Site icon Turkish Forum

TÜRKÇE KÖKLER

DOĞU PERINÇEK, TÜRKÇE KÖKLER, KAYNAK YAYINLARI KITABINDAN ALINMIŞTIR: - turkce kokler dogu perincek

DOĞU PERINÇEK, TÜRKÇE KÖKLER, KAYNAK YAYINLARI KITABINDAN ALINMIŞTIR:

OD/OT-1
İSVEÇ KRALLARININ ODUN İLE AKRABALIĞI

Hemen söyleyelim de herkesin içi rahat etsin. İsveç krallarının, hatta Avrupa krallarının hepsinin atası sayılan Oden‘in Türk olduğunu ileri süren, bu satırların yazarı değil. İskandinavya efsaneleri, Oden‘in “Türk ülkesinden” (Turkland) geldiğini ve bir Türk soylusu olduğunu uzun uzun anlatıyor. Çağdaş İsveç tarihçiliğinin babası kabul edilen Prof. Dr. Sven Lagerbring de efsanelerin ötesinde tarihsel verileri de inceleyerek “Bizim atalarımız, Oden’in yoldaşları Türklerdir” diyor.[1] Prof. Lagerbring, bilimsel kanıtlara dayanarak, İskandinavyalıların ataları arasında İskitlerin de bulunduğunu belirtiyor ve İskitlerin de Türk olduklarını açıklıyor.

İsveç Tarihçiliğinin Babası

Prof. Sven Lagerbring, 1707-1787 arasında yaşamış. Bugün hâlâ çağdaş İsveç tarihçiliğinin babası kabul ediliyor. Lund Üniversitesi’nde 14 yıl rektörlük yapmış. İsveç kralı kendisine asalet unvanı vermiş. Dört ciltlik İsveç İmparatorluk Tarihi bugün de temel kaynak. 2007 yılında yapılan törenlerde, 300. doğum yılını kutlama programında şöyle yazıyor:

“Belgeleri inceleyerek gerçeği aramak onun parolasıydı. Lagerbring’e göre, sonucu ne olursa olsun, gerçeğin kendisi önemliydi. Tarih güvenilir olmalıydı.”

Prof. Lagerbring, İsveççe ile Türkçe arasındaki benzerlikleri incelemiş. Sonra vardığı sonuçları 27 Ekim 1764 tarihinde, Lund Üniversitesi Rektörü sıfatıyla İsveç Bakanlık Müsteşarı ve Şövalye Sayın Johan Ihre’ye yazmış. Bu mektubu Saray Saymanlığı kitap olarak basmış. O kitabı Kaynak Yayınları okuyucuya sundu. Abdullah Gürgün’ün tatlı diliyle yazdığı “Ekler ve Yorumlar” da merakla okunuyor.

Lagerbring, Türkçe ile yalnız İskandinavya dillerinin değil, Almanca, İngilizce ve Fransızcanın da yakın akrabalığı olduğu görüşünde.

İsveççe ile Türkçe Arasında Benzerlikler

İsveç tarihçiliğinin babası Prof. Lagerbring, İsveççe ile Türkçe arasındaki benzerlikleri yazarken “Büyük bir sorumluluk altına giriyorum” diyor. Burada kelimeleri özellikle günlük hayatta kullanılan, dillerin doğuşundaki ilk kavramlardan seçtik.

İsveççe                                       Türkçe  

Att                                                      Ata

Adel                                                   Adlı (Soylu)

Aeta (Almanca Essen)                Aş

Bog                                                    Bağır

Bulta                                                 Balta

Bjug                                                   Buğday

Bael                                                   Bol

Borg                                                   Borç

Daeger                                             Değer

Diup                                                   Dip

Vir (Almanca er)                           Er                                  

Aerlighet (Erlighet)                     Erlik

Gidl                                                    Göl

Haen                                                 Hani

Kappe                                               Kap

Koja (koya okunur)                     Köy

Uthus                                                Oda

Puss                                                   Pusu

Raeck (rek okunur)                     Öreke        

Saeledes                                          Söyle

Sae, sjö (syö)                                 Su

Sölig                                                  Sulu, suluk                                  

Taecke                                              Taka

Jord (yort okunur)                       Yurt

Turkland Pasaportlu Oden

Bizim Abdullah Gürgün, peşine düşüp Lagerbring’in kitabını ortaya çıkarmasa Avrupa krallarının atasının od kökünden türediği gündemimize gelmeyecekti.

Oden namındaki kahraman, Turkland’dan çıkıp Almanya ve Fransa dahil, Danimarka ve Kuzey-Batı Avrupa ülkelerinin tepesine oğullarını kral dike dike İsveç’e gelmiş. Yani Batı Avrupa krallarının cümlesinin atası. Bu kadar soylu bir hanedanın adına yakışır soylu bir kök bulmak gerekmez mi? Bu tarihsel görev de fakire düştü. “İşte o hükümdarlara yakışan kökü bulduk” diyebilirsiniz.

Prof. Lagerbring’in İskandinav sagularına (destanları) dayanarak belirttiğine göre, Kralların Kralı Oden Turkland’dan, yani Türk ülkesinden gelmiş. Lagerbring, üstelik Oden’in Kuzey Avrupa’ya Türkçeyi getirdiğini de bilimsel olarak ileri sürüyor. Bu
bilimsel tezlerden hareketle, Oden’in Türkçe bir ad olduğunu varsayabiliriz. İşte od köküne buradan yapışıyoruz.

Avrupalıların Savaş Tanrısı Oden

Oden, Alman mitolojisinde Bilgelik ve Savaş Tanrısı. Oden veya Wotan’ın İsveççe ve Almancada anlamı yok. Ama Türkçede var: Ateş.

Peki Oden’i Türkçe açıklama girişimi temelsiz mi? İskandinav destanlarına ve İsveç tarihçiliğinin babası Lagerbring’e dayanıyoruz. “Oden ve yoldaşları Türk ülkesinden (Turkland) geldiler” diyen biz değiliz, onlar! Oden’in İskandinav diyarına Türkçeyi getirdiğini söyleyen de onlar!

Oden’in Türkçe Kökeni

Bu durumda Oden’in kökeninin Türkçeyle açıklanması ciddi bir olasılık. Böyle bir açıklama çabası bilimsel.

İsveççedeki uthus sözcüğünün Türkçe oda sözcüğünden geldiğini öne süren de biz değiliz, Prof. Lagerbring.

Oda‘nın Otağ’dan ve dolayısıyla od kökünden geldiğini biliyoruz.

Uthusoda sözcüğünden geldiğine göre od kökünün yalnız Oden ismiyle değil, uthus sözcüğüyle de İsveççeye girdiği tezi bilimseldir.

Prof. Lagerbring İsveççenin kökeninde Türkçe olduğuna yönelik bazı tezler ileri sürüyor. Ama kitabında daha çok Farsça kökenli sözcükler vermiş. Türkçe kökenli epeyi sözcük de var.

İsveççe Hint-Cermen dillerinden. Türk kökenli değil elbette. Farsçayla aynı dil ailesinden. Ancak Hint-Avrupa dilleri ile Türkçe arasında MÖ 4. binden başlayan, başka deyişle tarihöncesine uzanan, çok derin ve güçlü bağlantılar ve alışverişler olduğu gözüküyor.

İsveçli Türkolog Gunnar Jarring’e kulak verelim:

“Tarihçi Sven Lagerbring, kendi zamanı için şüphesiz heyecan yaratmış ve çalışmasında İsveç ve Türk dillerinin bazı benzer unsurlarını saptamıştır. Onun karşılaştırmalı incelemeleri, büyük ölçüde Türkçeye geçmiş Farsça kelime varlığını temel almış, bu sayede Sven Lagerbring belirtmiş olduğu benzerlikleri keşfetmeyi başarmıştır. (…)

“Philip Johan Strahlenberg ise ilk İsveçli Türkolog olarak görülmelidir. Strahlenberg, Tatar, Çuvaş ve Yakut dillerinin sözcük varlığını karşılaştırmalı olarak incelemiş. Ayrıca geniş çalışmasında başta Almanca olmak üzere Avrupa dillerini, Türk dilleriyle karşılaştırarak benzerlikler kaydetmeye çalışmıştır.[2] Bilimadamının benzerlikler kaydetme konusunda vardığı sonuçlara gelince, burada büyük ölçüde fantezi payı olduğundan dolayı, bunlar önemli bir bilimsel değer içermemektedir.”[3]

Ateşten Daha Soylusu Var mı

Od, Türkçede gerçekten de hakanlara ve dahası tanrılara yakışan bir anlam taşıyor. Od, Türkçede binlerce yıldır ateş demek. Ateş sözcüğünün kendisi de od kökünden. Oda, odak, otağ, ocak, odun hep od kökünden geliyor.

Odak: Sözcük kökeni ateş yeri veya ateş aracı. Od: ateş, ak eki: “yer veya araç”. Bugün odak, Latincedeki focus anlamında birçok olgunun kesiştiği noktayı ifade ediyor ki sözcük kökenine uyuyor.

Otağ: Ateş yakılan yer, çadır. Aslı odak, yani ateş olan yer. Türkçede sık sık olduğu gibi k sesi yumuşamış, ğ sesine dönüşmüş.

Oda: Otağ’ın kentleşmesi sonucu oluşan sözcük. Kentlerde çok şeyimizi yitirdiğimiz gibi, otağ’ın yumuşak g’sini de kaybetmişiz. Şu anda arayan bile yok.

Ocak: Odak’ın d‘si c‘ye dönüşmüş. O kadar çok anlamı var ki sözlüklerde, say say bitmiyor. Ateş yakılan yerden, aileye ve insan yetiştiren kuruma kadar hep ocak diyoruz.

Odun: Ateş yakmakta kullanılan ağaç parçaları. Kökenine gelince, od sözcüğünün çoğulu olan od-en‘den ses uyumuna göre odun olmuş. Biliyorsunuz, -en tıpkı Farsça ve Almancadaki gibi Türkçede de bir zamanlar çoğul ekiydi. Odun‘un kökenindeki anlamı odlar (ateşler) oluyor. Od kökünü, Türk tarihi uzmanlarından Roux da açıklıyor.[4]

Kırgız Cumhurbaşkanı Otunbayeva
Cermen Tanrısının Akrabası mı?

Kırgızistan’da 27 Haziran 2010 günü yapılan referandumla Kırgızistan Cumhurbaşkanlığını üstlenen Roza Otunbayeva Hanım, Cermenlerin savaş tanrısıyla aynı soyadını taşıyor.

İnanmadınız mı?

Açalım o zaman Kırgızca ve Kazakça sözcükleri.

Od veya Ot köklerine bakınız. Anadolu Türkçesindeki od kökü, Kırgız ve Kazak Türkçesinde ot.

Kırgızca ve Kazakçada ot ve od Kökü

Kırgızca Otun “ocak”, “aile” ve “vatan” demek. “Ev”, “yer”, “vatan”, “yuva” gibi sözcükler hep ot kökünden türüyor. Bizim Türkiye Türkçesindeki oturmak eylemi ve oturak sözcüğü de aynı od/ot kökünün yer anlamını taşıyor.

Kazakçada otan, yine “ocak”, “aile”, “vatan” anlamlarına geliyor. Hepsinin kökü ateş, yani od/ot. Çünkü dillerin doğuş sürecinde ateşin çevresinde oturuluyor.

Kazakistan’ın Avrasyacı kurucu lideri Nursultan Nazarbayev’in partisinin adı Nur Otan, yani Nur Vatan Partisi.

Kazakçada Ot kökünden türeyen sözcüklere örnekler:

Ot                              = Ot

Otjiğer                     = Güç, cesaret [Ateşçiğer]

Otağası                   = Ev sahibi

Otbaşı                      = Ocak, aile

Otan                         = Vatan, aile, ocak

Otandaş                  = Vatandaş

Otandaş (fiil)        = Birlikte yaşamak, aile kurmak,

                                       ev kurmak

Otanşıl                    = Vatansever

Otav                         = Otağ, yuva, ev (oda)

Otaş (eylem)         = Evlenmek

Odak                        = Birlik, ittifak, dernek anlaşma

Odaktaş                  = Müttefik, aynı amaçla birleşenler

Odaktaşlık             = Müttefiklik, ittifak.[5]

Kazakça ve Kırgızcada ot, tıpkı Türkiye Türkçesindeki gibi “ateş”, “güç”, “cesaret”, “yer”, “ev” gibi anlamlar taşıyor.

“Ateş”, “yer”, “kuvvet” ve cesaretin aynı kökten türemeleri anlamlı.

Ateş, cesaret, sıcak gibi anlamlar Cermenlerin Savaş Tanrısına yakışıyor elbette.

Cermen Dillerindeki Ot-Hot (Ateş-Sıcak)

Şimdi lütfen kemerlerinizi bağlayın, yeni keşfimizi açıklıyoruz:

Ot             : Kazakça ve Kırgızca ateş.

Hot           : Çuvaşça sıcak ve ateş.

Hot           : İngilizce ve Cermen dillerinde sıcak!

Het           : İsveççe sıcak.

Heet        : Felemenkçe (Hollandaca) sıcak.

Heiss       : Almanca sıcak.

Türkçede sözcüklerin “h” sesiyle başlamadığını, “h” seslerinin zamanla düştüğünü de unutmamak gerekir.

Ancak en eski Türkçeyi temsil eden Çuvaşçada ot‘un karşılığı hot. Çuvaşça ateş ve sıcak anlamında İngilizceyle tam örtüşüyor.

Otomatikteki Ot

Yine Hint-Cermen dillerindeki oto kökü, kendinden hareket ve kendinden enerji anlamıyla, ateş (ot) ve sıcak (hot) kökleriyle bağlantılı gözüküyor.

Yunancadaki auto = oto, artık her dilde!

Oto, köken olarak “ateşi (enerjisi) kendinde olan” anlamına geliyor. Yani at, öküz, katır gibi bir çekici kullanılmadan kendisindeki ateşle (enerjiyle) hareket ediyor.

Oto-mobil = kendi ateşiyle yürüyor.

Oto-matik = kendi ateşiyle harekete geçiyor.

Oto-kontrol, oto-kritik, oto-nomi, oto-krasi hep aynı ot kökünden.

Bazı sözlüklerde oto sözcüğü “iradesi kendisinde olan” diye açıklanıyor. Metafizik bir tanım.

Doğrusu: Kendi ateşiyle, kendi enerjisiyle hareket eden.

Bizim od/ot, Avrupa’yı dolanıp otomobil olarak anavatanına dönmüş.

Ateş, yani od/ot insanın keşfettiği ilk ve en büyük enerji kaynağı.

Türkçe ve Cermen dillerinde “ateş” ve “barınılan yer” kavramlarının aynı kökten gelmesi anlamlıdır.

Dil oluşurken, ateş yakılan yerin aynı zamanda barınılan yer olması çok doğal.

Od/ot köküne boş yere yapışmamışız.

Böylece Türkçe ile Hint-Cermen dilleri arasında çok önemli bir kök birliğini daha saptadık.

Cermen dillerinin hepsinde sıcak sözcüğü, Türkçe ateşle aynı kökten.

Yer Tanrıçası Ötügeni de Ot Köklü

Alman savaş tanrısı Oden/Wotan ile ot kökü arasında bağlantı ciddi.

Bunun yanında aynı ot kökünden Türklerde ve Moğollarda da tanrı adı var.

Ötügeni, yer tanrıçası.[6]

Yine Moğolcada Etügen, toprak ana.

Ötüken, yalnız Yer Tanrıçasının tahtı değil, Türk devletlerinin karargâhı aynı zamanda.

Cermen Savaş Tanrısının adı ve Orta Asyalıların Yer Tanrıçasının adı ot kökünde buluşuyor. Hadi hayırlısı!

Tanrının adı da güzelmiş doğrusu: Ateş, sıcak, cesaret.

Odun’un Amcazadesi Oden

Batı ve Kuzey Avrupa krallarının atası olan Oden ile Türkçemizdeki odun arasındaki soy bağına böylece ulaşmış bulunuyoruz. Oden’in de atası od, odunun da atası od.

Buradan ne çıkar: Oden ile odun amcazade oluyorlar. Ama buradaki odun, Ilgaz ormanlarından veya Toros Dağlarından topladığımız odun değil, ateşler anlamındaki odun.

O nedenle hiç kimse çıkıp da “Bizim odunu yolladık, gitti İsveç kralı oldu” diye böbürlenmesin. En azından böyle bir işe kalksa bile sakın elinizdeki kitabı kaynak göstermesinler. Ne olur ne olmaz ortalıkta birçok dil âlimi var. Üstelik bu dil âlimlerinin cümlesi allame. Ve dahası bu allamelerin birçoğu odundan kral yapacak kadar marifetli. Sorumluluk kabul etmiyoruz.

OD/OT-2

HEPİMİZ ODENİZ

Bizim Abdullah Gürgün, Frengistan Kralı ve Tanrısı Oden’in peşine düşüp destanlarını Türkçeye çevirmese, Avrupa krallarının atasının köklerini araştırmayacaktık. Sağ olsun çeviriyle de yetinmedi, “İsveçlilerin Türk Kökenleri Üzerine” başlıklı kitabıyla yeni bir ufuk açtı.[7] Gürgün’ün çarpıcı olduğu kadar bilimsel çalışması önümüze yeni sorular getirdi.

Bir: Oden nerden, ne zaman geldi?

İki: Avrupa’nın savaş tanrısı Asya kökenli mi?

Üç: Oden’in isminin kökeni?

Dört: Viking/Väring adının kökeni?

Dünya 50 Bin Yıl Önce de Küçükmüş

21. yüzyılın en çok aşındırılan sözlerindendir: “Dünya çok küçüldü artık.”

Dünya yeni mi küçüldü dersiniz?

50 bin yıl önce dünya acaba çok mu büyüktü?

İskandinavyalı kazıbilimcilerin ve genetikçilerin son keşiflerini Gürgün’ün kitabından öğrenince bu soru aklımıza düştü.

50 bin yıldan fazla bir zaman önce, bugün Ortadoğu ve Anadolu denen coğrafyadan Akdeniz kıyılarına yayılan göçmenlerin bir kolu buzlar eridikçe daha kuzeye çıkıyor. Bunların torunları diyelim, 10 bin yıl kadar önce İskandinavya’ya ulaşıyorlar. Göçebelik, avcılık yaparak ve ot toplayarak yaşıyorlar.

Yine Kuzey Avrupa’ya, 6 bin yıl önce, yine Anadolu’dan tahıl yetiştiren, keçi ve inek besleyenler geliyor. Eskiden gelenler zamanla kayboluyor. Lafı uzatmayalım, yapılan araştırmalar sonucu Avrupa’nın ilk köylülerinin “Türkiye” kökenli olduğu saptanıyor. Onlar “Türkiye” diye yazmışlar, ama biz “Anadolu” diyelim. Doçent Anders Götherström, çağımız İsveçlilerinin büyük olasılıkla bugünkü “Türkiye” denen coğrafyadan geldiği tezini ciddî verilerle ortaya koyuyor.

İşte bizim Milas’ın Bafa köyü Yörüklerinden Abdullah Gürgün de “yörüme”nin kudretini biliyor, Anadolu’dan 10 bin yıl önce yola çıkan çiftçilerin ayak izlerini takip ederek 20. yüzyılın sonlarına doğru, Milattan Sonra 1971 yılında önce Viyana’ya ve Milattan Sonra 1974 yılında Stockholm denen diyara varıyor. Derken devran, yüzyılı, hatta binyılı deviriyor; Gürgün kardaşımız, 3. binyılda ya da 21. yüzyılda, 10 bin yıl öncesi “Yörüklerinin” maceralarına merak salıp bizleri de o merak deryalarının içine atıyor.

İskandinav Sagalarındaki Türk

Asıl ilginç olanı, İsveçlilerin ilk kralı ve Avrupalıların Savaş Tanrısı olan Oden namlı kahramanın öyküsü. Bu Oden, İskandinav sagalarına, yani destanlarına göre tıpkı Abdullah Gürgün gibi Turkland’dan, yani Türk ülkesinden geliyor.

Turkland’da o zamanlar 12 hakanlık ve bir de hakanlar hakanı varmış. Efsanedeki bu 12 hakanlık, Hiung-nular/Hunlardaki ve diğer Türklerdeki 24 boy, 6 kısım halinde örgütlenmeyi hatırlatıyor. 24 Oğuz/Ogur boyunun Bozok ve Üçok olarak 12’şer boya bölündükleri biliniyor. İşte Oden bu Türk hakanlarının soyundan. Kuzey Avrupa destanlarına göre Oden, eşi benzeri olmayan bir bilge ve yeri göğü titreten bir yiğit. Arkasında genç, yaşlı, kadın, erkek kalabalık bir toplulukla dünyanın kuzeyine doğru yola çıkıyor; sonunda “ver elini Okyanus” diyor. Geçtikleri yerlerde, Oden ve kabilesinin insandan çok tanrılara benzediği söyleniyor. Saxland, Vastfalen (Almanya’da Saksonya ve Westfalen), Frankland (Fransa), Reidgotfaland (Danimarka’da Yurtland), Svitjod (İsveç) ve Norveç diyarlarına hükümran oluyor. Oğullarını bu ülkelerin başına ağaç diker gibi hakan dikiyor. Nereden geçseler oralara mutluluk ve barış götürüyorlar. Her yere Türk geleneklerine uygun adalet sağlıyorlar. Buraya dikkat: Asyalıların dili bütün bu ülkelerde konuşulan dil oluyor. Yazdıklarımızın hepsi İskandinav sagalarından.

Abdullah Gürgün “Bunlar destandır, masallarda olur böyle şeyler” deyip geçmemiş, Kuzey Avrupa mitolojisinin, halkbiliminin, kazıbiliminin, dilbiliminin, kökenbiliminin, tarihinin, edebiyatının içine dalmış; Bafa Gölü’nden koca koca sazan balıklarını çıkarır gibi bir hazine bulup getiriyor soframıza. Sazan deyip geçmeyin, Bafa sazanları maşallah kuzu gibidir, karınlarından avuç avuç havyar çıkar.

“İsveçlilerin Türk Ataları”

Meraklı okuyucu hatırlayacaktır. Gürgün daha önce İsveç tarihçiliğinin kurucusu Prof. Sven Lagerbring’in İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri adlı kitabını çevirmiş ve içine önemli bilgiler ekleyerek yayımlamıştı.[8]

Hani şu sıralar tarih içinde uçuşlar yapmak moda oldu, Lagerbring onlardan değil. 1707-1787 arasında yaşayan seçkin bir bilimadamı. İsveç’in ünlü Lund Üniversitesi’nde uzun dönem rektörlük yapmış. İsveç kralları ona asalet nişanı vermişler. Üç yüzyıl geçmiş, akademik çevreler Lagerbring’den hâlâ “İsveç tarihçiliğinin babası” diye söz ediyorlar. Her yıl Rektör Lagerbring’i bilimsel toplantılarla anıyorlar.

İşte O baba tarihçi “Beyler bizim atalarımız Türklerdir” diye kitap yazmış; İsveççe ile Türkçe arasındaki benzerlikleri yayımlamış. Abdullah Gürgün’ün himmetiyle Kaynak Yayınları’ndan çıkan o kitabı da okumanızı öneririm.

Orhon Yazıtlarını Dünyaya İlk Duyuran Strahlenberg

Prof. Lagerbring, Türkler ve Türkçe konusunda kendisinden 30 yaş büyük olan ve İsveç’in ilk Türkologlardan Philip Johan von Strahlenberg (1676-1747)’in çalışmalarından da yararlanmış ve ona göndermelerde bulunuyor.

Strahlenberg, yedi iklimde Türkolojinin öncülerinden kabul ediliyor. 18. yüzyıl başlarında Orta Asya Yenisey Irmağı boylarında taş üzerine kazınmış Runik benzeri yazılar bulunduğunu, bütün dünya ilk kez ondan öğrendi. Tatar, Çuvaş ve Yakut dillerinin sözcük varlığını karşılaştırmalı olarak incelemiş. Ayrıca başta Almanca olmak üzere Avrupa dillerini, Türk dilleriyle karşılaştırarak, benzerlikleri araştırmış. “Avrupa ve Asya’nın Kuzey ve Doğu Kesimi” (Das nord-und östliche Theil von Europa und Asia) adlı eseri bu çalışmaların ürünüydü1 Bu kitapta yazılanlar Lagerbring’in ilgisini çekiyor. Çünkü Strahlenberg’in şaşırtıcı bulguları var: Türklerin, Gotların ve Keltlerin uzun zaman önce tek halk olarak yaşamış olmaları gerektiğini öne sürüyor. Buna bağlı olarak, Türk dilinin eski Almanca, Gotça, Keltçe ve İngilizceyle akraba olduğundan söz ediyor. Bu konuda Strahlenberg’den önce Legerus da bazı görüşler açıklamış. Ancak Lagerbring, Strahlenberg’in açıklamalarını daha doyurucu bulmuş. Strahlenberg, Türkçe ile Cermen dilleri arasında yalnız aynı kökten gelen isimlerin değil, eylemlerin de uyum halinde olduğunu yazmış. Sonuç olarak, Fransızların [Cermen kavmi olan Franklar] Türklerle kökende tek ve aynı halk olduğu görüşünü hafife almamak gerektiğini öne sürmüş.[9]

Bu bilgileri Gürgün’ün ve Lagerbring’in kitaplarından aktarmamızın nedeni, Oden’in “Türk Ülkesinden” geldiğini anlatan İskandinav destanlarının bilim dünyasında da dikkate alındığını ve incelendiğini saptamak. Bazı bilimadamları, bu destanları tarihsel verilerle doğrulamışlar.

Oden Nerden Ne Zaman Geldi

Oden nereden ve ne zaman geldi sorusu, tarih biliminin sorusu olmuş. Abdullah Gürgün’ün bulguları yanında İskandinav, Rus, Azerî ve Avrupalı bilim insanlarının çeşitli görüşleri var.

Oden’in Truva’dan geldiği tezi ileri sürülmüş. Bu tezi doğrulayan veriler güçlü değil. Truva, Avrupa yazınında bir zamanlar “Türklerin yaşadığı coğrafya” anlamlarına gelecek gibi kullanılmış. Hata sanırız buradan kaynaklanıyor.

Turkakonung Yngve

Oden’in MÖ 1-2. yüzyıllarda Kuzey Karadeniz coğrafyasından geldiği yönündeki görüşler, bilimsel gerçeklere daha yakın gözüküyor. İsveç destanlarının ve tarihçilerinin sözünü ettiği Karadeniz bozkırlarındaki Türk boyları, Ogurlar olsa gerek.

Ogur, Eski Türkçede oglar/oklar, yani boylar anlamına geliyor. Boyların birleşerek kurduğu örgütlenmeyi ifade ediyor. “Devlet kuruculuğuna uzanan köprü” diyelim.[10]

Ogur adına ilk kez MÖ 3. yüzyılda Çin kaynaklarında rastlanıyor. Tarihçi Hirth’e göre Çin kayıtlarındaki Wu-kie sözcüğü Ugır sözcüğünden gelmektedir. O halde, Ugır/Ogır boylarının MÖ 3. yüzyıl sonlarında Altay Dağlarının güneyinde Tarbagatay ve Kobdo bölgelerinde de yaşadıkları anlaşılıyor. Ogurlar, tarihçiler tarafından Ding-linglere bağlanmaktadır.[11] Çok, ama çok ilginçtir, İzlanda Destanı’nda Oden soyundan “Ynglinler” diye söz ediliyor. İzlanda krallarından Oden’in torunun adı ise Türk Kralı Yngve (Turkakonung Yngve). Oden’i anlatan destanlardan birinin adı ise “Ynglinge” Destanı’dır (Ynglingesagen).

Biz Çin kaynaklarında “Ding-ling” diye anılan Türkçe konuşan boyların kolu olan Ogurların hikâyesine devam edelim: İran destanının Asadî Tusî tarafından aktarılan en eski bir rivayetinde, hâkim boyun Yugurlar olduğundan ve merkezi Orta Tanrı dağlarında bulunan bir “cihan devleti”nden söz edilmektedir. Bu “devlet”in hükümdarı “Khaqan-i Yugur” diye adlandırılmaktadır.[12] Ogurların bir kolu olan Bulgarların MÖ 149-127 arasında Kafkaslar’ın kuzeyinde bulundukları, MS 3. yüzyıl kayıtlarında geçmektedir.[13] Ogurlar, daha sonra miladın ilk yüzyıllarında Onogur, Ogur ve Şaragur gibi adlarla Kazakistan bozkırları ve Batı Sibirya’da görülüyorlar. Ercilasun, bu Ogurların Sakalardan (İskitler) kalmış oldukları görüşündedir. Bu bilgilerden, Ogur boylarının Altaylar’ın güneyinden Karadeniz’e kadar uzanan bozkırlara daha Miladın öncesinde yayıldıkları anlaşılmaktadır.[14] Bir başka görüş ise Onogurların, 24 boydan oluşan Oğuzların Bozoklar ve Üçoklar diye 12’şer boy olarak ikiye ayrılmasından sonra, Kafkaslar’a göç eden bazı boylar olduğunu öne sürüyor. Bunlar Sabirlerle birleşerek
Utrugur (Otuz Ogur) boylar topluluğunu oluşturuyor.[15] Aslında her iki görüş de bir arada doğru olabilir. Kuzey Karadeniz boylarına İskitler/Sakalar döneminde ve daha sonrasında Orta Asya’dan gelen benzer diller konuşan göç dalgalarının birbirine karışmış olmaları yaşanan olaydır.

Ünlü Bizanslı gezgin ve elçi Priskos da V. yüzyılda, Hunlar içinde Saragur (Sarı Ogur), Sorosgus (Sarı Guz/Oguz), Urag, On Ogur adlı boylardan söz etmektedir. En önemlisi Priskos, Hunları da zaman zaman İskit diye anmaktadır. Bütün bunlar, İskit kalıntılarının, İtil ile Tuna Irmakları arasındaki uçsuz bucaksız bozkırlarda Ogur ve Hun olarak yaşamaya devam ettiğine işaret ediyor.[16]

Anlamlıdır, İsveçli, Rus, Tatar ve Azerî araştırmacıları da Oden’in kökeninde İskit kalıntılarının bulunduğu görüşündeler. Oden’in Kuzey Avrupa’da ortaya çıkış tarihini araştıranlar MÖ 2. yüzyıl üzerinde duruyorlar. Bu tarih Ogurların Karadeniz’in kuzeyinde yaşadıkları tarihle örtüşüyor.

Ogur adının, Çin kaynaklarında, Orhon Yazıtları’nda, daha sonra Arap kaynaklarında rastladığımız Oğuz’la aynı anlama geldiği bilinmektedir.[17] Türkçedeki R>Z dönüşümü, Türkçenin iki ana kolunu da tanımlıyor. Önce L-R Türkçesi, yani Ogur adı var. Ogur adının Oğuza dönüşmesi en geç 6. yüzyıldadır. Ancak büyük olasılıkla MS 3-4. yüzyıldan daha önce değildir.[18] Oden’in İskandinavya’ya gittiği sanılan Miladın öncesi ve sonrasındaki ilk yüzyıllarda, Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Türk dilli boylar kendilerini Ogur diye adlandırıyordu.

Bu Karadeniz’in kuzeyi yaman bir coğrafya. Yalçın Küçük arkadaşımın bana yazdığı mektupta belirttiği gibi “Yeni çalışmalar, Hint-Avrupa dilinin çıkış yerini Kırım’dan Anadolu’ya, Boğazköy ve yakınlarına alıyorlar. Hititlere önem veriyorlar.” Bu olay, MÖ 3. binlere uzanıyor. Ama Hint-Avrupalılar ile Ön Türkler MÖ 3. ve 4. bin yıllardan beri, Ural bozkırlarında, Kuzey Karadeniz’de, Kafkaslar’da, Anadolu’da, İç Asya’da, Baltık Denizi ve Okyanus kıyılarında, İran yaylalarında, tekrar Anadolu’da, Doğu Avrupa’da buluşmuşlar, canları canlarına, kanları kanlarına karışmış ve kaynaşarak kavimler oluşturmuşlar. Koppers, Menghin, Schmidt gibi Viyana Okulu diye anılan halkbilimciler, bu ilişkilerin kökünün MÖ 4. binde Ural-Altay bozkırındaki Atlı Çoban Kültüründe olduğunu göstermişlerdir.

O Atlıyı Bir Yerden Tanıyoruz

Abdullah Gürgün’ün kitabının kapağına da konan atlı savaşçının resmini görünce ilk bakışta çarpıldım. “Ben bu savaşçıyı bir yerden tanıyorum” diye düşündüm. İsveç üniversitelerinden bilimadamları “The Viking” diye bir kitap yayımlamışlar. Stockholm yakınlarında bulunan koşumlar ve diğer eşya göz önünde tutularak yapılan bu resimdeki atlı, Hun, Göktürk, Hazar, Peçenek ve Kıpçak yiğitlerinin amcazadesi diyebileceğimiz kadar bizden. Resmi çizenler Türk değil, İsveç’in anlı şanlı bilim erkânı.

Bu Kaya Resimlerini Bizimkiler mi Yapmış?

Gürgün’ün kitabında İskandinav ülkelerinde bulunan binlerce yıllık kaya resimleri göreceksiniz. Ve soracaksınız; yoksa bu kayalara bu resimleri bizimkiler mi kazımış? Kırgızistan, Kazakistan dağlarındaki ve Anadolu’da Kars, Erzurum, Kemaliye, Mesudiye mağaralarındaki kaya resimleriyle o kadar benzeşiyor ki! Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin Orta Asyalarda ve Anadolu’da kaya resimlerini inceleyen o çalışkan bilim fedailerine yine iş düşecek.[19]

Oden’e Kral Tahtı Dar Gelmiş

Oden’in atının destanlarda sekiz ayaklı olmasına ne demeli? Ural ve Orta Asya bozkırlarının Atlı Çoban Kültürünün savaşçıları, Kuzey Denizi kıyılarına varınca, anlaşılan atlarını “sekiz nala” koşturur olmuşlar. Daha doğrusu Kuzeyliler Odengillerin bindiği atların ayaklarını çift görmüşler.

Oden’i orada öyle bir tahta oturtmuşlar k, o taht uçmuş bulutların üzerine konmuş. “Şeyh uçmaz müritleri uçurur” deniyor ya, biz de diyoruz ki “Tanrılar uçmaz, kulları uçurur”.

Türk Kavminin En Büyük İhracat Kalemi

Oden, Fransa’dan Norveç’e kadar Avrupa krallarının atası olmanın ötesinde, Savaş Tanrısı olmuş. Önce Kuzey Avrupa ülkeleri tahtına oturup oradan bulutların üzerine çıkmış ve zamanla gidip Roma’nın tanrılar ailesi içindeki yerini de almış. Ayrıca Oden’in adına soylular içinde de rastlanıyor. MS 261’de Roma imparatoru Gallienus, Palmira prensi Odainath’ı (Septimus)’ Doğunun savunulması için Dux unvanıyla görevlendiriyor ve başarıları dolayısıyla kendisine “Imperator ve Corrector” unvanlarını da ekliyor.[20]

Avrupalılar, Asya’dan yalnız kral soyunu değil, tanrıları da ithal etmişler. Dahası Asya bu ihracatı yalnız Avrupa’ya değil, Amerika’ya da yapmış. Meksika’daki Mayaların tanrısının adı da Votan. Evet yanlış duymadınız, Votan. Bu konuda arkadaşım Şafak Terzi’nin internet gezintisiyle buldukları da hayli çarpıcı. Konuyu dağıtmıyoruz. Ancak Şafak Bey’i başlı başına bir inceleme konusu bekliyor.

Oden’in Avrupa Ülkelerindeki Adları

MÖ 2. yüzyılda ortaya çıkan Oden’in Ön Cermen ve Ön İskandinav dillerindeki adı Odin, Norveç efsanelerinde Woden, Eski
İngilizcede Woden, Eski Yüksek Almancada Wodan/Wotan, eski bir Cermen dili olan Lombardcada Godan. Hollandalıların diline şimdilerde Hollandaca diyorlar, ama biz alışamadık, Felemenkçede Woden veya Wodan. Günümüzde daha çok Wodanaz diye anılıyor. Ansiklopedilerde ve internette Wodanaz, Woden, Wotan, Oden veya Odin diye arandığı zaman geniş bilgiye ulaşılıyor.

Haftanın Ortasına da Taht Kurmuş

Bizim Asya’dan yolladığımız Oden, Avrupa’da Savaş Tanrısı olduktan sonra tahtını haftanın ortasına kurmuş. Avrupa dillerinde çarşamba gününe “Oden Günü” diyorlar. Eski-Orta ve günümüz İngilizcesinde Wōdnesdæg, Wednes dei, Wednesday. Felemenkçede Wodans dag’dan Woensdag’a dönüşmüş. 10 yy.dan önceki Almancada Wodanstag, Ortaçağ İsveççesinde óðins- dagher’den günümüzde Onsdag olmuş (Odin günü).

Her Yerde Oden Var

Avrupa’da Oden’in adını taşıyan o kadar çok şehir ve yer ismi var ki Atlasları Odens işgal etmiş dense abartma olmaz. Burada birkaç örnekle yetiniyoruz…

Danimarka’da: Üçüncü büyük şehir Odense, Othensberg/Onsberg (Oden dağı), Onsholt (Oden korusu).

Estonya’da: Onsmussar Adası.

Finlandiya’da: Odensö (Oden adası) Adası.

Norveç’te: Onsoy (Odin’in adası).

İsveç’te: Odenplan (Stockholm’deki Oden Meydanı), Odensbacken, Odensberg (Oden’in dağı), Odensvi (Oden’in türbesi), Odinslund, Onsjö, Onslunda.

Almanya’da: Bad Godesberg (özgün adı: Wuodenesberg), Gudensberg Wodenesburg, Godensholt (Wodensholt=Wuotan ağaçlığı), Odisheim (Oden’in evi).

Hollanda’da: Woensdrecht, Woensel.

İngiltere’de: Wambrook (Woden deresi), Wampool (Woden gölcüğü), Wanborough, Wansdyke (Woden’in bendi), Wednesfield (Woden otlağı), Wednesbury (Woden kasabası).

Şafak Terzi’nin yolladığı listenin tamamını yazsak çekeceğiniz var demektir. Birkaç tanesini saymamızın nedeni, Oden’in Avrupa ülkelerinin günlük hayatına ne kadar yaygın girdiğini anlatmak.

Koca Savaş Tanrısının Kökü Dışarda

Milas’ın Selimiye kasabasının Dibek Deresi’ndeki zurnacılar ünlüdür. İşte onların zurnalarının zırt dediği yere gelmiş bulunuyoruz: Avrupa’nın her yerinde Oden var, ama Avrupa dillerinin hiçbirinde Oden/Odin/Wotan/Wodan sözcüklerinin kökü yok. Yani Oden’in Avrupa açısından kökü dışarıda.

Felemenkçe, Almanca ve İngilizceyi iyi bilen Şafak Terzi arkadaşımdan rica etmiştim, kökenbilimi kaynaklarını araştırdı. Avrupa’nın bilimsel kaynakları, Oden, Wotan ve bu sözcüklerden türeyen çok sayıda sözcüğün ve yer adının kökünün “bilinmediğini”, “belirsiz” olduğunu yazıyorlar. Oysa o kadar belirli ki oraya biraz sonra geleceğiz. 

Bu kaynakların iki önemli veriyi görmek istemedikleri anlaşılıyor.

Birincisi, Kralların Kralı Oden’in Turkland’dan (Türk ülkesinden) geldiğini İskandinav efsaneleri ve İsveç’in tarih babaları kabul ediyor; ama diğer kaynaklar görmezden geliyor.

İkincisi, Oden Türk ülkesinden gelirken atının eyerinin altında Türk dilini de getirmiş. Bunu saptayan da İskandinav efsaneleri ve Strahlenberg gibi Türkolojinin babaları ve Sven Lagerbring gibi tarih babaları.

Oden Adının Türk Diliyle Açıklanmasının Kanıtları

Bu durumda Oden isminin kökenini Türk dili içinde araştırmak bilimsel bir çabadır. Boşuna kürek çekmiyoruz. Oden adı Avrupa dilleriyle açıklanamıyor, ama Türk diliyle açıklanabiliyor. Hem de şöyle böyle bir açıklama değil.

Oden’in Türkçedeki köküne yapışıp çekince bir sözcük ailesi çıkıyor ve daha önemlisi bu sözcükler Avrupa dillerine aile boyu gelmişler. Oden, yalnız kendi hükmettiği boyları değil, kendi ismiyle birlikte od/hot kökünden türeyen bir sözcük topluluğunu da Avrupa dillerine getirmiş. Ya da bu sözcük sülalesi Asya’dan Avrupa’ya başka bir yoldan girmiş. İlerde bunu da tartışacağız.

Odin sözcüğünü Türkçe dışında Rusçayla açıklayanlar da var. Murat Mirza, Aydınlık‘taki yazısında Odin adının Rusça bir/tek anlamına geldiğine işaret etti.[21] Ancak Odin sülalesinin isimlerine gelince Rusça köken iddiası geçerliliğini yitiriyor. Oden soyundan Tanrı adlarının hepsi Türkçe kökenli.

Oden: Ateş, ateşler.

Tor: En yüksek makam, yuvarlak gök, türeme, töre, kurum. Türk/Türük sözcüğü de Tor kökünden. Tor’da Tanrıda olması gereken her anlam var.

Perun: Kurban verilen vurucu. Tanrı Perun’un kökü yine Türkçe Per, vermek ve vurmak anlamlarının ikisini de içeriyor.[22]

Yord: Yurt. Yord, İsveççede de yurt anlamında.

Oden sözcüğünün Türkçe olduğunu gösteren ve tutarlı olarak birbirini doğrulayan çok sayıda kanıt var. Hem Türkçe kökenbiliminden hem de Avrupa dillerinden. Şimdi bu kanıtlara bakalım:

1. İskandinav efsaneleri, bazı tarihsel kaynaklar ve İsveç tarihçiliğinin babası Rektör Lagerbring, Oden’in önderliğinde gelen topluluğun Turkland’dan (Türk ülkesinden) geldiğini belirtiyorlar.

2. Yine aynı kaynaklar bu topluluğun Kuzey Avrupa’ya Türkçeyi getirdiğini de kaydediyorlar.

3. Od/Ot kökü, en eski Türkçe sözcüklerden ve köklerden. Orhon Yazıtları’nda, Kültigin ve Bilge Kagan anıtlarında iki kez yinelenen şu deyişe rastlıyoruz:

“Ança kazganıp bir iki bodunung ot sub kılmadım.” (Öylece kazanıp bir olan bodunları ateş su kılmadım.)[23]

Burada ateş (ot) ile su benzetmesi karşıtlığı ifade ediyor. Yazıtların başka bir yerinde de Türgiş bodununun ordusunun “otça borça geldiği” yazılı. Türgişlerin saldırısı ateş ve boraya benzetiliyor.[24]

4. Türkçede hot/od/ot/öt kökü, ateş anlamında.[25] Ateş/Ataş sözcüğünün kendisi de od/ot kökünden: Ot köküne eylem ve isim eki olan iş eklenmiş ve ses uyumuyla Ataş/Ateş’e dönüşmüş: Ot+iş>Otiş>Otaş>Ataş>Ateş. “Bir ataş ver, sigaramı yakayım” diye Yarangüme (Ödemiş) türküsü vardır ya; işte oradaki ataş‘ı İstanbullular, sağ olsunlar, kibarlaştırıp ateş yapmışlar. Ateş sözcüğü Orta Farsçada ätarşFarsçada ataş olarak görülüyor. Daha önce Avesta’da yine ätarş olarak var. Ätaryanmak anlamında. Latincede ater ocak, yine Latincede atrium ocak ve evin iç avlusu anlamlarına geliyor. Sevan Nişanyan, bu bilgilere dayanarak ateş sözcüğünü Hint-Avrupa dillerine bağlıyor.[26] Bu ciddî bir yanlış. Nitekim Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, ateş sözcüğünün Türkçe ot kökeninden geldiğini belirtiyor.[27] Ot sözcüğü, Türk dillerinde ateş ve yer anlamlarını içeren çok zengin bir sözcük ailesinin kökü. Ayrıca od/ot kökenli sözcükler Türk dillerinin hepsinde aynı anlamlara geliyor. Buradan da anlıyoruz ki od/ot sözcüğü Türkçe konuşan kavimlerin henüz ayrışmadıkları çok eski bir zamandan beri var. Hint-Avrupa dillerinde, ätar veya ater sözcükleri için aynı saptamalarda bulunamıyoruz. Bu dillerde ateş anlamında fer (Farsça), feu (Fransızca), feuer (Almanca), fire (İng) örneklerinde gördüğümüz gibi hep aynı kökten gelen sözcükler var. Ancak Latincede ateş anlamına gelen feu/fire kökenli bir sözcük yok.[28] Vücudun ateşi ise febris (Latince), fieber (Almanca), feber (İsveççe), fever (İng), yine feu kökenli sözcükler. Bu da gösteriyor ki ateş anlamına gelen od/ot kökenli veya ater kökenli sözcükler Hint-Avrupa dillerine başka bir dilden girmiş.

5. Od kökünün Ön-Türkçedeki veya Ana Türkçedeki ilk halinin hot olduğu ileri sürülüyor.[29] Nitekim hot sözcüğü Çuvaşçada ısıtmak anlamıyla bulunmaktadır.[30]H sesi bilindiği gibi Türkçe sözcüklerin başından düşüyor; hatta sözcüğün ortasında da zamanla kayboluyor. Bu H önemli, çünkü od/ot kökü Avrupa dillerine yalnız od olarak değil, hot olarak da geçmiş, ilerde göreceğiz.

6. Türkçemizde od/ot kökünden türeyen çok sayıda sözcük var.

Ot: ateş, kısa boylu bitki, şifalı bitki, ilaç.

Ota-: Yağma ve Yemek Türklerinde ısınmak, ateş yakmak.[31]

Odun: Ateş yakılan malzeme, od’un çoğulu: Odun.

Ocak: Otçak>Ocak.[32]Ateş yakılan yer.

Otağ: Ateşin yakıldığı kapalı yer, çadır, büyük çadır.

Oda: Otağ>Oda. Ateşin yakıldığı, ateşle ısınılan kapalı yer.

Odak: Ateşin merkezi, ateş yeri (Od+ak=Odak).  

Oturmak: Ateşin çevresine çömelme eylemi ve bu eylemden türeyen çok sayıda sözcük: Oturak, oturum vb.  

Otlamak: Hayvanların bitkiyi yemesi eylemi.

Otlak: Otlanan yer.

7. Od/ot, yalnız Oğuz Türkçesinde değil, bütün Türk dillerinde ateş anlamına geliyor ve aynı anlamlara gelen çok sayıda sözcüğün kökü od/ot. Yakutçadan Kıpçakçaya, Çuvaşçadan Uygurcaya, Kırgızcadan Azerîye kadar bütün Türk dillerinde od/ot kökünden türeyen sözcükler; “ateş”, “ateşli”, “kızgın”, “ateş yakılan yer”, “oda”, “otağ” gibi aynı Türkiye Türkçesindekini karşılayan anlamlara gelmektedir. Azerî türküleri “Oda yanmışam” diye yüreğimizi yakmıyor mu? Türk dillerinde od/ot kökünden çok sayıda sözcük türemektedir. Bu da gösteriyor ki od/ot, Türkçemizde binyıllar boyu işlenmiş ve dal budak salmış bir köktür. Bu olgu, başka bir dilden gelmediğini, kökün Türkçe olduğunu anlatır.

8. Örneğin Kazakçada ot ve od kökü:

Ot: Od, ateş, güç, kuvvet, cesaret, kararlı, fedaya hazır.

Ot: Ot

Otar: Otlak.

Otir-: Oturmak.

Otjiğer: Ateşciğer. Güçlü, yürekli anlamında.

Otağası: Ev sahibi

Otbaşı: Ocak, aile

Otan: Vatan, aile, ocak[33]

Otandaş: Vatandaş

Otandaş-: Birlikte yaşamak, aile kurmak, ev kurmak

Otanşıl: Vatansever

Otav: Otağ, yuva, ev (oda)

Otaş (fiil): Evlenmek

Odak: Birlik, ittifak, dernek anlaşma

Odaktaş: Müttefik, aynı amaçla birleşenler

Odaktaşlık: Müttefiklik.[34]

9. Od/Ot köküne bir de Kırgızcada bakalım:

Ot: Ateş, ot

Ottu: Ateşli, yakıcı

Otor: Otlak

Otorçulduk: Sömürgeleştirme

Otkor-, Otkoz-: Otlatmak

Otun: Odun

Odono: Kabaca

Otur-, Oltur- : Oturmak

Oturğuç: İskemle

Oturuk: Yerleşik, yerleşme yeri

Oturuktaş: Yerleşik olmak

Hutor: Çiftçilik[35]

Otö: Otağ, çadır[36]

10. Türkçede od/ot kökünden isimler de var. Örneğin Yusuf Has Hacip’in 11. yüzyılın sonlarında yazdığı Kutadgu Bilig‘de Odgurmuş (Otgurmuş), vezirin kardeşidir ve ılımlılığı temsil eder. Odgurmuş “ocak kurmuş” anlamını taşımaktadır.[37] Odtigin ise eski Türklerde Ocağın Prensi unvanı olarak küçük oğullar için kullanılmaktadır. Cengiz Han devletinde bu unvan Otçigin olarak vardır. Küçük oğul, baba ocağının, yani eski ateşin sahibidir.[38]

11. Türkçe ile Kuzey Avrupa’nın Cermen dillerini karşılaştırdığımız zaman, od/hot/wot kökünden aynı anlama gelen ortak sözcükler bulunduğunu saptıyoruz. Od/ot kökünden türeyen sözcükler, İsveççeye ve Cermen dillerine, yalnız savaş tanrısının adı Oden/Wotan olarak değil, Türk dillerindekine eş ve benzer anlamlarla da girmiş; yani bir sözcük ailesi olarak geçmiş. Cermen dillerinde “ateş”, “sıcaklık”, “kızmak”, “kızdırmak”, “odun”, “oda” gibi anlamlar taşıyan sözcüklerin bir kısmı, od/hot kökünden. Örneğin Prof. Lagerbring, İsveççe de oda anlamına gelen hydda ve uthus sözcüklerini Türkçe oda sözcüğüyle ilişkilendirmiş. Başka örnekler de var:

Hydda, Uthus (İsveççe): Oda

Wood (İng): Odun                                                             

Hot (İng): Sıcak. (Hot, Çuvaşçada ısıtmak, Ön-Türkçede ateş= Od/Ot’un en eski hali Hot)

Heet (Hollandaca): Aşırı sıcak, kızgın

Hitte (Hollandaca): Isı

Heito (Gotça): Sıcak

Heiss (Almanca): Sıcak [Isıya ne kadar çok benziyor]

12. Türkçemizde od/ateş köküyle bağlantılı olarak türettiğimiz kızmak/öfkelenmek sözcüğü, Avrupa dillerinde od/ot kökünden:

Woede (Hollandaca): Kızmak (Ateşin artması), öfke.[39]

Wut (Almanca): Kızmak, öfke.

Hetzen (Almanca): Kızdırmak, kışkırtmak.

13. Od/Ateş‘in marifetleri burada bitmiyor. Avrupa dillerinde “kızma”, yani “ateşin artması” sonucu doğan kin ve düşmanlık da od kökünden. Birkaç örnek verelim:

Hati, Hatiz, Hatas (Germence): Kızdırmak.            

Hass (Almanca): Kin, düşmanlık (ateşle bağlantılı).[40]

Hostis (Latince): Düşman.

14. Od/Ot kökünün Avrupa dillerine Etrüsk dili>Latince üzerinden girdiğini gösteren kanıtlar da bulunmaktadır. Dilbilimci Carra de Vaux, Etrüsk dilindeki atrium ve ataison gibi bazı sözcükleri Türkçe kökenle açıklıyor. Özellikle atrium sözcüğünün Türkçe ot (yer) ve oturma eylemleriyle bağlantısı dikkat çekici.

Atrium “çevresine oturulan veya durulan yer” anlamına geliyor ve hem Doğu Türkçesinde hem de Osmanlıcada bulunan “oturmak” ve “durmak” sözcükleriyle açıklanıyor.

Ataison ise “asma ve bağ kütüğü” anlamında ve Türkçe ot-uzum (ot ve üzüm) sözcükleriyle açıklanıyor.[41]

Vatikan isminin de Ötüken’le bağlantısı kurularak Türklerdeki ateş ve güneş kültünden geldiği ileri sürülmüştür.[42]

15. Yalnız dilbilimsel kanıtlar değil, tarihî bilgiler de Odin Tanrı sülalesinin Türk kavimleriyle bağlantılarını ortaya koymaktadır.

Dr. Begümşen Ergenekon, İskandinav Sagaları kaynak gösterilerek yapılan “Thor” filminde çok önemli bir ipucu yakaladı. Thor, Asgard’da hakan olmak için “Dokuz diyara barış getirmek” sorumluluğuyla karşı karşıyaydı.

“Dokuz diyar, Dokuz Oğuz olabilir mi” sorusu anlamlıydı. Ama daha önce o cümlede Hakanlığın sırrı var: Dokuz diyara barış getirmek! Başka deyişle boylar arasındaki yağmalara ve boğazlaşmalara son vermek!

Türkçede “diyar” anlamına gelen el sözcüğü, aynı zamanda barıştır. Elçi diyoruz, oradan geliyor. El/İl’in örgütlenmesi her zaman barışın örgütlenmesidir. Siyasal birlik barışı da getirir.

Orhon Yazıtları‘nda sık sık geçen koop it – (birleştirme, düzene sokma) eylemi, hep barış getirmekle birlikte anılır. Hakanların birinci sorumluluğu, boyları birleştirip barışı kurumlaştırmaktır. Bu barış sağlama görevinden de anlıyoruz ki “Dokuz Diyar”, Dokuz Kabiledir, Türkçesi Dokuz Boy’dur. Tokuz Oğuz ise Dokuz Boyun, başka deyişle Dokuz Og’un oluşturduğu birliktir.[43]

Bizim konumuzu ilgilendiren, Karadeniz’in kuzeyinden İskandinavya’ya giden Dokuz Boy’un isminin Türkçe olmasıdır. Thor’un birleştirdiği “Dokuz Diyar” ile o tarihlerde Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kutrigur (Tokur Ogur) boyları örtüşüyor. Odin üzerine İskandinav söylenceleri ile Priskos’un verdiği bilgiler birbirini tutuyor. Odin, Tor, Perun ve Yord adlarını Rusça kökenle veya başka bir dille açıklayamıyoruz. Tek açıklama Türkçede.

16. Oden’in Asya ve Türk bağlantısına efsane biliminden de kanıtlar getirilebilir. Od Türklerde ve Moğollarda Yer ve Ateş Tanrısıdır. Eldeki verilere göre Oden, Kuzey Avrupa’ya tanrı/hakan olarak veya tanrıçanın oğlu olarak geldi. Bilindiği gibi Asya’da ve başka coğrafyalarda, ilk krallar aynı zamanda tanrıydı. Örneğin Bilge Kağan’ın oğlunun adı Tengri Kağan’dı.[44] Uygurların 759-779 yılları arasında hüküm süren hakanı Bögü Kağan da Tengri Kağan diye adlandırıldı. Oden’in daha o zamandan ateş veya yer tanrısının adını taşımış olması ciddî bir olasılıktır. Türk mitolojisinde ateşin (od) kendisi bir tanrıça.[45] Türkçede od/ot sözcüğünün hem “ateş” hem de “yer” anlamına gelen çok sayıda kavramın kökü olduğunu yukarda gördük. Ateş ve yer anlamları arasında sürekli bir geçiş var. Türklerin ve Moğolların yer tanrıçasının adı da od/ot kökünden: Ötüken/Etügen.[46] Od/ot sözcüğünün eski Türkçede öt olarak bulunduğu da saptanıyor.[47] Önemli dilbilimcilerinden Lessing, ot/öt, yani ateş kökünden gelen Ötügeni’nin “yer tanrıçası” olduğunu belirtiyor. Bu tanrıça, Moğolcada Etügen diye anılıyor ve “toprak ana” olarak kabul ediliyor.[48] Yakutların tanrılar listesinde de ot adını taşıyan bir ateş tanrısı bulunuyor. “Göğün yolunu bekleyen tanrılar” arasında “Al Ot iççite” adını taşıyan “Ateşlerin Yedi Kardeşi” göze çarpıyor.[49]

İskandinav Sagalarını sinemaya getiren “Thor” filmindeki Kursed ismi de Dr. Begümşen Ergenekon’un dikkatini çekmiş. Gur/Kur/Guz sözcüğü, Eski Türkçede Ogur ve Oguz’un kısalmış hali olarak çok sık karşımıza çıkıyor. Türkçede insan ismi olarak gur/kur köküne çok eski zamanlardan beri rastlanıyor. Örneğin Gurhan, Kurşad gibi. Yalnız ses benzerlikleriyle ahkâm kesmiyoruz elbette. Tarihin, kazıbilimin (arkeoloji), insanbilimin (antropoloji) verileri de tezleri kanıtlamalı. Burada Kursed ile Türkçe Kur/Gur arasındaki benzerliğe dikkat çekmekle yetiniyoruz.

İskandinav Sagalarında Odin’in atının sekiz ayağı olduğunu da unutmayalım. Ön Türklerin Atlı Çoban Kültürünün İskandinav destanlarındaki izi olarak yorumlanabilir.

17. Od/ot kökünün ta Sümerlere kadar uzandığını düşündüren bilgiler de var. Sümerlerin Güneş Tanrısının adı utu. Türkçedeki od ile hemen hemen aynı ses olan ud/ut, Sümer dilinde “güneş”, “ateş” ve “zaman” anlamlarına geliyor. Utu ise Güneş Tanrısı. Sümer dilinde udun, “fırın” anlamında, yani ısıyla bağlantılı. Yaşayan diller arasında en eski Türk dilinin özelliklerini en çok taşıdığı düşünülen Çuvaşça ile Sümer dili arasındaki karşılaştırmalar çarpıcı sonuçlar veriyor.[50]

Savaş Tanrısı Asya’dan Avrupa’ya Hangi Yoldan Gitti

Hot/Od kökenli sözcüklerin Avrupa’ya girişinin iki yoldan olabileceği yönünde bulgular var.

Biri, Kuzey Karadeniz>Kuzey Avrupa yoludur. Buna Oden Yolu da denebilir.

İkincisi, Sümer>Batı Asya>İtalya yoludur. Etrüskçedeki ot kökenli sözcüklerin varlığı karşısında bu yol da araştırılmalıdır. Bu yola da Etrüsk Yolu diyebiliriz.

Üçüncü bir olasılık ise Od kökeninin Avrupa dillerine her iki yoldan da girmiş olabileceğidir.

Ancak hangi yol geçerli olursa olsun, bütün yolların başı Sümer’e çıkıyor gibi görünüyor. Veya şunu söylemek daha doğru: Sümer dili ile Sümercenin akrabası olan Asya bozkırı dillerinde ot/od kökü, tıpkı tingir/tengri sözcüğü gibi ortak. Zaten her ikisi de Tanrı. Sümer dilinde ud/ut da var, dingir (tengri) de var.

Odunu Avrupa’ya Yollamışız Tanrı Olmuş

Çok sayıda ve birbirleriyle bağlantılı kanıt göstermektedir ki:

1. Avrupa’nın Savaş Tanrısı Oden adının kökeni, Türkçe od/hot sözcüğüdür. Ateş, kızma, kızgınlık, öfke, düşmanlık, kin gibi anlamlar taşıyan birçok sözcük, Türkçede olduğu gibi Avrupa dillerinde de hot/ot/od kökünden geliyor.

2. Hot/ot/od kökü, Avrupa dillerine yalnız Savaş Tanrısının adı olarak değil, Türkçedeki anlamlarıyla bağlantılı çok sayıda sözcük olarak yerleşmiştir.

3. Avrupa dilleri, hot/ot/od kökünden yeni yeni sözcükler türetmiştir.

4. Kuzey dillerindeki vervar ve say/sag/sav kökenli sözcükler, bu arada Vikinglerin ilk adı olan Väring sözcüğünün Türkçe kökenini veya bir tarihte Türk diliyle buluştuğunu gösteren çok sayıda dilbilimsel ve tarihsel kanıt bulunmaktadır. Bu konuyu da ilerde ver/ber kökünde işleyeceğiz.

5. Bizim Avrupa halklarıyla, en uzakta gibi gözüken İskandinavlar dahil, bildiklerimizin ötesinde çok köklü bağlarımız ve ilişkilerimiz vardır.

Kavimleri Kavuşturan Erdemli Çabalar

Türkçemizin en güzel özdeyişlerindendir: “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.”

Abdullah Gürgün’ün kitabını okuduktan sonra “Dağ dağa kavuşmaz kavim kavime kavuşur” da denebilir.

Tarih, bize kavimler arasında dağlar olmadığını gösteriyor. İklimler, kıtalar, okyanuslar ve denizler insanoğlu üzerinden hep birbirine karışmışlar. Kimi bağnaz, yobaz ve bencil türünden nasyonalistlerin göstermek istediği gibi kavimler ve milletler arasında kalın duvarlar yok. Hele insanlık tarihinde ırklar ve birbirinden soyutlanmış kültürler aramak budalaca bir gayret olarak gözüküyor.

Sokaktaki insanın omzuna dokunup “İsveçliler, Norveçliler, Danimarkalılar, bizim aşiretten geliyormuş haberin var mı” diyecek olsanız, size şaşkınlıkla bakacaklardır. Hele bir de “Bir zamanlar Tanrımız bile aynıymış, Tanrı-Kağan Oden’i biz yollamışız ta oralara” diye lafı uzatırsanız başınıza gelecekler konusunda çeşitli olasılıklar bulunabilir.

Ancak öyle değil, Bering Boğazı’nı bile geçen atalarımız bizi bütün insanlıkla buluşturuyor; Kızılderili oluyoruz, Maya oluyoruz, İnka oluyoruz, Viking niye olmayalım?

Yörüklerimizden Gürgün’ün çalışması da işte öyle, Bering Boğazı mı dersiniz, Viking anlamına gelen Väring Boğazı mı dersiniz, ne derseniz deyin, işte o boğazları geçerek, dağları taşları aşarak bizi çok büyük bir hakikatle buluşturuyor: Kavimler arasındaki dağlar aşılmak için vardır.

Gürgün, gurur duyduğum, has arkadaşlarımdandır; yoldaşımdır. Onu tanıdığım için söylüyorum. Bizi Oden’le tanıştırırken, kardeşimiz İsveçli ve Norveçliyle buluştururken “dünyada herkes Türktür” gibi uçuk iddiaların peşinde değildir. Kavimler arasındaki dağları yerinden oynatarak, hepimizin insan olduğunu, bizleri ayıran ırklar olmadığını, dünyanın her yerinde akrabalarımız ve kardeşlerimiz bulunduğunu ve bütün bu kardeşlerin toplamının da insanlık olduğunu anlatıyor. İşte böyle bir dünyada, sarışın İskandinav insanlarıyla bile kız almış kız vermişken, Anadolu’da binlerce yıldır birlikte yaşayanların yabancılaştırılmasına ne demeli? Biz kimiz? Bu ayrılık gayrılık nedir? Yakamıza yapışıp bu soruyu da soruyor Abdullah Gürgün kardeşimiz.

Gürgün, aynı zamanda bize ufukları tarihöncesinden beri dağların, denizlerin ve iklimlerin ötesinde olan bir kavim olduğumuzu hatırlatıyor. Türkün Yörüklüğü, öyle şuradan şuraya yürümek gibi değil, atına atladı mı soluğu Okyanusun kıyısında almış ve oralara kadar da her ülkeye armut ağacı[51] diker gibi kral dikmiş. İskandinav sagalarında var bu destan. Orhon Yazıtları’nda, Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tonyukuk atalarımız ikide bir söylüyorlar ya “Koop ittik, tüz ittik, illi kıldık” diye. Yani birleştirdik (kooperatif!), düzene soktuk, devletli kıldık! Ural-Karadeniz bozkırındaki Atlı Çoban Kültürünün birleştirme, örgütleme, düzenleme, devlet kurma yeteneğini görüyoruz Türk tarihinde.

Biz Onu Kuzeylileri Kucaklasın Diye Yollamıştık

Abdullah Gürgün’ün kitabını okuduktan sonra daha iyi anlıyoruz: “Şu ölümlü kalımlı dünyada enternasyonalizme en yetenekli, en birikimli millet kimdir” diye soracak olursanız, Türkleri önde saymak hakikatin gereğidir. Herkesle akraba olmak, herkesle harmanlanmış olmak, herkesle karışmış ve kaynaşmış olmak, bizim tarihimizin özetidir. Buradan ırkçılık mırkçılık çıkmaz, tek bir şey çıkar: Kardeşlik, insanlık, insancıllık, enternasyonalizm! Okyanus kıyılarında bile destanlarımız okunuyor, bizden daha dünyalısı var mı?

Türk tarihi bize, eşsiz bir özgüven ve gurur yanında uluslararası kardeşlik kültürü sunuyor. 20. yüzyılın başından beri Ruslar, Çinliler, Hintler, İranlılar, Araplar, Vietnamlılar, Koreliler, arkasından Afrikalılar ve Latin Amerikalılarla birlikte, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Mazlumlar Dünyasının öncü konumlarında bulunan Türk milleti insanlığın büyük kavuşmasının da öncülerindendir.

Oden bahsini şöyle bağlayalım: Biz Oden’i okyanus kıyılarına gidip Savaş Tanrısı olsun diye göndermemiştik. Haklısınız, kabahat bizim değil, başına bir taç koyan, altına bir taht veren biz değiliz. Kuzeyli kardeşlerimiz öyle münasip görmüşler, hürmetimiz var.

Oysa biz, Oden’i Kuzeylileri kucaklasın ve ateşiyle (Od!) ısıtsın diye yollamıştık.

Oden, bizim kavimleri birbirine kavuşturan kahramanımızdır.

Bizimdi, hepimizin oldu.

Hepimiz Odeniz!


[1]         Prof. Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri –İsveçlilerin Türk Ataları-, Hazırlayan ve çeviren: Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, İstanbul, Şubat 2008, s.36.

[2]         Strahlenberg, Das Nord-und Ostliche Theil von Europa und Asia, s.129 vd.

[3]         Gunnar Jarring’in Azerbaycan Bakû’da çıkan Sovyetskaya Tyurkologiya dergisinde (No: 3, Mayıs-Haziran 1977) yayımlanan “Тюркология в Швеции” (İsveç’te Türkoloji Çalışmaları) başlıklı yazısından çeviren: Güljanat Kurmangaliyeva Ercilasun. Türkiye’de Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi‘nde yayımlanmıştır. Bkz. Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11, Türkoloji Özel Sayısı II. Kitap, 2004, s.115-122.

[4]         Jean Poul Roux, Türklerin Tarihi/Pasifikten Akdeniz’e 2000 Yıl, çev. Aykut Kazancıgil-Lale Arslan Özcan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 158.

[5]         Türkçe-Kazakça Sözlük, s.387-389 ve 373 vd.

[6]         Ferdinand Lessing, Mongolian-English Dictionary, s.335’ten akt. Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, II, TDK Yayınları, s.676.

[7]         Abdullah Gürgün, İsveçlilerin Türk Kökenleri Üzerine, 1. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2011.

[8]         Prof. Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri -İsveçlilerin Türk Ataları-, Hazırlayan ve çeviren: Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, İstanbul, Şubat 2008.

[9]         Strahlenberg hakkında Türkiye’deki yayınlarda da bilgi ve değerlendirmeler bulunmaktadır. Örneğin bkz. Prof. Ahmet Temir, Wilhelm Radloff Devri/Hayatı-İlmi KişiliğiEserleri, AKDTYK TDK Yayınları, Ankara, 1991, s.4 vd., 11, 38, 64; Ahmet B. Ercilasun, Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi., 7. basım, Ankara, 2009, s.147 vd.

[10]       Bu konuda bkz. Doğu Perinçek, Og’dan Oğur’a -Devletin Oluşu Sürecinin Türkçedeki İzleri-, Geliştirilmiş 5. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2019, s.32 vd.

[11]       İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1996, s.187; Kurat ve Zimonyi’den aktaran Ahmet B. Ercilasun, Türk Dili Tarihi, s.195.

[12]       Z. Velidî Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s.19 ve 141.

[13]       MS 8. yüzyılın Ermeni Tarihçisi Horenli Moisey, MS 3. yüzyılda yaşayan Suriyeli Mar-Abas Katinu’ya dayanarak saptıyor. Bkz. Akdes Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, DTCF Yayınları, Ankara, 1972, s.109: Ercilasun, age, s.195.

[14]       Ercilasun, age, s.195.

[15]       E. Kur. Alb. Ercan Güner aktarıyor, Büyük Larousse, Milliyet, “Oğuzlar” bölümü.

[16]       Ali Ahmetbeyoğlu, Priskos (V. Asır)’a Göre Avrupa Hunları, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 1995.

[17]       Bu konuda geniş bilgi için bkz. Doğu Perinçek, Og’dan Oğur’a -Devletin Oluşum Sürecinin Türkçedeki İzleri, Geliştirilmiş 5. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2019, s.23 vd.

[18]       Bu konuda geniş bilgi için bkz. Doğu Perinçek, age, s.23 vd.

[19]       Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde görev yapan Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz, Doç. Dr. Bayan Alyılmaz, Doç. Dr. Osman Mert, Doç. Dr. Abdullah Er ve arkadaşları bu konuda bilimsel uğraşlar verdiler. Kendileriyle Kemaliye’deki kaya resimlerini de birlikte inceledik.

[20]       Büyük LarousseMilliyet, “Oden” maddesi.

[21]       Murat Mirza, “Irk Genetikle Açıklanamaz”, Aydınlık, 19 Aralık 2013.

[22]       Bkz. aşağıda ver/per/vur kökü.

[23]       Talat Tekin, Orhon Yazıtları, Simurg Yayınları, İstanbul, 1995, s.30-31, 58-59.

[24]       Talat Tekin, age, s.60-61.

[25]       Atatürk de Güneş-Dil Teorisi çalışmaları sırasında ot köküne özel bir rol yüklemiş. Bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, c.27, s.41.

[26]       Sevan Nişanyan, Sözlerin Soyağacı, Genişletilmiş ve gözden geçirilmiş 4. basım, Everest Yayınları, İstanbul, Ekim 2009, s.42.

[27]       Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, II, TDK Yayınları, Ankara, 2007, s.87.

[28]       Latince konusunda yardımını esirgemeyen büyüğümüz E. Alb. Ercan Güner’e teşekkür ederim. Latincede “ateş” ve “yalım” sözcükleriyle bağlantılı ardor, calorflama, focus, ignis, impetus, incendium sözcüklerini bildiriyor (Collins Latin-English&English-Latin Dictionary).

[29]       Tuncer Gülensoy, age, II, s.611; Sevan Nişanyan, age, s.454 vd.

[30]       Çuvaşça Sözlük. Ayrıca bkz. M. Ünal Mutlu, Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve Kenger Uygarlığı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2007, s.60.

[31]       Divanı Lügat-it Türk, III, s.252.

[32]       Tuncer Gülensoy, age, II, s.611; Sevan Nişanyan, Sözlerin Soyağacı, s.454.

[33]       Prof. S. Çağatay, Kazakça “Otan” sözcüğünü, Arapça “vatan”la ilişkilendiriyor. Bkz. Prof. Dr. Saadet Çağatay’ın Yayımlanmış Tüm Makaleleri, c.1, yay. haz. Prof. Dr. Aysu Ata, Ayaz Tahir Türkistan İdil Ural Vakfı Yayını, İstanbul, 2008, s.159 vd. Oysa Kazakça “Otan”, ot kökünden geliyor. Ot kökü bilindiği gibi Türkçede yalnız ateş kökenli sözcüklerin değil, yer anlamına gelen sözcüklerin de kökeni; “Otağ”, “oda”, “otlak”, “oturak” vb.

[34]       Kazak Türkçesi-Türkiye Türkçesi Sözlüğü, Turan Yayınevi, Türkistan, 2003, s.373 vd.; s.387 vd.

[35]       Prof. K. K. Yudahin, Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, AKDTYK Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, c.II, s.590 vd.; 602 vd.; c.I, s.347.

[36]       Kırgızca Sözlük, internet.

[37]       Bkz. Kutadgu Bilig, TDK Yayını. Ayrıca bkz. Ziya Gökalp, Türk Töresi, Kitaplar 1 içinde, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007, s.109.

[38]       Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, 2. basım, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2006, s.52.

[39]       Amsterdam Üniversitesi’nin Hollandaca Kökenbilim Sözlüğü‘nde “kızmak” anlamındaki woede sözcüğü, Savaş Tanrısı Wotan’ın kökeni olarak gösterilmiş. Sözlüğü yazanlar od kökünü bilmeyince kök ile sapı birbirine karıştırmışlar. Oysa öfke anlamı, kızmaktan, ateşlenmekten, yani ateş ve sıcak anlamı taşıyan od kökünden geliyor. Umarız Şafak Terzi bu bilim heyetine bildirir ve bu yanlış düzeltilir.

[40]       Gerhard Köbler, Deutsches Etymologisches Worterbuch, Mohr Verlag, Tubingen, 1995.

[41]       Le Baron Carra de Vaux, “Türkçe ile Açıklanmış Etrüskçe Kelimeler”, çev. Mehmet Bayrakdar, Türk Kültürü, sayı 503-504, Mart-Nisan 2005, s.37.

[42]       M. Ünal Mutlu, Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve Kenger Uygarlığı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2007, s.227 vd.

[43]       Bizanslı Priskos’un andığı Karadeniz’in kuzeyindeki Kutrigur (Tokur Ogur), Orta Asya’da MS 742’de Göktürk Kağanlığını yıkan Dokuz Oğuz değildir. İkisi de dokuz boydan oluşuyor. İkisi de Türkçe Dokuz Boy anlamına gelen isimle anılıyorlar, ancak farklı boy konfederasyonları.

[44]       Talat Tekin, Orhon Yazıtları, Simurg Yayınları, İstanbul, 1995, s.68-69.

[45]       Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, 2. basım, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2006, s.52.

[46]       Ferdinand Lessing, Mongolian-English Dictionary, s.335’ten aktaran Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, II, TDK Yayınları, s.676.

[47]       Bkz. Tuncer Gülensoy, age, II, s.611; Sevan Nişanyan, Sözlerin Soyağacı, Genişletilmiş ve gözden geçirilmiş 4. basım, Everest Yayınları, İstanbul, Ekim 2009, s.454 vd.

[48]       Ferdinand Lessing, Mongolian-English Dictionary, s.335’ten aktaran Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, II, TDK Yayınları, s.676.

[49]       Ziya Gökalp, Türk Medeniyet Tarihi, Ziya Gökalp, Kitaplar-1 içinde, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s.356.

[50]       M. Ünal Mutlu, Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve Kenger Uygarlığı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2007, s.13, 87, 197, 203.

[51]       Niçin “Armut ağacı” diye soranlarınız olabilir. Babam Sadık Perinçek çok yanık söylerdi, bizim bir Kemaliye (Eğin) türkümüz vardır: “Evlerinin önü armut ağacı/Dökülmüş yaprağı kalmış siyeci/Eğer senin gönlün bende yoğ ise/Sen bana kardaş de, ben sana bacı.” Bu Türküdeki armut ağacını İstanbullu kardeşlerimiz kibarlık olsun diye zeytin ağacı yaptılar. Oysa Kemaliye’de ne yazık ki zeytin ağacı yok. Ceviz var, dut var, elma, armut hepsi var; ama zeytin mümkün değil, iklimi uymuyor. Ruhi Su, aslını bilmediği için zeytin ağacı diye söylerdi. Ona bir türlü söyleyemedim. İçimde kaldı. Armutun şerefi kurtulsun ve tarihe geçsin için buraya yazıyorum. Armut da bizim ağacımızdır, zeytin de.

Exit mobile version