öncesi yüzyıllardan 19. yüzyılın bitimine kadar, değişik tarihi devrelerde, uzun veya kısa sürelerle, Türk kavimlerinin ve Türk Devletlerinin yönetiminde yaşamıştır.

–          Ruslar dahil Slav toplumlarının büyük bölümü, millet ve devlet oluş stajlarını Türk Devletlerinin yönetiminde bulundukları, Türklükle barış ve savaş ilişkilerini sürdürdükleri dönemde ikmal etmişlerdir.

–          Geniş bir alanda uzun süre hayat beraberliği, Türk ve Slav kavimlerinin karmalanmasına, akrabalığına ve yeni milletlerin doğmasına da yol açmıştır.

–          Çarlık Rusya’sının ve Sovyetler Birliği’nin kıtasal genişlikteki devlet egemenlik sahasının en büyük bölümü, Türk tarih ve kültür coğrafyasının hayat alanıdır.

–          Rus Milleti’nin gücü ve yetenekleri ile Rus Devleti’nin önemi ve imkanları küçümsenmemelidir. Büyük nüfusa sahip, yüksek eğitimli, savaşta ve barışta sabırlı, öz yurdu dahi yarım Avrupa genişliğinde olan bir milletin, bir devletin imkânlarının küçümsenmesi, gerçekçi bir tutum olamaz.

–          Türk hayat ve felsefesinde, Türk milliyetçiliğinde temel öge, sevgidir, insan sevgisidir. Öz toplumuna sevgi bağı, mensubiyet duygusu, hiçbir zaman gayrısına, yabancıya düşmanlık anlamını ve eğilimini içermez.

–          Tarihte imparatorluk kurma ve yönetme deneyimi geçirmiş milletlerin hiçbirisi, tabi kıldığı milletlere ve halklara, Türklük ölçüsünde yüksek ve evrensel bir adalet anlayışı ve insanlık duygusu ile koruyucu ve yönetici olmamıştır.

–          Türk tarihinin hiçbir safhasında, istila ettikleri ülkelerde, iklimlerde ve kıtalarda, kendilerine yaşama alanı seçtikleri çevrede, yenik yerli halkları çalı söker, çayır biçer, bitki örtüsünü değiştirir, haşaratı kırar gibi topyekûn yok etme veya insan kimliğinden soyutlayarak köleleştirme, yük hayvanı gibi kullanma cinneti, cinayeti yaşanmamıştır.

–          Sovyetler Birliği, zorbalığa, sömürüye ve eşitsizliğe dayalı bir siyasal yapı için mukadder akıbeti yaşamış ve dağılmıştır.

–          Yaşanan durum, ortaklaşa kazanılan tecrübeler, tarih ve coğrafyanın mantığı, jeopolitik ve jeostratejik dengeler, insanlığın geleceğini ve medeniyeti yok olma tehdidi ile karşı karşıya getiren gelişmeler; Türk ve Rus milletlerinin gerçekçi ve soğukkanlı davranmalarını, ideolojik ve duygusal şartlanmalara kapılmayarak birbirlerinin varlıklarına, bağımsızlıklarına, kültürlerine, onurlarına, meşru hak ve menfaatlerine saygılı bir işbirliği anlayışı geliştirmelerini ve dostluk kurmalarını elzem kılmaktadır.

–          Rusluk, Uralların doğusundaki varlığını, Türklüğün güvenini, itimada dayalı ortaklığını ve Türkiye ile ittifakı sağlamadıkça koruyamayacaktır.

–          Rus hegemonyasına dayalı bir siyasi düzenleme, Japon yayılmasını ve Çin taşmasını durdurmaya yeterli bir güce hiçbir zaman erişemez.

–          Avrasya ekseninde denge sağlayabilecek bir güç oluşturulmazsa, Pasifik alanında oluşan kuvvet merkezlerinin yeni bir kavimler göçüne yol açması engellenemeyecektir.

–          Rusluk, merkezi Avrupa yönünden gelecek tehlikeyi de küçümsememelidir.

–          Almanya henüz militarist bir yapıya geçmemekle beraber, halen Fransa ve İngiltere’nin toplamına eşit bir üretim gücüne ve Avrupa Topluluğu’nu güdümleme imkânına erişmiş bulunduğu unutulmamalıdır.

–          Birleşik Almanya’nın Yugoslavya’yı parçalamakta, Slovenya ve Hırvatistan’ı etki alanına almakta, Balkan ve Orta Doğu meselelerine karışmada gösterdiği istical ve kabalık, yeni bir (Reich) emel ve hevesinin emareleri olarak değerlendirilmektedir.

–          Türk-Rus dostluğu, sadece tarih ve coğrafyanın yakından tanışmaya, geniş zaman diliminde sürekli yoğun ilişkilerde bulunmaya, yan yana ve iç içe yaşamaya mecbur kıldığı, tarihin akışını ve dünya düzenini derinden etkilemiş büyük devlet geleneğine sahip iki milletin ilişkilerinde huzur ve güven sağlamakla kalmayacaktır. Avrasya Kıtası ve Dünya barışı için de güçlü bir temel ve güvence oluşturacaktır.

–          Rusluk, Türk tehlikesi vehim ve kompleksinden sıyrılmalı, yaşanan durumun zaruri kıldığı Türk dostluğunun önemini kavramalıdır.

II. Yukarıda farklı karakterde ve koyu olarak verilen görüşler, bundan yaklaşık 16 yıl öncesinin koşulları ışığında ifadesini bulmuş görüşlerdir. Geçen 16 yıl içinde çok hızlı bir değişim süreci yaşanmıştır. Bilim ve teknikteki gelişmenin, özellikle bilişim ve iletişim teknolojisindeki hızlı ilerlemenin tetiklediği ve beslediği, etkileri tam olarak kontrol edilemeyen 21. yüzyıldaki hızlı gelişmeler küresel, bölgesel ve ülkesel ölçekte çok ciddi bir değişimi başlatmasına rağmen, 16 yıl önce ifade edilen görüşlerdeki isabet derecesi dikkat çekicidir. Birleşik Almanya ile ilgili olarak belirtilen görüşlerin geçen süre içerisinde çok daha belirgin hale gelmiş olduğu söylenebilir. Yakın zamanda Alman Anayasasında yapılan değişiklik ile Almanya, konsept ve yapı olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki askeri yapılanmasını süratle geride bıraktığı bir sürecin içine
girmiştir. Askeri imkan ve yeteneklerini istediği gibi kullanmasına imkan veren bu süreç sayesinde, Almanya’nın yeniden yayılmacı bir siyaset izleyebilmesinin ve askeri gücünü dış politikasında istediği gibi kullanabilmesinin önü açılmıştır. Bu bağlamda Almanya’nın nüfuz alanını Avrupa’nın doğusuna doğru genişleteceği düşünülür ise, sürecin Rusya’yı rahatsız edici bir mecrada işlediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Tebliğde Japonya için ifade edilenlerin, geçen 16 yıl içerisinde cereyan eden gelişmelerin etkisinde, bugün fazla anlamlı olmadığı söylenebilir. Japonya ile ABD arasındaki ilişkiler, giderek zayıflamaktadır. Bunda, ABD’nin içten içe bir güç erimesini yaşaması kadar, ülke içinde ABD’ye yönelik muhalefetin çok güçlenmiş olmasının da payı vardır. Japonya’nın askeri yapılanması “öz savunması” ile sınırlı olmaktan çıkmış; Almanya’da olduğu gibi, askeri yapılanma üzerindeki kısıtlayıcı anayasal hükümler kaldırılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ile kurduğu yakın ilişki üzerinden savunma ve güvenlik ihtiyacını karşılayan, enerji güvenliğini sağlayan ve bu nedenle savunmaya ciddi kaynak ayırma ihtiyacı duymayan Japonya, ABD’nin etkin desteğinden yoksun kalmanın yol açtığı boşluğu kendisi karşılamak durumunda kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bu
da kaynak demektir ve Japon ekonomisi, bu değişimin de etkisinde sıkıntıya girmiştir. ABD karşıtı söylemler ve milliyetçi eğilimler Japon iç politikasında ciddi güç kazanmış gözükse de, ekonomik durum Japonya’nın elini-kolunu giderek bağlayacak gibidir. Bu itibarla, mevcut koşullara bakarak, kısa dönemde, Rusya’yı rahatsız edecek bir Japon yayılmacılığından söz etmek güç gözükmektedir.

Çin taşmasının, bugün ve görünür gelecek itibarıyla, Rusya’yı en çok ve en ciddi şekilde rahatsız edecek konu olduğu değerlendirilmektedir.

Bunun da iki temel nedeninden söz edilebilir. Birincisi, hızı zaman içinde değişmekle birlikte, Çin’in son 20 yıldır yükselen güç olduğu ve bu çizginin görünür gelecekte de sürmesinin beklenmesidir. İlerlemenin ve yükselmenin belli bir noktaya ulaşmasından sonra, Çin’in askeri gücünü kullanarak oldu-bittiler yaratması ve bunun da, kendisinin çok yoğun nüfusu nedeniyle, Rusya’nın uzak doğusunda ifadesini bulması beklenmelidir. Bu, Rusya için, herkesin görebileceği potansiyel bir risk ve tehdittir. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün, bu riski ve tehdidi ortadan kaldırmadığı ancak, izleme ve sınırlı denetim altında tutma imkânı verdiği söylenebilir. İkincisi ise, küresel ısınmanın etkisinde, Sibirya’nın, küresel ölçekte yeni ilgi alanı olmasının kuvvetle muhtemel gözükmesidir. Sibirya, sıkışan kürsel ekonomi için yeni bir ferahlama sağlayabilecek bir coğrafya olarak
görüldüğü oranda, Moskova’nın bu topraklar üzerindeki egemenliği için tehlike çanları çalmaya başlayacaktır. Alaska nedeniyle aynı durumun, inişte gözüken ABD için de söz konusu olması, Rusya ile ABD’yi birbirine yaklaştırıcı bir etkiye yol açabileceği düşünülse de, ABD desteğinin Çin taşmasını önlemede Rusya’nın fazla işine yaramayacağı değerlendirilmektedir.

Geçen 16 yıl içinde, Avrupa Topluluğu yerini Avrupa Birliği (AB)’ne bırakmış ve AB yeni üyelerle genişlemiş olsa da, Birliğin üyelerce siyasal anlamda tam olarak özümsenmemiş olması ve üye ülkelerde yaşanan ekonomik krizler, merkezi Avrupa’dan gelebilecek tehditler ve riskler konusunda, şimdilik Rusya’yı rahatlatmaktadır. Almanya bir kenara bırakılırsa, görünür gelecek itibarıyla Rusya için Avrupa’dan ciddi bir tehdit algılamasından söz edilemez. Ancak kriz içerisindeki AB üyesi ülkelerin kullandıkları Rus doğal gazının ve petrolünün ücretini ödeyememe ihtimalinin Moskova için ne ifade edebileceği önemli olabilir. Rus ekonomisinin, güvenliğinin ve dış politikasının enerji ağırlıklı bir görünüm içinde olduğu hatırlanmalıdır. Görülebildiği kadarıyla ve şimdilik, Rusya için Merkezi Avrupa’dan kaynaklanabilecek en önemli risk, Avrupa’nın tükettiği petrolün ve doğal
gazın parasını Rusya’ya ödeyemeyecek olması gözükmektedir.

III. ABD, uluslar arası politikayı kontrol etmede ve yönlendirmede, eskisi kadar başarılı değildir, etkin olamamaktadır. Bir iniş sürecini yaşadığı görülmektedir. Bu süreç, yaşamlarını ve geleceklerini ABD’ye bağlamış ülkeleri de etkileyecek, onlar da kendi ölçeklerinde ve koşullarında ABD benzeri bir iniş sürecine gireceklerdir. Gözlemlenen bu tablo nedeniyle, önümüzdeki dönemde ABD ile ilgili politik, ekonomik ve güvenlik beklentilerinin düzeyinin çok yüksek tutulmasının doğru olmayacağı değerlendirilmektedir.

ABD’nin güncel Ulusal Güvenlik Konsepti de bunu söylemektedir. ABD’nin ekonomiye öncelik verip, dost ve müttefikleri için masraf ve sorumluluk paylaşımını öngörmesi, buna işaret etmektedir.

Kendisi uluslar arası politikadaki konumunu korumada ve sürdürmede zorlanan ABD’nin, başkalarına, onların istediği ve beklediği ölçüde yardımda bulunacağının düşünülmesi gerçekçi olmayacaktır. Bunun bilinen tek yolu, ABD’nin kaşıkla verdiğini kepçeyle alabileceğini gördüğü konular/alanlar, coğrafyalar ve ülkeler olacaktır. İçinde bulunduğu güncel koşullar nedeniyle, ABD, ancak kendisini yaşadığı sıkıntıdan kurtarabilecek dış yatırımlara yönelebilecek durumdadır. Bu yatırımların da, salt ekonomik yatırımlar olmayacağı; ekonomik veçhelerinin yanı sıra politik ve güvenlik veçheleri de bulunan yatırımlar olacağı ve ABD’nin bu yatırımları en ince ayrıntısına kadar düzenleyip baştan sona kendi kontrolü altında tutmak isteyeceği değerlendirilmektedir. Kıt/sınırlı kaynak temelindeki siyasetin ABD için bize söylediği budur.

Yukarıda belirtilen mülahazalar nedeniyle, ABD’nin Rusya için bir tehdit olmaktan çıktığını ve Rusya’nın doğal müttefiki/ortağı olma yoluna girdiğini söylemek mümkündür. Uluslar arası politikanın mevcut koşulları, Rusya’nın da, ABD’nin de birbirlerine ihtiyacı olduğuna işaret etmektedir. Böyle bir tabloda, tarafların, İki Kutuplu dönemin “soğuk savaş”ındaki davranış kalıplarını, sloganlarını ve söylemlerini geride bırakarak yakınlaşma süreci içine girmeleri kuvvetle muhtemel görülmektedir.

Çin’in, ne Rusya’ya ne de ABD’ye ihtiyacı vardır. Bu itibarla ve uluslar arası ilişkilerin karşılıklı ve dengeli çıkarlar temeli üzerinde işlediği gerçeği nedeniyle, Rusya’nın ve ABD’nin, birlikte veya müstakilen Çin ile yakınlaşmasının bu iki ülkeye bir yararı olmayacaktır. Böyle bir yaklaşım, sadece Çin’e hizmet edecek; Çin, kendisi karşısında güçlerini birleştirerek kendisini sıkıntıya sokabilecek bu iki aktörü kontrol etme ve bunlardan kurtulmada inisiyatifi eline alma imkânını elde etmiş olacaktır. ABD ve Rusya’dan birinin Çin ile yakınlaşma içine girmesi ise, Çin’e, rakiplerinin güç birleştirmesini önleme ve karşı cepheyi ikiye bölme avantajlarını sağlayacaktır. Gerçekçilik, Çin’in Rusya ile ABD’yi birbirine ittiğini söylemektedir. Dolayısıyla yükselen Çin’in Rus-Amerikan dostluğuna giden yolu açtığını ve bu iki aktörü bu yola ittiğini söylemek
mümkündür. Ancak Rus-Amerikan dostluğunun gerekliliğini sadece Çin’in yükselişi ile izah etmek eksik bir yaklaşım olacaktır. Bu dostluğun gerekli olduğuna işaret eden başka etkenlerden de söz edilebilir. Bunların hemen akla gelen bazılarına aşağıda yer verilmiştir.

–         Görünür geleceğe ilişkin olarak, Sibirya ile Alaska’nın her ikisi içinde aynı algı ve beklentilerden söz edilebilir. Küresel ısınma, komşu bu iki coğrafyanın değerini artıracaktır. Bu değerin politik, ekonomik ve güvenlik açılarından birlikte kullanılması, Rusya’ya ve ABD’ye Çin’i dengeleme ve bir “hat/sınır çizme” imkânı verebilir.

–         İki ülke arasındaki dostluk, hem ABD’nin enerjideki dışa bağımlılığına yeni bir çözüm olabilir, hem de yeni enerji taşıma yolları ile Avrupa’nın yeni koşullar üzerinden kontrol edilmesi imkânı ortaya çıkabilir. Bu sayede (Rusya üzerinden), ABD Avrupa’yı etki alanında tutmaya devam edebilir, Rusya da merkezi Avrupa’dan gelebilecek tehdit ve riskleri bastırma ve Avrupa üzerinde son 90 yıl içerisinde olamadığı kadar etkili olma imkanını elde etmiş olabilir.

–         Özellikle son 20 yıl içinde baş döndürücü bir hızla gelişme kaydeden bilişim ve iletişim teknolojisindeki gelişme nedeniyle ortaya çıkan, doğrudan bu teknolojilerden kaynaklanan veya dolaylı olarak bu teknolojilerden beslenen, önceden tahmin edilmesi güç ve bu nedenle yıkıcı etkisi fazla olan yeni tehdit ve risklerin küresel ölçekte öncelikle ABD’yi ve Rusya’yı hedef seçeceği düşünülür ise, Rus-Amerikan dostluğunun, taraflara bu yeni tehdit ve riskleri birlikte karşılama ve savuşturma imkânı verebileceği söylenebilir. Bu noktada, yeni tehdit ve risklerin, İki Kutuplu dönemin hafızalarda kalan-silinmeyen izleri ve etkileri nedeniyle öncelikle Rusya’yı ve ABD’yi hedef alması beklenebileceği için, dostluğun aynı zamanda stratejik bir ortaklığa dönüşmesinin önünün açık olduğunun değerlendirildiği de ifade edilebilir. Rus-Amerikan dostluğunun/stratejik
ortaklığının, serseri/radikal devletler ve gruplar ile mücadelede Rusya’nın ve ABD’nin işini kolaylaştıracağından şüphe edilmemelidir.

–         Bilişim ve iletişim teknolojisindeki gelişmenin neden olduğu yeni tehdit ve risklerden söz ederken, sadece bu tehditlerin ve risklerin muhatabı olarak olaya bakılması eksik bir yaklaşımdır. ABD’nin ve Rusya’nın dostluğu/ stratejik ortaklığı, bu tehdit ve risklerin kendileri tarafından yaratılıp ortak düşmanlara tevcih edilmesine de imkan verebilecektir. Eğer Çin’in yükselişi önlenemiyorsa, yapılacak olan, bir strateji dahilinde güç birliğine gidilmesidir. Bilim ve teknoloji ağırlıklı bu güç birliğinin, Rusya’ya ve ABD’ye, Çin’i kontrol etme de dahil, uzayın müşterek kullanımını da içerebilecek, yaşadığımız “Dünya” ile sınırlı olmayan, daha büyük bir güç ve avantaj sağlayabileceği zayıf bir öngörü olarak görülmemelidir.

Demek ki, Türk-Rus dostluğundan bahsederken, mevcut koşullar ve görünür gelecek itibarıyla, ABD bir alternatif olarak fazla anlamlı bulunmamaktadır.

Türkiye’nin ve Rusya’nın, Türk-Rus dostluğuna; ABD’nin de, Türk-Rus dostluğunun tamamlayıcı bir parçası olmaya ihtiyacı vardır.

Türkiye, Dünya Türklüğünün siyasal merkezi konumundadır. Türkiye olmadan, Türk Dünyasının bir bütün olarak uluslararası politikada etkin bir güç olarak yerini alması ve kendisinden beklenen işlevi yerine getirmesi beklenemez. Hindistan’da olduğu değerlendirilen 250 milyonluk Türk varlığı ile birlikte yarım milyarı aşan Dünya Türk Nüfusunun, Çin’in önemli bir kısmının da yer aldığı “Kalpgah”ın içinde veya etrafında olmasının stratejik açıdan taşıdığı değerin görülmesi gerekir.

Dün Sovyetleri çevrelemek için kullanılan “yeşil kuşak” projesinin bir benzeri, bugün Çin’i çevrelemek için “Türk Kuşağı” adı altında oluşturulmasının alt yapısının mevcut olduğu değerlendirilmektedir.  Bu noktada, İki Kutuplu dönemin “soğuk savaş” koşullarında, Doğu Bloku karşısında ve “yeşil kuşak” projesi kapsamında Türkiye’nin bir bütün olarak Batı Bloku için ifade ettiği anlamın, önemin ve değerin hatırlanmasında yarar vardır.

Ancak bu noktada, bilişim ve iletişim teknolojisindeki gelişmenin Türkiye’ye de uğradığı ve Türkiye’nin “soğuk savaş” yıllarındaki Türkiye olmadığı dikkate alınarak, Türkiye’ye “belirleyici-etken” konumda bir yer/konum verilmedikçe, bu tür muhtemel bir proje içerisinde yer alması beklenmemelidir. Elbette ki, halihazırda Çin’in yönetimi altında çok olumsuz koşullarda yaşayan ciddi bir Türk varlığı mevcuttur; Çin’in belli bir noktadan sonra yayılmacı ve askeri gücünü öne çıkarıcı bir siyasete yöneldiği zaman, bunu bir tehdit ve endişe olarak en çok hissedecek ülkelerin bölgedeki Türk Devlet ve toplulukları olacağı kolayca tahmin edilmektedir; ancak bunlar, Çin’e yönelik bir “Türk Kuşağı” oluşturulması projesinde Türkiye’yi ikna için yeterli olacak etkenler olmaktan uzaktır.

İstikbal, Türk Dünyasındadır ve Türk Dünyasınındır. Rusya’nın da, ABD’nin de inişte olduğu bir süreçte, genç nüfusa sahip Türk Dünyası çıkıştadır; Rusya’nın ve ABD’nin inişini durdurup bu iki aktöre yeni koşullarda yeni bir çıkışı yaşatacak olan güç, Türk Dünyasıdır. Türk Dünyası, karşılıklı ve dengeli çıkar temelinde, Rusya ve ABD ile birlikte, Çin’in önlenemeyen yükselişi karşısında, hem bu yükselişi dengeleme, hem de Çin dahil bütün Dünya’yı aydınlık bir geleceğe taşıma potansiyeline sahip, “kilit” küresel güç konumunu yakalamaya yakın bir ülkedir.

İsrail’in bugün izlemekte olduğu politikanın arkasında, uluslar arası politikadaki mevcut ciddi güç boşluğunun çok belirgin bir etkisinin olduğunu söylemek mümkündür. Rusya’nın ve ABD’nin durumu ortadadır, Çin henüz kendisini süper güç olarak öne çıkarmaya hazır görmemektedir. Sovyetler Birliğinin yıkılması ile kendisini gösteren değişim süreci, aradan geçen süre içerisinde yeni bir dünya düzeni ortaya çıkaramamıştır, değişim acımasız ve kontrolsüz bir şekilde sürmektedir. İsrail’in bugün içinde bulunduğu durum, dünyadaki değişimi kendi koşullarında yakalama bağlamında ortaya çıkmış bir durumdur. ABD’nin İsrail’den bıktığından söz edenlerin, epeyi bir süredir ABD’nin İsrail’i kontrol etmede zorlandığını da görmelidirler. Bu zorlanmanın arkasında da hemen iki-üç nedenden söz edilebilir. Birincisi İsrail’in ABD’ye artık ihtiyaç duymayacağı bir
konuma geldiği, uluslar arası gücünün belli bir noktaya ulaştığı, uluslar arası ilişkilerini çeşitlendirdiği ve yaydığıdır. İkincisi, uluslar arası politikadaki nüfuzunun erimeye başlaması ve güç kaybetmesi nedeniyle, ABD desteğinin İsrail için giderek anlamını kaybetmeye başlamasıdır. Belki üçüncüsü de, uluslar arası politikada ABD’ye duyulan artan öfkenin ve tepkinin politik, ekonomik ve güvenlik açılarından İsrail’e yansıması ve İsrail’in bu yansımayı kendisinin kaldırmayacağı bir mecrada geliştiğini görmesidir.

İsrail, uluslar arası politikadaki genel değişim ile ABD’deki değişimi yakalamış; bugüne ve görünür geleceğe bakarak kendisine yeni bir yön vermiş gözükmektedir. Obama Ailesinin bilinen İslami kimliği ile Obama Yönetimindeki ABD’nin izlediği siyaset karşısında, İsrail için, konumunu gözden geçirip yeni bir strateji ile varlığını sürdürmekten başka bir yol kalmamış gibidir. İsrail’in bu yeni stratejisinde Türkiye, ABD ve Rusya ile yakın ilişki içinde olmanın yer almadığını söylemek mümkündür. Türkiye-İsrail ilişkilerinin bugün içinde bulunduğu durum ile, geçtiğimiz haftalarda Rusya’yı ziyaret eden İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in Rus gümrüğünde yaşadığı ileri sürülen diplomatik nezaket kuralları ile bağdaşmayan muamele, bu değerlendirmenin arkasındaki işaretlerdendir. İsrail ile ilgili olarak verilen bu bilgiler, ABD’nin içinde bulunduğu durum açısından
görüldüğü kadar, Türk-Rus dostluğunun/stratejik ortaklığının mümkün olabileceği, hatta bu yola girilmiş olduğu anlamına da alınabilir.

Özetle, bugün İsrail’in izlemekte olduğu politikaya bakarak, Türk-Rus dostluğu ile başlayacak ve bu dostluğa ABD’nin katılması ile asıl şeklini alacak yeni ve birleştirilmiş/birleşik bir güce ihtiyaç olduğunu ve bu gücün, uluslar arası politikadaki mevcut ciddi güç boşluğunu ortadan kaldırarak uluslar arası politikaya yeni koşullarda yeni bir düzen getirebileceğini söylemek mümkündür.

IV. ABD’nin içinde bulunduğu durum ile uluslar arası politikanın mevcut ve görünür koşulları,  Türkiye’nin ve Rusya’nın dostluğunun ne kadar önemli olduğunu ve işlevsel olacağına işaret etmektedir.

Rusya’nın Moskova’dan koca ülkeyi yönetmesindeki güçlük ortadadır. Bilişim ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler bir yönüyle merkezden yönetimin sakıncalarını gidermiş gözükse de, diğer yönden yerele hakim olmanın çok farklı bir konu olduğu bir gerçektir. Bu itibarla, bir taraftan Çin taşmasının, diğer taraftan küresel ısınmanın etkisinde, Rusya’nın doğu toprakları ile ilgili olarak ciddi sorunlar yaşaması kuvvetle muhtemel gözükmektedir. Bu değerlendirmede, Putin’in 10 yıla yaklaşan iktidarının neden olduğu yıpranmanın ve neden olduğu sıkıntıların da payı vardır. Türkiye’nin dostluğu, Rusya’ya Çin, Sibirya ve uzak doğu toprakları ile daha çok ilgilenme imkânını ve fırsatını verecektir. Türkiye’nin dostluğu, ilave olarak, hem Rusya’ya Türkiye’nin bulunduğu bölgede Rus hak ve menfaatlerinin korunmasında güvece sağlayacak, hem de Çin, Sibirya ve uzak doğu
toprakları ile ilgilenmede Rusya’ya kullanabileceği yeni/ilave avantajlar sunacaktır.

Türkiye’nin jeopolitiği herkesin malumudur. Anadolu yarımadası üzerinden kontrol edilebilen çok değerli ve stratejik önemi haiz coğrafyalar, bölgesel ve küresel dengeler açısından çok önemlidir.   Türk-Rus dostluğu, bu değerden ve önemden Rusya’nın da istifade etmesinin önünü açacaktır.

Türk-Rus dostluğu, ortak tarihsel alt yapının etkisinde, bölgede barış ve istikrarı besleyecek, taraflar arasında ve taraflar ile üçüncü ülkeler arasında sağlıklı ekonomik ilişkilerin kurulmasına zemin oluşturarak bunu teşvik edecek ve destekleyecektir. Bu, bölgesel kalkınmaya hizmet edecek, Rusya’nın güney bölgesinin ihmal edilmiş olduğu yolundaki Moskova’ya yönelik eleştirileri ortadan kaldıracak ve Rusya’nın Karadeniz’deki varlığını pekiştirecektir.

Türk-Rus dostluğu sayesinde,

–         Doğu Karadeniz kıyılarının ekonomik bir canlılık içine girmesi,

–         Doğu Karadeniz’in zenginliğinin değerlendirilebilmesi,

–         Bölge halkının alım gücünün ve refah seviyesinin yükseltilmesi,

–         Soğuk Savaş yıllarından kalma söylem, algı ve davranış kalıplarının terk edilmesi,

–         Bu terk edişinin etkisinde Doğu Karadeniz bölgesinin turizm dahil saklı kalmış ekonomik potansiyelinin gün yüzüne çıkarılıp pazara sunulabilmesi,

mümkün olabilecektir.

Batının Doğuya yöneldiği bir konjonktürde, Türk-Rus dostluğu, Türkiye’nin, uluslar arası politikanın kalbinin atmaya başladığı Doğu’ya girmesine ve Sovyetlerin dağılmasından hemen sonra eski Sovyet topraklarına girişte karşılaşılan ve Rus Askeri Doktrini ile resmi bir hüviyet kazanan Moskova engelinin aşılmasına, aşılmanın da ötesinde Moskova’nın desteğinde bölgeye girilmesine hizmet edebilecektir. İstikbal Türk Dünyasınındır derken, bunun yolunun, bir yönüyle Türk-Rus dostluğundan geçtiğini söylemek icap eder. Türk-Rus dostluğu, Türkiye’nin “Kalpgah” üzerinde etkili olmasına ve uluslar arası politikada etkin olmasına hizmet edecektir.

Bu dostluğa ABD’nin katılması/müzahir olması, Hindistan’daki Türk varlığı iddialarının (keşfedilerek) gerçeklik kazanmasına ve bu suretle erişilecek 500 milyon üzerinde bir nüfus ile Türk Dünyasının uluslar arası politikada hatırı sayılır ve sözü dinlenir bir güç olmasına  hizmet edebileceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Rusya’nın da, ABD’nin de Hindistan’daki Türk varlığına ihtiyaçları olduğu düşünülmektedir.

16 yıl önce, durumu bugünkü kadar iyi olmayan, içeride ve dışarıda ciddi sıkıntılar yaşıyan bir Rusya vardı. Sovyetler Birliği üç yıl önce yıkılmıştı ama, Soğuk Savaş döneminin ideolojik söylem, algı ve davranış kalıpları hala kullanılıyordu ve tarafları etkiliyordu. Rahmetli Muzaffer Özdağ, bu koşullarda bir Türk-Rus dostluğundan söz etmiştir. O yıllarda hemen herkesin gözlerini, Sovyetler Birliğinin dağılmasını sağlayan, tek süper güç konumundaki, gücü zirve yapmış ABD’ye diktiği bir ortamda, kendisi Türk-Rus dostluğunu işleme ihtiyacı duymuştur. O’nun, o koşullarda böyle konuyu işleme ihtiyacını hissetmesi, sahip olduğu vatan ve millet sevgisinin ne kadar zengin ve güçlü olduğu kadar, akademik dürüstlüğünün ve samimi araştırmacılığının da çok somut bir ifadesidir. Günün modasına uyarak ABD’ye methiyeler dizmenin ve ABD’yi merkeze koyan yazılar yazmanın
çok kolay olduğu bir ortamda, rahmetli Muzaffer Özdağ zoru seçmiş ve Türk-Rus dostluğundan söz etmiştir. 16 yıl sonra bugün gelinen nokta, kendisinin söylediği noktadır. Bu satırların yazılmasına vesile olan Muzaffer Özdağ’ı rahmetle anıyorum.

Dünyanın ciddi bir değişim sürecinden geçmekte olduğu günümüzde, bu tür öngörüler içerecek çalışmaların teşvik edilip desteklenmesi, sınırlı kaynakların rasyonel kullanılmasına imkân verecek politikaların ve stratejilerin geliştirilmesine hizmet edecektir.

Siyasetin ve yönetimin sınırlı kaynaklarla yapıldığı unutmamalıdır.

06 Haziran 2010 Pazar, 14:55


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir