Gülen soruşturmasına MİT freni

İlhan Cihaner

Posted: 04 May 2010 05:07 AM PDT

Erzincan Başsavcılığı’nın, Gülen soruşturması için girişimi MİT tarafından engellendi.

Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı, yürüttüğü Fethullah Gülen soruşturmasında eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un tanıklığına başvurmak istedi. MİT Müsteşarı Taner, başsavcılığın istemini gizlilik gerekçesiyle reddetti.
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in, Fethullah Gülen grubuna yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un “tanık” olarak ifadesine başvurmak için girişimde bulunduğu ortaya çıktı. MİT Müsteşarı Emre Taner, Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği yazıda, “tanıklık izninin müsteşarın takdir hakkı” olduğuna işaret ederek, Atasagun’un bilgisine başvurulmasını “uygun görmeyerek” reddetti.
İsmailağa ve Fethullah Gülen soruşturmalarının ardından “Ergenekon’un Erzincan yapılanması” savlı soruşturma kapsamında tutuklanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in, Gülen soruşturmasına yönelik MİT’e kadar uzanan bir bilgi edinme girişiminde bulunduğu anlaşıldı.
Yazışmalar…

Cumhuriyet’in ulaştığı belgelere göre, eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un tanık sıfatıyla ifadesinin alınması süreci yazışmalara şöyle yansıdı:
• 15 Haziran 2009 tarihinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner imzasıyla MİT Müsteşarlığı’na yazı gönderildi. Yazıda, “Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülmekte olan bir soruşturmada, tanık olarak bilgisine başvurulması düşünüldüğünden eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un tebligat adresinin (mevcutsa sair iletişim bilgilerinin) başsavcılığımıza bildirilmesi rica olunur” denildi. Bu yazıda, soruşturma konusunun ne olduğu belirtilmeyip, yalnızca belge sayısına “2009/138 soruşturma” denildi. 2009/138 numaralı soruşturma, Fethullah Gülen grubuna yönelik yürütülen soruşturmanın numarasıydı.
MİT’in yanıtı
• 19 Haziran 2009 tarihinde MİT Müsteşarılığı, müsteşar adına 2. Hukuk Müşaviri Hakan Erden imzalı bir yazıyla yanıt verdi. Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Yasası’nın “Tanıklık” başlıklı 29. maddesi, “Görevin gizliliği ve devletin çıkarlarının zorunlu kıldığı hallerde MİT mensuplarının tanık olarak dinlenebilmesi, MİT Müsteşarı’nın iznine bağlıdır” hükmünü amir olduğu anlatılan yazıda, “Adı geçenin (Şenkal Atasagun) tanık olarak ifadesine başvurulacak konunun anılan madde kapsamında değerlendirilebilmesi amacıyla müsteşarlığımıza bilgi verilmesine ihtiyaç duyulmaktadır” denildi.

‘Uygun görülmedi’

• 15 Temmuz 2009 tarihinde MİT Müsteşarı Emre Taner imzasıyla Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’na kesin yanıt verildi. Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Yasası uyarınca MİT mensuplarının tanık olarak dinlenebilmelerinin MİT Müsteşarı’nın iznine bağlı olduğuna işaret eden Emre Taner şöyle dedi:
“MİT Müsteşarı, MİT mensuplarının görevleri nedeniyle vâkıf oldukları devlet sırları hakkında, devletin üstün çıkarlarını göz önünde bulundurarak gerekli tanıklık iznini verip vermeme hususunda takdir hakkına sahiptir. Savcılığınız söz konusu talebi bu çerçevede incelenmiş ve eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un tanık olarak bilgisine bavuşrulması uygun görülmemiştir.”
Baskı devrettirdi
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı Cihaner, tutuklanmasından önce İsmailağa ve Fethullah Gülen soruşturmalarını yürütmüş, ancak gördüğünü belirttiği baskı nedeniyle görevsizlik kararıyla İsmailağa dosyasını, Erzurum Özel Yetkili Savcılığı’na devretmişti.
Cihaner, Fethullah Gülen soruşturmasını ise Erzurum’a göndermeyip araştırmasını sürdürmüştü. Eski MİT Müsteşarı Atasagun’un tanıklığa çağrılmasında, kendisine ait olduğu savlanan “Gülen grubunun yatırımlarının, Türkiye’nin yatırımlarına yakın olduğu” sözlerinin etkili olduğu belirtildi.
Cumhuriyet / İlhan Taşcı

====================================

KATOLİK PAPAZLARIN TACİZ HABERLERİYLE CEMAAT ARASINDA NE İLİŞKİ VAR

Posted: 04 May 2010 06:39 AM PDT

Katolik Kilisesi cinsel taciz skandalları ile büyük darbeler yiyor. Teolojik olarak cinselliği yaşamlarından çıkarmayı ilke edinmiş bir büyük örgütte insan doğasının bir parçası olarak bu ilkeden kaçamaklar yapmak isteyenlerin çıkabileceğini düşünenler olabilir ve tepkisini ona göre orantılı olarak gösterebilir. Nitekim ideolojik olarak tarihin tekerini tersine çevirip “dindarlaştırmak” isteyenlerin tüm çabalarına rağmen gittikçe sekülerleşen dünyamızda artık bu kuralın geçerliliğini yitirdiğini düşünüp Katolik papazlarının ayni İngiliz Kilisesinde olduğu gibi evlenmelerine izin verilmesini önererek bu bu ayıba son verilmesini isteyenler seslerini yükseltmeye başlamıştır.

……………………..

…………………………

……………………………..

PAPA’NIN ABD’YE KATKISI

Vatikan İslamiyet ile de arasını düzeltme yoluna gitmişti. Katolik Kilisesi’nin okunmasını yasakladığı kitaplar arasında Kuran’ın olduğu biliniyor. Hz.Muhammed de elinde kılıçla şiddet uygulayan bir maceracı olarak tarif ediliyordu. Buna rağmen ve bu tavırlarında geri adım atmadan Papa Benedik İstanbul’a gelip Sultan Ahmet Camisi’nde dua etmiş ve ABD’nin politikasına bu şekilde katkıda bulunmuştu.
Buna karşılık ABD’deki radikal Misyoner (Evanjelist) akım Yahudilikle, daha doğrusu Siyonizmin Yahudiliği kullandığı şekliyle, çok iyi bir ittifak kurmuştu. Bu akım kendisini “Yahudilerin Tanrı’nın talihsiz kulları olduğuna, ancak İsa’nın yeniden dünyaya inip Tanrı’nın evrensel huzur düzenini kurmasıyla günahlarından arınacaklarına” inandırmıştı. Bunun olabilmesi için ise önce bir felaketin dünyayı tarumar etmesi gerekiyordu. Bu görev İsrail’e verilmişti. Siyonizmin Filistin halkına uyguladığı vahşet bu beklentiyi getirecek olan politika idi ve o nedenle İsrail tüm olanaklarla desteklenmeliydi. Evanjelist akımın Yahudiliğe karşı böyle aşağılatıcı bir tutum içinde olmasına rağmen İsrail’in yöneticileri onlarla sıkı fıkı ilişki içindeydi. Onların bir toplantısında konuşan eski başbakan Ariel Şaron’a “Bunlar sizin Tanrı’nın zavallı çocukları olduğunuza, Mesih gelince yok olacağınıza inanıyor, sen nasıl onlarla dost olabilirsin,” diye sorulduğunda cevabı şöyle olmuştu: ”Ziyanı yok, bize para versinler de gerisini boşver.”
Ortodoks Kilisesi ile de işler yolunda gidiyordu. Yugoslavya’nın parçalanması sonrası ABD’nin Balkanlara yerleşmesiyle Rusya Sırp Kilisesi üzerindeki etkinliğini yitirmiş, Ortodoks dünyasında yalnız kalmış ve onun lideri olduğu iddiaları ciddi darbe yemişti. Üstelik ABD AKP iktidarından yararlanarak İstanbul’da Fener Patrikhanesi’nin ekümenliğini kabul ettirme aşamasına ulaşmış, bu yolla Rusya’daki 250.000 papazın kontrolünü sağlamada önemli bir adım atmıştı.

CEMAATİN ROLÜ
Yazımızın başlığını hatırlayınca “Cemaat hani bunun neresinde?” diye sorulacaktır doğal olarak. Akla ilk gelecek cevap “Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin Vatikan’la birlikte ortak düşmana savaş verdiler omuz omuza,” olacak. Doğru. Ancak o savaş adını saydığımız dinlerin teolojik ve ideolojik düşüncelerinde bir değişiklik, bir taviz gerektirmiyordu. Sadece örgütsel işbirliği idi yapılan. Her birinin anti-komünizm için bağımsız olarak kullanabileceği malzeme vardı. O nedenle 1980’lerdeki mücadelede öncülük sorunu üzerindeki tartışmayı çözmek üzere ilk defa dile getirilen “çocuk tacizi” iddiaları sorun ortadan kalkınca birden kesildi. Şimdi ise üç dinin birleştirilmesi projesine Vatikan yine ideolojik olarak direnmeye başladı. Karşılığında eski suçlamalar, hem de bu kere çok daha kapsamlı olarak, gündeme getirilmeye başlandı. ABD bu defa kesin olarak Vatikan’ı ele geçirmek istiyor. Hıristiyanlık evrensel bir din olma iddiasında olduğu için ideolojik saflık çok önemli. Yahudilik ise bir kabile dini olduğu için, kültürel unsurlarla yoğrulduğundan, ideolojik parçalanma gibi kaygu taşımıyor.
Gülen cemaati ideolojik taviz konusunda hiç zorluk çıkarmadı. Önce Nakşibendi kökenlerini, daha sonra yakın geçmişte ODATV’nin de dikkat çektiği gibi, Nurculuğunu, Said-i Nursiyi hatırlamaz oldu ve dinlerarası diyalog projesine daha uygun olduğu için Mevlana’yı söylemlerinde ön plana çıkarmaya başladı. Hatta daha da ileriye gidip şahadet getirmenin içeriğini dinlerarası kaynaşmaya olanak verecek şekilde değiştirdi. Kuran’ın bu çerçevede yeniden yazıldığı bile söyleniyor.
Nasıl Hıristiyanlık belli merkezlerden ABD tarafından yönetilmek isteniyorsa ayni hedef İslamiyet için de geçerli. Yani Hilafetin geri getirilmesi var uzun vadede. Geçenlerde Korkut Özal anayasa değişiklikleri tartışması çerçevesinde sanki halisane bir fikirmiş gibi 1924 Anayasası’nın geri getirilmesini istedi. Türkiye’deki İslamcıların Hilafetin kaldırılmadığı şeklinde bir iddiası bulunmakta. Bunların önde gelen isimleri, örneğin çocuk yaşta bir kimseyi cinsel tacizden dolayı hapiste bulunan eski Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez, bu görüşü değişik kereler açıklamış bulunuyor. Halifenin görevine son verildiğini ancak kurum olarak Hilafetin 1924 Anayasa’sında muhafaza edildiğini dile getiriyorlar. Yani makam var ancak “münhal.” Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne “Türkler ve İslamiyet” adlı kitapta yazdığı makalede “Hilafet’in dini olmaktan çok politik bir kurum olduğu”nu iddia ederek sanki onun geri getirilmesinin şeriat düzenine dönüş olmayacağı konusunda laiklere güvence bile vermek istemiştir. Bu gerçekleştiği takdirde ABD Vatikan, Fener Patrikhanesi ve İstanbul Hilafeti aracılığı ile ve Yehuda-Evanjelizminin denetiminde ayni Roma ve daha sonra Osmanlı’da olduğu gibi kendi Pax-Amerikana imparatorluğunun evrensel dinini kurmuş olacak. İşte Vatikan’a karşı başlatılan bu cinsel taciz kampanyasının arka planında Fethullah Gülen’nin hayali olan semavi dinlerin birleştirilmesi yatıyor. Bu yeni dinin bir kolunun sorumluluğunun ona bırakılacağı umuluyor ve o nedenle Vatikan’nın elini çabuk tutması isteniyor. Bu son kampanya, Papa’nın içine düşürüldüğü duruma bakılırsa, sanki başarılı olacak gibi.
Enis User
Kaynak: Odatv

Okumaya devam et  Avrupa’daki Türkler Fransa’ya ‘Dur!’ diyecek

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir