Site icon Turkish Forum

EYLÜL KIBRISI

<p>EYLÜL KIBRISI
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>Her Eylül Kıbrıs’a bir şeyler olur. BM Genel Kurulu toplanır, “tanınan” Rum kesimi ile “tanınmayan” KKTC’nin Başkanları ve heyetleri New York’a gider, BM Genel Sekreteri ve çeşitli gruplarla görüşülür, çıkışta açıklamalar yapılır.
Ama bu Eylül biraz erken ve değişik geldi.
ODTÜ’yü bitirdikten sonra memleketinde ancak “buzlukçuluk” yapabilen belki de tek örnek olan KÖGEF’li M.A.Talât, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri yüzünden olsa gerek yine “gündem olma” ihtiyacı hissetmiş.
Söyleşi yaptığı gazeteciye “Memleketin dingili koptu” demiş.
Dingil ile Talât arasında ilginç bir bağ var.
Yıl 2004. Talât Başbakan’dır. Kıbrıs’taki iki devlet arasında kapılar bir gece ansızın açılmış, kimlik gösterilerek kuzeye ve güneye karşılıklı geçişler yapılabilmektedir.
Ama fanatik Rumlar, kuzeyin de işgal altındaki Rum toprağı olduğunu iddia ettikleri için kontrol edilmeden, kimlik göstermeden geçmek isterler.
Rum anamuhalefet partisi DİSİ’nin Avrupa Parlamentosu milletvekili Hıristos Purgurides de bu işin öncülüğünü yapar, KKTC’ye ısrarla elini kolunu sallaya sallaya girmek ister, görevliler izin vermez.
Ve bir gün “Başbakan” Talât makam arabasıyla Ledra Palas sınır kapısına giderek Hristos’u alır ve “kimliksiz” kuzeye sokar.
Olayı öğrenen Cumhurbaşkanı Denktaş da “Rumlarla görüşme yaparken, liderleri Glafkos Klerides bile kimliğini gösteriyordu. Talat’ın hareketi yanlış, bu işin dingili koptu” der.
Doğru demiş; “Tekerin somunu yalama olunca dingil dokuz yerden kopar” oldukça yaygın ve popüler bir halk deyimidir.
Son “sterlinizasyon” kaynaklı ekonomik krizin tek sorumlusu da “her zamanki” gibi adadaki Türk askeri, askerî kantinler ve TMT’ciler ya, diyor ki Talât; “TMT Mensupları nasıl girer kantine, kim TMT mensubu, ben 1969’da askerlik yaptım, o zaman GKK yoktu, TMT vardı. Ben de TMT mensubuyum o zaman. Böyle saçmalık olur mu?”
Olmaz. Hiç olur mu?
Eğer sen TMT’ciysen ben de EOKA’cıyım be gumbaro!
***
Bir süredir nedense anlamsız bir Suriye-Kıbrıs bağlantısı kurulmaya çalışılıyor.
Konu ile ilgili en uçuk öneriden geçen yazımızda bahsetmiştik… Aklı evvelin biri, Türkiye’deki milyonlarca Suriyeli mülteciden bir kısmının Maraş’a yerleştirilerek KKTC’nin, Türkiye’ye bir miktar yardımda bulunmasını önermişti.
Yine kapalı kapılar ardında, Kıbrıs’ta bir şekilde tâviz verecek olan Türkiye’ye Suriye bataklığında kolaylıklar sağlanacağı konuşuluyormuş.
Ne ilgisi vardır Kıbrıs’ın Suriye ile?
Bilumum tarih, sosyoloji, dil ve etnisite cahillerinin iddiaları aksine benzeyen, ortak olan tek bir tarafları, özellikleri yoktur.
Kuzeydeki sol’un uzun bir süredir umut veren yegâne ve genç temsilcisi olan Birikim Özgür ise “YA SİYASÎ İRADE YA AFRİN MODELİ” başlıklı yazısında aynı konuya değişik ve ilginç bir açıdan yaklaşıyor ve en önemlisi, “çözüm” öneriyor.
“Bugünlerde ciddi bir fakirleşme sorunu ile karşı karşıyayız.
Kamu rejimimiz de büyük risk altında.
Sistemimizin çökmesi halinde Kıbrıs sorununun daha kolay çözülebileceği düşüncesi büyük bir yanılgıdan ibarettir.
Kıbrıslı Rumlar psikolojik olarak eşit ortaklıktan daha da uzaklaşır.
İleride bulunacak anlaşmanın ise çerçevesi değişmemekle birlikte müzakere süreci çetrefilleşeceğinden hedefe ulaşmak daha da zor bir hal alır.
Krizle başa çıkabilme becerisi sergileyemezsek Afrin modeli devreye girer.
500 bin kişinin yaşadığı Afrin’de koordinasyonu Hatay Valiliğine bağlı Vali Yardımcısı sağlıyor.
35 kişilik de bir Kent Meclisi var.
Çıkış formülü ne peki?
Siyasi irade gerektiren iki kritik husus var:
Birincisi kamu gelir-gider dengesini muhafaza edebilmek için yapılması gerekenlerdir.
Bu enflasyonist ortamda bütçenin giderler kaleminin kontrol altında tutulabilmesi gerekir.
İkincisi de dış yardımların devamlılığını sağlamak üzere 1 Ocak 2019 öncesinde Türkiye ile KKTC arasında yeni bir protokolün imzalanması zorunluluğudur.
Bunun için de çok hızlı bir şekilde önümüzdeki üç yılda sistemimizi iyileştirmek için öngördüğümüz düzenlemeleri somutlaştırıp üç yıllık dönem için talep edeceğimiz hibe ve kredi miktarlarını netleştirmemiz gerekir.
2015 yılının ikinci yarısında yapılan vahim hataların tekrarı bu kez daha büyük felaketlere yol açabilir”.</p>
<p>Çünkü gündemi şu sıralar yine saçma bir şekilde ve “nedense” 1960 Londra ve Zürih Uluslararası Antlaşmalarında yer alan “garantiler ve müdahale” konuları işgal ediyor.
Bilmediğimiz bir yerlerden bilmediğimiz bir takım işaretler mi geldi acaba?
Fitili Kıbrıs Rum kesimine gelen Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kocias ateşledi. Yakın zamanda Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlayacağını ima eden Kocias, “Müzakere masasında artık güvenlik ve garantiler konusu var. Bunu, BM Genel Sekreter’i de İsviçre’deki müzakerelerde kabul etti. Dolayısıyla daha öncekine nazaran çok daha iyi pozisyondan başlayacağız” dedi.
Dikkatle bir kenara not edilmesi gereken hak ettiği cevap, geçmişe ve geleceğe ışık tutan ayrıntılarıyla; Bakü dönüşü uçakta Erdoğan’dan geldi;
“Bizim KKTC'de üs diye bir sorunumuz yok. Niye? Bizim topraklarımızdan oraya ulaşmak, Doğu Akdeniz'e varmak dakikalarla konuşulacak bir şey. Orası bize çok yakın mesafede…
…Yunanistan'ın bu bölgeye öyle bir yakınlığı yok. Bizim böyle bir sorunumuz yok. O işin sadece psikolojik boyutu var. Bu açıdan ihtiyaç duyacak olursak üs de kurabiliriz. Oradaki varlığımız önemli. Araç gereç konusunda da güçlü olmak durumundayız. Yok efendim neymiş, asker sayımızı azaltmalıymışız! Kusura bakmasınlar, biz orada asker sayımızı azaltmayacağız. Artıracağız, azaltmayacağız. Laf dinlemiyorlar; dinleselerdi, Kofi Annan'la biz bu işi çözerdik. Annan Planında biz her şeyi kabul ettik, ama onlar sattı. Referandumda verdikleri söz neydi, ne yaptılar? Biz evet dedik, onlar hayır dedi. Onları tuttular AB'ye aldılar bizi dışarıda bıraktılar. Bundan sonra bizim için orada kendi ilan ettiğimiz reçete ne ise biz bu reçeteyi uygulamaya koyarız."
Annan Planı zamanında “kullanılıp atılan” Talât ise o süreci şöyle anlatıyor;
“Annan döneminde Kuzey Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk toplumunda Denktaş’ın ekarte edilmesi sayesinde Kıbrıs Türk toplumunda evet sonucu çıkması, dünyanın Kıbrıslı Türklere yönelik olumsuz bakış açısını değiştirmiş oldu. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum”.</p>
<p>Yıllar önce Annan Planında “her şeyi” kabul etmişiz, şimdi de İsviçre’deki müzakerelerde “güvenlik ve garantiler” kabul edilmiş.
Öyle mi?
Annan’da “Dünyanın Kıbrıslı Türklere yönelik olumsuz bakış açısı”; “Denktaş’ın ekarte edilmesi sayesinde” EVET sonucu çıkınca mı değişmiş?
Değişmiş de ne olmuş?
14 yıl geçti ne değişti?
Üstelik “Devlet kuran son TÜRK” olduğu için dünyayı Kıbrıs Türkleri konusunda “olumsuzlaştıran”, Denktaş da yok artık!
KKTC ilân edildiği gece üzüntüsünden ağlayan “son kullanma tarihi” geçmiş Talât ve İngilizce tezinde “Garantörlüğü ve garantörlerin müdahale hakkını” reddeden kebapçıyı “sözcü” ve “müzakere heyeti” üyesi yapan Akıncı’dan başka seçeneğimiz olmayacak mı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde?
“Kullan at”ların “raf ömrü” ne kadar olacak? 28 Eylül 2018</p> - rauf denktas1

EYLÜL KIBRISI
Hüseyin MÜMTAZ

Her Eylül Kıbrıs’a bir şeyler olur. BM Genel Kurulu toplanır, “tanınan” Rum kesimi ile “tanınmayan” KKTC’nin Başkanları ve heyetleri New York’a gider, BM Genel Sekreteri ve çeşitli gruplarla görüşülür, çıkışta açıklamalar yapılır.
Ama bu Eylül biraz erken ve değişik geldi.
ODTÜ’yü bitirdikten sonra memleketinde ancak “buzlukçuluk” yapabilen belki de tek örnek olan KÖGEF’li M.A.Talât, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri yüzünden olsa gerek yine “gündem olma” ihtiyacı hissetmiş.
Söyleşi yaptığı gazeteciye “Memleketin dingili koptu” demiş.
Dingil ile Talât arasında ilginç bir bağ var.
Yıl 2004. Talât Başbakan’dır. Kıbrıs’taki iki devlet arasında kapılar bir gece ansızın açılmış, kimlik gösterilerek kuzeye ve güneye karşılıklı geçişler yapılabilmektedir.
Ama fanatik Rumlar, kuzeyin de işgal altındaki Rum toprağı olduğunu iddia ettikleri için kontrol edilmeden, kimlik göstermeden geçmek isterler.
Rum anamuhalefet partisi DİSİ’nin Avrupa Parlamentosu milletvekili Hıristos Purgurides de bu işin öncülüğünü yapar, KKTC’ye ısrarla elini kolunu sallaya sallaya girmek ister, görevliler izin vermez.
Ve bir gün “Başbakan” Talât makam arabasıyla Ledra Palas sınır kapısına giderek Hristos’u alır ve “kimliksiz” kuzeye sokar.
Olayı öğrenen Cumhurbaşkanı Denktaş da “Rumlarla görüşme yaparken, liderleri Glafkos Klerides bile kimliğini gösteriyordu. Talat’ın hareketi yanlış, bu işin dingili koptu” der.
Doğru demiş; “Tekerin somunu yalama olunca dingil dokuz yerden kopar” oldukça yaygın ve popüler bir halk deyimidir.
Son “sterlinizasyon” kaynaklı ekonomik krizin tek sorumlusu da “her zamanki” gibi adadaki Türk askeri, askerî kantinler ve TMT’ciler ya, diyor ki Talât; “TMT Mensupları nasıl girer kantine, kim TMT mensubu, ben 1969’da askerlik yaptım, o zaman GKK yoktu, TMT vardı. Ben de TMT mensubuyum o zaman. Böyle saçmalık olur mu?”
Olmaz. Hiç olur mu?
Eğer sen TMT’ciysen ben de EOKA’cıyım be gumbaro!
***
Bir süredir nedense anlamsız bir Suriye-Kıbrıs bağlantısı kurulmaya çalışılıyor.
Konu ile ilgili en uçuk öneriden geçen yazımızda bahsetmiştik… Aklı evvelin biri, Türkiye’deki milyonlarca Suriyeli mülteciden bir kısmının Maraş’a yerleştirilerek KKTC’nin, Türkiye’ye bir miktar yardımda bulunmasını önermişti.
Yine kapalı kapılar ardında, Kıbrıs’ta bir şekilde tâviz verecek olan Türkiye’ye Suriye bataklığında kolaylıklar sağlanacağı konuşuluyormuş.
Ne ilgisi vardır Kıbrıs’ın Suriye ile?
Bilumum tarih, sosyoloji, dil ve etnisite cahillerinin iddiaları aksine benzeyen, ortak olan tek bir tarafları, özellikleri yoktur.
Kuzeydeki sol’un uzun bir süredir umut veren yegâne ve genç temsilcisi olan Birikim Özgür ise “YA SİYASÎ İRADE YA AFRİN MODELİ” başlıklı yazısında aynı konuya değişik ve ilginç bir açıdan yaklaşıyor ve en önemlisi, “çözüm” öneriyor.
“Bugünlerde ciddi bir fakirleşme sorunu ile karşı karşıyayız.
Kamu rejimimiz de büyük risk altında.
Sistemimizin çökmesi halinde Kıbrıs sorununun daha kolay çözülebileceği düşüncesi büyük bir yanılgıdan ibarettir.
Kıbrıslı Rumlar psikolojik olarak eşit ortaklıktan daha da uzaklaşır.
İleride bulunacak anlaşmanın ise çerçevesi değişmemekle birlikte müzakere süreci çetrefilleşeceğinden hedefe ulaşmak daha da zor bir hal alır.
Krizle başa çıkabilme becerisi sergileyemezsek Afrin modeli devreye girer.
500 bin kişinin yaşadığı Afrin’de koordinasyonu Hatay Valiliğine bağlı Vali Yardımcısı sağlıyor.
35 kişilik de bir Kent Meclisi var.
Çıkış formülü ne peki?
Siyasi irade gerektiren iki kritik husus var:
Birincisi kamu gelir-gider dengesini muhafaza edebilmek için yapılması gerekenlerdir.
Bu enflasyonist ortamda bütçenin giderler kaleminin kontrol altında tutulabilmesi gerekir.
İkincisi de dış yardımların devamlılığını sağlamak üzere 1 Ocak 2019 öncesinde Türkiye ile KKTC arasında yeni bir protokolün imzalanması zorunluluğudur.
Bunun için de çok hızlı bir şekilde önümüzdeki üç yılda sistemimizi iyileştirmek için öngördüğümüz düzenlemeleri somutlaştırıp üç yıllık dönem için talep edeceğimiz hibe ve kredi miktarlarını netleştirmemiz gerekir.
2015 yılının ikinci yarısında yapılan vahim hataların tekrarı bu kez daha büyük felaketlere yol açabilir”.

Çünkü gündemi şu sıralar yine saçma bir şekilde ve “nedense” 1960 Londra ve Zürih Uluslararası Antlaşmalarında yer alan “garantiler ve müdahale” konuları işgal ediyor.
Bilmediğimiz bir yerlerden bilmediğimiz bir takım işaretler mi geldi acaba?
Fitili Kıbrıs Rum kesimine gelen Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kocias ateşledi. Yakın zamanda Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlayacağını ima eden Kocias, “Müzakere masasında artık güvenlik ve garantiler konusu var. Bunu, BM Genel Sekreter’i de İsviçre’deki müzakerelerde kabul etti. Dolayısıyla daha öncekine nazaran çok daha iyi pozisyondan başlayacağız” dedi.
Dikkatle bir kenara not edilmesi gereken hak ettiği cevap, geçmişe ve geleceğe ışık tutan ayrıntılarıyla; Bakü dönüşü uçakta Erdoğan’dan geldi;
“Bizim KKTC’de üs diye bir sorunumuz yok. Niye? Bizim topraklarımızdan oraya ulaşmak, Doğu Akdeniz’e varmak dakikalarla konuşulacak bir şey. Orası bize çok yakın mesafede…
…Yunanistan’ın bu bölgeye öyle bir yakınlığı yok. Bizim böyle bir sorunumuz yok. O işin sadece psikolojik boyutu var. Bu açıdan ihtiyaç duyacak olursak üs de kurabiliriz. Oradaki varlığımız önemli. Araç gereç konusunda da güçlü olmak durumundayız. Yok efendim neymiş, asker sayımızı azaltmalıymışız! Kusura bakmasınlar, biz orada asker sayımızı azaltmayacağız. Artıracağız, azaltmayacağız. Laf dinlemiyorlar; dinleselerdi, Kofi Annan’la biz bu işi çözerdik. Annan Planında biz her şeyi kabul ettik, ama onlar sattı. Referandumda verdikleri söz neydi, ne yaptılar? Biz evet dedik, onlar hayır dedi. Onları tuttular AB’ye aldılar bizi dışarıda bıraktılar. Bundan sonra bizim için orada kendi ilan ettiğimiz reçete ne ise biz bu reçeteyi uygulamaya koyarız.”
Annan Planı zamanında “kullanılıp atılan” Talât ise o süreci şöyle anlatıyor;
“Annan döneminde Kuzey Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk toplumunda Denktaş’ın ekarte edilmesi sayesinde Kıbrıs Türk toplumunda evet sonucu çıkması, dünyanın Kıbrıslı Türklere yönelik olumsuz bakış açısını değiştirmiş oldu. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum”.

Yıllar önce Annan Planında “her şeyi” kabul etmişiz, şimdi de İsviçre’deki müzakerelerde “güvenlik ve garantiler” kabul edilmiş.
Öyle mi?
Annan’da “Dünyanın Kıbrıslı Türklere yönelik olumsuz bakış açısı”; “Denktaş’ın ekarte edilmesi sayesinde” EVET sonucu çıkınca mı değişmiş?
Değişmiş de ne olmuş?
14 yıl geçti ne değişti?
Üstelik “Devlet kuran son TÜRK” olduğu için dünyayı Kıbrıs Türkleri konusunda “olumsuzlaştıran”, Denktaş da yok artık!
KKTC ilân edildiği gece üzüntüsünden ağlayan “son kullanma tarihi” geçmiş Talât ve İngilizce tezinde “Garantörlüğü ve garantörlerin müdahale hakkını” reddeden kebapçıyı “sözcü” ve “müzakere heyeti” üyesi yapan Akıncı’dan başka seçeneğimiz olmayacak mı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde?
“Kullan at”ların “raf ömrü” ne kadar olacak? 28 Eylül 2018

Exit mobile version