Başmüzakareci Egemen Bağış:

Egemen Bağış
,
“Müzakerelere başlayıp da bitiremeyen ülke yok”
Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğuna ilişkin Türk Amerikan İş Adamları Derneği (TABA) dergisinin sorularını yanıtlayan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “Yol haritasının sonunda Türkiye olarak üyeliği görmek istiyoruz” diyor ve ekliyor: ” Şu bir gerçek ki müzakerelere başlayıp da bitiremeyen ülke yok.”Başmüzakereci Egemen Bağış ile Avrupa Parlamentosu’nun 2009 Türkiye raporunu, AB ile ilişkilerimizi, gerçekleştirilmesi hedeflenen yeni reformları ve müzakere sürecindeki planlarını  Türk Amerikan İş Adamları Derneği (TABA) dergisine anlattı.

TABA: Sayın Bağış, Türkiye’nin AB yolculuğunun Polonya ile aynı olduğu genellikle dile getirilir. Polonya’nın geçirdiği adaylık süreciyle Türkiye’ninki arasında ne gibi benzerlikler var?

EGEMEN BAĞIŞ: Polonya’nın adaylık süreci incelendiğinde yaşanan süreçte benzer sorunlarla karşılaşıldığını söyleyebiliriz. Tabii önemli olan Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde geçmiş genişleme ve Polonya’nın deneyimlerinden dersler çıkarabilmesidir. Polonya örneğinde görüldüğü üzere, üyelik sürecinde güçlüklerden biri halkın tam desteğinin sağlanması olmuştur. Bu bağlamda, sadece hükümetin desteğinin sağlanması yeterli olmamakta; kamuoyunun beklentilerini karşılayabilmek ve değişik kesimlerin beklentilerine cevap verebilmek önem teşkil etmektedir.

Bu zorlu süreçte, AB’nin algılanış biçiminde farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Toplumda AB üyeliğini destekleyenler olduğu gibi buna karşı olanlarda bulunmaktadır. AB’nin risk anlamına geldiği, fırsat anlamına gelmediği düşüncesini savunanlar; entegrasyonun Polonya’nın geleneklerine zarar verebileceği fikrini savunanlar bulunmaktaydı. Bu sebeple, Polonya halkının Avrupa Birliği hakkında bilgilendirilmesi gerekmekteydi. Avrupa Birliği’nin nasıl işlediği ve üyelik sonrası kazanımların anlatılması önem teşkil etmekteydi. Avrupa yanlısı tutarlı bir uzlaşma oluşturmak amacıyla Polonya hükümetinin ve politikacıların kampanyalarının yanı sıra, katılım sürecine ruhunu veren iş dünyasından kuruluşların da katıldığı geniş tabanlı bir STK kampanyasının oluşturulması, Avrupa yanlısı bir boyutun yerleşmesini teşvik etmiş ve katılım sürecini desteklemiştir.

Polonya örneğinde olduğu gibi, katılım sürecinin günlük siyasi arenadan çıkarılarak, Türkiye’nin tam üyelik hedefine hep birlikte kilitlenmesi için ve iktidarıyla, muhalefetiyle, genciyle, yaşlısıyla, doğulusuyla, batılısıyla, askeriyle, siviliyle hep birlikte tam üyelik hedefine ulaşmak için ortak paydada buluşmayı önemsiyor ve bu yolda çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Hükümetimizin ve politikacılarımızın katılım yanlısı kampanyalarının yanı sıra, Mart ayı başında düzenlemiş olduğumuz ‘AB Sürecinde Sivil Toplumla Diyalog Toplantısı’gibi sivil toplum kuruluşları ile işbirliğinin daha da geliştirilmesi, görüş alışverişinde bulunulması ve katkılarının alınmasını amaçlayan toplantılarla önümüzdeki dönemlerde de STK’ların AB bütünleşmesine katkı sağlamalarını hedeflemekteyiz. Polonya Cumhuriyeti’nin eski Dışişleri Bakanı Sn. A.D. Rotfeld’in de belirttiği üzere, Türkiye’nin AB üyeliği, sürdürmekte olduğumuz zorlu müzakere sürecinin, bütün başlıklarda tamamlanmasının ardından gerçekleşecektir. Ancak, bugün Polonya’nın artık ardında bıraktığı bu çabaya girişmek, reformlar sonucunda daha modern; güçlü bir ekonomiye, daha verimli bir demokrasiye ve istikrarlı bir toplumsal sisteme sahip daha zengin bir ülke olmak Türkiye’nin kendi çıkarınadır.

TABA: Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen son Türkiye raporu Türkiye’nin üyelik sürecine ilişkin ne tür ipuçları veriyor?

EGEMEN BAĞIŞ: Avrupa Parlamentosu’nun onaylamış olduğu son Türkiye Raporu, içerisinde bizim hoşumuza gitmeyen, eleştiri tonu ağır olan maddeler olsa da; Türkiye’nin çabaları sonucu mümkün olabilecek derecede iyileştirilmiş bir metindir.

İçerisine katılım sözcüğü bulunan bu raporun, 528 Avrupa parlamenterinin onayıyla kabul edilmiş olması, Türkiye’nin katılım sürecinin teyit edilmesi anlamına gelmektedir. Nitekim AP Başkanı Hans Gert Poettering de, ülkemizin üyeliği konusunda şahsi çekingen tutumuna karşın, bu raporu temel alarak, AP’nin genelinin Türkiye’nin üyelik sürecini desteklediğini belirtmiştir. Bu çerçevede, raporda Türkiye’nin bazı önemli hassasiyetleri, dikkate alınmı.şır. Özellikle Ermeni iddialarıyla ilgili, 1915 ile ilgili hassasiyetimizin dikkate alınarak raporda yer verilmemiş olması, PKK’nın bir terör örgütü olduğunun açıkça vurgulanmış olması, Türkiye’ye karşı bir takım hasmane çabaların ciddiye alınmamış olması önemlidir. Rapor ayrıca, Gümrük Birliği, Serbest Ticaret anlaşmaları ve vize kolaylığı konnularında AB kurumlarıyla Türkiye arasında olması gereken işbirliği ve istişarenin önemini de vurgulamaktadır. Katılım müzakere sürecimizin ilerletilmesi çağrısına da yer vermektedir.

Daha önemli olan kısmı da 27 ülkeyi ve 8 değişik siyasi grubu temsil eden siyasilerin ortak raporu haline gelen bu belge, genel anlamıyla AB koşulları dikkate alındığında önceki yıllara göre daha dengeli bir belgedir. Daha önceki yıllarla karşılaştırıldığında 2009 Raporu daha yapıcı ve Türkiye’nin tam üyelik çabalarının güçlendirilmesi konusunda açık çağrıda bulunan bir rapordur.

Bunu her geçen gün Avrupa mercilerinin Türkiye’nin tam üyelik sürecine daha fazla inandıkları ve destek verdiklerinin bir göstergesi olarak değerlendirmek gerekir.

Raporda Türkiye’de atılan adımlara atıfta bulunarak, Ulusal Programın yayımlanması, Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun kurulması ile TRT-6’nın yayına başlaması gibi konulara işaret edilmesinden de ayrıca memnuniyet duymaktayım.

Bu, Avrupa Parlamentosu’nun Haziran 2009 seçimlerine gitmeden evvel yayınladığı son Türkiye Raporu olmuştur. Rapor, dolayısıyla Haziranda yeni oluşacak parlamentonun da Türkiye ile ilgili izlenimlerinin başlangıç noktasını oluşturacağı için önemlidir. Temaslarımızda talep ettiğimiz birçok konunun ciddiye alındığını görmek bizler için mutluluk vesilesi olmuştur.

Bu vesileyle raporun hazırlanması ve çıkarılmasında emeği geçen tüm siyasi kesimlerden Avrupalı ve Türk parlamenterlere teşekkür ediyorum.

TÜRKİYE REFORMLARDA HIZLA İLERLİYOR

TABA: Raporda Türkiye’de gerçekleştirilen reformların yavaşlığı eleştirisi yer alıyor. Türkiye’nin gerçekleştirdiği reformlardan sonra bu eleştiriyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

EGEMEN BAĞIŞ: İki şeyi birbirinden ayırmak lazım, müzakerelerle reformları pek çok ülke birlikte götürdüğü için ikisi tek kavrammış gibi algılanıyor ama öyle değil. Reformlarda Türkiye hızla ilerliyor. Sadece son bir ay içerisinde neler yaptığımıza bakarsak, öncelikle Türkiye Avrupa Birliği yolunda bir Ulusal Program yayınlamıştır. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde yapacaklarını tek tek anlatan 400 sayfalık bu belge resmi gazetede yayımlanmıştır. Altında Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımızın onayları ve imzaları ile birlikte 60. Hükümetin tüm Bakanlarının imzaları bulunmaktadır. Arkasından AB müzakerelerine odaklanacak yeni bir Bakanlık oluşturulmuş ve bir Başmüzakereci atanmıştır. Sayın Başbakanımız 4 yıl aradan sonra Brüksel’e gitmiş orada Komisyon Başkanı Sayın Barrosso ve uluslararası medyanın önünde Türkiye’nin AB tam üyeliği hedefinin arkasında olduğunu ilan etmiştir. Bu süreçte bir yandan da Nazım Hikmet’in vatandaşlığı iade edilmiştir. Arkasından çevre adına dünyanın en önemli uluslararası anlaşması olan Kyoto Protokolü’ne imza koymayan ender ülkelerden bir tanesiydik, bu Protokol kabul edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ilk defa Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulmuştur. Ayrıca TRT’nin farklı dillerde yayınlara başlamış olması, Vakıflar Kanunu neticesinde Vakıflar Meclisinin toplanmış olması, Türkiye’nin artık her şeyin şeffaflaştığı, her şeyin sorgulanabildiği, herkesin ortak paydalarda omuz omuza verebildiği bir ülke haline geleceğinin işaretleridir. Bunların hepsinde AB sürecinin çok önemli katkıları vardır. Tüm bunlar sadece son iki ayda yapılmıştır. Demek ki reform sürecimiz hızla devam etmektedir. Ama müzakereler istediğimiz hızda gitmemektedir. Bunun sebebi biz değiliz. Siyasi engeller, Avrupa’nın karar alma mekanizmalarının yavaş işlemesi, bürokratik engelleri ve küresel krizin onlarda arttırdığı tedirginlikler. Böyle bir ikilem yaşanırken Türkiye’nin müzakerelerinin yavaşladığı iddiasını samimi bulmuyorum.

TABA: Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine sıcak bakmayan kesimin; Türkiye’nin fazlasıyla tavizkar olmasının beklendiği, bu durumda ülkenin gücünü kaybedeceği gibi söylemleri mevcut. Bu söylemlere karşılık, AB üyeliği hususunda vatandaşın yeterince bilinçlendirildiğini düşünüyor musunuz?

AB üyeliğinin getirileri ve bizden beklenenlerin kamuoyuna sağlıklı bir şekilde anlatılması yönünde sizing çalışmalarınız olacak mı?

EGEMEN BAĞIŞ: Her ay yaptırdığımız anketlerle Türkiye’nin üyeliğine halkın desteğini izliyoruz: şu an Türk toplumunun yüzde 65’i Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakıyor. ‘Bizi üye yaparlar mı’ sorusuna ise halkın yüzde 45’i ‘evet’ diyor. Avrupa’da ise tam tersi çıkıyor. Yüzde 45’i Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istiyor, ‘olur mu’ sorusuna ise yüzde 65 ‘evet’ diyor. Yani Türkiye’de yüksek orandaki isteğe rağmen, üyelik konusunda şüphe duyanlar varken Avrupa’da istememelerine rağmen Türkiye’nin üye olacağından emin olanlar var. Müzakereler sonucunda makasın bu iki ucu kapanacaktır, hiç şüphem yok. 70 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını Avrupa Birliği üyeliğinin getirileri konusunda ve 450 milyon Avrupalıyı Türkiye’nin katkıları konusunda bilgilendirmek ve ikna etmek durumundayım. Bu zor görevde herkesin desteğine ihtiyaç duymaktayım.

Bu çerçevede, göreve atanmamın ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla gerek muhalefet parti liderlerine, gerekse anayasal kurumların önderlerine nezaket ziyaretleri gerçekleştirerek, Türkiye’nin ortak paydası olarak gördüğümüz AB projesi için toplumun her kesiminin fikirlerine ve desteğine ihtiyaç duyduğumuzu dile getirdim. Ayrıca, sivil toplum kuruluşlarına özel önem vererek, düzenlediğimiz toplantılarla, Ankara’da konuşarak, Avrupa’da ses getirmeyi amaçlamaktayız. Bu çerçevede, sivil toplum kuruluşları ile işbirliğinin daha da geliştirilmesi, görüş alışverişinde ulunulması ve katkılarının alınması amacıyla, Ankara’da 600 civarında sivil toplum kuruluşuyla bir toplantı yaptık. Çok başarılı geçti. Şimdi bir iletişim stratejisi geliştirmeye çalışıyoruz. İç iletişime yönelik olarak çalışmalara başladık. AB üyeliğinin getirileri ve bizden beklenenlerin kamuoyuna sağlıklı bir şekilde anlatılması amacıyla Türkiye’de TOBB ile birlikte farklı illerimizde bölgesel toplantılar düzenleyeceğiz. Gidip o illerin kamuoyuna, işadamlarına, ticaret ve meslek odalarına AB’yi anlatacağız.

TABA: Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliği konusunda kendi içinde de bir fikir ayrılığı yaşadığı zaman zaman görülüyor. Bu durum AB’nin kendi içinde yaşadığı sorunların bir göstergesi olabilir mi?

EGEMEN BAĞIŞ: AB’nin şu an yüzleştiği sorunların başında küresel ekonomik kriz gelmektedir. Bu bağlamda, AB içinde, genişlemenin durdurularak iç sorunlara odaklanılmasını savunan bir kesim bulunmaktadır. Buna karşın, Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in de vurguladığı üzere Avrupa’nın ekonomide tekrar hamle yapması için genişleme, problemin değil çözümün bir parçasıdır.

Dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında bulunan ve Avrupa’nın 6’ncı büyük ekonomisi olan Türkiye, küresel finansal krizde mali kurumların sıkı işbirliği, bankacılık sektörünün yüksek risklere hazırlıklı oluşu ve mali politikaların kararlı tatbiki sayesinde “kendi bankacılık sektörüne para enjekte etmek zorunda kalmayan ender ülkeler arasında bulunmaktadır”. Fransız otomobil üreticisi Renault, 2008 yılında kar eden 2 tesisinin Türkiye ve Romanya’daki fabrikaları olduğunu açıklamıştır.

Türkiye’nin nüfusunun yüzde 65’i, 34 yaşın altında, yaş ortalaması ise 28,3’dür. Bu genç nüfusla ve 24 milyon insandan oluşan iş gücüyle Avrupa’nın dördüncü büyük iş gücüne sahip ülkesi olan Türkiye, genç işgücü potansiyeliyle, AB’ye yük olmaya değil, AB’nin yükünü üstlenmeye gitmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’nin ekonomik olarak daha da güçlenmesini sağlayacağına inandığımız AB reformlarını sürdürme kararlılığımız artarak devam edecektir.

AB’nin içinde yaşadığı diğer bir sorun ise Fransa ve Hollanda’da ret edilerek Birliğin iç dengesini sarsan AB Anayasası yerine,yürürlüğe konmak istenilen Lizbon Antlaşması’nın onay sürecidir. Lizbon Antlaşması’nın 12 Haziran 2008 tarihinde gerçekleştirilen referandumda İrlanda’da reddinin ardından, İrlanda seçmenini rahatlatacak bazı açıklamalar getirilerek tekrar oylanması hedeşenmektedir. Lizbon Anlaşması yüzde 90-95 oranında, daha önce Fransa ve Hollanda’daki referandumda kabul edilmeyen Anayasal Antlaşma’ya benzemektedir. Her ikisi arasındaki fark ise ortak bayrak, ortak marş ve anayasa kavramlarıdır. Türkiye’nin AB ile müzakere faslı açabilmesi için 27 üye ülkenin onayının alınması gerekmektedir. Lizbon Antlaşması kabul edildiğinde AB’nin karar alma süreçleri genel olarak daha hızlı hale gelecektir ve bu Türkiye’nin de yararına olacaktır.

Ayrıca unutulmaması gereken diğer bir nokta ise, AB’nin çok güçlü varoluş temelleri üzerine kurulduğudur. Henüz Lizbon Antlaşması’nın tüm ülkelerde onaylanarak yürürlüğe girmemiş olması ve diğer siyasi anlaşmazlıklar, Birliğin parçalanacağı anlamında yorumlanmamalıdır. Avrupa bütünleşmesi, üye ülkelerin kendi ulusal çıkarlarını bir tarafa bırakarak birbirleriyle rekabet etmek yerine işbirliği içinde ortak hareket etmesinin zorunluluğu fikri üzerine inşa edilmiştir.

Bu sebepledir ki Türkiye’nin üyeliğine karşı kısa vadeli siyaset yürüterek seçim hesapları yapmak yerine, bir sonraki nesilleri düşünerek uzun vadeli kararlar alındığında, Türkiye’nin birliğe üyeliğinin faydaları ve sorunların çözümüne katkıları açıkça gözükmektedir.

NABUCCO PROJESİ’NDE TÜRKİYE KRİTİK BİR ÜLKEDİR

TABA: Nabucco projesinde de bir çıkar uyuşmazlığı vuku buldu galiba?

EGEMEN BAĞIŞ: Avrupa ciddi bir enerji sıkıntısı yaşamaktadır. Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılayacak projelerinden biri olan Nabucco Projesi’nde Türkiye kritik bir ülkedir. Türkiye-AB arasındaki müzakerelerde enerji faslı Kıbrıs Rum Kesimi’nin itirazları nedeniyle açılamamaktadır, ve Avrupa enerji krizinde Türkiye çözümün önemli bir parçasıdır.

Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel’deki açıklamalarında, “Nabucco projesi için AB ile enerji faslında müzakerelerin başlatılmasının ön şart olmadığını” vurgulamıştır. Başbakanımız ayrıca “Rusya ile Ukrayna arasındaki son doğal gaz krizinden hiçbir şekilde olumsuz etkilenmeyen küçük bir AB üyesinin 500 milyonluk AB’yi yakından ilgilendiren enerji faslında, hiçbir açılış kriteri bulunmamasına rağmen engelleyici tutum takınmasından duyduğumuz rahatsızlığı” da yansıtmıştır.  Nabucco’nun önünde arz sorunu, güvenlik sorunu ve maliyet sorunu gibi diğer sorunlar mevcuttur. Bunların hepsi çözüldü de enerji faslının açılmaması mı engel oldu? Türkiye Nabucco’yu önemsemese bugüne dek Cumhurbaşkanı dahil her düzeyde bu kadar temasta bulunmazdı.

AB sürecinde Avrupalı ortaklarımızdan “oyunu kurallarına göre oynamalarını” başından beri savunuyoruz ve Türkiye’nin bu kurala kendisinin de uyacağını dile getirerek; enerji dahil elindeki kartları farklı amaçlar için kullanmayacağımızı vurguluyoruz.

Son dönemde yaşanan doğal gaz sıkıntısı Türkiye’yi de rahatsız etmiştir. Bu konuyu geleceğe farklı bir şekilde taşımak gerekiyor. Bir arz güvenliği olması gerekiyor. Görüşmelerimiz devam ediyor. Nabucco projesi büyük bir önem taşıyor. Bu konuda tam desteği vermekte kararlıyız.

KIBRIS SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN 2009 ÖNEMLİ BİR YIL OLACAK

TABA: Yılın ikinci yarısında AB Dönem Başkanlığı İsveç’e geçecek. Kıbrıs ile ilgili kararın bu ülkenin Başkanlığı döneminde alınacak olması Türkiye için bir fırsattır diyebilir miyiz?

EGEMEN BAĞIŞ: Türkiye’ye AB yolunda en açık desteği veren ülkelerin başında İsveç de gelmektedir. AB içinde çok önemli bir ülke olan İsveç, Türkiye’nin üyeliğinin avantajlarını her platformda dile getirmektedir. İsveç’in Dönem Başkanlığında bu desteği açıkça göreceğimizi ümit ediyorum.

AB içinde bazı siyasetçilerin ve başkentlerin Türkiye konusunda hala kararsız tutum sergilemeleri İsveç tarafından talihsizlik olarak değerlendirilmektedir. Yakın ilişkilerimiz olan İsveç, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda, Avrupa’nın ahde vefalı kalması gerektiğini savunmaktadır. Türkiye’ye hep birlikte bir söz verildiğini açıkça dile getirilen ve bu sözün yerine getirilmesini savunan bir ülkedir.

Zira bir süre önce Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan ile İsveç’e yapmış olduğumuz ziyarette bu ülkenin meclisinde yer alan 7 siyasi parti Türkiye’nin AB üyeliğine tam destek vereceklerini belirtmişlerdir ve bundan mutluluk duymaktayız.

İsveç ile olan ilişkilerimizi önemsiyoruz, şüphesiz İsveç’in bu yılın ikinci yarısında AB Dönem Başkanlığını alacak olması Türkiye için olumlu bir gelişmedir.

Bu bağlamda, Kıbrıs konusundaki değerlendirmelerin 2009 sonu itibariyle hazırlanacak olması ve Türkiye’nin AB ile açılması düşünülen fasıllarla ilgili de ‹sveç’in yaklaşımı Türkiye için çok önem taşımaktadır.

Kıbrıs ve diğer konular nedeniyle askıya alınan fasılları tekrar müzakerelere açmak istiyoruz. Takdir edersiniz ki bu sadece bizim ya da İsveç’in karar vermesiyle değil, bütün üyelerin anlaşması durumunda çıkacak bir sonuçtur.

Bu noktada bir zaman aralığı vermek doğru olmaz. Ancak şunu açıkça dile getirebilirim ki Kıbrıs sorununun çözümü için 2009 mühim bir yıl olacaktır. AB ile olan müzakerelerimiz olumlu bir atmosferde devam ediyor. Bu anlamda, Kıbrıs konusunda da bir çözüme ulaşılmasını güçlü bir şekilde arzu ediyoruz. Bu konuları daha detaylı bir biçimde İsveçli meslektaşımla görüşmek üzere Nisan ayının ikinci yarısından itibaren İsveç’e bir ziyaret öngörmekteyim.

TABA: Sayın Bağış, Türkiye’nin yol haritası belli. Sizin planınız nedir?

EGEMEN BAĞIŞ: Tabii ki bu yol haritasının sonunda Türkiye olarak üyeliği görmek istiyoruz. Şu bir gerçek ki müzakerelere başlayıp da bitiremeyen ülke yok. Mesela Malta, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler, eksiklikleri Komisyon tarafından tespit edilmiş olmasına rağmen müzakereleri bitirdikten sonra üye olmuş ülkelerdir. Türkiye de bunlardan bir tanesi olabilir. Diğer bir örneği İngiltere; Fransızlar tarafından iki kere veto edilmişlerdir. Bugün tam üye olan İngiltere birliğin lokomotif ülkelerinden biri haline gelmiştir. Bir diğer örnek ise Norveç’tir. Müzakerelerini bitirmiştir ve sonrasında Norveç halkı üye olmak istemediğini belirtmiştir. Fakat müzakerelerini bitirmiş, yani ekonomisini, insan haklarını, demokrasisini, ifade özgürlüğünü Avrupa Birliği standartlarına getirmiş ve kendi tercihiyle üye olmamayı seçmiştir. Aynı şekilde İzlanda da bu standartları yakalamış ancak üye olmamayı tercih etmiştir. Ancak AB sistemi dışında kalmasının da önemli etkisiyle bankacılık sektörünün yaşadığı kriz sonrasında ülke çok ciddi bir mali krize girmiştir. Şimdi yeniden Birliğe girme düşünceleri dile getirilmeye başlanmıştır.

Bu noktada Türkiye için bu alternatifler içersinden hangisinin olacağına şimdiden karar vermemek gerekir. Türkiye müzakereleri eninde sonunda bitirecektir. Bitirdiği gün iseortada çok farklı bir Türkiye olacak, aynı zamanda çok farklı bir AB olacaktır. O günkü yöneticiler o günkü toplumla el ele verip kararlarını verirler. Bugünden o kararı vermeye kalkmak, ki Türkiye’de Avrupa’da da bugünden bu kararı vermeye kalkan siyasiler bulunmaktadır, vizyonsuzluk ve uzak görüşlü olmamak olarak değerlendirilebilir. Şimdi biz hedefe kilitlenmeliyiz, hedefe odaklanmalıyız, odaklanacağımız nokta da Türkiye’nin AB standartlarında bir ülke haline gelmesi olmalıdır. Üye olsak da olmasak da o standartları yakalamamız lazım. Biz bunu Avrupalıları mutlu etmek adına yapmamalıyız. Bizim vatandaşlarımızın en iyi şartlarda yaşama hakkına olan saygımızdan dolayı yapmalıyız ki, biz öyle yapıyoruz. Bugünkü Hükümet olarak Sayın Başbakanımızın önderliğinde biz Türkiye’nin daha müreffeh, daha demokratik, daha sosyal, daha hukuk içerisinde, daha laik, daha güçlü bir ülke olmasını arzu ediyoruz. Anayasamızda belirtilen demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti özelliklerini eş zamanlı biçimde güçlendirebilecek bir çaba olarak görüyoruz Avrupa Birliğini, onun için önemsiyoruz bu süreci. Altını çizerek belirtmek istiyorum ki bunu Avrupalıları mutlu etmek için değil, bizim vatandaşımızın her şeyin en iyisine layık olduğuna inandığımız için yapıyoruz.

YARGI REFORMU ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUZ

Öncelikle Anayasamızın daha modern bir ülkeye yakışır bir Anayasa haline gelmesi için gerekli adımları atmak istiyoruz. Tabi bunu yaparken, muhalefet partileriyle işbirliği yaparak, ortak paydalarımızı belirleyerek, gerçekten çevik bir Anayasaya, bizi kilitleyen değil önümüzü açan bir Anayasaya, Türkiye’yi daha rekabetçi hale getirebilecek bir Anayasa’ya kavuşmayı arzu ediyoruz. Bunun dışında yargı reformu yapmayı planlıyoruz. Yargıda çok önemli reformlar yapmamız lazım. Bunu yargı mensuplarımızla birlikte konuşarak planlamamız lazım. Şu anda üzerinde çalıştığımız belgelerden bir tanesi de yargı reform stratejisidir. Ayrıca yolsuzlukla mücadele konusunda çok ciddi bir şekilde çalışıyoruz. Bunu kurumsal olarak engellemenin nasıl sağlanabileceği ile ilgili şu anda hazırlıklarımızı yapıyoruz. Aynı şekilde bir Kamu Denetçiliği kurumu kurulması sözkonusu. Kamu Denetçiliği kurumunu oluşturabilmek için muhalefet partilerimizle birlikte hareket etmemiz gerekmektedir. Buna benzer yapılması gereken çok basit ama önemli işler bulunmaktadır. Bu konularda muhalefet partilerimizin desteğini bekliyoruz.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir