Site icon Turkish Forum

Azınlıklara devlette şerefli hizmet kapıları neden kapalı?

Nazi Almanyası'nda iki yaygın Yahudi tasviri: solda, kapitalist/komünist küresel parazit tasviri; sağda ise, gezgin Yahudi

Antisemitizm: Nazi Almanyası'nda iki yaygın Yahudi tasviri: solda, kapitalist/komünist küresel parazit tasviri; sağda ise, gezgin Yahudi

Ecevit: Azınlıklara devlette şerefli hizmet kapıları neden kapalı? – Serdar Korucu

Bülent Ecevit’in 1950 ile 1961 yılları arasında Türkçe ve İngilizce dillerinde kaleme aldığı gazete yazıları internet ortamına taşındı. Yazılarının arasında Türkiye’deki Yahudi nüfusu ve dönemin dünyasındaki antisemitizm ile ilgili görüşleri de bulunuyor.

Rahşan Ecevit-Bülent Ecevit Bilim Kültür ve Sanat Vakfı’nın iş birliği ve sanat tarihçisi Sarah-Neel Smith’in araştırma direktörlüğünde, Bülent Ecevit’in 1950 ile 1961 yılları arasında başta Ulus olmak üzere çeşitli gazeteler için Türkçe ve İngilizce dillerinde kaleme aldığı yaklaşık 1500 yazı bir veri tabanına dönüştürüldü.

Ölümünün onuncu yılı olan 5 Kasım 2016 tarihinde paylaşıma açılan sitede Bülent Ecevit’in Türkiye’deki Yahudiler, antisemitizm ve İsrail ile ilgili görüşleri de yer alıyor.

“SOVYETLER’DE YAHUDİ ALEYHTARLIĞI KAMPANYASI AÇILDI”

1953 yılının 13 Şubat’ında Son Havadis gazetesinde “Sovyet-İsrail Münasebetleri” başlıklı yazısında Bülent Ecevit’in gündeminde Sovyetler’de yükselen antisemitizm vardı.

“Sovyetler, son zamanlarda, önce peyk memleketlerde, ondan sonra da Rusya’da şiddetli bir Yahudi alehdarlığı kampanyası açmışlardı. Bazı Yahudi doktorların, bilerek yanlış tedavî yapıp Sovyet liderlerini öldürmeye teşebbüs etmekle suçlandırılmalarından beri bu kampanya gitgide büyümektedir.”

“İSRAİL İLE İLİŞKİNİN KESİLMESİ YAHUDİ ALEYHTARLIĞININ İLERİ ADIMI”

Ecevit’in 24 Şubat 1953’te “Son Havadis” gazetesindeki “Ortadoğu’nun Kazanılması” yazısına göre Sovyetler ile İsrail ile ilişkilerinin kesilmesinin nedeni “Yahudi aleyhtarlığının” bir ileri adımıydı.

“Sovyet Rusya’nın, Yahudi alehdarlığı siyasetinde ileri bir adım olarak İsrail’le diplomatik münasebetlerini kesmesi, İsrail’i gerçekten zor bir durumda bırakmıştır. Fakat, İsrail’in böyle zor bir duruma düşmesi, Batılıların Sovyet oyununa gelmelerindendir.

İsrail devletinin kurulmasına çalışılan günlerde, Rusya, bu fikri en hareketle destekleyen devletlerden biriydi. Netekim, İsrail hükümetini ilk tanıyanlardan biri de Rusya olmuştur.

Böylelikle Rusya, bu yeni devletin, daha kuruluşundan itibaren sempatisini kazanacağını, ve Orta Doğuyu huzursuz bir hâlde bulundurmak için İsrail’den faydalanabileceğini umuyordu.

Fakat, İsrail’in Batılılar tarafından da desteklenmesi yüzünden, Sovyet Rusya, Arap memleketlerinin gözünde, Batılılarla bir safa geçmiş oluyordu. Çünkü Arapların, başka devletlerle münasebetlerinde bir tek dostluk ölçüleri vardı: O devletlerin İsrail’e karşı güttüğü siyaset!.. Arapların gözünde, İsrail’e karşı menfî bir siyaset güden devletler dost, dostluk siyaseti güden memleketlerse düşmandı.”

“ACI ÇEKMİŞ, EZİLMİŞ, YÜZYILLARCA ÜLKE ÜLKE, DENİZ DENİZ SÜRÜNDÜRÜLMÜŞ İNSANLAR…”

Ecevit 8 Kasım 1956’da Ulus gazetesindeki “İsrail’in durumu” başlıklı yazısında da Yahudilerin tarih boyunca yaşadıklarını hatırlatıyor ve sözü İsrail’e getiriyordu.

“İsrail devletinin Arap topraklarında kurulması doğru mu idi, yanlış mı idi? Artık bunu tartışma zamanı geçmiş, yanlış da doğru da olsa, Filistin’de bir İsrail devleti kurulmuştur. Bu devlet bugün bir tarihî gerçektir. 2 milyona yakın medenî insanın, çöl ortasında bir tarım ve endüstri merkezi kurabilecek kadar bilgili ve çalışkan insanın, acı çekmiş, ezilmiş, yüzyıllarca ülke ülke, deniz deniz süründürülmüş insanın hayatı ve mutluluğu, şimdi, İsrail devletinin yaşamasına bağlıdır. Bu 2 milyona yakın insan, yaşama haklarını koruyabilmek için, çaresiz ve desteksiz kalınca, elbette tecavüz yoluna bile gidecekti.

Yahudilere başka memleketlerde hayat hakkı tanımayan veya eşit muamele etmeyen milletler olsun, onları bir çölün ortasına yerleştirip «şimdi başınızın çaresine bakın» diye yalnız bırakan, hattâ arasıra düşmanlarına silâh veren devletler olsun, İsrail devletini ortadan kaldırmağa azmetmiş bulunduklarını açıkça ilân eden komşuları ve bu komşulara karşı hiç bir şey yapamıyan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı olsun, böyle bir tecavüzden en az İsrail kadar sorumludurlar.

Ortadoğu meselelerini hâlle çalışırken artık biraz daha dürüst davranmalı, ve İsrail’in, kendi sınırları içinde korkusuz, kaygısız yaşıyabilmesi için gerekli şartlar sağlanmalıdır! Arap devletlerinin taassubuna, ihtiraslarına ve kaprislerine taviz verilmemelidir! Bu devletler, bütün kuvvetlerini birleştirdikleri zaman bile ortadan kaldıramıyacakları kadar inkâr edilmez bir varlık durumuna gelmiş olan İsrail’i resmen tanımağa, onun bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeğe razı edilmelidir! Başka türlü, Birleşmiş Milletler de, Ortadoğuyla ilgili Büyük Devletler de, bu bölgeye devamlı bir huzur, sükûnet ve istikrar getirmiş olmayacaklardır.”

“RUM, ERMENİ VE YAHUDİ ASILLI BİR TÜRK GENCİNE NEDEN DEVLETTE ŞEREFLİ HİZMET KAPILARI KAPALI?”

Ecevit’in yazılarının gündemine Türkiye Yahudileri de geliyordu. Bülent Ecevit, Ulus gazetesinde 1961 yılının ilk ayındaki gündemi ise “Erzurum’un Orduevinde çıkan bir yangında alevlere atılıp er arkadaşlarından üçünü kurtaran, birini daha kurtarmak için yeniden atıldığı alevlerin ortasında can veren er Vasil Harizanos”tu. Ecevit, yazısında bugün de devam eden bir soruna dikkat çekiyordu: Azınlıkların devlet kademelerinde yükselememelerine… Yazısında “Türk ulusu olarak yaşayan değişik unsurlar ” diye nitelediği azınlıklarla ilgili Ankara’nın resmi tarih görüşüne de bol bol atıfta bulunuyordu.

“Ölüm karşısındaki bu kaynaşma neden hayatta da olmasın?..

Türkiye’de, Türk ulusu olarak yaşıyan değişik unsurların, geçmişteki karşılıklı kırgınlık veya kuşkuları, neden bu ülkenin esenliği, bu ulusun mutluluğu uğrunda bugünkü kuşakların birliğini güçleştirsin?

Türkiye’de bu birliği sağlama yolunda en ileri adımı, Türkiye’deki her ileri adımın öncüsü olan Ordu atmıştır. Sivil hayatta biribirine hâlâ yer yer kuşku ile bakan, hâlâ biribirinden uzakça duran unsurlar Orduda birleşmiştir.

Neden bu birleşme, bu el ele veriş, Ordunun dışında da artık gerçekleşmesin?

Vasil Harizanos adlı Rum asıllı bir Türk genci, veya Ermeni, Yahudi asıllı bir Türk genci, Orduda benimle bir üniforma giysin, benim gibi er olsun, yedeksubay olsun, yedeksubay öğretmen olarak köye gidip benim köylümü okutsun da, neden askerliğinden sonra devlet hayatında bir çok şerefli hizmet kapılarını hâlâ kendine kapalı bulsun?

Okul sıralarında «azınlık» denen unsurların çocuklarından nicesi zengin tüccar ailelerinden geldikleri halde, aldıkları lâik Cumhuriyet eğitiminin etkisi ile, memur olarak, diplomat olarak, politikacı olarak bu memlekete hizmet edebilmenin hayalini kurarlar.

Neden bu hayalleri artık bütün bütün gerçekleşemesin?

Denebilir ki geçmişte bu anlayış, bu geniş görüşlülük gösterilmiş fakat istismar edilmiştir!.. Fakat geçmişin örnekleri, insanın, iyiliğine, doğruluğuna inandığı şeyleri bir daha ve bir daha denemesine engel olmamalıdır!.. Kaldı ki, Cumhuriyet devrinin şartları bambaşkadır. Lâik bir devlet düzeni içinde, değişik unsurların «tek bir demet» gibi kaynaşmaları, çok daha iyi, çok daha başarılı sonuçlar verebilir.

Vasil Harizanos adında bir Türk eri olabiliyor, ve bu Türk eri başka Türk erleri için kendini ateşe atıp ölebiliyor da neden Vasil Harizanos adında bir Türk memuru, bir Türk diplomatı olmasın?

Kurtuluş Savaşından sonra bir çekingenlik devresi elbette gelecekti. Fakat artık yeni bir kuşak yetişmiş, çekingenliği haklı kılan sebepler çok gerilerde kalmıştır.

Vasil Harizanos’un ölümü, üç Türk erinin kurtulmasını sağladığı kadar, bize bu ülkede «tek bir demet gibi» kaynaşmanın zamanı geldiğini hatırlatmağa da yaramalıdır!”

BİR DOĞU İLİNİN KÖYÜNDEKİ YEDEK SUBAY DAVUT KOHEN

Ecevit 2 Ocak’taki bu yazısından yaklaşık bir hafta sonra, 10 Ocak’ta, iki okuyucusunun gönderdiği mektubu köşesinde yayınlayacaktı.

«Yılın ilk iş günü sabahında beni ve benim gibi nice insanları nasıl mes’ut ettiğinizi tasavvur edemezsiniz»,

diyor, bu yazı üzerine Ankara’dan mektup gönderen Yahudi asıllı bir yurttaşım.

Yazıdaki dileğimin, kendisine, «Çölde susayan insana verilen bir tas su gibi» geldiğini, artık dünyayı pembe gördüğünü söylüyor.

«Bütün vatandaşlar memlekette bir pota içinde yuğrulmuş, kaynaşmış tek bir halita halinde olsun. Böylelikle hakikaten her bakımdan vatanımıza lâyık vatandaşlar olalım!»,

diye dua ediyor.

*

Aynı yazı üzerine bir Anadolu şehrindeki bir arkadaşımdan da mektup aldım. Davut Kohen adında Yahudi asıllı bir Yedeksubay öğretmenin hikâyesini anlatıyor mektubunda..

«Hayatımın ilk büyük acısını çektim» diyormuş Davut…

Yedeksubay öğretmen Davut, hayatının ilk büyük acısını, bir Doğu ilinin köylerinden birinde iki aylık hizmetten sonra, başka bir yere atanarak ayrılışında duymuş. Köyden ayrılırken öğrenciler etrafına toplanıp, «bizi bırakıp gitme» diye ağlamışlar.

Şimdi, bana mektup yazan arkadaşımın bulunduğu uzak şehre kadar o köyden insanlar geliyor,

—Köyümüze Davut adında bir öğretmen geldi, bize çalışmanın kıymetini öğretti, artık yerimizde duramaz olduk, diyorlarmış.

Yeni iş alanları bulup daha çok çalışabilmek, yaşayışlarını daha çok değerlendirebilmek için imkânlar arıyorlarmış.

*

Vasil Harizanos adında bir Türk eri, 3 Türk erini ölümden kurtarmış, dördüncüsünü kurtarmak için atıldığı alevlerin içinde can vermişti.

Davut Kohen adında bir Türk yedeksubayı, bir Doğu Anadolu köyünde yaşıyan insanları, emeklerini gereği gibi değerlendirmeksizin ve yaşamanın tadına varmaksızın yaşama alışkanlığından kurtarmıştı.

Aslında ikisi de belki yalnız ödevlerini yapmışlardı. Fakat yapmalarına imkân verildiği için yapmışlar, yapabilmişlerdi.

Hangi soydan gelirlerse gelsinler, hangi dinden olurlarsa olsunlar, kendilerini Türk ulusunun birer ferdi sayan insanlara, bu imkânların, daha geniş ölçüde de ve askerlik hizmeti dışında da verilmesi için, benim yapmış olduğum sadece bir yazı yazmaktan, bir dilekte bulunmaktan ibaretti. Ama sadece böyle bir yazı yazılması, böyle bir dilekte bulunulması bile, bir Yahudi asıllı Türk’ün gözlerini yaşartmağa, onu çölde bir tas su içmiş gibi sevindirmeğe yetiyordu. Bir tek yazı üzerine bu yurttaştım,

«Dünyayı pembe görmemek için insanın kör olması lâzım» diyecek kadar umutlara kapılabiliyordu.

*

Dilerim ki dileğim kâğıt üstünde kalmasın!

Dilerim ki bana mektup yazan yurttaşım, boşuna sevinç gözyaşı dökmemiş, dünyayı boşuna pembe görmemiş olsun!

Dilerim ki Davut’un bu vatana, bir Ahmet, bir Mehmet gibi hizmet edebilme imkânı, sırtındaki yedeksubay üniformasını çıkarmasiyle sona ermiş olmasın!

Dilerim ki Vasil Harizanos boşuna ölmüş olmasın!

Ordunun onlara askerlikte açtığı hizmet imkanlarını; bu vatan çocukları için çalışabilmek, gerekirse hayatlarını seve seve feda edebilmek imkânını, dilerim ki Devrim idaresi başka bütün alanlarda da açsın!”

Kaynak: http://www.avlaremoz.com/2016/11/06/ecevit-azinliklara-devlette-serefli-hizmet-kapilari-neden-kapali-serdar-korucu/

Exit mobile version