Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi

Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi 27.Aralık.1919 -Ankara Kulübü / Turkishforum - Abdullah Türer yener - ankara kuvayi milliye
Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi 27.Aralık.1919 -Ankara Kulübü / Turkishforum - Abdullah Türer yener - kizilcagun seymenler ankara heykel

Ankara’nın önce Heyeti Temsiliye Merkezi, daha sonra da Başkent seçilmesinin nedenlerini,

Ankara’nın tarihine ve sosyal dokusuna dayandıran ve bilimsel (fenni) olduğunu belirten Mustafa Kemal Atatürk yukarıdaki ifadelerinde başlıca üç neden üzerinde durmaktadır. Bunlar sırasıyla: (1) Ankara’nın doğal ve coğrafi konumu, (2) Ülkenin en kötü günlerinde dahi Ankaralılar’ın Milli Mücadele ruhlarını kaybetmemeleri, (3) Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Ankara’da Ahiler tarafından kurulan “Ankara Cumhuriyeti”nin varlığı. Diğer bir deyişle Ankara’nın geçmiş dönemlerde bir Cumhuriyet Merkezi oluşundan kaynaklanan demokrasi tecrübesi ve kabiliyeti… Bunlardan ilk neden Ankara’nın doğal ve coğrafi konumu olmakla beraber, Ulu Önder bu etmeni nedenler arasında tali bir önemle belirtmektedir. Zira, “Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim” ifadesi bunun en güzel kanıtıdır. Bu seçimde Ankara’nın coğrafi öneminden ziyade tarihte üstlendiği rollerin ve tarihsel deneyimlerinin daha ayırıcı bir yeri bulunmaktadır… Tekrarlama pahasına bu iki etmen; 27 Aralık 1919 öncesinde Ankara’daki yoğun Milli Mücadele Ruhu ve Ankara Ahiler Cumhuriyeti ile somutlaşmış tarihten devşirilen Cumhuriyet ve Demokrasi geleneğidir.

Ulu Önder’in önemle altını çizdiği bu iki nedeni daha iyi anlamak için, Ankara’nın Milli Mücedele dönemindeki yakın ve Osmanlı öncesi Ahiler dönemindeki uzak geçmişine dönelim şimdi de…

27 Aralık 1919 Öncesinde Ankara’da Milli Mücadele Ruhu…

1919 yılında Ankara’da işgal kuvvetlerine bağlı; İngiliz, İskoçyalı ve Fransız askerler bulunmaktaydı. İngilizler, İstasyon civarında, Fransızlar ise Birinci Millet Meclisinde karargah kurmuşlardı. İleride Türk istiklal ve bağımsızlığının karargahı olacak bu bina, acıdır ki, Fransız askerlerine karargahlık yapıyordu ve üstünde Fransız bayrağı asılıydı… Ankara’da bulunan işgalci askerler ile gayrı-müslimler iyi geçiniyor, diğer yandan Türk nüfusa baskı yapılıyordu… İngilizler yer yer Türklerle yakınlaşmaya çalışıyor fakat, Türkler İngilizler’den uzak duruyorlardı. Bir seferinde Alagöz Köyü’nde Türkoğlu Ali Ağa’nın evine gelen İngiliz askerlerinin komutanı Mister Vitol, Ali Ağa’ya: “Biz ta uzaklardan buralara geldik, bizimle niçin görüşmekten çekiniyorsunuz” sorusuna Ali Ağa’nın verdiği yanıt “Sizi davet eden biz değildik” olmuştur. İngiliz Komutan “Evinize misafir geldik, ev sahipleriyle görüşmek istiyoruz!” diye ısrar edince, Ali Ağa Sivas’tan Ankara’ya gelecek olan Mustafa Kemal Paşa’yı ima ederek “Biraz sabredin, pek yakında evin gerçek sahibiyle sizi tanıştırırız” diye ince bir zeka ürünü cevabıyla karşılık verir.

Nitekim, Erzurum ve Sivas kongreleri devam ederken, Ankaralılar, sürekli Mustafa Kemal’le haberleşmekteydiler. Damat Ferit Paşa Hükümetinin Ankara’daki Valisi Muhittin Paşa ise İstanbul’dan aldığı emirlerle Ankara’daki ulusal hareketleri söndürmek istiyordu. Büyük bir icraat olmak üzere Vali Muhittin Paşa Ankaralı 190 İttihatçıyı tutuklattırdı. Bu olay böylesine sancılı bir dönemde Ankaralılar’da derin üzüntü yarattı. Üstelik, İngilizler’in Ankara’da İngiliz Muhripleri Cemiyetini kurma çalışmaları İstanbul Hükümeti ve Vali tarafından desteklenirken, tüm Milli Mücadele hareketlerinin bu tür baskılarla söndürülmeye çalışılmasına Ankaralılar anlam veremiyordu. Buna rağmen, Ankaralı gençler Milli Azim (Azm-ı Milli) Cemiyeti’ni kurdular. Vali Muhittin Paşa’nın böylesine acı günlerde yapmakta olduğu baskı ve haksızlıklar, Ankaralılar’ın vicdanında Osmanlı saltanatına karşı derin bir kin uyandırmıştı. Halk, aciz hükümetin ve atadığı Vali’nin icraatlarından bıkmış usanmıştı… Ankaralı’nın özlü sözüyle, “gari bıçak kemiğe dayanmıştı…”

Nitekim, harekete geçmek için beklenilen gün geldi. Vali Mühittin Paşa, 11 Eylül 1919’da yerine vekil olarak Mektupçu Halet Bey’i bırakarak Kırşehir ve Kırıkkale civarına teftişe gidmiştir… Bunu fırsat bilen Ankaralılar icraatlarına anlam veremedikleri Valiyi Padişaha şikayet etmek isterler ve bu amaçla o zamanlar Samanpazarı’nda bulunan Müftülük Dairesinde bir toplantı yaparlar. Toplantı sonucunda Padişaha telgraf çekilmesi gerektiği karara bağlanır ve bu görev Müftü Hoca Atıf, Defterdar Yahya Galip ve Hoca Hatip Ahmet Efendi’ye verilir… Toplantı sonucunda belirlenen Temsilciler telgrafhaneye gelerek, Sadrazam Ferit Paşa’yı ulaşırlar ve Ferit Paşa’ya: “Ankaralılar Zat-ı Şahane ile mühim bir mesele hakkında görüşmek istiyorlar!” diye bildirirler. Bir müddet sessizlikten sonra Damat Ferit Paşa: “Halk doğrudan doğruya Zat-ı Şahane ile görüşemezler. Diyeceğinizi bana söyleyiniz, ben arz edeyim.” der. Israrcı olan Temsilciler: “Biz Padişahımızı istiyoruz!” diyerek taleplerini yinelerler. Ferit Paşa sert bir şekilde: “Hayır! Millet Padişahla görüşemez” diyerek talebi geri çevirir. Bunun üzerine hiddetlenen Hoca Atıf Efendi: “Öyleyse Ankaralılar da ne senin gibi Sadrazamı, ne de senin Padişahını tanımıyor” diye son sözü söyleyerek görüşmeyi sonlandırır. Ankara’nın Milli Mücadele günlüğüne “Telgrafhane Vakıası” olarak geçen bu olay aynı zamanda Anadolu’dan Padişaha karşı çekilen ilk isyan telgrafı olur.

Telgrafhanede yaşanan bu görüşme ile Ankara halkının temsilcileri Padişahı tanımadığını resmen bildirmiştir… Peşisıra bu olay derhal Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal’e iletilir. Gelişmelere sevinen Mustafa Kemal Paşa büyük bir heyecanla memurların da Padişahı tanımadıklarını bildirmelerini ister. Bunun üzerine; Kadı Aşir Molla, Mektupçu Halet, Yahya Galip, Umuru Hukukiye Müdürü Süreyya Kip Valinin odasında toplanırlar. Alınan karar şudur: “Ankara Halkı gibi, vilayet memurları da Sivas Kongresinin çizdiği esaslar dahilinde hareket edeceklerdir. Bundan sonra İstanbul Hükümetiyle değil, sadece Temsilciler Heyetiyle temas edeceklerdir.” Bu tarihi kararın kaleme alınmasını ve Sadrazama’a bildirilmesini ise Süreyya Bey üstlenir.

Alınan kararlar derhal uygulamaya geçirilir. Zaman kaybetmeden Hamitli Rıza Efe ile Polatlı’nın Hacı Tuğrul Köyünden Kara Sait Efe’ye bağlı Seymenler, Vali Mühittin Paşa’yı tutuklamak üzere görevlendirilir. İşgal kuvvetlerinin bir kuklası durumuna gelen Osmanlı Hükümetinin Ankara’daki son valisi olan Vali Mühittin Paşa, 12 Eylül 1919’da kazaları teftiş ederken, Elmadağ ile Yahşıhan arasındaki Kılıçlar Beli’nde tutuklanır ve Sivas’a gönderilir. Valisiz kalan Ankara’ya halk, yeni Vali olarak Defterdar Yahya Galip’i seçer. Ankara halkı kendi seçtiği yeni Vali’ye de “Hakan” adını verir[1]. Vali Yahya Galip göreve gelir gelmez bütün tutukluları derhal serbest bırakır. Böylece Ankara, kukla durumuna düşmüş Osmanlı Hükümetinin son kırıntılarından bu şekilde temizlendikten sonra, yeni bir tarih sayfası açmak üzere Kuvay-ı Milliye ve Kurtuluş savaşı için güvenli bir üs duruma gelir…

Vali sorununun çözümlenmesini takip eden günlerde Ankara’da Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurulur. Cemiyet Başkanı olarak ise Cumhuriyet kurulduktan sonra uzun süre Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yapacak olan Rıfat (Börekçi) Efendi seçilir ve Ankara’nın genel durumuna bundan sonra Rıfat Börekçi önderliğindeki vatansever grup hakim olur. Ankara’da bu gelişmeler yaşanırken, İstanbul Hükümeti (Rıza Paşa Kabinesi), Ziya Paşa adlı birisini Ankara’ya vali olarak atar. Bu gelişme üzerine Rıfat Efendi henüz yolda olan yeni valiye sert bir üslupla mektup yazarak, gelmemesi konusunda uyarır. Vali de Ankara’ya gelmeden Eskişehir’den geri dönmek durumunda kalır. Bunun üzerine İstanbul Hükümeti Rıfat Efendi’yi idama mahkum eder ve Bab-ı Meşihatteki siciline idam kararı kaydedilir. Yaşanılan olaylar sonucunda tamamıyle güvenliğin sağlandığı Ankara’da Mustafa Kemal Paşa, Müftü Rıfat Efendi’ye Ankara’ya geleceğini bildirir.

Ankara’da bu gelişmeler yaşanırken, Yunan orduları Ege’den Orta Anadolu’ya ilerlemekte ve ele geçirdikleri yerlerde halka zulüm yapmaktadırlar… Bunun üzerine Ankara’daki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti Rıfat Efendi’nin başkanlığında bir toplantı yaparak, cepheye gönderilmek üzere Ankara’da bir Kuvay-ı Milliye Müfrezesi oluşturulmasına karar verir. Atlı ve yaya olarak teçhiz edilen Ankara Müfrezesi; Ankara’da bulunan 400 jandarma talebesi, Ankara Seymenlerinden bir grup ve civardan gelen 3000 mahkumdan oluşur. Başlarında kara kalpak, bazıları Seymen kıyafetinde olan Müfreze, Yunan kuvvetleriyle çarpışmak üzere Batı cephesine gönderilir.

Nitekim, umutların tükendiği Anadolu’da, Ankara halkı, Milli Mücadele ruhundan ödün vermeden, azimli bir biçimde Ankara’yı; Mustafa Kemal Paşa’ya, Kuvay-ı Milliye hareketine ve Ulusal Kurtuluş Savaşımız’a güvenilir bir merkez olarak hazırlamıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’nın seçiminde ikinci neden olarak belirttiği “En acı ve felaketli günlerde millet her taraftan zehirlenirken (tesmim olunurken) Ankaralılar, memleket ve milletin gerçek kurtuluşuna yönelik girişimler (halas-ı hakikisine müteveccih teşebbüsler) hakkındaki iman ve güvenlerini (itimatlarını) bir an dahi sarsmamışlardır…” ifadesi işte kısaca bu durumu özetlemektedir.

Okumaya devam et  Cumhuriyet neden 29 Ekim de ilan edildi?

Sayfalar: 1 2 3 4


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir