Site icon Turkish Forum

MAĞUSA LİMANI/ARAP ALİ AĞITI (2)

 

<p>MAĞUSA LİMANI/ARAP ALİ AĞITI (2)
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>Anlaşılan o ki Mağusa’yı öyle kolay bitiremeyeceğiz, lâf uzayacak. Onun için iyisi mi siz de arkanıza yaslanıp bu yazıları, aşağıda bağlantısını vereceğim “Mağusa Limanı” ağıtı eşliğinde okuyun.
https://www.youtube.com/watch?v=aIXWy0VOMwE
Konuyla ilgili olarak başvuracağım iki kitabın ilki Haşmet Muzaffer Gürkan’ın, “KIBRIS’IN SİSLİ GEÇMİŞİ”. (Galeri Kültür Y. Lefkoşa 2008)
Gürkan Mağusa’ya, Kıbrıs Tarihi’nden kısa bir girişle başlar.
Sırayla Lüzinyenler, Ceneviz ve Venedik Dönemlerini anlatır. “Türkler Kıbrıs’ı Venediklilerin elinden almıştı ve bu olay İtalyanları doğrudan ilgilendiriyordu” der. (Sayfa 38)
Venedikliler yahut İtalyanlar’dan aldığımız Kıbrıs için, tarihin hiçbir devrinde Kıbrıs’a hâkim olamamış Rumlarla neden masaya oturduğumuzu asla anlayamamışımdır. Ama ille de oturacaksak, Venedik ve İtalyanların nasıl, ne tür ilişkiler sonucu mirasçısı olduklarını kanıtlamalıdır Rumlar!
(Kaldı ki TC Dışişleri Bakanlığı’nın resmî internet sitesinde şu ifadeler yer almaktadır; “18. yüzyıl başlarına kadar Kıbrıs'taki Türk sayısı Rumlardan fazla olmuştur. Tarımla meşgul olan Türklerin elindeki toprak miktarı da Rumlarınkinden fazla olmuştur. İki taraf arasında sosyal ve kültürel yaşam hep farklı kalmış, Türkler ve Rumlar arasında evlenme görülmemiş, iki toplumun fertleri ortak ticari işletme kurma gibi davranışlara girmemişlerdir”.</p>
<p>Gürkan Kıbrıs tarihini, zamanın yabancı seyyahlarından yaptığı alıntılarla kısaca şöyle özetler:
1.”Tüm Kıbrıs adasının halkı Rum’dur” (S.29); 2. “Lüzinyen döneminde, Güney Anadolu’daki Türk Beylikleri ile Kıbrıs arasında ticarî ilişkiler vardı. Bu nedenle Girne’nin yanı sıra Lefkoşa ve Mağusa’ya da Türk tüccarlarının uğradığına dair kayıtlara rastlanmaktadır” (S.19)
Mağusa Kıbrıs’ın; 1 Temmuz 1570’de Limasol, arkasından Larnaka, 9 Eylül 1570’de de Lefkoşa’dan tam bir sene sonra 1 Ağustos 1571’de fethedilen son şehridir.
Demek ki bir anlamda adanın “en uzak” şehridir.
Gürkan diyor ki;
“Türkler ilk zamanlarda Rumların kentte oturmalarına izin verdikleri halde sonradan Lâtin kökenli diğer Hristiyanlar gibi onları da kale dışında oturmaya zorlamışlardı.” (S.72)
“Türk döneminde Mağusa’nın bir özelliği de –sağlam hisarlarla çevrilip korunduğu için- sürgünler diyarı olmasıydı. Gerek siyasi, gerekse başka nedenlerle Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinden sürülmüş çok insan vardı burada. Bunların arasında ağır cezalara çarptırılmış azılı mahkûmlar da yer alıyordu. 1738’de bir Rum patrik, 1872’de ünlü eşkıya Katırcı Yanni, 1873-76’da Namık Kemal…Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, Şeyh Kutup Osman Efendi…” (S.72-73)
“Bir Hristiyan’ın kente sadece yaya girmesine göz yumulurdu”. (S.87)
Ve geliyoruz “en heyecanlı” bölüme, “OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS”…
Daha önce ”Tüm Kıbrıs adasının halkı Rum’dur” (S.29) demişti, hatırlayın.
Peki, 1571’den önce hiç olmayan ada Türkleri nereden geldi, nasıl geldi, neden geldi?
Tarihçi, yazar Ahmet Refik’in 1930 tarihli “Anadolu’da Türk Aşiretleri” adlı kitabından alıntılarla anlatıyor bu dönemi Gürkan. (S.93)
“Aslında söz konusu olan, yerleşik düzene geçmeyen, geçmemekte de direnen Yürük ve Türkmenlerin yarattığı çeşitli sorunlar karşısında Osmanlı Devleti’nin aldığı önlemlerdir... Yürüklerle ilgili alınan önlemler, çeşitli cezalandırma, sindirme, yıldırma, yumuşatma kararlarıdır. Bunların içinde Yürüklerin bulundukları yerlerden başka yerlere sürülmeleri gelmektedir. Kıbrıs yenile zaptolunmuş, sağlam kaleleri ve ada olması gibi özellikleriyle ideal bir sürgün yeridir. Bu nedenle meram anlamaz, buyruk dinlemez Yürüklerle Türkmenlerin ceza olarak Kıbrıs’a sürülmeleri öngörülmüştü”. (S.93)
“Rumeli’deki Yürükler bu suretle nizam altına alındıkları halde Anadolu’daki Yörükler de İç İl (İçel-Mersin.HM) sancağına iskân olunmuşlardı. Fakat burada da gene pek durmazlardı. İlk baharda dağlara yaylağa çıkarlar, bahar geçer geçmez dağlardan inerek İç İl, Alaiyye, Teke sancaklarında oturan halkı tâciz ederledi. Yürüklerin bu halleri yıllarca sürüp gitti. Sonunda tümünün Kıbrıs’a sürülmelerine karar verildi. Hatta savaşa başvurdukları takdirde ‘ferman sahibinin emriyle adı geçen aşağı toplulukla çarpışıp kötülüklerini defetmek için öldürülmelerinin uygun olduğuna dair Şeyhülislâm Abdullah Efendi’den bir de fetva alındı”. (S.94)
Dönemi inceleyen tarihçilere göre “sürgün” ile ilgili asıl neden, Yavuz’dan beri bir türlü koşum tutmayan, dizginlenemeyen Yürük ve Türkmenlerin “Alevî”likleridir.
Yine bitiremedik…
Gelecek (son) yazıda başvuracağım ikinci kitap Suna Atun-Bülent Fevzioğlu’nun “Çanakkale, Hicaz ve Kanal Cephelerinden Kıbrıs Karagulos Esir Kampına” kitabı olacak. 19 Nisan 2019</p> - 20170208 145724

MAĞUSA LİMANI/ARAP ALİ AĞITI (2)
Hüseyin MÜMTAZ

Anlaşılan o ki Mağusa’yı öyle kolay bitiremeyeceğiz, lâf uzayacak. Onun için iyisi mi siz de arkanıza yaslanıp bu yazıları, aşağıda bağlantısını vereceğim “Mağusa Limanı” ağıtı eşliğinde okuyun.
Koray Avcı - Mağusa Limanı (Akustik)
Konuyla ilgili olarak başvuracağım iki kitabın ilki Haşmet Muzaffer Gürkan’ın, “KIBRIS’IN SİSLİ GEÇMİŞİ”. (Galeri Kültür Y. Lefkoşa 2008)
Gürkan Mağusa’ya, Kıbrıs Tarihi’nden kısa bir girişle başlar.
Sırayla Lüzinyenler, Ceneviz ve Venedik Dönemlerini anlatır. “Türkler Kıbrıs’ı Venediklilerin elinden almıştı ve bu olay İtalyanları doğrudan ilgilendiriyordu” der. (Sayfa 38)
Venedikliler yahut İtalyanlar’dan aldığımız Kıbrıs için, tarihin hiçbir devrinde Kıbrıs’a hâkim olamamış Rumlarla neden masaya oturduğumuzu asla anlayamamışımdır. Ama ille de oturacaksak, Venedik ve İtalyanların nasıl, ne tür ilişkiler sonucu mirasçısı olduklarını kanıtlamalıdır Rumlar!
(Kaldı ki TC Dışişleri Bakanlığı’nın resmî internet sitesinde şu ifadeler yer almaktadır; “18. yüzyıl başlarına kadar Kıbrıs’taki Türk sayısı Rumlardan fazla olmuştur. Tarımla meşgul olan Türklerin elindeki toprak miktarı da Rumlarınkinden fazla olmuştur. İki taraf arasında sosyal ve kültürel yaşam hep farklı kalmış, Türkler ve Rumlar arasında evlenme görülmemiş, iki toplumun fertleri ortak ticari işletme kurma gibi davranışlara girmemişlerdir”.

Gürkan Kıbrıs tarihini, zamanın yabancı seyyahlarından yaptığı alıntılarla kısaca şöyle özetler:
1.”Tüm Kıbrıs adasının halkı Rum’dur” (S.29); 2. “Lüzinyen döneminde, Güney Anadolu’daki Türk Beylikleri ile Kıbrıs arasında ticarî ilişkiler vardı. Bu nedenle Girne’nin yanı sıra Lefkoşa ve Mağusa’ya da Türk tüccarlarının uğradığına dair kayıtlara rastlanmaktadır” (S.19)
Mağusa Kıbrıs’ın; 1 Temmuz 1570’de Limasol, arkasından Larnaka, 9 Eylül 1570’de de Lefkoşa’dan tam bir sene sonra 1 Ağustos 1571’de fethedilen son şehridir.
Demek ki bir anlamda adanın “en uzak” şehridir.
Gürkan diyor ki;
“Türkler ilk zamanlarda Rumların kentte oturmalarına izin verdikleri halde sonradan Lâtin kökenli diğer Hristiyanlar gibi onları da kale dışında oturmaya zorlamışlardı.” (S.72)
“Türk döneminde Mağusa’nın bir özelliği de –sağlam hisarlarla çevrilip korunduğu için- sürgünler diyarı olmasıydı. Gerek siyasi, gerekse başka nedenlerle Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinden sürülmüş çok insan vardı burada. Bunların arasında ağır cezalara çarptırılmış azılı mahkûmlar da yer alıyordu. 1738’de bir Rum patrik, 1872’de ünlü eşkıya Katırcı Yanni, 1873-76’da Namık Kemal…Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, Şeyh Kutup Osman Efendi…” (S.72-73)
“Bir Hristiyan’ın kente sadece yaya girmesine göz yumulurdu”. (S.87)
Ve geliyoruz “en heyecanlı” bölüme, “OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS”…
Daha önce ”Tüm Kıbrıs adasının halkı Rum’dur” (S.29) demişti, hatırlayın.
Peki, 1571’den önce hiç olmayan ada Türkleri nereden geldi, nasıl geldi, neden geldi?
Tarihçi, yazar Ahmet Refik’in 1930 tarihli “Anadolu’da Türk Aşiretleri” adlı kitabından alıntılarla anlatıyor bu dönemi Gürkan. (S.93)
“Aslında söz konusu olan, yerleşik düzene geçmeyen, geçmemekte de direnen Yürük ve Türkmenlerin yarattığı çeşitli sorunlar karşısında Osmanlı Devleti’nin aldığı önlemlerdir… Yürüklerle ilgili alınan önlemler, çeşitli cezalandırma, sindirme, yıldırma, yumuşatma kararlarıdır. Bunların içinde Yürüklerin bulundukları yerlerden başka yerlere sürülmeleri gelmektedir. Kıbrıs yenile zaptolunmuş, sağlam kaleleri ve ada olması gibi özellikleriyle ideal bir sürgün yeridir. Bu nedenle meram anlamaz, buyruk dinlemez Yürüklerle Türkmenlerin ceza olarak Kıbrıs’a sürülmeleri öngörülmüştü”. (S.93)
“Rumeli’deki Yürükler bu suretle nizam altına alındıkları halde Anadolu’daki Yörükler de İç İl (İçel-Mersin.HM) sancağına iskân olunmuşlardı. Fakat burada da gene pek durmazlardı. İlk baharda dağlara yaylağa çıkarlar, bahar geçer geçmez dağlardan inerek İç İl, Alaiyye, Teke sancaklarında oturan halkı tâciz ederledi. Yürüklerin bu halleri yıllarca sürüp gitti. Sonunda tümünün Kıbrıs’a sürülmelerine karar verildi. Hatta savaşa başvurdukları takdirde ‘ferman sahibinin emriyle adı geçen aşağı toplulukla çarpışıp kötülüklerini defetmek için öldürülmelerinin uygun olduğuna dair Şeyhülislâm Abdullah Efendi’den bir de fetva alındı”. (S.94)
Dönemi inceleyen tarihçilere göre “sürgün” ile ilgili asıl neden, Yavuz’dan beri bir türlü koşum tutmayan, dizginlenemeyen Yürük ve Türkmenlerin “Alevî”likleridir.
Yine bitiremedik…
Gelecek (son) yazıda başvuracağım ikinci kitap Suna Atun-Bülent Fevzioğlu’nun “Çanakkale, Hicaz ve Kanal Cephelerinden Kıbrıs Karagulos Esir Kampına” kitabı olacak. 19 Nisan 2019

Exit mobile version