Site icon Turkish Forum

KÖR TALİH, BU İŞLER ERDOĞAN İÇİN DEĞİLDİ

AB Parlamentosu’nun, “Türkiye ile müzakereler dondurulsun” kararının ardından,

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB’yi “Kapıkule’ye 50 bin mülteci dayandığı zaman feryat ettiniz, ‘Acaba Türkiye sınır kapılarını açarsa ne yaparız’ demeye başladınız. Bana bak, eğer daha ileri giderseniz bu sınır kapıları da açılır bunu da bilesiniz. Öyle kuru sıkı tehditlerden ne ben anlarım ne bu millet anlar, bunu da bilesiniz” ifadesiyle,
bir güzel fırçaladı.
 
*
Dün Almanya Başbakanı Merkel’le telefonda görüştü.
AB’nin sığınmacı anlaşmasında üzerine düşeni yapması gerektiğine dikkat çekti.
Kıbrıs müzakerelerindeki gidişat hakkında fikir alışverişinde bulundu.
Almanya’dan FETÖ ve PKK terör örgütlerinin faaliyetlerinin ve mali kaynaklarının engellenmesi konusunda daha aktif bir mücadele beklediğini vurguladı.
 
*
Avrupa, Ankara’ya çok fazla bel bağlamanın AB çıkarlarını kovalamanın önünde engel oluşturabileceği düşüncesindedir.
Mütemadiyen Türkiye’nin  İslami dava faaliyetleriyle siyasi parti faaliyetlerini birbirinden ayırmasını, AKP’nin bir siyasi parti olarak dini alanda vesâyet sağlamasının bir yararının olmayacağı yoluna girmesinin demokratik uyarılarını yapıyor…
Kopenhag Kriterlerinden uzaklaşıldığına dikkat çekiliyor.
Sonuçta Türk hükümetine karşı sıkı önlemler alınması, katılım görüşmelerinin kesilmesi ve Ankara’ya ekonomik yaptırımlar uygulanması talepleri seslendiriliyor.
Nitekim Avrupa Parlamentosu “Türkiye ile müzakereler dondurulsun” kararı almıştır.
Karar bağlayıcı değildir ama gözler şimdiden Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerine uygunluğu meselesinin görüşüleceği 15-16 Aralık Avrupa Zirvesi’ne yönelmiştir…
 
*
Mart’ta, AB ile Türkiye arasında Mülteci Zirvesi’nde, liderler en geç Haziran sonuna kadar vizelerin kaldırılmasını da içeren bir çalışmayı yürütmede mutabık kaldılardı.
Mesela Türkiye, mülteci kriziyle mücadelede işbirliği yapmak için tüm AB üyesi devletlerden, Güney Kıbrıs tarafından veto edilen müzakere başlıklarının açılmasına yönelik açık taahhütlerini talep etti.
AB ise Haziran’da vize muafiyeti verilmesi için 2013 yılında kararlaştırılan ama Güney Kıbrıs’ın vetosuna takıldığı için henüz hiçbir ilerleme kaydedilmeyen 5 madde için Türkiye’yi uyardı.
 
*
AB, Sığınmacı Anlaşması’da Türkiye’den “tüm AB ülkeleri” vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkını tanımasını istedi.
Halbuki “tüm AB ülkeleri” vurgusu, Türkiye’nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs’a işaret ediyor;
Bu durumda vize işlemlerinde Türkiye’nin “Güney Kıbrıs Rum Kesimi” ifadesi yerine “Kıbrıs Cumhuriyeti” ifadesini kullanması gerekiyordu.
 
*
“Kıbrıs Cumhuriyeti” mi?
Halbuki Kıbrıs’ta taraflar arasında sorun; 1960 Ankara Anlaşmasına rağmen 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarından doğuyordu…
Ankara Anlaşması Ada’da Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ni”  garantiliyordu.
 
*
Şimdi sığınmacı anlaşmasıyla, her ne kadar Rumlar; BM ve AB’de Kıbrıs’ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirmiş, Türkler ise azınlık konumuna itilmişse,
Üstelik, 2004′ te Kıbrıs adına Rum Yönetimi “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye katılmışsa da;
Akritas Planı doğrultusunda Rumların Türkleri tümden zayıflatarak “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Yunanistan’a birleştirilmesi ve ardından bir yığın Türkiye aleyhinde komplikasyonlar amaçlanıyordu…
Neden Türkiye, böyle bir sığınmacı anlaşmasını imzalamıştı ki?
 
*
Ama Erdoğan halâ AB’ye meydan okuyordu.
“Bulunmaz Hint kumaşı değilsiniz, evelallah Türkiye’yi bitiremezsiniz. Bizi Avrupa’dan dışlamaya ne AB kurumlarının ne de ırkçılık hastalığının pençesine düşme tehlikesiyle karşı karşıya olan Avrupa devletlerinin gücü yetmez. AB ve bazı Avrupa ülkeleriyle son dönemde yaşadığımız sıkıntılar, güncel siyasi çatışmalardır” diyordu.
 
*
AB adına Başbakan A.Merkel ile Erdoğan yönetimi arasında sığınmacılar konusundaki anlaşmaya yönelik muhalefet sürüyordu.
Erdoğan “Vize muafiyeti uygulanmaz, 6 milyar Euro ödenmezse sığınmacı anlaşması devam etmez” diyor,
AB ise “Türkiye’deki gelişmeler endişe verici. Kopenhag Kriterleri işlemiyor. Göç diplomatik ilişkilerimizde bile müthiş bir baskı silahı haline geldi” düşüncesini güdüyordu.
Ne vize serbestisi ne de 6 milyar Euro’luk sığınmacı yardımına yol verilmedi…
 
*
Aslında bir kaç ay önce kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirimi, Fethullah Gülen, OHAL ve şiddeti artan iç savaş nedeniyle dolar tarihi yükseliş gösteriyordu.
Hükümet “Sorun yok” açıklamaları yapsa da dövizdeki yükseliş ve açıklanan kimi ekonomik veriler karşısında Türkiye’nin gelecek yıllarını nasıl geçireceği sorgulanıyordu.
 
*
Türkiye  ekonomisinin öngörülebilirliği azalmış, güven ve güvenlikte olağanüstü sıkıntıların yaşandığı bir süreçten geçilmekteydi.
Veriler ekonomik büyümenin ciddi boyutlarda yavaşladığını, işsizliğin uzun zamandır hiç olmadığı kadar yükseldiğini gösteriyordu.
Döviz kuru hızlı bir şekilde yükseliyor, enflasyon beklentileri ve uzun vadeli faizler üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler endişe oluşturuyordu.
 
*
Erdoğan’ın, 2003’te başlattığı kamu kesimi önderliğinde büyüme modelinin yerine özel kesim önderliğinde cari açık vererek büyüme modeli;
Bütçe açığını düşürürken cari açığın büyümesine yol açtı.
2012’den beri ekonominin büyümesi sürdürülemiyordu.
Çünkü 2003-2014’te yabancı sermaye yatırımı girişindeki büyük artış büyümeye pozitif katkı sağlamamıştı.
Çünkü yabancı sermayenin önemli bölümü inşaat sektörüne yatırım için gelmiş ve büyümeye bir defalık katkı yapmıştı. 
Çünkü yeni yatırımdan çok mevcut tesisleri ve şirketleri özelleştirmeler nedeniyle satın almak için kullanılmıştı…
 
*
Şimdi yabancı sermaye kâr transferlerine hız vermiştir.
Büyümeye katkı yapmıyor, sadece cari açığın finansmanına katkı sağlıyor ve cari açığa ek finansman sorunu yaratıyor.
O yüzden, bu kez cari açık düşürülmeye çalışılmaktadır ne ki, bu önlemlerin sonucunda bu kez büyüme düşmektedir.
Bu paralelde Türkiye’nin dolar cinsinden GSYH’sı ve kişi başına geliri azalıyor.
Borç yükü artmış, orta gelir tuzağında çırpınılıyor, işsizlik artmaya başlarken sosyal sermayenin kalitesi her geçen gün daha çok düşmektedir.
*
Türkiye duvara toslamış, büyümeye geri dönmesinin iki yolu kalmıştır.
Ya cari açığın yeniden artmasına göz yumulacak ve kredi genişlemesi yoluyla ekonomi canlandırılacak,
Ya da bütçe açığının artmasına izin verecek biçimde kamu harcamalarını artırıp, vergileri düşürerek genişletici bir maliye politikası uygulamasına geçilecektir.
Bu “Bütçe Açığıyla Büyüme Modeline Dönüştür, Yüksek Enflasyondur, Belirsiz bir vadede belki büyüme”dir.
Ya da iflaslar, icralar, yokoluşlar, sosyal sermayenin tükenişidir… 
 
*
Üstelik Başkomutan Erdoğan, Suriye’de El Bab’ı rejim ordusu ve Kürt güçlerine kaybetmiştir.
Bu Türkiye için bir yenilgidir.
Halep’te de Suriye ordusunun muhalifleri çevrelediği ve çok kısa süre sonra kentte hakimiyeti sağlayacağı kabul ediliyor.
Türkiye geri çekilmekten başka çaresinin olmadığı bir noktada bulunuyor. 
 
*
Ah! Sığınmacı Anlaşmasıyla gelebilecek milyar eurolara ne de çok ihtiyaç vardır?
Bu çerçevede Erdoğan çok öfkelidir, “Geç kaldınız, bir an önce gözden geçirin. AB söz verdiği ama kasıtlı olarak tutmadığı vize serbestisi, mülteciler için toplamda 6 milyar euro yardım, fasılların açılması gibi adımları attığında, biz de elbette iyi niyetimizi göstereceğiz. Bizim Avrupa’nın peşinde koşacak takatımız kalmadı” diyor…
Nitekim Erdoğan’ın iyi niyeti hemen devreye girmiştir; işte Kıbrıs müzakelerinde sonuçsuz kalan görüşmeler 9-12 Ocak’ta Cenevre’de yeniden başlıyor.
*
Başbakan B.Yıldırım ise TÜSİAD YİK toplantısında ekonomik çevrelerine “endişeye yer yok” mesajı verirken acı gerçeği saklayamıyor; 
“AB bize madik attı. Geri kabul anlaşması imzaladık. Mal ve hizmetler serbest olacaktı. Sözlerini tutmadılar. Tek taraflı sevda olmaz” diyor…
O sırada fırçacı Erdoğan Almanya Başbakanı A.Merkel’le görüşmek üzere telefon başındadır.
*
Eli telefona uzandığında,bendeniz Erdoğan’ın yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırsından İslamcı ideolojinin lideri olarak kendi sivil toplum örgütlerini, sendikalarını, medyasını ve kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturduğunu,
Bu suretle küresel pazar ekonomisine entegre olabilmek karşılığında Cumhuriyet devleti ve rejimini yeniden yapılandırdığını, 
Ama fıtratını oluşturan yargılarından dolayı farkında olmasa da ezik olduğunu; o yüzden ayrıştırdığını, yabancılaştırdığını, ötekileştirdiğini, devletsizleştirdiğini,
oluşturduğu Yeni Türkiye’yi dahi perişan ettiğini düşünüyorum.
 
*
Ve Erdoğan telefondadır; “Artık tek taraflı adım atma dönemi bitti. Hani bizde bir söz var ya; ne kadar ekmek o kadar köfte” dediğini duyar gibi oluyorum…
 
3.12.2016
Avrupa parlamentosu
Exit mobile version