İyi Politikacıdan İyi Yazar Çıkmaz(Hasan Celal Güzel Örneği)

Elimden gelse hiçbir politikacıya yazı yazdırmazdım! Ancak neylersin ki; hem bunu sağlayacak gücüm yok, hem de düşünce özgürlüğüne inanan birisiyim. Takip edebildiğim kadarıyla; politikacılar yazdıklarında tarafsız davranamayan, sürekli olarak toplumun sinir uçlarını kaşımayı alışkanlık haline getirmiş insanlardır. Tıpkı Yılmaz Karakoyunlu gibi. ANAP döneminin bakanlarından olan Yılmaz Karakoyunlu, toplumun sinir uçlarını kaşımaya ısrarla devam ediyor. 1940’lı yıllarda gayrimüslimlere karşı uygulanan “Varlık Vergisi”ni ve “Aşkale Toplama Kampını” konu alan “Salkım Hanımın Taneleri” isimli romanından sonra, 1955 yılının 6-7 Eylül günlerinde İstanbul’da Rumlara yönelik eden olayları konu alan “Güz Sancısı” isimli romanı da filme çekildi Yılmaz Karakoyunlu’nun. Ne diyelim; hayırlı uğurlu olsun! - 20124candundar

Elimden gelse hiçbir politikacıya yazı yazdırmazdım! Ancak neylersin ki; hem bunu sağlayacak gücüm yok, hem de düşünce özgürlüğüne inanan birisiyim. Takip edebildiğim kadarıyla; politikacılar yazdıklarında tarafsız davranamayan, sürekli olarak toplumun sinir uçlarını kaşımayı alışkanlık haline getirmiş insanlardır. Tıpkı Yılmaz Karakoyunlu gibi. ANAP döneminin bakanlarından olan Yılmaz Karakoyunlu, toplumun sinir uçlarını kaşımaya ısrarla devam ediyor. 1940’lı yıllarda gayrimüslimlere karşı uygulanan “Varlık Vergisi”ni ve “Aşkale Toplama Kampını” konu alan “Salkım Hanımın Taneleri” isimli romanından sonra, 1955 yılının 6-7 Eylül günlerinde İstanbul’da Rumlara yönelik eden olayları konu alan “Güz Sancısı” isimli romanı da filme çekildi Yılmaz Karakoyunlu’nun. Ne diyelim; hayırlı uğurlu olsun!

Geçmişlerinde politikacılık olan yazarlar, genelde duygusal oluyorlar. Yazdıklarında, sahip oldukları ideolojilerin etkisi olduğu gibi, geçmişte yaşadıklarına inandıkları haksızlıklardan kaynaklanan tepkisel bir hava da vardır. Bu tip yazarlardan birisi de galiba Hasan Celal Güzel olmalıdır. Esasına bakarsanız Siyasetçi Hasan Celal Güzel benim oldukça sevdiğim bir şahsiyettir. Ancak gazeteci olarak pek sevdiğim söylenemez kendisini. Esasında bana göre de Hasan Celal Güzel, bir siyaset mağdurudur. Kendisine haksızlıklar yapılmıştır. İşte Hasan Celal Güzel’deki bu mağduriyet psikolojisi, onun gazeteci olarak sürekli mağdurların yanında yer almak gibi tepkisel bir tutum takınmasına sebep olmuştur. Hasan Celal Güzel’in AKP’ye vermiş olduğu sınırsız desteğin arkasında yatan da onun mağduriyet psikolojisinden kaynaklanan tepkisidir.

Peki, Hasan Celal Güzel nasıl mağdur edilmiştir? Bildiğim kadarıyla Hasan Celal Güzel başarılı bir bürokrasi hayatı geçirmiş, Özal’ın Başbakanlığı döneminde Başbakanlık Müsteşarlığı’na kadar yükselmiştir. 1986 yılındaki ara seçimlerde memleketi olan Gaziantep’ten milletvekili seçilerek siyasete girmiş, Devlet Bakanlığı, Hükümet Sözcülüğü yapmıştır. Bir yıl sonra yapılan genel seçimlerde bu kez hemşehrisi Mustafa Taşar ile anlaşmazlığa düşmüş ve Gaziantep yerine Ankara Keçiören’den seçime girmiş ve kurulan hükümette Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlılığı yapmıştır. Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla, 1989 yılında Özal’a rağmen ANAP Genel Başkanlığı için yarışa girmiş, ancak Özal ailesi desteklemediği için yarışı kaybetmiştir. Bundan sonra Hasan Celal Güzel’in yıldızının hızla söndüğü yıllar başlamıştır. Hükümette iken “Tank Hasan” adlandırmasıyla alay konusu yapılan Hasan Celal Güzel’e bu kez de siyasi rakipleri tarafından bir kadın (Hande Şefkat Mumcu) yamanmak istenmiştir. İşte bütün bunlar Hasan Celal Güzel’in siyasi hayatının sonu olmuştur.

Bu yüzden olacak; 1992 yılında kuruluşuna öncülük ettiği Yeniden Doğuş Partisi hiçbir siyasi varlık gösterememiş, Hasan Celal Güzel ise 28 Şubat sürecine imza atan askerlere hakaret ettiği gerekçesiyle 2000 yılında hapse atılmıştır. Hasan Celal Güzel’e vurulan son siyasi darbe ise kurmuş olduğu Yeniden Doğuş Partisi’nin, Cem Uzan tarafından siyasi katakülle ile elinden alınması ve Döner-Ekmek Partisi (Genç Parti) pozisyonuna düşürülmesi olmuştur. İşte hayatına bütün bunları sığdıran Hasan Celal Güzel, tam anlamıyla her şeye, özellikle de aktif siyasette bulunduğu dönemin askerlerine karşı aşırı tepki duyan bir adam olup çıkmıştır. Bu sebeple olacak, bir yılı aşkın süredir devam etmekte olan Ergenekon Soruşturması’nın Türkiye’deki en yaman savunucularından birisi belki de Hasan Celal Güzel’dir. Bunu, Radikal Gazetesi’nde yazmış olduğu yazılardan ve bazı televizyonlarda katılmış olduğu programlarda sarf etmiş olduğu sözlerden anlamak mümkündür.

Dün, yani 16 Şubat 2009 akşamı NTV’de Can Dündar’ın telefon bağlantısı yaptığı gazeteci Saygı Öztürk “Apo’ya dokunan yanıyor!” diyordu. Son çıkan kitabı hakkında bilgi veren Saygı Öztürk, Ergenekon kapsamında yargılananlar arasında; Apo’yu Kenya’dan getiren subaylarla, “Abdullah Öcalan memleketine hoş geldin!” diyerek kendisini karşılayan ve İmralı Adası’nın güvenliğinden sorumlu subayların da bulunduğu söylüyordu. Umarız Hasan Celal Güzel’in, belki de siyasi kuyruk acısı sebebiyle gözü kapalı destek verdiği bu dava, sapla saman birbirine karıştırılmadan, ülkemizin menfaatine bir seyir takip eder ve başarı ile sonuçlanır…
***
18.01.2009 tarihli ve “100 yıllık Ergenekon” başlıklı yazısını da konu ederek 20 Ocak 2009 günü Hasan Celal Güzel’e uzunca bir mektup yazarak şöyle demiştim:

“…”Türklerin 2000 yıllık o muhteşem ‘Ergenekon Destanı’ndan bahsetmiyorum” deseniz de, yazı içinde kullanmış olduğunuz “İttihatçı kalıntısı Ergenekon”, “Ergenekon ’un 1 Numarası”, “Ergenekon Çetesi”, “Ergenekoncular” ve “Ergenekon Gladyosu” gibi tabirlerle, Ergenekon kavramının kötü bir şey olduğunu zihinlere adeta çiviliyorsunuz. Oysa bu kavram Türkler ve Türk tarihi için kutsal bir kavramdır, üstelik siz de bir tarihçisiniz. Müellifleri arasında bulunduğunuz “TÜRKLER” isimli onlarca ciltlik tarih kitabını, hangi yıldan başlattınız doğrusu merak ediyorum. Umarım 1071’le başlatmamışsınızdır!

Biraz önce Ankara Kocatape Camii’nden bir cenaze kalktı. Ordunun tekmil üst kademesi cenazede idi. Oysa intihar ettiği söylenen bu albay(Abdülkadir Kırca), medyada günlerdir Ergenekon ve onlarca faili meçhul cinayetle birlikte anılıyordu. O zaman TSK, neden tekmili birden bu adamın cenazesine katıldı? Yoksa bu tavrı “Biz zaten millet olarak önce hain diye asarız. Sonra da kahraman diye idam sehpasının dibinde yas tutarız” sözüyle mi açıklamak gerekir? Doğrusunu Allah bilir ama bu insanlara gerçekten biraz yazık ve ayıp ediyoruz. Olayı duyduktan sonra içimden geçen düşünce şu oldu; “Zaten tekerlekli sandalyeye mahkûm bir adam. Üstelik Pkk ile mücadelede ve bu ülkenin birliği için sakat kalmış bir kahraman. Demek ki; hakkında söylenenleri hazmedemedi ve aradan çekilmeyi tercih etti…”. Allah taksiratını affetsin. Ancak bu konuda galiba bir şeyler yanlış gidiyor. Haksız ve maksatlı olarak Ergenekon ismi verilen soruşturma kapsamında tutuklanan ve ifadesine başvurulan askerler, genelde Pkk ile mücadelede öne çıkmış askerler ve bu soruşturmalara en çok sevinenler DTP ve Pkk’lılar. Sahi sizce de bunda bir gariplik yok mu?

Allah için söyleyin; “Efendim, ikide bir kazan kaldıran yeniçeri ortalarını, Kabakçı Mustafa, Patronalı Halil gibi erazili saymazsak, tarihimizin ilk Ergenekoncuları, İttihat ve Terakki Partisi’nin çetecileriydi. Hükûmet darbesine bayılırlar, Galata Köprüsü’nde muhalif gazetecileri temizlerler, Bâb-ı Âlî ’yi basıp nazırları öldürürlerdi. Bir kolları yeraltında, diğer kolları ordunun içinde, gözleriyse iktidardaydı” şeklindeki bir yaklaşım ve üslup, sizin gibi devlet umuru görmüş bir devlet adamına ve Türk Tarihi’ne gönül vermiş bir tarihçiye yakışan bir yaklaşım ve üslup mudur? Evet, Patrona Halil ve Kabakçı Mustafa birer rezil olabilirler. Ancak onların sıradan bir insan olduğunu söyleyemezsiniz. Eğer bu adamların sıradan, uyduruk ve kıytırık adamlar olduğunu söylerseniz, bu adamların hükümet darbesi yapabildikleri devleti, sistemi ve milleti de aşağılamış olursunuz ki; bu tarihe ve tarihçiye yakışan bir tavır değildir. Eğer bir hamam tellağı bile kalkıp hükümet darbesi yapabildiyse, o zaman 600 yıllık Osmanlı Devleti, bir cihan imparatorluğu değil, sıradan bir muz cumhuriyeti imiş!

Patrona Halil’in asıl mesleğini ve arkasındaki gücü bilmeden, sadece “Hamam Tellağı” gibi yakışıksız sıfatlarla zikretmek, şahsınızı “Tank Hasan” olarak tanımlamaktan, hemşehriniz ve siyasi rakibiniz Merhum Taşar’ı ise “Otel Ayısı” olarak zikretmekten farksızdır. Oysa Tank Hasan’ın arka planında, Başbakanlık Müsteşarlığı, Devlet Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı yapmış bir Hasan Celal Güzel yatmaktadır. “Otel Ayısı” olarak anılan Mustafa Taşar’ın da öyle. Bildiğim kadarıyla Merhum Taşar da ANAP Genel Sekreterliği ve Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı gibi görevlerde bulunmuştu.

Bilebildiğim kadarıyla “Patrona”, Kaptan-ı Derya’nın üç yardımcısından birisine verilen askeri bir rütbedir. Bugünkü “Koramiral” rütbesine denk gelmektedir. Peki, Patrona Halil bir deniz subayı mıdır? Bundan emin değiliz. Ancak Leventlik ve yeniçerilik yaptığı, “Patrona” unvanının ise arkadaşları tarafından takılan bir lakap olduğu söyleniyor. Bir cinayetten ötürü tutuklanmasına karşın Kaptan-ı Derya Mustafa Paşa’nın araya girmesiyle bağışlandığı, Lale devrinin sona ermesini sağlayan ayaklanmadan sonra ise bu sefer Kaptan-ı Derya Mehmet Paşa tarafından zekice bir planla saraya çağrılarak öldürüldüğü şeklinde elimizde bilgiler var. Yeniçerilik ve Levendlik yaptığı söylenen Halil’in, yükselerek deniz subayı olup olmadığından emin değiliz. Ancak aslında Çorum(Osmancık) nüfusuna kayıtlı bir saray oduncusu olan Baltacı Mehmet’in, yükselerek önce Baltacı Mehmet Paşa, arkasından da Prut Savaşı’nda Osmanlı Ordularının Başkumandanı (Serdâr-ı Ekremi) olduğu bir siyasal sistemde, Horpeşteli Halil’in de yükselerek Patrona (Koramiral) olması elbette mümkündür. Onun canını kurtaran Mustafa Paşa ile canını alan Mehmet Paşa’nın da birer Kaptan-ı Derya (oramiral) olduklarını düşünürsek, bu ihtimal çok daha gerçeklik kazanmaktadır. Halil isminin sürekli olarak Kaptan-ı Deryalarla birlikte geçmesinden dolayı, kendisine Kaptan-ı Derya Yardımcısı anlamında “Patrona” (Koramiral) da denilmiş olabilir.

Bir an için “Patrona” sıfatının bir lakap değil, gerçekten de Horpeşteli Halil’in askeri rütbesi olduğunu düşünelim! O zaman karşımızda duran kişi, sıradan bir hamam tellağı değil, hükümet darbesi yaparak Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın kellesinin uçmasına ve Padişah III. Ahmed’i tahttan indirilerek yerine I. Mahmut’un geçmesini sağlayacak dirayette bir Koramiral’dir. Yani Patrona Halil, bir anlamda Oramiral Güven Erkaya’nın 28 Şubat postmodern darbesi sırasında oynamış olduğu rolü oynamıştır. Lütfen, eğer tarihçilik yapacaksanız bunu adam akıllı yapınız. İnsanları ve olayları basite almadan ve “Patronalı Halil Erazili” gibi anlamsız kavramlarla insanların vaktini almayınız. Ne demek Patronalı? Patrona diye bir şehir veya ülke mi var da, darbeci Halil’i oraya mensup bir rezil yaptınız? Demek oluyor ki; “Patrona” bir yer ismi değil, denizciliğe ait askeri bir terim, bir rütbe imiş. Patronalı Halil erazili diyeceğinize “Horpeşteli Arnavut Halil” veya “Patrona (Koramiral) Halil” deseydiniz çok daha yakışı kalır, çok daha bilimsel olurdu.

Yazınızda geçen “12 Eylül, tam bir militarist İttihatçı darbesidir. İttihat-Terakki’nin üçlüsüne karşılık, ‘bizim oğlanlar’ın ‘beşibiryerdesi’ devleti ele geçirmiş; bunu yaparken de yeraltındaki Ergenekon Gladyosu’ndan yararlanmıştı. Yani, darbe öncesi ortamın hazırlanmasında Ergenekoncular elhak iyi çalıştılar. Sizin anlayacağınız, üstte darbeci generaller, altta da taşeron çeteciler vardı.” şeklindeki cümle, tam da sokak ağzıyla söylenmiş bir cümledir. Ve size asla yakışmıyor. Oysa siz de kabul etmelisiniz ki; sizin Türkiye’de içinde bir yıldız gibi parladığınız ANAP, tamamen 12 Eylül’ün ürünüdür. Demek oluyor ki; 12 Eylül’ü yapanlar sizin tabirinizle “oğlan” filan değil, sapına kadar erkek adamlarmış! ANAP diye bir parti, Turgut Özal diye bir başbakan ve Cumhurbaşkanı, Hasan Celal Güzel diye de bir müsteşar ve bakan armağan etmişler Türkiye’ye.

Netice olarak şunu söylemek istiyorum; gazetede yazdıklarınız ve ekranlarda konuştuklarınız, şahsen beni rahatsız ediyor. Daha doğrusu, mutsuz ediyor. Umutsuzluğa gark ediyor. Lütfen bu millete umutsuzluk değil, umut aşılayın. Yalan söylemeyin ama gelecek için umut bağlayabileceğimiz şeyleri bulup çıkarın. Yaşınız ve başınız gereği, size yakışan da budur. Bence ikinci adınıza yakışır biçimde “Celâli Hasan Paşa” tavrı sergileyeceğinize, soyadınıza yakışır biçimde “GÜZEL” sözler söyleyen bir âkil adam, bir bilge kişilik olun. İnanın bu durum size çok daha yakışacaktır. Yaşınız ve başınız gereği, sizin hiç kimseye minnetiniz ve müdananız olmamalıdır. O sebeple hükümete yatmanıza da gerek yoktur. Lütfen günlük vıdı vıdıları, dedikoduları bırakın başkaları yapsın. Siz elinizden geldiği kadarıyla tarafsız olmaya çalışın. Madem oldukça milliyetçi ve muhafazakâr bir dünya görüşünüz var, o zaman kendinizi, sizin gibi düşünenlere akil adamlık yapmaya ve onlara siyasi tecrübelerinizi aktarmaya tahsis edin. En içten saygı ve selamlarımla…”


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir