Kadına Dayak Allah’ın Emri midir?(4)

Aynı eserde “Darabe” fiilinin anlamları hakkında verilen bilgilerden “Dişi devenin kuyruğunu yukarı kaldırıp fercine (dişilik organına) vurarak yürüyüp gitmesi” üzerinde durularak şöyle denilmektedir: “Bu hareketiyle dişi deve erkeğiyle birleşmek isteğini ortaya koymuş olur”(40). - KADINLAR 2 e1457349428759


Kitapçı Rizeli Hasan Hilmi Efendi tarafından baskısı yapılan Kamus Tercümesi’nde “Darabe” kelimesinin, “bir şeye el ile vurmak”, “kılıç ile vurmak”, “asa ile vurmak” gibi anlamlarının yanı sıra, “kuşların yem aramak için araziye gitmesi”, “bir insanın kendini arza vurması(ayaklarını yeryüzüne vurarak gitmesi)”, “bir kimsenin elini salıvermeyerek tutmak”, “ticaret, fetih, cenk ve gaza için kendi yurdundan çıkıp seyri sefer eylemek”, “bir nesneyi başka bir şeye katmak”, “bir şeyi başka bir şeye katarak karıştırmak”, “suda yüzmek”, “gitmek”, “akrep sokmak”, “devinip canlanıp uyanmak, harekete geçmek”, “uzaklaştırmak”, “bir nesneden yüz döndürmek”,“gecenin uzaması”, “vuruşmak”, “soğuk vurmak” gibi anlamlar da verilmiştir(39).

Aynı eserde “Darabe” fiilinin anlamları hakkında verilen bilgilerden “Dişi devenin kuyruğunu yukarı kaldırıp fercine (dişilik organına) vurarak yürüyüp gitmesi” üzerinde durularak şöyle denilmektedir: “Bu hareketiyle dişi deve erkeğiyle birleşmek isteğini ortaya koymuş olur”(40).

Böylece, aynı zamanda Kur’an kavramları konusunda da uzman olan ünlü dil bilimci Ragıp El İsfahâni ve ardılı Muhammed Fîrûzâbâdi’den öğreniyoruz ki; “Darabe” fiili, diğer birçok anlamlarının yanı sıra develer için “çiftleşmek”, dişi deve için “kızışmak-erkeğiyle çiftleşme isteğinde bulunmak” ve yine dişi deve için cinsel yönden erkeğine karşı dâvetkâr bir şekilde “kuyruğunu kaldırıp cinsel organına vura vura yürümek” anlamlarına da gelmektedir. Buradan hareketle denilebilir ki; “Darabe” fiili aynı zamanda “cinsel ilişkiye girmek” anlamına da gelmektedir. Türk argosunda “vurmak”, “basmak” ve “dalmak” gibi kelimelerin, zaman zaman kadınlarla cinsel ilişkiye girmek anlamında da kullanıldığı hatırdan çıkarılmamalıdır.

Şimdi akıllara şöyle bir soru gelebilir; “Develer için kullanılan bir kavram, acaba insanlar için de kullanılabilir mi?”. Daha doğrusu “Hayvanlar arasındaki ilişkileri anlatmak için kullanılan bir tabir insanlar arasındaki ilişkileri anlatmak için de kullanılabilir mi?” Arapçada kullanılabiliyor mu bilmiyoruz. Ancak Türkçede kullanılabildiğine göre herhalde Arapçada da kullanılıyordur diye düşünüyoruz. Örneğin Türkçede köpekler misal verilerek yaygın biçimde kullanılan “Dişi kuyruk sallamazsa erkek dolanmaz” şeklindeki atasözünün, daha çok erkekleri baştan çıkarmaya çalışan kadınlar olmak üzere genelde insanlar için kullanıldığını pek âlâ biliyoruz. Bunun yanında daha çok cinsel isteği tavan yapmış hayvanlar için kullanılan “azmak” ve “kızmak” kavramları ile bu kavramlardan türetilmiş diğer birçok kavramın insanlar için de rahatlıkla kullanıldığı biliniyor. Hatta Türkçemizde özellikle ileri yaşlarda cinsel güç denemelerine kalkışan erkekler için “Azgın teke sendromuna yakalanmış!” tabiri kullanılmaktadır. “Kırkından sonra azanı teneşir paklar” şeklindeki atasözü de yine bu erkekler için söylenmektedir.

Esasen Türk kültürü gibi, genç erkeklerin “koçum”, “tosunum” ve “aslanım” diye, genç kızların da “ceylanım”, “ahu gözlüm”, “kanaryam”, “güzel kuşum”, “kekliğim” ve “kuzum” diye sevildiği bir kültürde, hayvanlar arasında çeşitli boyutlarda oluşan ilişkileri, bu arada cinsel ilişkileri anlatmak için kullanılan kavramların, insanlar arasındaki ilişkileri anlatmak için de kullanılmaması herhalde düşünülemez. Şahsen benim, kır hayatını yaşamış ve çoban kültürünü yakından görmüş bir insan olarak, erkek düşkünü kadınları anlatmak için, cinsel yönden kızışmış ineklerden hareketle “boğasak”, aynı durumdaki keçilerden hareketle “tekesek”, koyunlardan hareketle “koçsak”, köpeklerden hareketle“kızan(sak)” dendiğini duymuşluğum vardır. Hatta bu tür kadınları tanımlamak için erkeğiyle çiftleşme isteğinde olan tek tırnaklı hayvanlar için kullanılan “dalap(sak)” kavramı da kullanılmaktadır.

Ayrıca daha çok hayvanlar arasındaki cinsel ilişkiyi anlatmak için kullanılan “çiftleşmek” tabirinin, günümüzde yazı dilinde ve bilimsel literatürde olmak üzere insanlar için kullanıldığı da vakidir. Hatta bu tabir, genelde evli çiftler arasındaki cinsel birlikteliği, yani ahlaken ve kanunen meşru sayılan cinsel ilişkileri anlatmak için kullanılmaktadır. Gayri meşru yoldan kurulan cinsel ilişkiler ise genelde “fuhuş” kavramı etrafında açıklanmaya çalışılmaktadır. “Çift” kelimesi de zaten ahlaken ve kanunen meşru sayılan cinsel ilişki kurma imkânı bulunan ve aralarında evlilik ilişkisi olan kadın ve erkeği anlatmak için kullanılmaktadır. Oysa “çiftleşme” ve “çiftleşme mevsimi” denilince akıllara ilk olarak insanlar değil, hayvanlar gelmektedir.

Türk kültüründe bu durum geçerli iken, çölde deveden başka canlı görmeyen Bedevî’nin, develer arasındaki ilişkileri, insanlar arasındaki ilişkilere tahvil etmemesi, ya da insanlar arasındaki ilişkileri develer arasındaki ilişkilerden hareketle anlatmaya çalışmaması herhalde mümkün değildir. Bu bakımdan biz, Arap’ın develer için “çiftleşme” ve “kızışma” anlamlarında da kullandığı “Darabe” fiilini, kadınlar için de rahatlıkla kullanabildiğini sanıyoruz. Hele de bu Arap’ın, 1400 sene öncesinde çölde yaşayan bir Bedevi olduğunu düşünürsek! Öte yandan bazı kavramların, üzerinden zaman geçtikçe tamamen anlam kaymasına uğradığı biliniyor. Belki de Nisâ Sûresi’nin 34. ayetinin nâzil olduğu sırada “Darabe” kelimesi, aynı zamanda kadınla erkeğin meşru yoldan kurdukları “cinsel ilişki”, yani “çiftleşme” anlamına da geliyordu ve zamanla (bedevîlikten çıkıp medenî hayata geçişle birlikte) bu ilişkiyi anlatmak için “Darabe” yerine başka kavramlar kullanılmaya başlandı.

Bugün Anadolu kırsalında bile “cinsel ilişki” ve “çiftleşmek” yerine başka başka kavramlar kullanıldığı bilinmektedir ki; yazı dilinde ve şehirli ağzında genelde argo olarak nitelenen bu kavramlar, ilk telaffuz edilmeye başlandıklarında ve uzunca bir süre herhalde “argo” ve “ayıp” olarak nitelendirilmiyorlardı. Öte yandan bugün Anadolu kırsalında muhtemelen “seks” kelimesinin cinsel ilişki anlamına geldiğini bilmeyen milyonlarca insan yaşamaktadır. Netice olarak bu örneklerden de hareketle diyebiliriz ki; bazı kavramlar hayvanlar arasındaki ilişkilere özgü olmakla birlikte zaman zaman benzetme yoluyla insanlar için de rahatlıkla kullanılabilmektedir. Kanaatimizce bu durum, bütün kültürler için, bu arada Arap kültürü için de geçerli olan bir durumdur(41).

Okumaya devam et  Kadına Dayak Allah’ın Emri midir(1)

Ragıb el-İsfahâni’ye göre Arapça “Darabe” fiilinin birincil anlamı “vurmak” olduğuna göre “vurmak” kelimesinin Türkçemizde hangi anlamlara geldiğini bilmemizde galiba fayda var. Aksi takdirde bu kelimeyi sadece birincil anlamıyla ele alır, kendimizi onunla sınırlandırırsak, buradan hareketle Nisâ Sûresi’nin 34. âyetindeki kullanılışını da yine sadece dövmek olarak tercüme edersek, Müslüman kadınları, kocaları tarafından dövülmekten hiçbir zaman kurtulamayacaklardır. Bilebildiğim ve elime geçen sözlüklerden de (42) istifade ederek derleyebildiğim kadarıyla “vurmak” fiili Türkçemizde belli başlı şu anlamlarda kullanılmaktadır:

Elle veya ele alınmış bir nesne ile başka bir nesneye dokunmak (Adam masaya yumruğunu vurdu. Öğretmen elindeki sopayla masaya vurdu), dövmek(Babası çocuğa bir tokat vurdu), avlamak(Avcı günde en az iki keklik vuruyor), ateşli silahla yaralamak veya öldürmek(Adam kanlısını vurmuş), ses çıkarmak-ses vermek-çalmak (Davulcu şevkle tokmağı davula vurdu), argoda içki içmek (Adam dün akşam şişenin dibine vurdu), isabet ettirmek(Hedefi on ikiden vurdu), isabet etmek(Hayatında ilk defa piyango vurdu), batırmak-kakmak-saplamak(Hemşire çocuğun koluna iğne vurdu. Hiç acımadan adamın sırtına bıçağı vurdu), basmak-uygulamak-koymak(Veteriner aşı yaptığı ineklerin kulağına damga vurdu. Poliste kadının koluna mühür vurdular), yansımak-aksetmek(Ayın şavkı yüzüne vurmuştu. İçinin güzelliği dışına vurmuş), yankı yapmak(Adamın sesi bütün vadi boyunca yamaçtan yamaca vurarak yayıldı), sürmek(Usta duvara harika bir boya vurdu), yapıştırmak (Ağrıyan yerine yakı vurdu), takmak-koymak(Ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurdular), yormak-saymak-bağlantı kurmak, olduğundan başka şekilde görmek(Adamın saflığına vurarak konuştuklarını dikkate almadı), bulunduğu noktadan uzaklaşmak-gitmek (Kendini yollara vurdu, yola revan oldu), toplumdan uzaklaşmak (Adam kendini dağlara vurdu. Mecnun Leyla’nın aşkı ile kendini çöllere vurdu), çarpmak(Freni patlayan kamyon önündeki otomobile hızla vurdu), üzerine düşmek (Ağacın gölgesi suya vurdu), dayamak-desteklemek(Çiftçi, ağaçların dalları kırılmasın diye onlara destek vurdu), kalp atışı-kalp çarpıntısı (Kalbi göğsünü yırtarcasına küt küt vuruyordu), ortaya çıkmak-dışarı sızmak-görünmek(Adamın yaralı olduğu, gömleğinden dışarı vuran kandan belliydi), denizden karaya çıkmak(Balıklar karaya vurdu), bir tür rol yapmak (İşi deliliğe vurdu), baskın yapmak-saldırıda bulunmak (Uçaklarımız teröristleri inlerinde vurdu), ayakla tepmek (Olanca gücüyle topa vurdu), bir tarafa doğru yönelip hareket etmek (Heybe Sultan Dağı’na doğru vurmuştuk kendimizi. H.Cemal), yüklemek-yüklenmek(Köyde geçim zordu. O da yorganını sırtına vurduğu gibi şehrin yolunu tuttu), üzerine koymak(Nasrettin Hoca eşeğe semerini vurdu), dokunmak-hasta etmek-sersemletmek(Alkol fena vurdu. Açlık başına vurdu), zarara uğratmak(Soğuk meyveleri vurdu. Ekinleri dolu vurdu. Kriz ekonomiyi vurdu), yüzüne söylemek(Ayıbını yüzüne vurdu), kendisine âşık etmek(Delikanlı kızı görür görmez vuruldu), dokunaklı konuşarak karşısındakini üzüp yaralamak(Bu sözleri, zaten yaslı kadını büsbütün can evinden vurmuştu), tartışmada muhatabını zayıf yanından yakalayıp alt etmek (Adamı hiç beklemediği yerden vurdu), tartışmada kural dışına çıkmak (Muhatabının sözlerini çürütmek yerine sürekli bel altına vurdu), üzerinden atmak-yere düşürmek(At huysuzlandı ve şaha kalkarak başbakanı yere vurdu), güreşte oyun yapmak(Kazıkçı Karabekir rakibine öyle bir kazık vurdu ki; adamın feleği şaştı), rakibini veya düşmanını yanıltarak alt etmek(Türk güçleri, tabiri caizse sağ gösterip sol vurdu), çarpma işlemi yapmak(Üçü üçe vurursak dokuz eder), kısa zamanda aşırı kazanç elde etmek(Voliyi vurmak), hayvan tepmek (Bu at huysuzdur, sık sık çifte vurur), bahsetmek (Dem vurmak), argoda cinsel ilişkide bulunmak(mala vurmak). Anadolu’nun birçok yerinde sürüyü yağıştan veya sıcaktan korumak maksadıyla korunaklı veya sulak bir arazide belli bir müddet bekletilmesine de “vurmak” denilir(43).

Bunca bilgiden sonra karşımıza, İslam âlimlerinin çözmeleri ve açık yüreklilikle cevap bulmaları gereken şöyle bir sorun çıkmaktadır: Nisâ Sûresi’nin 34. âyetinde geçen ve serkeşliklerinden endişe edilen kadınları terbiye etme konusunda ve “vedribûhünne” şeklinde önerilen üçüncü tedbir, acaba “onları dövün” değil de “onları cinsel yönden tatmin edin” (zekerlerinizle ferçlerine vurun) anlamında olabilir mi? Şahsen biz, din alimlerinin kapalı kapılar arkasında ve kendi aralarında tartıştıklarına, ancak bunu bir türlü açıklamaya cesaret edemediklerine inandığımız bu cevabın olabilir olduğuna inanıyoruz(44). Bu konuda bize ışık tutan şey, bugün evli eşler arasındaki geçimsizliklerin bir sebebinin de cinsel uyumsuzluk, cinsel tatminsizlik ve cinsel doyumsuzluk şeklinde ifade edilen cinsel sorunlar olduğu konusunda verilen bilgilerle, cinsel sorunu olmayan ve cinsel yönden birbirlerini tatmin eden eşlerin çok daha mutlu olduğu konusunda verilen bilgilerdir. Buradan hareketle denilebilir ki; kendi yaratmış olduğu insanoğlunun ihtiyaçlarını ve tabiatını en iyi bilen durumundaki Yüce Yaratıcı, kadınların dövülerek değil de cinsel yönden tatmin ve dolayısıyla mutlu edilerek evlilik hukukunun devamını sağlamaya dönük emir vermiş olabilir. Bu konuda bize cesaret veren delil ise herhalde söz konusu kadınların evlilik hukukuna riayetini sağlama konusunda önerilen ikinci ilahi tedbirdir. Yani “yatakların ayrılması” şeklinde önerilen tedbir. Bu tedbirden maksat, herhalde, bu kadınların bir müddet cinsel zevkten mahrum bırakılmasını ve böylece kocasına özlem duymasını sağlamaktır.

Okumaya devam et  Kadına Dayak Allah’ın Emri midir?(3)

Ancak burada karşımıza sanki şöyle bir çelişki çıkmaktadır: “vedribûhünne” den maksat şayet “onları cinsel yönden tatmin edin” demek ise, neden daha önce bu tedbir değil de “yatakların ayrılması” tedbiri önerilmiştir? Öyle ya, yatakları ayırmakla zaten araya belli bir mesafe konulmuş oluyor. Araya mesafe konulan bir kadın cinsel yönden nasıl tatmin edilecektir? Ancak şu düşünce, sanırım sağlıklı bir düşüncedir; öğüt vermekle, telkin ve tavsiyelerle yola gelmeyen kadınların öncelikle yatakları ayrılmak suretiyle cinsel ihtiyaçlarının şiddetlenmesi sağlanır, sonra da bu ihtiyaçları giderilerek bir daha aynı hataya düşmemeleri (kocalarına karşı serkeşlik etmemeleri) temin edilir. Tabiri caizse; böyle bir kadın önce belli bir süre aç bırakılır, sonra da mükellef bir sofra ile bu açlığı giderilir. Evli eşler veya karı-koca ilişkisi yaşayan çiftler mutlaka bilirler ki; küçük çaplı kavgalardan sonra yaşanan kısa süreli ayrılıkları müteakiben eşler arasında yaşanan muhabbet çok daha yoğun olabilmektedir. Bu durumda; ikaz, yatak ayırmak ve cinsel yönden tatmin etmek şeklinde önerilen tedbir sıralaması gayet mantıklı bir hal alacaktır.

Öte yandan konuya ilişkin ayette (Nisâ 4/34), bu üç tedbirin, sırasıyla olmak üzere; aynı kadın hakkında uygulanacağına ilişkin bir sınırlama veya bağlayıcı bir emir de söz konusu değildir. Bu üç tedbir, serkeşliklerinden endişe edilen kadınların evlilik hukukuna riayetlerini temin etmek için önerilen genel tedbirler veya alınacak önlemler sadedindedir. Ayrıca her insanın olduğu gibi serkeşlik eden kadınların da tehdit algılaması veya ikna edilme yöntemi farklı farklıdır. Kimisi öğüt vermekle ikna olurken, kimisi bir sert bakışla, kimisi yatağını ayırma tehdidiyle, kimisi de kocasının cinsel aktivitesine bağlı olarak ve cinsel yönden tatmin edilmekle kocasına bağlanabilir. Özetle; Nisâ Sûresi’nin 34. Ayetinde önerilen tedbirler, sırasıyla olmak üzere aynı kadın hakkında uygulanabileceği gibi, her bir tedbirin muhatabı, ayrı ayrı kadınlar da olabilir.

Serkeşliklerinden endişe edilen kadınların dövülmesi meselesine gelince; bu anlam, olsa olsa kadınların cariye sıfatıyla ve birer metâ (ticari mal) olarak alınıp satıldığı dönemlerde ve çok eşliliğin cari olduğu dönemlerde verilmiş olmalıdır. Buradaki temel amaç, kadını terbiye etmek değil, kadınların üzerinde otorite sağlamak suretiyle baskın güç olan erkeklerin hak ve hukukunu korumaktır. Örneğin, yatakların ayrılarak cinsel zevkten mahrum bırakılması suretiyle uygulanacak bir tedbirde, cezalandırılan sadece kadın olmayıp, aynı zamanda bu kadının kocası olan erkek de cezalandırılmaktadır. Çünkü yatakların ayrılmasıyla tabiatıyla erkek de cinsel zevkten mahrum kalacaktır. Ancak burada bir incelik vardır. O dönemde erkekler için birden çok kadınla evlenme cari olduğundan erkek, kadınlarından biriyle yatağını ayırdığında, diğer kadınlarıyla birlikte olma şansı bulunduğundan herhangi bir cinsel yoksunluk yaşamıyordu. Oysa bugün insanlığın ulaşmış olduğu medeniyet seviyesinde günümüz erkeği, meşru şartlar dahilinde kalmak kaydıyla bu imkânlardan büyük ölçüde yoksundur. Çünkü çok evlilik, normal şartlarda kanunlarla da engellenmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla Nisâ Sûresi’nin 34. Âyetinde dile getirilen tedbirlerin uygulanması konusunda bugün için manevi zorluklar bir tarafa, maddi zorluklar, imkânsızlıklar ve hatta hukuki engeller söz konusudur. Uygulanması zor, hatta imkânsız olan bir emrin mutlaka uygulanması gerektiğini savunmak ise Müslümanları iki arada bir derede bırakmaktan öte hiç bir anlam taşımamaktadır. Hele hele “Darabe” fiilinin sadece “dövmek” anlamına gelmediği bilindiği halde bunda ısrarcı olmak bizatihi İslam Dini’ne zarar vermektedir.

Şiddeti ne olursa olsun, kocası tarafından dövülen bir kadın, kocasına ne derece sadakat gösterir ve evlilik hukukuna ne derece riayet eder bilinmez! Ayrıca, konuya ilişkin ayette, serkeşlik etmelerinden endişe edilen kadınların ne kadar süre ile dövüleceğine ilişkin herhangi bir kayıt da bulunmamaktadır. Peki, söz konusu kadın bir kez dövülmekle yola gelmezse, yani eşine itaat etmezse durum ne olacaktır? Dövme işi ilânihaye devam mı edecektir? Elbette etmeyecektir? Ayrıca dövmenin, serkeşlik eden kadınlar da dâhil olmak üzere; insan onuruna yakışan bir muamele olmadığı ortadadır. Zaten aynı surede, bir sonraki ayette (Nisâ 4/35), aralarının açılmasından korkulan eşlerin arasını bulmak için her iki tarafın ailesinden birer hakem tayin edilmesi ve bunların devreye girmesiyle eşlerin aralarının bulunmaya çalışılması gibi gayet mantıklı, akılcı ve insani bir çözüm yolu önerilmektedir. Bu surette de eşlerin arası bulunmazsa çözüm, ya da başvurulacak tedbir ne olacaktır? Çözüm veya tedbir, Şer’i kanunlara göre söylenecek olursa, kadının mihrinin verilmesi suretiyle, pozitif hukuka göre söylenecek olursa, kadının yasal haklarının verilmesi suretiyle yetkili makam huzurunda (yani yetkili makamın onayıyla) boşanması olacaktır.

Okumaya devam et  Hollanda basını etik bulmadı

Bu sebeple; bugün insanlığın ulaştığı medeniyet seviyesinden geriye dönüş, yani kadınların cariye sıfatıyla ve bir nev’i satılık mal olarak işlem gördüğü, ayrıca erkeklerin çok kadınla evlenebildiği devirlere dönüş mümkün olmadığına göre; başta müfessirler olmak üzere din âlimlerimiz, II. İslam Halifesi Hz. Ömer’i de örnek alarak(45) oturup bu konuda Müslümanları rahatlatacak görüşleri bir an önce ortaya koymak zorundadırlar. Açık söylemek gerekirse; kendisini İslâm âlimi olarak tanımlayanlar, ya da kendilerine bu şekilde hitap edilmesinden haz duyanlar, kapalı kapılar arkasında, gizli toplantılarda ve kendi aralarında konuştukları gerçekleri topluma açıklamak mecburiyetindedirler. Aksi takdirde bu insanların taşıdıkları sıfat din baronluğundan, yaptıkları iş ise din simsarlığından öteye gidemeyecektir(BİTTİ).

7 Mayıs 2009
Ömer Sağlam

Dipnotlar:
39- Fîruzâbâdî, “Kâmûs’ül Muhît”, s. 348-351.

40- Age, s. 348. Köpekler için “Kancık kuyruk sallamazsa erkek dolanmaz” ya da “Dişi yalanmazsa erkek dolanmaz” şekillerinde söylenen Türk atasözü de galiba bu hususu açıklamaktadır. Zira tıpkı kızışan dişi devenin erkeğiyle çiftleşme isteğini belirtmek için kuyruğunu kaldırıp fercine vura vura yürümesi gibi, dişi köpekler de cinsel yönden kızıştıklarında kuyruğunu sallayarak erkeğiyle çiftleşme isteğini ortaya koymuş olurlar. Bu durum sadece develer ve köpekler için de geçerli değil elbette. Televizyonlarda yayınlanan hayvanlar âlemi ile ilgili belgesel programlardan da biliyoruz ki; evcil olsun, yabani olsun hemen bütün hayvanlar, cinsel isteklerini ortaya koymak için kendilerine özgü bazı hareketler sergilemekte ya da sesler çıkarmaktadırlar.

41- 25 nolu dipnotta da açıklamaya çalıştığımız gibi; bizim genelde aklı esas alan bu türlü arayışlarımızı ve yapmış olduğumuz izahatları, gayri ilmi bulacak kişiler elbette olacaklardır. Hatta onlardan bazıları, muhtemelen “Ne hadisi şeriflerde ne de başka kaynaklarda ‘Darabe’ fiilinin insanlar için ‘cinsel ilişki’ ve ‘çiftleşme’ anlamlarında kullanıldığına dair herhangi bir kayıt yoktur” diyeceklerdir. Zaten İslam Dünyası, ne çektiyse bu nakilci ve kopyacı zihniyetin temsilcilerinin üretmiş olduğu fikirlerden çekmiştir. İslam kadını, tam 1400 yıldır işte bu aklını kullanmayı bir türlü beceremeyen intihalcilerin tavrı yüzünden kocalarından dayak yemeye devam etmektedir. Allah’tan Ragıp el-İsfahâni ve Muhammed Fîrûzâbâdi gibi adamlar çıkmış da bu “Darabe” kelimesinin en azından develer için “kızışmak”, “cinsel ilişki” ve “çiftleşmek” anlamlarına da geldiğini söyleyebilmişlerdir. Hem de günümüzden en az 800 sene önce. Günümüz İslam kadını ise hâlâ “Darabe” fiilinin insanlar için de “çiftleşmek”, “cinsel ilişki kurmak” veya “cinsel yönden tatmin etmek” anlamlarına da geldiğini söyleyebilecek bir babayiğit ilahiyatçıyı beklemektedir. Ancak yakın gelecekte böyle birinin çıkacağını hiç sanmıyoruz. Böyle olunca da bütün iş, bizim gibi konunun uzmanı olmayan kişilere düşüyor. Konunun uzmanı sayılan kişiler ise bizim gibilerin yarım yamalak da olsa ortaya koyduklarını geliştirmek yerine, bütün vakitlerini ve ömürlerini bizim gibileri susturmaya vakfediyorlar. İşte bunun içindir ki; İslami Düşünce bir türlü istenilen seviyede gelişemiyor ve İslam Dünyası bir türlü aydınlanamıyor…

42- Türkçe Sözlük, c.2, s.2354, TDK. Yayını, Ankara-1998/D.Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s,1027, Birlik Yayınları, Ankara, 1981/ Büyük Larousse, c.24, s. 12261, Milliyet Yayınları. Bu konuda isimli internet sitesinden de istifade edilmiştir.

43- Davar veya sığır sürülerinin, açık arazide aşırı yağışın veya aşırı sıcağın olumsuz etkisinden korumak maksadıyla belli bir süre bekletildiği bu tür yerlere Anadolu’da “Eğrek” adı verilmektedir. “Eğrek” kelimesi ise “Beklemek-oyalanmak-vakit geçirmek” gibi anlamlara gelen “Eğlenmek” fiilinden türetilmiş ve “Eğlenilen yer” anlamındaki “Eğlek” kelimesinden bozma bir kelimedir. Bizim yörede (Çankırı-Yapraklı) bu tür yerlere, sürülerin belli bir süre yatırılarak bekletilmesinden dolayı “Yatılan yer” anlamında “Yatak” adı da verilmektedir.

44- bkz. 25 ve 41 nolu dipnotlar.

45- Halife Hz. Ömer’in, uygulanmasında zorluk olan, ya da mevcut problemleri çözmekte yetersiz kalan bazı Kur’an ayetlerinin uygulanmasını geçici süre ile de olsa rafa kaldırdığı ve bizzat kendisinin hüküm koyduğu bilinmektedir. Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in ölümünün üzerinden sadece birkaç yıl geçtiği halde böyle bir uygulamanın içine girdiyse, daha doğrusu böyle bir arayışın içine girdiyse, Hz. Peygamber’in ölümünden yaklaşık 14 asır sonra yaşamak durumunda kalan günümüz Müslümanları haydi haydiye böyle bir arayışın içine gireceklerdir. Hele hele bu Müslümanlar, Hz. Ömer devrinde yaşayanlar gibi bir şeriat devletinde değil, Türkiye Cumhuriyeti gibi pozitif hukuk kurallarına göre yönetilen laik bir demokraside yaşıyorlarsa…


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir