Bardakoğlu’na Açık Mektup: Diyanet’e Göre Cûdi Dağı Neredeymiş?
Sayın Ali Bardakoğlu,
Bugünlerde milletçe burnumuzdan soluduğumuz kesin! İsrail’e karşı olan nefretimiz tavan yapmış halde! Çünkü bazılarına göre; İsrail, uzun tarihler boyunca oluşturduğumuz milli karizmamızı çok fena çizmiş bulunuyor! Bunlar elbette doğru değildir. Zira ortada çizilen milli karizma diye bir şey yok. Eğer ortada çizilen bir karizma varsa o da geçen sene Davos’ta oluşturulduğu söylenen suni karizmadır.
Ortalıkta çizilen herhangi bir milli karizma filan yok ama, Türk Devleti’ni yönetenler sanki böyle bir şey varmış gibi ortalığı ayağa kaldırmış durumdalar. Ortalık toz, duman. Yapmış oldukları ısrarcı açıklamalarla, insanlarımızı sanki milli karizması çizilmiş bir milletin fertleri gibiymiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Sanırsınız ki; İsrail güvenlik güçleri sıradan bir sivil gemiye değil de Türk Donanması’na bağlı Adatepe Muhribi’ne ya da Oruç Reis Fırkateyni’ne indirme ve bindirme yaptılar! Oysa meydana gelen olay, sorumsuz ve hareketlerinin sonucunu iyi hesap edemeyen bir takım insanların, her türlü hukuk kuralını hiçe sayarak sebep oldukları türden bir olaydır.
Başbakan’a bakarsanız; İsrail haydut devlettir! İsrail köksüz devlettir! İsrail terörist devlettir ve devlet terörü uygulamaktadır! İsrail yalancı ve ikiyüzlü devlettir! Evet, İsrail zaman zaman kendisine bu sıfatlarla hitap edilmeyi gerektirecek bazı densiz hareketlerde bulunmaktadır. Ancak bilinmelidir ki; İsrail en başta meşru ve egemen bir devlettir. Ve Türkiye, İsrail’in egemen ve meşru bir devlet olduğunu ta 28 Mart 1949 yılında tanımış bir ülkedir. Türkiye bu tanıma kararını geri çekmediğine göre Türkiye Cumhuriyeti açısından İsrail’in bu statüsü halen devam ediyor demektir. O zaman bizi yöneten siyasilerin bu tür çıkışları niye? Ülkenin seçim sathı mailine girdiği şu dönemde kitleleri provoke ederek popülizm yapmak ve siyasi çıkar hesabı peşinde koşmak olmasın.
Sayın Ali Bardakoğlu,
Siyasilerin İsrail’e karşı takınmış oldukları bu umursamaz tavrı az çok anlayabilirim. Ancak bir kamu kurumu olan Diyanet’in aynı tavrı sergilemesi bir vatandaş olarak beni üzmektedir. Bunun nedeni, 4 Haziran 2010 Cuma günü Ankara’daki camilerde sergilenen tavırdır. Benim namaz kıldığım camide hem Cuma vaazında kürsüde, hem de Cuma Hutbesi’nin okunduğu minberde İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyundaki gemilere yapmış olduğu baskınlar konu edildi ve baskında öldürülen Müslümanlardan şehit diye bahsedilerek ruhları için duâlar edildi. Öyle ki; gemi baskınında öldürülenler, bir anlamda İskenderun’daki Pkk saldırısında şehid düşen 7 bahriyelinin önüne geçirildi. Dolayısıyla Cuma günü camilerde hem siyaset yapıldı, hem de Yahudi düşmanlığı ve antisemitizm körüklenmiş oldu. Oysa siz daha önce defalarca camilere ve Diyanet’e siyaset sokmayacağınızı deklare etmiş bir başkansınız. Peki, bütün bunların anlamı nedir? Bu durum, sadece benim namaz kıldığım bir ilçedeki camide değil, Ankara’daki diğer camilerde de yaşanmış. Örneğin Maltepe Camii’nde namaz kılan bir arkadaşım da aynı şeyleri söyledi. Dolayısıyla, hükümetin tavrına paralel olarak sergilemiş olduğunuz bu tavrı doğru bulmuyorum.
“Allah katında yegâne hak din İslam’dır” anlamındaki Kur’an ayetinin hutbe sırasında minberlerde okunmasına karşı 2006 yılından beri uygulamış olduğunuz yasağı, Mayıs/2010 ayının başından itibaren kaldırmış olmanıza ne kadar sevindiysem, geçtiğimiz Cuma günü aynı cami kürsü ve minberlerini kullanarak Yahudi düşmanlığı yapılmasına göz yummanızı da o derece yadırgamış durumdayım. Oysa size düşen, camilerde siyaset yapmak değil, muharref Tevrat etrafında üretilmiş yazılı ve sözlü kaynaklardan hareketle İslam kaynaklarına sokuşturulmuş ve zaman içinde dinin esasını teşkil eder hale getirilmiş çarpıklıkları temizlemek olmalıdır. Daha doğrusu, İslam’a sonradan karışmış İsrailiyatı bir an önce temizlemek olmalıdır. Bırakın siyaseti başkaları yapsın, siz bunlarla uğraşın.
Sayın Başkan Ali Bardakoğlu,
Şu sözler size aittir: “…Üçüncü-beşinci asırda yazılan kitapların pasajları arasına sıkışıp kalınmaması, 21. yüzyıla uygun bir dindarlık profili çizilmesi gerekir…”(1). Bu sözler harika sözlerdir. Yani demek istiyorsunuz ki; Hz. Peygamber’in vefatından asırlar sonra olmak üzere; Milâdi 10. Asırdan başlayarak, bilgi edinme imkânlarının oldukça sınırlı olduğu devirlerde yazılmış eserlere körü körüne bağlanılmamalı, bu bilgiler papağan gibi tekrarlanıp durulmamalı, gelişen bilimin ışığında yeni yeni fikirler ortaya konulmalıdır. İşte bu tür görüşleriniz çerçevesinde yeni bir hadis projesi başlattığınız biliniyor. Bu proje başlangıçta topluma son derece umut vermişti. Ancak bu projenin amacına ulaşması konusunda şüphelerimiz vardır. Sebebi sizin şu tavrınızda gizlidir. Gelin isterseniz birlikte okuyalım:
“Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, hiçbir Müslüman’ın hadisleri ayıklama gibi bir cüreti olamayacağını belirterek, bu yönde çıkan haberlere çok sert tepki gösterdi. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, hiçbir Müslüman’ın hadisleri ayıklama gibi bir cüreti olamayacağını belirterek, ‘Hiçbir dindarın İslam dininde reform yapma gibi bir çağrısı ve fikri olamaz. Bu ne reformdur ne de siyasetle ilişkili bir şeydir’’ dedi.
Ali Bardakoğlu, Suudi Arabistan’a hareketinden önce Atatürk Havalimanı’nda batıdaki bazı gazetelerde yer alan ‘İslam’da reform yapıldığı ve hadislerin ayıklandığı’ haberlerine tepki gösterdi. İyice araştırmadan, incelemeden alelacele konunun haber yapıldığına işaret eden Bardakoğlu, ’Batıda bazı gazeteler Diyanet İşleri Başkanlığımızın yürüttüğü bir çalışmayı doğru dürüst anlayamadan, İslam’da reform, bazı hadislerin yeniden yazılması veya ayıklanması hareketi olarak algılamıştır. Bu fevkalade yanlıştır. Daha çalışma tamamlanmamıştır. Tamamen ilmi usullere göre yapılan, ilahiyat fakültesi öğretim üyelerinin bir çalışmasıdır. Asla ve asla dinde reform ve hadisleri ayıklama hareketi değildir. Hiçbir Müslüman’ın hadisleri ayıklama gibi bir cüreti olamaz. Hiçbir dindarın İslam dininde reform yapma gibi bir çağrısı ve fikri olamaz. Bu ne reformdur ne de siyasetle ilişkili bir şeydir’ diye konuştu.”(2).
Sayın Diyanet İşleri Başkanı,
Göreve geldiğiniz ilk günlerde patlatmış olduğunuz “Ben post-modern bir Diyanet İşleri Başkanıyım” türü açıklamalarınızla reformist ve yenilikçi görüşlere sahip olduğunuz imajı vermiştiniz. Ancak itiraf etmek gerekir ki; görev yaptığınız şunca yıldır bu konuda hiçbir çalışma yapmadınız. Çalışma yapmadığınız gibi, bir de kalkıp siyasete alet olarak Kur’an’daki bazı ayetlerin Cuma hutbelerinde okunmasına yasak getirdiniz. Ne zaman ki; İsrail ile arayı açtık, ABD ve AB ile ters düşüp Arap dünyasına yönümüzü döndük, işte o zaman bazı Kur’an ayetleri üzerindeki yasağı sessiz sedasız kaldırıverdik! Yaklaşık bir aydır camilerimizde “İnne’diyne ında’llah’il İslam” ayeti çınlamaya, hem de 2006 yılı öncesinden çok daha yüksek sesle okunmaya başladı! Sahi neden böyle bir şeye gerek duydunuz Sayın Başkan?
Sayın Diyanet İşleri Başkanı,
Sahi Diyanet’e göre Cudi Dağı nerededir? İnanın bu konuda vermiş olduğunuz bilgiler kafalarımızı allak bullak etmiş bulunuyor. Nedeni mi? Anlatayım: Şu anda önümde bir kitap duruyor. Kitabın ismi “Peygamberler Tarihi”. Yayıncısı, sizin yönetiminizdeki Türkiye Diyanet Vakfı olan kitabın yazarı ise Mustafa Asım Köksal. Mustafa Asım Köksal kimdir? Eski bir Diyanet çalışanı. Müftü olarak göreve başladığı Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 1933-1964 yılları arasında tam 31 sene çalışmış. Dini Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulu Üyeliği de dahil olmak üzere Diyanet’teki çalışma hayatının büyük bölümünü üst düzey görevler yaparak geçirmiş. Dolayısıyla yazarının kimliğini ve eserinin yayıncısını dikkate aldığımızda kitaptaki bilgileri, rahatlıkla Diyanet’in görüşü olarak kabul edebiliriz. Eğer öyle olmasaydı, Diyanet, bu eseri yıllardır yayınlayarak bu eserden para kazanma cihetine gitmezdi. Elimizdeki baskı iki cilt bir arada olmak üzere; 1990 yılında yapılmış. Kitabın içinde öyle bilgiler vardır ki; bu bilgilerin pek çoğu başta Muharref Kitab-ı Mukaddes, yani Tevrat olmak üzere, İsrailiyatla doludur. Küçük bir örnek vermek gerekirse;
Kitabın hemen her sayfasında olduğu gibi Nuh Peygamber’in konu edildiği bölümde o türlü saçmalıklar vardır ki size hangi birisini sayayım. İsterseniz ilgili bölümden bize çok ilginç gelen ve size de ilginç geleceğine inandığım küçük bir bölümü aktarayım da varın siz karar verin. Bakalım Diyanet’e göre bizim şu meşhur Cudi Dağı neredeymiş:
“Cûdi Dağı: Musul toprağında. Musul’un Hısneyn veya Hadıyd mevkiindedir. Cezârede, Musul yakınındaki Cezîre’dedir. Musul beldelerinden İbn Ömer cezîresinde, Basuri’dedir. İbn Ömer cezîresi, Musul’un üzerinde, üç günlük bir yerdir. Basurin de, Dicle’nin doğusunda, Musul mülhakatından bir nâhiyedir. Cûdi Dağı: Cezîre’de, Karda nâhiyesindedir. Cûdi Dağı: Karda ve Zebdi kariyelerinin dağıdır. Karda: Cezîre’de Cûdi Dağı yakınında bir kariye olup İbn Ömer Cezîresi yakınındaki Semânîn kariyesine de yakındır. Cûdi Dağı ile Dicle arası, sekiz Fersah’tır. Fersah: On üç hâşimi Milli veya on iki veya on bin Zira’dır. Mil de: Dört bin Zira’dır.”(3).
Sayın Diyanet İşleri Başkanı,
Siz, kendi yayınınız olan bir eserde yer alan yukarıdaki bilgilerden Cûdi Dağı’nın nerede olduğunu tam olarak öğrenebildiniz mi? Sanmıyorum. Ben mi? Valla, ben en azından Kuzey Irak’ta Musul yakınlarında bir yerlerde olduğunu anladım! Peki, buna ne hakkınız vardır? Hicri üçüncü ve beşinci asırlarda yazılmış kitaplarda bulunan bilgileri bugün aynen tekrar etmenin kime ne faydası vardır? “Cudi Dağı, Güneydoğu Anadolu’da, Cizre ilçesinin kuzey doğusunda olup, Şırnak ili ile Silopi ilçe merkezleri arasında yer alan 2.114 m’lik yüksekliğe sahip bir dağdır. Bugün terör örgütü Pkk ile güvenlik güçlerimizin çatışma alanlarından birisi haline gelmiştir” şeklinde verilecek bir bilgi, belki biraz politik kaçabilirdi. Ancak en azından “Cûdi Dağı, bugün Şırnak ilimizin sınırları içinde, şehir merkezine 17 km. mesafede bir dağdır…” deseydiniz, hiç değilse kitabın dipnot bölümüne böyle bir bilgi ekleseydiniz ölür müydünüz? Üçüncü beşinci asırlarda yazılmış ne idüğü belirsiz bilgileri tekrar etmekle ilim yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Bu türlü bilgileri ihtiva eden kitapları dini yayın adı altında halkımıza satarak kazandığınız paraların helal olduğuna gerçekten inanıyor musunuz? Şimdilerde değil Kariye (yani köy), nahiye (yani bucak) bile kalmadı Sayın Başkan. Siz hala ne diye kariye ve nahiye sayıklamalarında bulunuyorsunuz. Üstelik ortada koskoca Şırnak diye de bir İl merkezimiz bulunuyor.
Sayın Ali Bardakoğlu,
Anlaşılıyor ki; size göre Cûdi Dağı, hâlâ Musul vilayetine bağlı Cezîre Kariyesi, yani Cizre Köyü yakınlarında bir yerlerde bulunmaktadır ve Irak topraklarının bir parçasıdır öyle mi? Böyle yazın ki; başka ülkeler Türk topraklarında hak iddia etmeye ve amaçlarını gerçekleştirmek için Pkk gibi taşeron terör örgütlerini kullanmaya devam etsinler! Böyle yazın ki; Ümmeti Muhammed’in evladı, oralarda yok yere ölmeye devam etsinler! Merhum M. Asım Köksal, Nuh’un gemisinin kaç günde yapıldığını, geminin yapımında kaç işçinin çalıştığını, geminin yapımında hangi ağacın kullanıldığını, gemiye kimlerin bindiğini ve geminin kaç gün suların üstünde yüzdüğünü biliyor ama her nedense Cûdi Dağı’nın nerede olduğunu bir türlü bilemiyor! Üstelik ona göre Cûdi Dağı Allah tarafından şereflendirilmiş üç dağdan birisidir! Diğerleri ise Tûr-i Seyna ve Nûr Dağı imiş(4).
M.Asım Köksal, ecnebi ilim ve fen adamlarının, Ahd-i Atik’in Tekvin kitabının 4. Ayetindeki “Ararat” tabirinden hareketle Nûh’un gemisini Ağrı Dağı bölgesinde aralamaları karşısındaki sitemini şu muhteşem(!)dörtlüğüyle dile getiriyor kitabında:
Tırmanıp Ağrı’nın başına,
Yorma gel kendini boşuna.
Maksadın keşf ise Gemiyi,
Düş Cûdî dağında peşine.(5)
Merhum yazar, kendisinin ve 130.000 kişilik kadrosuyla koskoca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, elindeki her türlü teknolojik imkânlarla koskoca Cûdi Dağı’nın tam olarak nerede olduğunu bilemediklerini düşünmeden, ecnebi bilim ve fen adamlarının binlerce yıl önce gerçekleştiği söylenen bir tufanın konusu olan mini minnacık bir gemiyi bulamamalarına kafayı takmış görünüyor! Allah, merhum M.Asım Köksal’a rahmet, bugün onun koltuğunda oturanlara ve onun yazdıklarını satarak para kazananlara da akıl fikir ihsan etsin. Başka ne diyebilirim ki? Bir de kalkmışlar, her türlü karşı çıkmalara ve ikazlara rağmen Gazze’ye yardım götürmek bahanesiyle İsrail ile Türkiye’yi karşı karşıya getiren aklı evvelleri Cuma vaaz ve hutbelerinde konu ederek cemaati galeyana getiriyorlar. Hem de İskenderun’da gerçekleşen saldırıda şehid düşen 7 bahriyelimizin acısını örtbas etmek için yapıyorlar bunu. Bilerek veya bilmeyerek yapıyorlar bütün bunları.
Yeri gelmişken başta İskenderun şehitleri olmak üzere bütün şehitlerimize Allah’tan rahmetler ihsan etmesini diliyorum. Mekânları cennet olsun, milletimizin başı sağ olsun.
Saygılarımla.
07 Haziran 2010.
Ömer Sağlam
_______________
1-bkz. internet sitesinde yayınlanan 5.11.2008 tarihli ve “Ali Bardakoğlu’ndan taciz açıklaması” başlıklı haber. Ayrıca bkz.http://www.milliyet.com.tr/ internet sitesinde yayınlanan 6.11.2008 tarihli ve “Utanıp gizleneceğine konuşuyor” başlıklı haber.
2- bkz. internet adresinde bulunan 28 Şubat 2008 tarihli ve “Bardakoğlu’ndan ‘din reformcularına’ sert uyarı” başlıklı ve Cihan Haber Ajansı kaynaklı haber.
3- bkz. M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c, 1, s, 102, TDV. Yayını, Ankara, 1990.
4- Age, s, 102.
5- Age, s, 103.
Yazıları posta kutunda oku