”BALYOZ siyasi bir operasyondur, Hilmi Özkök neden sorgulanmadı?”

Yaşar Büyükanıt - İlker Başbuğ

27 Şubat 2010, 16:53

Türkiye’de yaşayan ve ordu üstüne tezleriyle tanınan gazeteci Gareth Jenkins, son operasyonu eleştirdi…

Jenkins Türk ordusuna ilişkin yorumlarıyla biliniyor

Türkiye’de ”Balyoz planı” adıyla basına yansıyan darbe iddialarıyla ilgili soruşturmanın yarattığı gerilim Çankaya Köşkü’nde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un katılımıyla düzenlenen bir zirvede ele alındı.

Yaklaşık 3 saat süren toplantının ardından yapılan kısa açıklamada krizin anayasa çerçevesinde çözüleceği konusunda halka güvence verildi.

Türkiye’de yaşananlar ülke dışında da yakından izleniyor. Financial Times, ”Şimdi Türkiye’nin ihtiyacı olan şey anayasa değişikliği. Demokrasiyi dinin de, ordunun da etkisinden koruyacak bir anayasa” görüşünde. Independent de, AKP hakkında yeni bir kapatma davası açılacağı söylentilerini aktararak, 1960’lardan bu yana dört hükümetin devrildiği Türkiye’de yeni bir darbenin uzak bir ihtimal gibi göründüğü ancak ordunun bundan sonra nasıl bir adım atabileceği konusunda bir gerginlik ve kaygı yaşandığını aktarıyor.

Ordunun ne yapacağı, gelişmeleri izleyen herkesin yanıtını merakla aradığı soru. Özellikle Türk ordusu konusunda çalışmalarıyla bilinen gazeteci Gareth Jenkins, gözaltıların başlamasından sonra ‘ordunun sessiz kalmayacağını’ söylemişti. Gareth Jenkins BBC Türkçe’den Alper Ballı ve Sevi Sarıışık’ın sorularını yanıtladı:


BBC TÜRKÇE: Ordunun vereceği yanıta ilişkin tahminleriniz neler?

GARETH JENKINS: “Bana ‘asker ne yapar’ diye soruldu. Ben de bilmediğimi söyledim. Bu hala geçerli. Ama ”sessiz kalmayacaklardır” dedim. 50’den fazla görevde olan ya da emekli personeli hükümeti devirmeye çalışmak iddiasıyla gözaltına alınan herhangi bir kurum, şüphesiz bir açıklama yapacaktır. Çünkü böyle bir gelişme yalnızca gözaltına alınanlara ya da tutuklananlara değil, kurumlara da yansıyacaktır. Bundan sonra ne olur sorusunun yanıtını ise bilmiyorum.”

BBC TÜRKÇE: Peki genel olarak soruşturmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

GARETH JENKINS: Türk siyasetini takip eden herkes bunun bir yargı süreci olmadığını görecektir. Ciddi şekilde siyasileşmiş durumda. Asıl soru, bunun ne kadarının siyasi kaygılarla yürütüldüğü, ne kadarının da suçla ilgili olduğu. Ben muhtemelen ikisinden de unsurların bulunduğunu, ama oransal dağılımının tartışmalı olduğunu düşünüyorum. En son saydığımda 2003-2004’ten bu yana altı tane darbe planının olduğu söyleniyor. Kuşkusuz bir tek darbenin bile çok zor uygulandığını akılda tutmamız gerekir.

Soruşturmanın zeminini 2003 yılında 1. Ordu Komutanlığı’nda yapılan ve çeşitli planların tartışıldığı bir seminer oluşturuyor.Jenkins, hükümet ve ordunun buraya kadar hemfikir olduğunu, ama bu planların “neden” yapıldığı üzerinde ayrıldığını söylüyor. Jenkins, her batı ülkesinde bu tür planların yapıldığını özellikle vurguluyor; Türkiye’nin gerek ordunun iktidarı ele alması, gerekse din konusundaki hassasiyetleri olduğunu; örneğin Orgeneral Başbuğ’un ‘islami ayaklanma, Yunanistan ile çatışma’ gibi unsurların planda yer almasının “aptalca bir fikir” olduğunu söyleyerek gerginliği giderme yönünde bir adım atabileceğini ama bunu yapmasının da güç olduğunu belirtiyor.

BBC TÜRKÇE: Hangi açılardan eleştiriyorsunuz bu süreci peki?

Eğer, bu gerçekten bir yargı soruşturması olsaydı, o zaman bu seminerin düzenlenmesi emrini veren kişiyle başlardınız. Yani Orgeneral Hilmi Özkök’le. Tutuklamaktan bahsetmiyorum. Önce ona sorardınız, ne bildiğini? Ama henüz ona herhangi bir soru sorulmuş değil. Ama seminere katılanlar gözaltına alınmış durumda. Bu seminere katılanlar da kendi iradeleriyle gitmiş değil, askeri hiyerarşide, eğer komutanınız katılın derse katılırsınız. Yani seminere katılmaları emri verilenler gözaltına alınmış durumda, seminerin düzenlenmesi emrini verene soru bile sorulmuş değil. Bu tür çelişki ve ikilemler de bunun bir siyasi motivasyonla düzenlenmiş bir soruşturma olduğu kuşkusunu arttırıyor.

BBC TÜRKÇE: Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bu iddiaları kesin dille yalanlamıştı; buna rağmen, hafta başında gözaltılar başladı… Kendi komuta zinciri karşısında durumu düşünüldüğünde, nedir Başbuğ’un önündeki seçenekler, nasıl hareket edebilir?

GARETH JENKINS: Bence Başbuğ çok zor durumda. Hem kendisinin hem de diğer generallerin son bir kaç yıldır söyledikleri, ki benim bilgim de o yönde, silahlı kuvvetlerin genelinde iktidara el koyma yönünde bir istek yok. Bunun kurumsal olarak kendileri için, ülke için, dış ilişkiler ve ekonomi için bir felaket olacağını biliyorlar. Zira Türkiye, küresel ekonomiye çok daha fazla entegre olmuş durumda. Yeni bir silah ambargosuyla karşı karşıya kalacaklarından da korkarlar. Amerika Birleşik Devletleri’ne silah konusunda bağımlı durumda ordu… Dolayısıyla ordunun genelinde darbe yönünde bir istek yok. (Başbuğ) Bunu söylediğinde de samimi olduğunu düşünüyorum. Öte yandan da ordu içinde birilerinin, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda da olsa, sertlik yanlısı olduklarını ve hükümetten nefret ettiklerini biliyoruz. Emekliler arasında da var böyleleri.

Darbe planlamıyoruz demek iyi hoş ama, son 50 yılda dört hükümet devirmişseniz insanlar da ordunun siyasete müdahalesi konusunda önyargılı olabilir…

Gareth Jenkins

Dolayısıyla Başbuğ zor durumda. Bir yandan bu kampanyaya karşı bir şeyler yapmak durumunda. Toplum derin bir kutuplaşma içinde. Başbuğ çıkıp ‘böyle bir seminer düzenlendi, senaryo pek de akıllıca değildi, bir hataydı, ama herhangi bir darbe girişimi söz konusu değil’ dese, karşı taraftaki kuşkuları yumuşatabilir, ama öte yanda kendi tabanı da var.

Dikkatlerden kaçan çarpıcı bir gelişme ise şu ana kadar önde gelen generallerden herhangi birinin konuşmaması. Orduda ‘yıpratma ve karalama’ kampanyası olarak gördükleri gelişmeler konusunda ciddi bir huzursuzluk var. Ancak şu ana kadar Başbuğ orduda disiplini korumayı becerebildi. Kimse çıkıp konuşmuyor, meseleyi çözümlemesi için ona güveniyorlar. Dolayısıyla bir çözümle ortaya çıktığını da göstermesi gerek. Tam olarak ne yapabilir, onu bilmekse çok zor doğrusu.

BBC TÜRKÇE: Peki hükümetin önündeki seçenekler neler?

GARETH JENKINS: Perde arkasında bir şeyler yapabilirler, Pazartesi günü insanlar evlerinde gözaltına alındı, eğer kaçma şüpheleri yoksa yasalara göre bunların gözaltına alınmalarına gerek yok. Emniyete ya da savcılığa davet edilirler. Hükümet savcılara, bu baskınlar ve insanları evlerinden sürüklemek yerine neden davet etmiyorsunuz diye sorabilir… Ayrıca hukuka saygılı olma tavsiyesinde bulunabilir, bu yasadışı telefon dinleme mevzularında; ayrıca belge, ifade sızdırmalara karşı bir tavır sergilenebilir. Kendilerinden yana olan basına da yalan haber yazmamaları konusunda telkin olabilir. Bu, gerilimi düşürecek, tereddüt duyanlara da güvence sağlayacaktır.

BBC TÜRKÇE: Ama bu söz ettiğiniz de, yargıya müdahale olmayacak mı?

GARETH JENKINS: Kendilerini etkileyen konularda yargıya müdahale etmekte tereddüt etmediklerini görüyoruz. Eğer 2008 Eylül’ündeki Deniz Feneri soruşturması ile karşılaştırırsanız, Adalet Bakanlığı, soruşturmayı aylarca geciktirmişti, Erdoğan da bu konuyla ilgili haber yayınlayan gazetelerin satın alınmaması çağrısında bulunmuştu… Ayrıca Erzurum ve Erzincan’da yaşanan olaylara hükümetin müdahalesini, AKP kapatma davasındaki gelişmeleri hatırladığımızda, herhangi bir AKP yetkilisinin o sırada ‘yargıyı rahat bırakın, bağımsızdır, müdahale etmeyin’ dediklerini hatırlamıyoruz. Tersine, ideolojik açıdan taraflı olmakla suçladılar yargıyı.

BBC TÜRKÇE: Siyasetteki etkisi, nüfuzu ya da konumu söz konusu olunca Türk ordusunun sicili de batı demokrasisinin kriterleri karşısında pek parlak değil. Çoğu gözlemci bu nedenle iddiaları fazla garipsemiyor gibi…

GARETH JENKINS: Türk ordusunun tarihi gerçekten de şimdi onlara eziyet verir durumda. Darbe planlamıyoruz demek iyi hoş ama, son 50 yılda 4 hükümet devirmişseniz insanlar da ordunun siyasete müdahalesi konusunda önyargılı olabilir… Genel itibariyle ordunun iktidarı ele geçirmek gibi bir planı yok. Aynı zamanda şimdiki hükümetten hoşnut olmadıkları da belli. Burada ordu açısından bir diğer sorun, orduya sızılmış olması… Belgeler ve kimi sahte belgeler için kullanılan kağıtları sızdıran kişiler var. Dolayısıyla kamu önünde gerçek olanla olmayan birbirine karışıyor… Bu da ordu için ciddi bir sorun… Ama Türkiye’de ordu, bir darbe yapmanın imkansız olduğunu gayet iyi biliyor… Hükümet onları hallerine bıraksa, ordunun etkisi ise zaten azalıyor…

Bence Türkiye’de gördüğümüz durum, ki bunu çok korkutucu buluyorum; askerin hakim olduğu otoriter yapıdan sivillerin hakim olduğu bir otoriter yapıya kayma. Bu değişim demokratik olmayan bir yönetimden demokratik bir yönetime değil; üniformalılardan üniformasızlara. Orduya yönelik baskının yanı sıra, basın özgürlüğüne da baskı uygulandığını görüyoruz. Doğan Grubu’na getirilen yüklü vergi cezaları ardından son iki ayda Doğan Grubu’nun başlıca gazeteleri hükümete eleştirilerinin tonunu yumuşattılar… Dolayısıyla artan bir otoriter ortam görüyoruz. Özellikle Batıda, ordu karşıtı olan herkesi demokratik olarak algılama eğilimi var… Ama Türkiye’de her zaman hal bu değil… Şu anda olan, askerin siyasetin dışına çıkarılmasıyla demokratikleşme değil, bir el değiştirme; bir otoriter rejimden ötekine geçiş…

BBC TÜRKÇE: Pek çok yorumcu Türkiye’nin bir kimlik tartışması hatta bunalımı yaşadığı, tanımlarını yeniden yapma süreci yaşadığı tespitinde bulunuyor… Peki bu kimlik tartışmalarının devlet ve kurumlarına zarar vermeden çözülmesi nasıl mümkün olacak?

GARETH JENKINS: Kimlikle ilgili sorunlardan biri ve bunun çözümü siyaset kültürünün merkezine uzanıyor. Bu konuda muhalefeti de eleştirmek isterim. İnsanlar kendileri gibi düşünenler için hak ve özgürlükler istiyor. Önceki rejimde Türkiye için Kemalist laik bir kimlik biçilmişti. Şimdiki hükümet şeriat değil ama toplumsal boyutta daha İslami bir kimlik istiyor. Ama bu tanım Alevileri dışlıyor. Etnik köken konusunda da büyük bir tartışma var… Türkiye’de nüfusun önemli bir bölümü Kürt ve diğer bazı azınlıklardan geliyor.

Ama Türk siyaset kültüründe bir uzlaşma ver işbirliği ruhu yok. Bir hiyerarşi var: Tek bir hakim ideoloji ya da kimlik tanımı diğerlerini bastırıyor. Çok taraflı ya da kapsayıcı bir tanım değil yani… Çok ciddi ve tehlikeli bulduğum bu kutuplaşma ortamında, bence en kaygı verici şeylerden biri, bir tarafın ötekine el uzatmaması. Hem laik-dindar, hem Türk-Kürt ekseninde, bölünme derinleşiyor…

Bu eleştirim iktidarla beraber, hatta belki ondan da çok muhalefete de yönelik. İnsanlar taviz vermeye, adım atmaya, insanların kendilerinden farklı düşünebileceğini kabul edene dek bu kimlik sorunu hep var olacak… Maalesef bu bölünmeyi gidermek için samimi bir girişim görmüyorum. Her iki düzlemde de tarafların taviz vermesi gerek, ama taraflar buna hazır değil.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir