Hangi Taşı Kaldırsam Altından Onlar Çıktı!

Belki hatırlayanlarınız vardır; bizim ilköğrenim yaptığımız yıllarda (bundan 40-50 yıl önce) ders kitaplarımızda “Türklerdeki Vatan Sevgisi”nin önemini vurgulamak için şöyle bir hikâye anlatılırdı: - omer saglam

Belki hatırlayanlarınız vardır; bizim ilköğrenim yaptığımız yıllarda (bundan 40-50 yıl önce) ders kitaplarımızda “Türklerdeki Vatan Sevgisi”nin önemini vurgulamak için şöyle bir hikâye anlatılırdı:

Vaktiyle Orta Asya’da hüküm süren Türk devletlerinden birisi iyice zayıflamış ve yıkılmak üzeredir. Bunu fırsat bilen Çin hükümdarı, Türk devletine savaş açıp bir an önce yıkılmasını sağlamak için bahaneler aramaya ve Türk Hakanı’ndan olmadık taleplerde bulunmaya başlar. Öncelikle Hakan’ın paha biçilmez silahlarını ve savaş aletlerini ister. Türk Hakanı, hiç düşünmeden;

– “Bunlar benim şahsi eşyalarımdır. Türk Milleti’nin geleceği mevzubahis ise derhal verin” der ve Türk Hakanı’nın paha biçilmez silahları Çin sarayına gönderilir.

Çin Hükümdarı bu kez, Hakan’ın dünyada bir eşi daha bulunmayan ve Hakan’ın gözü gibi baktığı atını ister. Hakan yine hiç tereddüt etmeden;

– “Derhal atı teslim edin”

Çin hükümdarı artık yüz bulmuştur istekleri peş peşe gelmeye devam eder. Bu kez de Türk Hakanı’nın canı gibi sevdiği güzeller güzeli eşini, yani hatununu ister. Türk Hakanı’nın oldukça canı sıkılır, Türkler için namus son derece önemlidir ama milletin geleceği de tehlikededir. Hakan iyi bilmektedir ki; bağımsız bir vatanı olmayan milletlerin namusu da şerefi de iki paralıktır. Çaresizce eşiyle vedalaşıp helalleştikten sonra içi kan ağlayarak onu Çin sarayına gönderir. “Kurt kuzuyu yemeye niyetlidir” hesabı, Çin hükümdarı bu sefer sınır boylarında oldukça çorak ve verimsiz olan bir yurt parçasını ister. Bu istek karşısında Türk Hakanı;

-“Diğerleri benim şahsi eşyalarım ve varlıklarım idi, milletimin geleceğini düşünerek hiç düşünmeden verdim. Ancak o topraklar milletimin ortak malıdır ve Türklerde Vatan kutsaldır. Türkler, düşmanlarına bir karış toprağını bile vermezler…” der ve derhal Çin’e karşı savaş hazırlıklarına başlar…

***
Bu hikâyeyi neden anlattığıma gelince:

“Deli Fadik Tavrı ve Çapanoğlu Anayasası” başlıklı yazım, oldukça büyük ses getirdi. Daha doğrusu büyük tepki çekti. Tepki gösterenler ise Yozgatlılar, özellikle de Çapanoğlu ailesinin bugünkü fertleri oldular. İçlerinde şahsıma hakaret edenlerin yanı sıra, “tekzip yazısı” yazmamı isteyenler çıktı. Hatta tehdit savuranlar bile oldu. İçlerinde uzun uzun Çapanoğlu ailesi ve bu ailenin faziletleri hakkında bilgi verenler olduğu gibi, ağırbaşlı bir şekilde üzüntülerini dile getirenler de çıktı.

Hemen hepsine münasip dille cevap vermeye çalıştım. Çapanoğlu ailesinin, çok geniş bir aile olduğunu, bu sebeple geçmişte devlete karşı suç işleyenlerin olmasının normal olduğunu ve bunların işlemiş oldukları suçların, tüm aileye mal edilemeyeceğini, dedelerin işlemiş oldukları suçlardan torunların sorumlu tutulamayacağını, Çapanoğlu ailesinin bugünkü saygın fertlerinin ve Yozgatlıların bu tür yazılardan alınmasının anlamsız olduğunu dile getirmeye çalıştım. Ancak nafile. Onlar ille de benim özür dilememi istiyorlardı. Oysa yazmış olduğum yazıda teşbihler ve benzetmeler olsa da hakaret içeren bir yan yoktur. Onun için özür dilenecek bir konu da bulunmuyor.

Anladığım kadarıyla aile fertleri, niyetimi pek anlamadan hakkımda hüküm vermişlerdi. Beni kahreden taraf ise; şahsıma hoyratça tepki mesajları çeken aile bireyleri arasında bu ülkenin üniversitelerinde ders veren ve maaşlarını benim ödemiş olduğum vergilerden alan güya müspet bilimin temsilcileri öğretim üyelerinin de bulunuyor olmasıydı.

Oysa bugün, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşamakta olan birçok ailenin geçmişte yaşamış ataları arasında devlete ve millete karşı suç işlemiş insanlar mutlaka vardır. Çok uzaklara gitmeye gerek yoktur; daha dün Birinci Dünya Savaşı’nda yapmış olduğu hatalardan dolayı sürekli hakaret edilen ve hatta açık açık sövülen ve her sene Aralık ayının sonunda “Sarıkamış Şehitlerini Anma Haftası” adı altında tamamen “Enver Paşa’ya sövgü haftası” şeklinde anma toplantıları düzenlenen bir Enver Paşa vardır. Ancak ne yazık ki; onun ailesi, Çapanoğlu ailesi gibi kalabalık olmadığı için, ona yapılan açık hakaretlere hiç kimse ses çıkaramıyor.

Ali Kemal’in ailesi de öyledir. Bu ülkede, “Milli Mücadeleye karşı çıktığı gerekçesiyle” gazeteci ve siyasetçi Ali Kemal’e her gün beş vakit sövülür ama onun çoğu hariciyeci olan bugünkü aile fertleri ortaya çıkıp, bu münasebetsiz kalemlere cevap vermeye bile gerek duymazlar. Ya, dedelerinin gerçekten suçlu olduğunu kabul edip dedeleri hakkında yapılan hakaretleri sineye çekmek zorunda kalırlar, ya da yapılan seviyesiz saldırılara cevap vermeme asaletini gösterirler. Kimdir “hain” ilan edilen Ali Kemal’in bugünkü aile fertleri? Yakın geçmişte vefat eden ünlü büyükelçilerimizden oğlu Zeki Kuneralp ve onun yine büyükelçi olan torunu Selim Kuneralp. Bir de yarı İngiliz torunu var; bugünkü Londra Belediye Başkanı Boris Johnson. Üstelik merhum Zeki Kuneralp, Madrid Büyükelçisi iken eşini Ermeni Asala terörüne kurban vermiş bir diplomattır.

Bütün bunlar bir yana; tarihi kayıtlara baktığımızda; 1704 yılında varlıklarını hissettiren Çapanoğlu ailesinin, III. Selim dönemi hariç, genelde merkezi devlet otoritesi ile ters düştüğü, sürtüştüğü ve zaman zaman çatıştığı görülmektedir. Örneğin ailenin kurucusu olarak gösterilen Koca Ömer Ağa, Yozgat ve yöresine egemen olduktan sonra, çevre vilayetleri de işgal ve egemenlik altına almıştır ve halktan vergi toplamıştır(1704). Onun oğlu ve Yozgat’ın kurucusu sayılan Ahmet Paşa, belki de kontrol altında tutulmak için önce Bozok Mutasarrıfı, ardından sarayda Kapıcıbaşı yapılmış, ancak daha sonra Sivas valisi iken halktan aşırı vergi topladığı, baskıcı ve başına buyruk yönetimi gerekçe gösterilerek padişahın emriyle boğdurulmak suretiyle öldürülmüştür. Onun oğlu ve tıpkı babası gibi Mutasarrıf olan Mustafa Bey de kan dökücülüğü sebebiyle kendi köleleri tarafından öldürülmüştür.

Mustafa’nın kardeşi Süleyman Bey ise, güneydeki Kozanoğulları ailesinin üzerine yürüyerek onları ezmiş ve memleketlerini ele geçirmiştir. İşte bu Süleyman Bey, III. Selim ile iyi ilişkiler kurmuş ve Nizam-ı Cedit’in kurulmasında saraya destek vermiştir. Ancak 1808’den sonra Süleyman Bey’in gittikçe güçlenmesi ve başına buyruk hareketleri sarayı kaygılandırdığı için eceliyle öldükten (1813) sonra aileye verilmiş olan ayanlık geri alınmış, oğlu Celalettin Paşa’ya ayanlık verilmemiştir. Yozgat’ta kalması sakıncalı görüldüğünden Rumeli’ye vali olarak atanmış, arkasından Yozgat mutasarrıflıktan çıkarılmış ve Çapanoğlu ailesinin hüküm sürdüğü topraklar yeniden Osmanlı yönetimine bağlanmıştır. Ayanlıkları ellerinden alınan Çapanoğlu ailesi, yine de yörenin en güçlü ailesi olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Kurtuluş Savaşı’nın başlarında ise ailenin büyük kesimi Kuvayı Milliye’ye cephe almıştır(bkz. Büyük Larousse, c,5, s, 2576, Milliyet Yayınları).

İşte size Çapanoğlu ailesinin kısa tarihi. Ancak ailenin geçmişinde bunlar vardır diye, ailenin bugünkü saygın fertlerini itham etmek hiç kimsenin ve elbette bizim de haddimize değildir. Ailenin geçmişinde, devlete karşı işlenmiş birer kusur gibi gözüken olayları, biraz da o günkü şartların, özellikle o tarihlerde yaşanan sosyal ve siyasal karmaşanın getirmiş olduğu bir zorunluluk olarak kabul etmemiz gerekecektir. Bizler, bütün bunların bilincinde olan insanlarız…

Çapanoğlu ailesi kadar meşhur olmasa da benim ailemin geçmişinde de elbette hata yapanlar olmuştur. Hata veya eksiklik olarak kabul edilir mi bilinmez ama benim büyük dedem Ömerpaşa Oğlu Abdullah da tıpkı Ergenekon Savcısı Yozgatlı Zekeriya Öz gibi askerlik yapmamıştır! Zekeriya Öz’ün “Eksojen Obezite” sebebiyle askerliğe elverişli sayılmadığı (bkz. gibi, benim büyük dedem de bacağındaki ur sebebiyle askerliğe elverişli sayılmamıştır. Evet, dedem (babamın babası) Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin cephesinde şehit düşmüş, onun dedesi Osman Bağdat’ta tam 18 sene askerlik yaparak “Bağdatlı Osman” lakabını almış ama şehit dedemin babası, bacağındaki ur sebebiyle askere alınmamıştır. Bildiğim kadarıyla benim ailemin geçmişinde devlete karşı işlenen tek suç (tabi eğer suç sayılırsa), büyük dedemin askerlik yapmamasıdır/yapamamasıdır.

Benim, Yozgatlı kardeşlerimize veya bu yörenin en köklü ailesi olan Çapanoğlu ailesine cephe almam asla düşünülemez. Çünkü ben, bunu istesem de yapamam. Çünkü ben onları istesem de kendimden ayrı göremem. Zira eniştem Yozgatlı ve yeğenlerimin damarlarında onların kanı dolaşmaktadır.

Açılım çalışmalarının ve Anayasa Değişiklik Paketi’nin bayraktarlığını Cemil Çiçek ve Bekir Bozdağ gibi siyasiler yaparsa, yargı ayağını Zekeriya Öz gibi Yozgatlılar yürütür, medyadaki savunmasını da Taha Akyol gibi Yozgatlılar yaparsa, e bize de açılıma karşı olan bir kişi olarak, doğaldır ki; bu konuda bir miktar söz söyleme hakkı düşecektir. Yozgatlıların hemen her cephede açılım mücadelesi vermeleri bir tesadüf müdür bilinmez ama bu çalışmalarıyla bir şekilde tarihe geçecekleri muhakkaktır!

Umarım Sayın Cemil Çiçek’in, 29 Mart yerel seçimlerinden sonra Iğdır’ın DTP’nin eline geçmesi üzerine dile getirdiği “Ermenistan sınırına dayandılar” şeklinde üstü kapalı şekilde dile getirdiği endişe hiçbir zaman gerçekleşmez. Umarım Sayın Bekir Bozdağ bir daha, şöyle veya böyle, milyonlarca Türk Milliyetçisi’nin oy verdikleri bir parti ve onun sayın lideri hakkında “Erkek değil ürkek politika yapıyorlar” serzenişinde bulunmaz. Umarım bu Yozgatlı kardeşlerimiz, bu çıkışlarını bir tarafa bırakıp Anayasa Değişiklik Paketine destek talebiyle BDP(DTP) ve MHP’nin kapısına dayanarak düştükleri zor duruma bir daha düşmezler.

Millet olarak ne zaman ki; başta anlatmış olduğumuz hikâyedeki Türk Hakanı’nın sahip olduğu “vatan” ve “millet” bilincine sahip oluruz, ülkemiz işte o zaman güçlü, müreffeh, tam bağımsız ve bağlantısız bir ülke olur. İşte o zaman gerçekten “kendi kendimizi yönetiyoruz” deme hakkını elde etmiş oluruz.

Umarım bu yazı, “döneklik” ve “köçeklik” şeklinde aşağılık bir değerlendirmenin konusu yapılmadan, bütün okurlarım tarafından ciddiyetle okunur ve adam gibi yorumlanır…

7 Nisan 2010
Ömer Sağlam


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir