Site icon Turkish Forum

Türkiye Bilim Raporu’nu Okuyan Var mı?

Chicago Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve Dr. Elif Özcan-Tok tarafından hazırlanan ve TÜBA tarafından 21 Kasım’da yayınlanan   Türkiye Bilim Raporu, bu alanda şimdiye kadar yapılan en kapsamlı yayındır. Çünkü, Türkiye’deki üniversite ve akademisyenlerin dünü, bugünü ve geleceğine ilişkin çok önemli veriler sunmaktadır. Türkiye’nin gündemi  gereksiz siyasi tartışmalarla dolu olduğu için bu rapor Türk basınında hak ettiği  yeri  bulamamıştır.

TÜBA Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Şeker “Türkiye’nin bilimsel kapasitesinin geliştirilmesi, bilim insanlarımızın niteliğinin artırılması ve uluslararası akademi arenasında ülkemizin konumunun iyileştirilmesi, sorunların doğru tespiti ve doğru yol haritası oluşturmak ile mümkün olacak.” derken  haklıdır. Prof. Akçiğit ve Dr. Özcan-Tok tarafından hazırlanan “Türkiye Bilim Raporu”nun Türkiye’deki bilimsel ve akademik durumun fotoğrafının çekilmesi anlamında önemli olduğunu vurgulayan  Şeker, yükseköğretim politikalarının doğru ve yerinde belirlenmesi için durum tespitinin çok boyutlu olarak yapılmasının şart olduğunu  açıklamıştır.

Rapor;  veriler ışığında Türkiye’deki akademik ve bilimsel ortamın   ayrıntılı resmini çekmek, uluslararası karşılaştırmalarını yapmak, eksiklerini ortaya koymak ve bu doğrultuda çözüm önerileri geliştirmeyi hedeflemektedir.  Zengin akademik yayın verileri kullanarak Türkiye’deki üniversitelerin ve akademisyenlerin  analizini gerçekleştirmekte ve araştırma süresince sorunları belirleyip, çözüm önerileri sunmaktadır. Prof. Dr. Muzaffer Şeker  rapor ile  ilgili şu açıklamayı yapmıştır:

“Türkiye’nin bilimsel kapasitesinin geliştirilmesi, bilim insanlarımızın niteliğinin artırılması ve uluslararası akademi arenasında ülkemizin konumunun iyileştirilmesi, sorunların doğru tespiti ve doğru yol haritası oluşturmak ile mümkün olacak. TÜBA tarafından yayımlanan rapor iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Akçiğit ve Özcan-Tok’un kapsamlı analizlerini sunuyor, ikinci bölümde ise Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer, Yükseköğretim Kalite Kurulu (YÖKAK) Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Elmas ve YÖK Başkanvekilliği ile ÖSYM Başkanlığı görevlerinde bulunmuş olan Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Demir’in (Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümümüzün asistanı idi) rapor ve Türkiye’deki eğitim ve akademi üzerine değerlendirmeleri ve yazarların değerlendirmeler konusundaki yorumları yer alıyor. Cumhurbaşkanımızın 2020-2021 Akademik Yılı Açılışı’nda altını çizdiği üzere ulusal ve uluslararası bağlamda akademinin kazanımları ve mevcut sorunları ile çözüm yolları konusunda istişârî değerlendirmelere gereksinim olduğu kanaatiyle bu çalışmayı yükseköğretim camiamızla paylaşmak istiyoruz. Bu tür çalışmaların Türk yükseköğretimine ve eğitim sistemine nicelik ve nitelik açısından önemli bir kaynak oluşturarak stratejik planlamada ışık tutacağını düşünüyoruz.”  

Prof. Akçiğit ve Dr. Tok  ise “Rapor, Türkiye’deki akademik ve bilimsel ortamın her yönüyle  resmini çekmeyi, uluslararası karşılaştırmalarını yapmayı, eksiklerini ortaya koymayı ve bu doğrultuda çözüm önerileri geliştirmeyi hedefliyor”  demiştir.Doğru politikalar üretebilmek için öncelikle nerede olduğumuzu anlamanın önemini  belirten bilim insanlarının, “Türkiye’nin bilim ve teknoloji üretmede öncü ülkeler arasına girebilmesi için aksayan tarafların belirlenmesi ve bu noktalara doğru politikalarla müdahale edilmesi gerekiyor” tespiti çok önemlidir.

Yazarlar, uygulamalı araştırmaların çoğunlukla firmalar tarafından, temel bilimsel araştırmaların ise üniversiteler ve devlet destekli araştırma kurumları tarafından yapıldığını  açıklamışlardır. Rapor’da Türkiye’deki üniversitelerin ve akademisyenlerin  ayrıntılı analizi yapılmış, sorunları belirlenip, çözüm önerileri sunulmuştur. Rapor’un amacı,  veriler ışığında Türkiye’deki akademik ve bilimsel ortamın  resmini çekmek, uluslararası karşılaştırmalarını yapmak, eksiklerini ortaya koymak ve bu doğrultuda çözüm önerileri geliştirmektir. 

Çalışmada  iki veri seti kullanılmıştır. Scopus ve Microsoft Academic Graph (MAG). Scopus ve MAG; tüm disiplinlere  ilişkin basılı bilimsel makaleler, kitaplar, kitap serileri ve konferans bildirilerinin bibliyografik bilgilerini kapsamaktadır. Verilerde her  çalışmanın başlığına, yayın yılına ve dergisine, yazarına, yazarın bağlı olduğu kuruma, yazarın makalede kaçıncı sırada olduğuna, makaledeki başlıca yazara, özetine ve diğer   bilgilere ulaşılmaktadır. Yazarlar,  “Yaptığımız çalışmada kullandığımız tüm veriler kamuya açık; gizli hiçbir veri setinden yararlanılmadı.” demişlerdir.

Rapor’a  göre ülkemizde bilimsel yayınlarda  nicelik  ve  nitelik  artışı vardır ama nitelik artışı nicelik artışının gerisindedir. Ülkede  üniversite sayısı ve kontenjanları  artıyor ama aynı oranda öğretim elemanı sayısının artmaması  bilimsel kaliteyi aynı oranda arttırmıyor. Akademisyenler  gelişmiş ülkelerdeki çalışmalara daha çok atıf yapıyor. Onların  bizim yayınlara atıfları   daha az.   Yayınlarımıza atıflar  bizim gerimizdeki ülkelerdeki araştırmacılardan geliyor. Akademik yükselmelerde konan asgari yayın kriterleri olumlu  olmakla birlikte   etki puanı düşük dergilere yönelmeye yol açıyor.  2006 yılından sonra  yükseköğretim kapasitesi nicelik olarak  artmasına karşılık aynı artış nitelik olarak ortaya çıkmıyor.

Öğretim üyelerinin akademik verimliliği,  yayın sayısı ve niteliğiyle ölçülmektedir. 2000 yılından  sonra SCI/ SSCI/AHCI dergilerinde yayınlanan makale sayılarındaki artış hızlanarak endeksli yayınların oranı yüzde 65’ten  yüzde 75’e yükselmiştir.  Öğretim üyelerinin    yükselme ve atanma kararlarına asgari yayın şartları getirilmesi, uluslararası saygın endeksli yayın sayısını artırmıştır. Bu artış etkisi uzun süreli olmamakla beraber herhangi bir kalite kazanımı sağlayamamıştır. SCI/SSCI/AHCI kapsamındaki yayınlar daha düşük etki puanlı dergilerde yığılma göstermiştir. Yayın yapma oranı ile akademik verimlilik beraber değerlendirildiğinde Koç, Sabancı ve Bilkent Üniversiteleri lider konumdadır.

Bu konuda  Abbas Güçlü’nün bir tespitini doğru yorumlamakta yarar vardır: “Vakıf üniversitelerindeki araştırmacıların yayın performansları devlet üniversitelerinden daha iyi. Bunun hem sebebi hem de sonucu olarak, yayın potansiyeli daha yüksek olan devlet üniversitelerindeki araştırmacılar vakıf üniversitelerine, yayın performansı düşük olanlar da tersine vakıf üniversitelerinden devlet üniversitelerine geçme eğiliminde.”

Benim düşüncem, Koç, Bilkent, Sabancı gibi arkalarında kurumsal destek olan üç vakıf üniversitesinin başarısını, tüm  vakıf üniversiteleri için genellememek gerekir. Özellikle bu yazımdaki örnek olaydan sonra. Sayın Güçlü’nün bu konudaki yorumunu merak etmekteyim. Çünkü, işin bir de perde arası var.

Bu yıl üniversitelerin akademik performansını özetleyen URAP 2020-2021  devlet-vakıf; tıp fakültesi olan-olmayan; 2000 yılı öncesi-sonrası kurulan üniversiteler kendi grupları içinde  sıralamıştır.(http://tr.urapcenter.org) URAP 2020-2021 Türkiye sıralamasında 166 üniversite yer almıştır. Üniversitelerin 110’u devlet, 56’sı vakıf üniversitesidir. Sıralamada yer alan üniversiteler tarafından etki değeri yüksek dergilerde (Q1, Q2, Q3) yayımlanan toplam makale sayısı 31 bin 271 olup, bunun yüzde 84’ü devlet üniversitelerine aittir.  Üniversitelerin sıralamalarda yükselememesinin nedenlerinden birinin, etki değeri düşük dergilerde yapılan yayınlar olduğuna işaret eden URAP Başkanı  Prof. Dr. Akbulut, bu nedenle URAP sıralamalarında Q4 grubundaki (etki değeri en düşük yüzde 25’lik dilimdeki) makalelerin değerlendirme dışı bırakıldığını  açıklamıştır. Akbulut, Türk üniversitelerinin çoğunun, son yıllarda sadece URAP dünya sıralamasında değil, tüm dünya sıralamalarında geriye düştüğüne dikkat çekmiştir:

“Bu düşüşün temel nedenlerinden biri etki değeri en yüksek dergilerdeki makale sayılarının yeterince hızlı şekilde artırılamayışıdır. Etki değeri çok düşük dergilerde makale yazan akademisyenlerin, bu tür dergilere makale göndermemesi kendi üniversitelerinin sıralamalarda gerilemesini durduracak. Atıf alamayan makaleler azaldıkça ilgili üniversitenin makale başına düşen atıf sayısı artacağı için makale başına düşen atıf sayısını artıran üniversitelerin sıralamalarda ilerleme şansı artacakdemiştir. Akbulut, “Üniversitelerimizin sıralamalarda yükselebilmesi için dünya ortalamasının çok üstünde bir hızla yayınlarının sayı ve kalitesini artırmak için çaba sarf etmesi gerekmektedir.”

TÜBA Rapor’unu  gerçek bilim insanlarının  okumasında  yarar var. Diğerleri okumasa da olur. Çünkü onların böyle  bir dertleri yok. Onlar bilimle  “hemhal” olacakları yerde, nasıl maddi kazanç (manevi tazminat)  sağlarım derdindeler. Türkiye’de bilim adına bilim katledilmekte ve YÖK bu konuda üzerine düşen görevi maalesef yapamamaktadır.  Bu konuda bir örnek: Türkiye’de güya  bir bilim insanı  diğer bir “gerçek” bilim insanına hakaret ederek  hakkında “ÇALIŞMALARININ BİLİME KATKI ÖZELLİĞİNİ SAPTAYARAK ADAYIN BİLİMSELLİĞİ HAKKINDA BİR FİKİR SAHİBİ OLABİLMEM SÖZ KONUSU OLMAMIŞTIR”  tespitinde bulunmuştur ama kendisi hakkında üniversitesi  hiçbir şey yapmamıştır.

Fakat ne acıdır ki  YÖK tarihine geçecek olan bu  süreçte   bu ifadeyi kullanan güya bilim insanı ile gerçek anlamda bilim insanı arasında “Thor Dağı”  uçurumundan (1,250 metre)   daha fazla puan farkı    (1,584)   bulunmaktadır. Hakkında fikir sahibi olunamayan bilim insanın h-i endeksi: 291, atıf endeksi 1750’dir. Gerçek bilim insanı hakkında iddiada bulunan güya bilim insanının  h-i endeksi 18, atıf endeksi   361’dir.  Gerçek bilim insanın endeks toplam puanı 291+ 1750=2.041 dir. İftiracı bilim insanın endeks puanı toplamı ise 18+361=379’dur.  Fark: 2041-379=1.662’dir. (10.12.2020)

Gerçek bilim insanın   ders kitapları 42 baskı yapmış ve  toplamda  3.884 sayfadır. Türkiye Ekonomi Kurumu’ndan  “Akademik Hizmet Plaketi” almıştır. 22 yüksek lisans, 15 doktora tezi  yönetmiştir.  Ortak yazarlı bir ders kitabı  TÜBA üniversite ders kitapları 2012 yılı telif ve çeviri eser ödülü olmak üzere 6 “bilimsel araştırma” ödülü  sahibidir. ABD ABI Enstitüsü’nün Yılın Eğitimcisi  (Man of the Year 2011) ödülüne uygun görülmüştür.

Şimdi esas konuya gelelim. On Birinci Kalkınma Planı’nındaki hedef şöyledir: Dünya akademik başarı sıralamalarında 2023 yılı itibarıyla en az 2 üniversitemizin ilk 100’e ve en az 5 üniversitemizin de ilk 500’e girmesi sağlanacaktır.” İlk  100  ya da ilk 500 arasına girebilmek için uluslararası yayın yapmak gerekir.  Türkiye’de bazı vakıf üniversitelerinde profesör atamalarında  esas alınan  aşağıda yer alan atama kriterleri  ile bu iş olmaz, olamaz. Bu konuda YÖK’e büyük sorumluluk düşmektedir.

Türkiye’de bir vakıf üniversitesinde profesör atanırken YÖK ve ilgili üniversitenin atama kriterlerinin dışında,  dünyanın hiçbir üniversitesinde olmayan aşağıdaki kriterler icat edilerek profesör ataması yapılabilmektedir.  Bu duruma YÖK ses çıkarmamakta, bu kriterler ile atama yapılamaz dememektedir.  Bu kriterler ile Türk Üniversitelerinin 11. Kalkınma Plan’ındaki  hedeflere ulaşması  mümkün değildir. Eski bir DPT mensubu olarak bu durumu paylaşmak istemezdim ama gizli kalmasını da istemedim. Gizli kalmaması için bu kriterleri açıklıyorum.  Bilim dışı 9 kriter  aşağıdadır.

Chicago Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve Dr. Elif Özcan-Tok tarafından hazırlanan ve TÜBA tarafından 21 Kasım’da yayınlanan   Türkiye Bilim Raporu, bu alanda şimdiye kadar yapılan en kapsamlı yayındır. Çünkü, Türkiye’deki üniversite ve akademisyenlerin dünü, bugünü ve geleceğine ilişkin çok önemli veriler sunmaktadır. Türkiye’nin gündemi  gereksiz siyasi tartışmalarla dolu olduğu için bu rapor Türk basınında hak ettiği  yeri  bulamamıştır. - Screenshot 10

ABD’den gelen  ccvap çok önemlidir: Çünkü  dünyanın en iyi on üniversitesinin sekizi bu ülkededir. Sekiz  üniversitede profesör atamalarında yukarıda bir vakıf üniversitesinin esas aldığı kriterler uygulanmamaktadır. Eğer itirazı olan varsa, adı geçen sekiz üniversite rektörlüğüne yazdığım fakat henüz göndermediğim mektup ile bu kriterlerin  bu  üniversitelerde  geçerli olup olmadığını   öğrenebilirim.(https://www.timeshighereducation.com/student/best-universities/best-universities-world)

Bu kapsamda sayın Yekta Güngör Özden’in  bugün (10.12.2020) yayınlanan yazısının son cümlesine katılmamak mümkün değil: Adaletin olmadığı yerde karanlık ve yıkım vardır” Yukarıda sözü edilen kriterler esas alınarak yapılan bir ülkede adaletten söz edebilmek için insanın kör ve sağır olması gerekir.  Fakat bu ülkede kör ve sağır olmayanlar da  bulunmaktadır. Bunun bilinmesinde de yarar vardır.

Exit mobile version