DERSIMIZ DERSIM…

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen 10 Kasım’daki ‘demokratik açılım’ görüşmesinde yaptığı konuşmasındaki "Kurtuluş Savaşı’da, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Kimse ‘analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım’ dedi mi?" sözlerine yönelik eleştirilere cevap verdi. Öymen, sözlerinin çarpıtıldığını savunarak "Sözlerimin hiçbir bölümünde ülkemizde yaşayan farklı etnik, dini ve mezhepsel kökenden gelen vatandaşlarımızı incitici bir ifade yer almamaktadır. O dönemin koşulları içinde yaşanmış acı olayları günümüz şartlarında önermek anlamına gelecek bir ifadem de yoktur" dedi. - kilicdaroglu partisinin grup toplantisinda konustu 111777 5

Öymen’den ‘Dersim’ sözlerine açıklama

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen 10 Kasım’daki ‘demokratik açılım’ görüşmesinde yaptığı konuşmasındaki “Kurtuluş Savaşı’da, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Kimse ‘analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım’ dedi mi?” sözlerine yönelik eleştirilere cevap verdi. Öymen, sözlerinin çarpıtıldığını savunarak “Sözlerimin hiçbir bölümünde ülkemizde yaşayan farklı etnik, dini ve mezhepsel kökenden gelen vatandaşlarımızı incitici bir ifade yer almamaktadır. O dönemin koşulları içinde yaşanmış acı olayları günümüz şartlarında önermek anlamına gelecek bir ifadem de yoktur” dedi.

Öymen, 10 Kasım’da TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ile ilgili olarak bir açıklama yaptı. Yaptığı konuşmanın bir bölümünün bazı köşe yazarları ve televizyon yorumcularınca amacından saptırılarak kamuoyunu yanıltıcı biçimde yorumlanmaya çalışıldığının görüldüğünü ifade eden Öymen, “Benim konuşmamda dile getirdiğim husus AKP’nin açılım olarak kamuoyuna sunmaya çalıştığı sürece Atatürk’ün bazı sözlerinin dayanak yapılma girişiminin yanlış olduğunu belirtmektir. Konuşmamda belirttiğim, Atatürk’ün AKP’in izlediği gibi silahlı terör örgütleriyle müzakere yöntemini benimsemediğidir” dedi.

Cumhuriyet döneminde hiçbir olayda Atatürk’ün devlete karşı gelen silahlı örgütlerle pazarlık etme yoluna gitmediğini, konuşmasında Atatürk’ün Güneydoğu ve doğu illerinde yaşayan vatandaşlara sevgiyle yaklaştığını ve onların kalbini kazandığını da özelikle belirttiğini bildiren Öymen, şunları kaydetti: “Sözlerimin hiçbir bölümünde ülkemizde yaşayan farklı etnik, dini ve mezhepsel kökenden gelen vatandaşlarımızı incitici bir ifade yer almamaktadır. O dönemin koşulları içinde yaşanmış acı olayları günümüz şartlarında önermek anlamına gelecek bir ifadem de yoktur. Sözlerimi çarpıtarak vatandaşlarımızı tahrik edecek biçimde kamuoyuna sunmak isteyenler, halkımızın sağduyusu ve gerçek düşüncelerimizi doğru teşhis etme yeteneği karşısında başarısızlığa uğrayacaktır.”

Mine G. Kırıkkanat

Yazara ulaşmak için : [email protected]
Dersimiz Dersim

Herkesin herkesi dinlemesinin, kimsenin kimseyi dinlememesiyle sonuçlandığı tek ülke olmak, kuşkusuz eşitlenemeyecek bir saçmalık rekorudur ve eğer aşmak gerekirse, ancak Türkiye Türkiye’yi geçer yine.

Yazılarımı okuyanlar, Onur Öymen’in bu satırlarda hiç övülmediğini, tam tersine eleştirildiğini bilirler.

Ama Öymen’in TBMM kürsüsünden yaptığı konuşmayı ben de izledim ve ne CHP’li partidaşlarının, ne de Dersim’lilerin gocunacağı bir yan bulabildim!

Bulanların söyleminde de gerçekleri çarpıtan bir “kör ölür badem gözlü olur” hissiyatı algıladım. Cehalet değilse kötü niyetten kaynaklanan protestoya, Kemal Kılıçdaroğlu ve Tekin Gürsel gibi tarih bilgisi de, mantığı da sağlam olması gereken kişiler katılınca, iyice şaşırdım.

Onur Öymen’e karşı sözüm ona Dersim’in onurunu savunanların yazdığı destandaki isyanı da hiç tanıyamadım!

Aleviler Kürt, Kürtler Alevi olabilir. Ama 1937 Dersim isyanı, Alevi değil, Kürtçü bir isyandır. Bu tanımın payandası da bölgede Tunceli vilayetinin kurulması (1935) ve derebeylik düzenini değiştirmek isteyen devletin ağırlığını artırmasından otoritesi zarar gören aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliğidir. İsyanın altında Hatay’ı yitirmek istemeyen Fransa’nın da parmağı vardır. Daha önce Ağrı isyanını çıkaran Ermeni Hoytur örgütü ve biri İzzeddin diye bilinen ajanlar aracılığıyla kışkırtılan aşiret reislerinin, isyandan önce toplanıp devlete verdikleri ültimatom, zaten bu gerçeğin açık kanıtıdır:

Hükümete, “Bu diyara karakol yapmayacaksın. Kaza ve nahiye merkezleri kurmayacaksın. Köprü ve yol yapmayacak, silahlarımıza dokunmayacaksın. Vergilerimizi önceden olduğu gibi pazarlık usulüyle vereceğiz,” buyurmuştur Kürt aşiret reisleri. Hemen ardından da 21 Mart 1937’de Harçık Deresi üzerindeki ahşap köprüyü yakıp, Pah Nahiyesi’ndeki karakolları basarak isyanı başlatmışlardır. Ayaklanmanın, bölgedeki askerlerin Alevi bir kadına sarkıntılığıyla başladığı külliyen yalandır! Tarihteki her gerici isyanda olduğu gibi, Dersim’deki ayaklanmada da kadın namusu ve din elden gidiyor gerekçeleri kullanılmış, zaten bu yüzden de dinsel temsiliyeti olan Seyit Rıza’nın peşine düşülmüştür. Seyit Rıza da Şeyh Bedreddin gibi bir reformist değil, düpedüz cumhuriyet düşmanı, gerici bir figürdür.

***

Ne yani, savunmayacak mıydı devlet kendisini?

Oysa isyandan önce Tunceli vilayetinin kurulmasıyla pek çok aşiret kendiliğinden silah bırakmış ve bölgede eğitim seferberliğiyle birlikte toprak reformu başlatılmıştı.

Benim babam, gencecik bir irtibat subayı olarak katıldı bu isyanın bastırılmasına ve hayatını, devlet saflarında çarpışan bir Kürt asker kurtardı!

Cumhuriyet hükümetinin “Tunceli tedip harekâtı”nda yaptığı ve tartışılması gereken büyük hata, 4 Mart 1937’de aldığı gizli bir kararla, ordudan isyanın örnek olacak bir şiddetle bastırılmasını istemesidir. Dersim’de ayaklanmaya orantısız, gaddarlık ölçüsünde bir şiddet kullanılmıştır ve benim babam, irtibatla görevli olduğu için kimseyi öldürmek zorunda kalmadığı bu savaşta gördüklerini, ağlamadan anlatamadı hiç.

Çapraz ateş arasında kaldığında, “Benim anamın çok oğlu var, senin ananın tek oğlu sen kalmışsın, komutanım!” diyerek üzerine kapanıp, ona siper olan Kürt askeriyle dostluğunu ölünceye kadar sürdürdüğü gibi, tüm Kürtlere bir ömür boyu güven ve sevgi besledi.

Dersim isyanının ölçüsüz bir şiddetle bastırıldığı, bölge halkına gaddarca yaptırımlar uygulandığı gerçektir ve bence, isyanın bastırılması değil, böyle bastırılması tartışılmalıdır.

Ama hepimiz biliyoruz ki, Osmanlı’dan Cumhuriyete, bu devletin hiç ayrımcılık yapmadan uyguladığı yegâne olgu şiddet, Türklere, Kürtlere, Alevilere vb’ye özel değil, tehdit gördüğü her insan ve topluluğa eşit dağıttığı gaddarlıktır.

1970 ve 80’lerde komünistti, milliyetçiydi dememiş, yüz binlerce gencin başını sınıf ya da ideoloji ayrımı yapmadan aynı iştahla yemiştir.

Tartışılması gereken, Türkiye’de toplumun mu şiddet devletini, yoksa devletin mi şiddet toplumunu yarattığıdır.

Devlet elbette kendini savunmalıdır, ama ölçüsüz savunma, ölçüsüz düşmanlığı da beraberinde getirir.

Nitekim getirmiştir.

Kendi kendine yenik düşen pehlivanlık rekoru varsa, al sana bir rekor daha…

Okumaya devam et  Koç’un namazını dede Genç’in namazını imam kıldırabilirdi!

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir