Ermenistan Histriyoni Virüsü ile boğuşuyor

Ermeni haber ajansı Pan Armenian 13 Ağustos 2009 tarihinde İskoç fıkralarını bile geride bırakabilecek bir haber yoruma yer verdi. - halil berktay

Ermeni haber ajansı Pan Armenian 13 Ağustos 2009 tarihinde İskoç fıkralarını bile geride bırakabilecek bir haber yoruma yer verdi.

Habere göre “Ermeni siyaset bilimci Sergey Shakaryants, 12 Ağustos 2009 tarihinde Erivan’da düzenlenen basın toplantısında, AGİT MİNSK grubunun Amerikalı Eşbaşkanı Matthew Bryza‘nın Eşbaşkanlık görevini, Tina Kaidanow‘a devredeceğine ilişkin haberleri değerlendirdi”.

Buraya kadar bir şey yok asıl komedi bundan sonrasında… Demiş ki “siyaset bilimci” Shakaryants: “ABD’nin eski Kosova Büyükelçisi Tina Kaidanow’un bu göreve (AGİT MİNSK Grubu Eşbaşkanlığına) atanması demek, işlerin ters gideceği anlamına geliyor. Çünkü; Kaidanow’un icraatları yüzünden, Sırplar soykırıma uğradı. Endişem, Ermeni halkının da aynı kaderle yüzleşmesi…”

Bu, karışık gibi görünen ve diplomasinin yanına bile uğramayan yorumun şifresi ise şu:

“Sırpları, Müslümanlar katletti ya, o zaman da Tina Kaidanow Kosova’da Büyükelçi idi ya… Hah, şimdi o Tina; Ermenileri kesmeye geliyor ya da kesilmesine göz yumacak…”

İtirazı olan varsa “yanlış anlaşılıyor” diye karşılık verebilir mi? Veremez, çünkü bir Ermeni siyasetçinin bu durumda, böylesine bir yorumda bulunulabilmesi, ancak ve ancak şu gerçeğin artık inkâr edilmemesine bağlı: “Ermeni toplumu ve siyaseti ne yazık ki yanlış ve hasta ruh hallerinin kontrolündedir”.

Shakaryants’ın kişiliğinde söz konusu hastalıklı ruh halinin analizini yapmakta yarar var.

Soru: İddia nedir?

Cevap:“Büyükelçi Tina, o zamanlar oradaydı (Kosova), Müslümanların Sırpları kesmesine izin verdi, bu durum yakında bizim de gömülmemize giden yolu açar!”

Soru:Bu ruh halinin kaynağı nedir?

Cevap: Bu durum, tipik bir “yansıtma” mekanizmasının işleyişidir. Psikoloji bilimindeki tanımı; “Denial & Projection” yani, “İnkâr ve Yansıtma” olarak geçer.

Bu iki kavram genelde birbirlerine aykırı gibi görünseler de aynı anda ve birlikte anılırlar.

Şöyle ki, “inkâr”; aslında yansıtma yapan tarafından gerçekleştirilen/gerçekleştirilmiş bir olaydır. İnkâr eden, suçluluk psikolojisinden kurtulabilmek için “yansıtır” yani halk tipi tanımla “suçu başkasına atar”.

Daha açıklayıcı olunabilmesi için, basit birkaç örnekle bu önermeyi güçlendirmek mümkündür:

Örnek 1-Çevremizde sürekli dedikodu yapan birileri mutlaka vardır ve biliriz. Ancak gözden kaçan şudur: Aslında olayın merkezindeki dedikoducu kişiliğin de çevresini sürekli bir şekilde dedikodu yaptıkları için eleştirmesidir. Etik olarak, dedikodunun; kişisel tatminin bir boyutunu oluşturmak dışında, insani yönden pozitif bir kazanımının olduğunu “sosyal toplum olarak” söyleyemeyiz. Ancak, kişi, bu yaptığının etik olmadığının da farkındalığında olarak, sürekli bir şekilde çevresini bilinç dışı/istemsiz daha doğrusu alışılageldik şekilde tenkit eder ve onları “dedikodu yaptıkları için” eleştirir! İşte inkâr ve yansıtmaya net bir örnek…

Örnek 2- Yukarıdaki örneğin ve bu önermelerin etkisi altında, akla gelen bir diğer yaşanmış gerçekten daha bahsedilebilir… Bu örnekten hareketle, şu önermeyi getirebiliriz:

“Soykırım yapan, yani bu suçu işleyen ya da kendisine soykırım yapıldığını iddia eden toplum, belirgin bir süreç içerisinde bu durumun gerçek olduğunu kabullenen bir sarmal içinde yer alabilecektir.”

Bu durumda önermeden şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Doğu Anadolu’da büyük bir planlı katliam yapan Rus birlikleriyle birlikte hareket eden, ikmal yollarını kesen, Osmanlı coğrafyasının hemen her bölgesinde siyasi ve ırki isyanlar başlatarak toplu katliam hareketine bulaşanlar; soykırım suçunu işlemişler, daha sonra bu durumun gerek üzerini örtüleyebilmek, gerekse dedikodunun kuşaktan kuşağa aktarılarak bir toplum histerisi haline dönüşen yalanın büyük kârından beslenebilmek için “inkar ve yansıtma” tekniğini tercih etmişlerdir.

Soru: Bu durum, Ermeni toplumunun veya Ermenistan dışındaki Ermenilerin hastalanan ruh halini de net bir şekilde özetlemiyor mu?

Cevap:Aynen öyle!… Ermeni toplumu, günümüzde Azerbaycan’da kendi uyguladığı ve 1900’lü yıllarda Anadolu’da atalarının işlediği şekliyle, bir insanlık ve soykırım suçunu; üzerine “Ermeni toplum belleğini” inşa edebilmek için kullanmıştır ve kullanmaktadır.

Ne var ki, Ermeni toplumu için asıl açmaz, siyasetçilerinin ve entelektüellerinin yanı sıra, büyük stratejik köklere sahip olan iddialardaki finans akışını sağlayan büyük “soykırım sektörü”nün yöneticilerinin de psikolojik tedaviye muhtaç olduklarını öncelikle “inkâr” etmelerinden kaynaklanmaktadır.

Bütün dünyanın gözleri önünde sergilenen ve yıllar boyunca Sırp kasapları tarafından toplu mezarlara atılan masum insanların, savaş suçları mahkemelerinde yargılanan Sırp liderlerinin görüntüleri hala hafızalarda canlı tutulurken; Sergey Shakaryants tarafından “Müslümanlar Sırpları kesti sıra bize geldi” şeklinde mantıksız ve gerçek dışı bir yansıtmada, bu tür bir ruhsal bozukluk, ancak soluk alabilmektedir.

Soru:Peki bu inkâr ve yansıtma işlevinin, başta Ermeni toplumuna ve insanlığın geleceğine olan etkisi nedir?

Cevap: Ermeni toplumu için, yıllar boyunca kazandırılmaya çalışılan ve görüldüğü gibi oldukça hazin bir “öz benlik” meselesi haline gelen bu “histeriden” arınmak güçtür.

Öncelikle yalanların yansıtılması ve gerçeklerin inkârından “arınmayı istemek” yani tedaviyi kabul etmek gerekir.

Oysa, Ermeni aktivistleri burada da öncelikle kendilerinin yapması gerekeni, yine “inkâr ve yansıtma” metodunu kullanarak Türklere “yapıştırmaya” çalışmıştır. Bu amaçla hemen her söylemde, internet sitesinde ya da sıradan bir diaspora afişinde “Türkiye ve İnkar” (Turkey & Denial) veya “Türk İnkârı-Turkish Denial” ikileşmesini hedefleyen “sloganın” hafızalara kazınmasına çaba sarf edilmiştir.

Türkiye ise tam tersine, Ermeni toplumunun ve gelecek nesillerin siyasi histerilere esir olmaması için bu noktada en büyük tevazuu göstermiştir.

Ermenistan’a, gelin birlikte “Ortak Tarih Komisyonu” oluşturarak meseleleri kendi boyutunda, yani tarihi gerçeklerle tartışalım, çünkü biz çıkacak her sonuca hazırız” diyebilmiştir.

Ermenistan’dan alınan cevap ise tam olarak bu ruh bozukluğuna inat, paranoyaklıkla beslenerek palazlanan, bir tür psikopat histeri obezitesini teyit eder niteliktedir:

“Tarihin tartışacak yönü yok!

şeklinde olmuştur cevap…

Ermeni toplumu, ırkçı fanatizmin histerisine bulanmış bu düşüncenin etkisinde, tarihte yaşandığından kesinlikle şüphe duymadıkları bir olayı tartışmaktan kaçırılmaktadır… Büyük bir çelişki değil midir?

Gerçekten de yerine tam oturan bu psikolojik bozukluk, aslında gerçeklerle yüzleşme korkusundan kaynaklanan çelişkileri de bir-bir deşifre etmektedir. Öyle ki, bu durumda bile medet umulan, ortadaki dilemmayı artırmakta kullanılmaktadır. Bu kaynaklar, sözde bilim adamı kişiliğindeki Türkiye kökenli “arketipler“dir.

Soru:Arketip nedir?

Cevap:Arketip, iddiayı destekleyen görüntüdeki uyarıcılardır.

Yani, suçun gizlenmesi için kullanılan inkâr ve yansıtma tekniğinin, başkaldırışında ve direngenliğindeki “tetikleyicilerdir”. Yine örnek vermek gerekirse, Taner Akçam, Halil Berktay, Müge Göçek, Elif Şafak, Devrim Sevimay, vb. Türkiye ile öyle ya da böyle bağı olan, kamuoyunda olmasa da, iletişim ağının ve medyanın geniş ölçeğine yayılan tartışma platformlarında “İşte bakın, Türkler de bizim tezimizi destekliyor” imajının canlı tutulması amacıyla yaratılmış olan ajitasyona müsait tetikleyicilerdir.

Sonuç:

Ermeni propaganda aktivistleri yarattıkları ruhsal çöküntü travmasına beklenenin ötesinde öncelikle kendileri adapte olmuşlardır. Ruh halleri ise; adı çok önce konulmuş “psikolojik” açıdan bilimsel bulguları da inkâr edecek hale getirilen ve tamamıyla inkar ve yansıtma odaklı bir paranoya yaratmaktadır.

Ermeni toplumunun yalanlar üzerine kurgulanan “kolektif bilincinin”, uyuşturucu etkisi yaratan ve ruh emici yalanlarla yaşayan duman altında bırakılmış karanlık rüyasından uyanması tüm insanlık adına insani bir gerekliliktir.

En azından Ermeni toplumu, siyasileri “yardımı” kabul etmese de, kendisinin doktoru olabilecek ve siyasi yalanlara kendi cevap verecek kadar olgunlaşmış olabilmelidir. Belki de ilkin kendi hastalığının adını Jung okuyarak da koyabileceğinin, birileri tarafından onlara fısıldanması başlangıç aşamasında söz konusu olabilecektir.

Ermenistan böylelikle; gerçek bir ülke ve sınır komşusu sayılabilmesine olanak yaratacak olan ve aynı zamanda “toplumsal kimlik ve kişilik bozukluğuna sebep”, “HİSTRİYONİ” virüsünün tüm zararlı etkilerinden ancak arınabilecektir.

Ülkü Eryaman

[email protected]

Okumaya devam et  TCA Ermeni acilimini destekliyormus

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir