Evsiz Kuslara Bile Ev Yapan Millet!

    - 7593

   

“Atli kulturun kilicli cocuklari” atalarimiz, derin bir doga sevgisi ile doluymus.

Otaginin uzerine yuva yapan guvercinler icin cadirini birakip savasa giden, miraslarindan bir bolumunu sokaktaki hayvanlara birakan, sadaka niyetine kus azat edenler de onlar. Bugunku halimizse, gecmisimizle kiyaslanamaz…

Insan olarak bundan 150 sene oncesine gore ne durumdayiz? Cevap cok aci: Maalesef bugun millet olarak atalarimizin cok gerisindeyiz. Cunku doganin sade bir uyesi olmaktan cikip, yirtici birer canavara donustuk. Bu halimizle de atalarimizdan cok geriye dustuk. Bizim atalarimiz oyle bir doga sevgisi ile doluydu ki agacta, kusta, suda, kayalarda bile kutsallik gorur; onlari kutsar; onlarla bir arada yasamaktan derin mutluluk duyardi. Bu yuzden kuslar icin bile evler yaparlardi. “Serce saray, kus kosku, kus evi” gibi adlar verilen bu evler; ozenle ve kutsal bir hizmet yerine getiriliyormuscasina yapilirdi. Camilerde, mezar yapilarinda, kosklerde ozenle yapilmis; havalandirmasi bile dusunulmus bu minyatur yapilar bulunuyordu. Hayvanlara bakmak, ihtiyac sahibi olanin ihtiyacini gidermek, caresizlere el uzatmak Turk milletinin en asli ibadeti olarak one cikmisti.

YILANA BILE DOKUNMA

Sanat tarihcisi Malik Aksel bakin daha yakin zamanlara kadar atalarimizin yasadigi evleri nasil anlatiyor: “Eskiden hayvanlarla insanlar akrabalar gibi bir arada yasarlardi. Kediler davetsiz misafirlerdi. Kopekler hakkinda hadis oldugu icin eve sokulmazdi. Fakat sokakta bunlara ekmek dogranir, hatta adaklar dahi adanirdi. Yarasa, sansar, gelincik ise evin en kuytu koselerini doldururlardi. Temel yilanina dokunulmaz, goruldugu zaman “Sahmelek veya Sahmaran basi icin bana dokunma” denir. Iyi, kotu her turlu hayvanlara dostluk ve misafirperverlik gosterilir, ayri ayri konuklanirdi. Agaclarin tepelerinde, bacalarda, leylekler yer tutardi. Cati aralarinda kirlangiclar, bos tavanlarda orumcekler! Sayet orumcekler alinacak olursa ogleden evvel alinmalarina dikkat edilir, ogleden sonra baska yerlerde yuva yapabilsinler diye. Hele kus yuvalarina el degdirilmez, tedirgin edilmezdi. Yuva bozanin gunahi buyuktu. Leylek ugurludur. Sicak memleketlerden geldigi icin kendisine hacilik kondurulmustur. Kumru ve guvercinler kafeste beslenemezler yahut bunlari kafeste beslemek gunah sayilirdi. Fakat kanarya, saka, ispinoz, flurya, iskete gibi otucu kuslar boyle degil. Papagan, dudu kusu, muhabbet kusu ise kibar ev ve konaklarin kuslariydi.”

  YABANCILAR OVGUYLE ANLATIYOR

Atalarimizin hayvanlara karsi gosterdigi sevgi ve ilgiyi Avrupali gezginler hayret ve hayranlikla anlatmislardir. Iste onlardan bir demet:

Once 1555’te Istanbul’a gelen Avusturya Elcisi Ogier Ghiselin de Busbecg’in mektubundan bir bolum: “Bizim mahallenin civarinda bir yerde gur yaprakli dallarini etrafa yaymis buyuk bir cinar agaci var. Bazen, kuscular, yanlarinda bircok kucuk kus oldugu halde bu cinarin alina gelip oturuyorlar. Gelip gecenler de onlara para vererek kuslari aliyor ve azat ediyorlar. Serbest kalan kuslar cogunlukla cinarin yapraklari arasina konarak kanatlarini cirpiyor, sevincle civildasiyorlar, adeta esaretten kurtulmalarinin heyecanini yasiyorlar. Onlari serbest birakmis olan Turkler de bu manzarayi gorerek aralarinda soyle konusuyorlar: “Bak nasil seviniyor, minnetlerini nasil dile getiriyorlar”. Civiltilari kirlari dolduran kucuk kuslari oldurmek soyle dursun, onlari hurriyetlerinden mahrum edip kafeste beslemeye bile bir kisim Turkler asla razi olmazlar.

Diyebilirim ki Turk atlari kadar insana yakin bir hayvan daha yoktur. Bunlar binicilerini ve bakicilarini hemen tanirlar. Turkler atlari terbiye ederken onlara cok sefkatli davranirlar. Koyluler taylari incitmemek icin ellerinden geleni yapiyorlar, evlerinin icine kadar sokuyorlar, yemek sofralarina bile aliyorlar, seviyorlar, oksuyorlardi. Taylari adeta cocuklariyla bir tutuyorlardi. Kotu nazarlardan onlari korumak dusuncesiyle boyunlarina gerdanlik gibi bir muska takarlar. Zira Turkler nazardan pek korkarlar. Hayvanlara bakanlar onlari hep oksayarak, iyi davranarak sevgilerini kazanirlar. Mecbur olmadikca sopa veya kirbacla vurmazlar.”

   

SOKAK HAYVANLARINA MIRAS BIRAKANLAR

1655-1656’da Turkiye’ye gelen Fransiz Jean Theveot da ayni gorusleri dile getirmektedir: “Turklerin iyilikseverligi hayvanlara ve bu arada kuslara kadar ulasir; her gun bircok kimse pazarlara kus satin almaya gider ve bunlari serbest birakirlar. Soylediklerine gore bu kuslarin ruhlari, kiyamet gununde Tanri huzurunda olanlarin iyiliklerine sahitlik edecekledir. Bir hayvanin aci cekmesinden istirap duyarlar, tavuklarini kesmek istedikleri zaman onlara fazla istirap vermemek icin baslarini bir darbede keserler; eger onlarin, Fransizlarin yaptiklari sekilde oldurulduklerini gorselerdi yapana birkac sopa atmaktan kendilerini alamazlardi.   

…Olen bazi kimseler mallarini haftada birkac defa kopek ve kedileri beslemek uzere birakirlar. Bu vasiyetlerini yerine getirmek icin sadakatle ve dindar bir sekilde bunu yapan firinci ya da kasaplara paralarini birakirlar ve her gun yaninda et tasiyan insanlarin kopek ya da kedileri cagirarak bu hayvanlari cevresine toplayip onlara parcalar halinde bunlari atmasi hos bir seydir.”

MUBAREK GUVERCIN HACI LEYLEK

18. yuzyil Turkiye’sini ayrintilarla veren Leydi Montague guvercinlerle leylekleri anlatirken diyor ki: “Burada masumiyetlerinden dolayi guvercinlere dindarca bir hurmet besliyorlar. Bu yuzden adetleri gun gectikce artiyor. Leyleklere de ayni saygi gosteriliyor. Cunku bunlarin her kis Mekke’yi ziyarete gittiklerine inaniyorlar. Velhasil bunlar Turk Imparatorlugu’nun en bahtiyar tebaasi. Zaten onlar da imtiyazlarini fark ettikler icin sokakta rahatca dolasiyor, evlerin ust katlarina yuva yapiyorlar. Evlerine yuva yapilan halk kendilerini sansli sayiyorlar. Butun sene ne yangina ne de vebaya ugramayacaklarina inaniyorlar. Odamin penceresinde bu ugurlu yuvalardan bir tane bulundugu icin ben de bahtiyarim.”

TAHTA KUS EVCIKLERI

19. Yuzyil yazarlarindan Gerard de Nerval’den su not da ilginc: “Tekkenin bahcesine girdigimizde is goren dervislerin aksam yemegini verdikleri bu hayvanlardan pek cogunu gorduk. Bunun icin cok eski ve cok sayida vakiflar var. Akasya ve cinar agaclari dikilmis olan bahcenin duvarinda, konsollar gibi belli bir yukseklige asilmis, boyali, oymali kucuk tahta evcikler vardi. Bunlar, kuslar icin yapilmis evciklerdi ve serbestce ucusan kuslar gelip bu barinaklara sahip cikiyorlardi.”

Istanbul kanatlar altinda

19. yuzyilin yazar ve gezgini Edmondo de Amicis Istanbul’un kuslarini soyle anlatiyor: “Turklerin cok sevip koruduklari her cinsten sayisiz kus sayesinde  Istanbul’un kendine mahsus bir nesesi ve zarafeti vardir. Camiler, korular, eski surlar, bahceler, saraylar, her sey sarki soyler, dem ceker, civildar, oter, sakir; her tarafta kanatlarin temasi hissedilir, her tarafta hayat ve ahenk vardir. Serceler evlere cesaretle girip cocuklarla kadinlarin ellerinden yem yer; kirlangiclar yuvalarini kahve kapilarinin ustune, carsi kubbelerinin altina yapar, sultanlarin veya sahislarin hayratlariyla beslenen sayilamayacak kadar cok guvercin surusu kubbelerin sacaklari boyunca ve serefelerin etrafinda beyazli siyahli halkalar meydana getirir; martilar sevincle ucusur, binlerce kumru mezarlik servilerinin arasinda sevisir; Yedikule’de kargalar oter, akbabalar daire cizerek ucar; deniz kirlangiclari uzun diziler halinde Karadeniz’le Marmara arasinda gidip gelir ve leylekler issiz turbelerin uzerinde lak lak eder. Turkler icin bu kuslarin her birinin guzel bir manasi veya hayirli bir tesisi vardir. Kumrular sevdalari korur, kirlangiclar yuva yaptiklari evleri yangindan muhafaza eder, leylekler her kis Mekke’ye hacca gider, deniz kirlangiclari muminlerin ruhlarini cennete goturur. Boylece minnet hissiyle ve dindarlikla Turkler kuslari himaye edip beslerler, kuslar da onlarin evlerinin etrafinda, denizin ustunde ve mezarlarin arasinda senlik eder. Istanbul’da, her yerde insanin basinin uzerinde, dort bir tarafta kuslar vardir, sehre koy nesesi dagitan ve ruhunuzdaki tabiat duygusunu durmadan yenileyerek icinizi serinleten civil civil suruler size soyle bir dokunup gecer.”

Dogayla uyum

Velayetname’de anlatildigi uzere; Haci Bektas Veli Anadolu’ya gelirken atalarimizin en mazlum yaratik gordugu guvercin donuna girmistir. Bunun da ayri bir hikayesi vardir. Ayni bicimde 1140’larda bir savasa giderken Selcuklu Sultani Sencer’in otaginin uzerine guvercin yuva yapar. Sultan bunu gorunce otagini orada birakir ve basina da gozculer diker. Ta ki yavrular cikar, ucarlar; otag oyle sokulup goturulur. Iste bizim atalarimiz bunlardi… Atli kulturun kilicli temsilcileri; binlerce yil Avrasya’ya egemen olmuslarsa bunu kilic gucunden degil doga ile olan bu uyumlarindan saglamislardir. Bugun onlarin torunu olan bizler ise hayvanlari, bocekleri, bitkileri yok etmek icin muthis bir yaris icindeyiz. Atalarimizin cok cok gerisine dustugumuzu acaba anliyor musunuz?   

Uskudar’da kedi hastanesi

Prusya’da genelkurmay baskanligi da yapmis olan General Von Moltke ‘Turkiye Mektuplari’nda sunlari yaziyor: “Turkler hayirseverliklerini hayvanlara karsi bile gosterirler. Uskudar’da bir kedi hastanesi bulursun, Beyazit Camisi’nin avlusunda da guvercinler icin bir bakim yeri vardir. Yoksul Muslumanlar bile olenlerin mezarini, canlilar icin hayra vasita etmeye calisirlar; bircok mezar taslarinin alti bir yalak seklinde oyulmustur, buraya yagmur sulari toplanir ve sicak yaz gunlerinde kopekler ve kuslarin susuzluklarini giderebilecekleri, kucuk mikyasta bir fukara mutfagi vazifesini gorur, Muslumanlar hayvanlarin sukraninin da insanlara hayir getirebilecegine inanirlar.”
 

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir