ABD Belgeleri Şimdi mi Buldu?

Bu noktadan hareketle UAD yukarda belirttiğimiz kararında etnik temizlik eylemlerine özel soykırım kastı eşlik etmedikçe bu eylemlerin soykırım oluşturmadığını şu şekilde açıklıyor: - washington 1212917 640
Şükrü M.Elekdağ CHP İstanbul Milletvekili

ABD’deki Ermeni lobisi ve Kongre’deki destekçileri, Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını açıkça beyan etmeyen herhangi bir büyükelçi adayının Ermenistan’a atanmasını engelliyor. Erivan Büyükelçiliği’nin iki yılı aşkın bir süredir boş kalmasından rahatsız olan ABD Dışişleri bu kez bu göreve Marie Yovanovitz’in atanmasının öngörüldüğünü Senato Dışişleri Komitesi’ne bildirdi.
Ne var ki, Büyükelçi adayının, Komite’deki konuşmasında, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni uyruklarına “etnik kıyım ve zorla göç” uyguladığı ve bu suretle 1.5 milyon Ermeni’nin hayatını kaybetmesine neden olduğunu belirtmesi ve 1915 olaylarını “etnik temizlik” olarak nitelemesi, Ermeni yanlısı senatörleri tatmin etmedi.
Sözkonusu senatörler, Yovanovitz’in “soykırım” sözünü ağzına almaması nedeniyle Erivan’a atanmasını bir süre için askıya aldırdılar. Bu tartışmaların Türkiye açısından ortaya koyduğu yeni gelişme, Bush yönetiminin bundan böyle 1915 olaylarını “etnik temizlik” olarak tanımlayacağıdır. Nitekim, Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried de kısa süre önce Ermeni iddialarını bu kavramla nitelemişti.

Etnik temizlik nedir?
Etnik temizlik kavramı, yoğun olarak 1990’lı yıllarda Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin parçalanması sırasında çıkan çatışmalarda belirli halk gruplarına karşı yapılan zulüm ve vahşeti tanımlamak için kullanılmaya başlandı.
Bu tür muamelelerin failleri genellikle Sırplar, kurbanları ise Müslüman Boşnaklardı. Günümüzde etnik temizlik teriminin uluslararası ilişkiler terminolojisindeki anlamı, bir bölgeyi diğer etnik gruplardan arındırarak etnik açıdan homojen hale getirmek suretiyle o bölge üzerinde “de facto” hak iddiasında bulunabilecek bir durum yaratmak amacıyla, belirli bir gruba mensup halkın söz konusu bölgeden başka bir bölgeye zor ve şiddet kullanılarak sürülmesidir.

Hukuksal açıdan etnik temizlik kavramı bir süre ciddi tartışmalara yol açmıştır. Bazı hukukçular etnik temizlikle soykırım arasında fark olmadığını iddia etmişlerdir. Etnik temizlik teriminin herhangi bir uluslararası anlaşmada yer almamış ve örf ve âdet hukuku alanında kendi başına bir suç kategorisi oluşturmamış olması bu tartışmalara zemin hazırlamıştır.
 Fakat, 1993 ve 1994’te kurulan Yugoslavya ve Ruanda uluslararası ceza mahkemelerinin verdikleri kararlar, bu iki kavram arasındaki farkları belirleyen bir içtihat oluşturdu. Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD), Bosna Hersek’in Sırbistan’a karşı açmış olduğu dava hakkındaki 26 Şubat 2007 tarihli kararı da bu içtihadı teyit etmiştir. Ancak bu konuya eğilmeden önce özel kasıt kavramı üzerinde kısaca durmamız gerekiyor.

Okumaya devam et  Times meydanında Türkiye sesleri

Soykırım ve etnik temizlik
1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi uyarınca, bir suçun soykırım olarak nitelenmesi için, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubun hedef olarak alınması ve kurbanların sırf bu gruplardan olmaları nedenine odaklanan özel bir kasıtla (dolus specialis) kısmen veya tamamen yok edilmeleri gerekiyor. Soykırım suçunun işlendiğini ispatlamak için savcıların, failin kurbanlarını sırf sözleşme kapsamındaki dört gruptan birine mensubiyetleri nedeniyle ve grubun tamamının veya bir bölümünün yok edilmesine odaklanmış zihinsel bir saplantıyla öldürdüğünü hiçbir kuşkuya meydan vermeyecek şekilde kanıtlamaları gerekiyor.

Bu noktadan hareketle UAD yukarda belirttiğimiz kararında etnik temizlik eylemlerine özel soykırım kastı eşlik etmedikçe bu eylemlerin soykırım oluşturmadığını şu şekilde açıklıyor:

“Ne bir politika konusu olarak bir alanın etnik açıdan türdeş hale getirilmesi, ne de böyle bir politikayı uygulamak amacıyla gerçekleştirilen operasyonlar, sadece bu halleriyle soykırım olarak tanımlanmalarına imkân verir. Soykırımı niteleyen esas unsur, belirli bir grubu tümüyle veya kısmen yok etmektir. Bir grubun üyelerinin sınır dışına sürülmesi veya yaşadıkları bölgenin dışına çıkarılması, zor kullanarak gerçekleştirilmiş olsa bile, bu grubun imhasıyla eşdeğer de (…) değildir.
Etnik temizlik amaçlı önlemler, ancak, grubun varlığını tamamen veya kısmen ortadan kaldıracak fiziki yaşam koşullarına (…) zorlanması halinde ve gerçekleştirilen eylemin grubu yaşadığı bölgenin dışına çıkarmak değil, yok etme özel kastı (dolus specialis) ile uygulanması durumunda bir soykırım olarak nitelenebilir.” (1)

Bundan anlaşılan, katliamın boyutu çok büyük olsa da, özel kasıtla işlenmediği durumlarda cürümün soykırım oluşturmayacağıdır. Esasen bu nedenledir ki, etnik temizlik yapıldığına dair iddia ve bunu kanıtlayan unsurların mevcut bulunduğu, fakat özel kastın eksik olduğu vakıalarda, uluslararası ad hoc ceza mahkemeleri, bu iddialarla ilgili kovuşturmayı, insanlığa karşı suçlar veya savaş suçları kategorilerinde yapmışlardır.

Okumaya devam et  ERMENİ PLANLARI ÜZERİNE

İnsanlığa karşı suçlar
Eğer, 1915 olayları ABD yetkililerinin iddia ettikleri gibi 1.5 milyon Ermeninin yaşamını yitirdiği bir etnik temizlik olayı ise, bunun, insanlığa karşı suçları modifiye eden Roma Statüsü’nün 7. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekiyor. Bu madde uyarınca, “herhangi bir sivil topluluğa karşı geniş çapta veya sistematik nitelikteki bir saldırının bir parçası olarak işlenen suç eylemleri” insanlığa karşı suç oluşturmaktadır.
“Saldırının bir örgüt veya devlet siyasetinin uzantısı veya daha ileri götürülmesi” suçun gerçekleşmesinin temel şartıdır. Maddede sıralanan 11 suç eylemi arasında “toplu yok etme” ve “halkın sınır dışı edilmesi veya zorla nakli” de bulunmaktadır.

İnsanlığa karşı suçun oluşması için suçun maddi ve manevi unsurlarının yetkili bir mahkeme önünde kanıtlanması zorunludur. Tanınmış bir akademisyen ve uluslararası ceza hâkimi olan Antonio Cassese “toplu yok etme” suçunun oluşması için gerekli maddi unsurların şunlar olduğunu belirtiyor: (1) Sanığın veya astının bazı ismi verilmiş ve tanımlanmış kişilerin öldürülmesine katılması. (2) Fiil veya ihmalin, hukuka aykırı ve kastî olması. (3) Fiil veya ihmalin yaygın ve sistematik bir saldırının bir parçasını oluşturması. (4) Saldırının herhangi bir sivil nüfusu hedef alması.
Roma Statüsü’nün 30. maddesinde ayrıntılı olarak belirtilen manevi unsurun oluşması içinse, failin, eylemleri yaygın veya sistematik bir saldırının bir parçası olarak ve bu bilinçle gerçekleştirmesi zorunludur.

Bu bakımdan, Bakan Yardımcısı Dan Fried’de soruyoruz: Türkiye’ye yönelttiğiniz “1.5 milyon Ermeninin telef olduğu etnik temizlik” iddiasının maddi ve ma- nevi unsurları yetkili bir hukuki merci tarafından saptanmadığı, dolayısıyla suç oluşmadığı ve karara bağlanmadığına göre neye istinaden Türkiye’yi suçluyorsunuz?

İkinci ve çok önemli bir sorumuz daha var. Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin İstanbul’un işgali sırasında, Ermenilere karşı vahşet ve katliam suçundan Sevres Antlaşması’nın 230. maddesi gereğince yargılanmaları öngörülen ve aralarında Osmanlı devlet adamları, generaller ve yüksek kamu görevlilerinin de bulunduğu 144 kişi tutuklanmış ve bunlar kanıtlar toplanıncaya kadar Malta adasına sürülmüştü. Ancak Osmanlı ve İngiliz arşivlerinden sonra ABD arşivlerinde de büyük bir titizlikle yapılan araştırmalar sonucunda sanıkları suçlayacak hiçbir belge kanıt ve “görgü tanığı” bulunamayınca, İngiltere Kraliyet Başsavcısı’nın 29 Temmuz 1921 tarihli kararıyla dava düşmüş ve Malta sürgünleri serbest bırakılmıştı.

Okumaya devam et  AZERBAYCAN’I KÜSTÜRMEYELİM

Bu durumda, acaba ABD Dışişleri Bakanlığı, Türklerin Ermenilere toplu katliam yaptığını kanıtlamak için 88 yıl önce Amerikan arşivlerinde fellik fellik aranıp da bulunamayan belgeleri şimdi mi buldu?

Dostumuz Dan Fried’in bu iki sorumuzu tarihçi Arthur Ponsonby’nin şu sözleri ışığında yanıtlamasını bekliyoruz.

“Yalan ve asılsız sözlerle insanların zihnine kin ve nefret şırınga edilmesi, savaşta hayat kaybına neden olmaktan çok daha büyük kötülüktür. İnsanlık ruhunun kirletilmesi, insan vücudunun tahribine nazaran daha kötü ve sakıncalıdır.”(2)

(1) Cassese, Antonio, International Criminal Law, Oxford University Press, New York, 2003, s.74.
(2) Ponsonby Arthur, Falsehood in War Time, London, Kimble and Bradford, 1928.

***********
DİĞER KAYNAKLAR:
MALTA ZİNDANLARINA GİDEN YOL.

———-
ATATÜRK’ÜN İSTANBUL HÜKÜMETİNE İSYANI

**************
CUMHURİYET SAVCISI.

Türkiye Cumhuriyetinde kimsesiz bir birey yoktur.
Cumhuriyet,böyle bir kavramı asla kabul edemez.İnsan hakları, yasalarımızın güvencesi altındadır.
En güçsüz ve en kimsesizlerin yardımcısı devlet ve onun kamu hukuku temsilcileri olan Cumhuriyet Savcılarıdır.
 

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir