Site icon Turkish Forum

DÜNYA BARIŞ GÜNÜ

Bugün 1 Eylül, Dünya Barış Günü'dür.
Suriye'de 250 bin insanın yaşamına mâlolan, 5 milyon insanı sığınmacıya dönüştüren, ülkenin bütün alt yapısını çökerten savaşın altıncı yılı sürüyor.
Başkan Obama'nın bu savaşı Amerikalılara ve dünya halklarına bir insani müdahale olarak satma girişimleri bütünüyle başarısız olmuştur...
 
*
Şimdi Rusya'nın girişimi ile Suriye İç Savaşı'nın siyasi çözümüne ilişkin Cenevre Görüşmeleri eğer toplanabilirse,sonuçta;
Dünyanın bir kez daha böyle bir katliam, saldırı ve yağma ile karşılaşmamasını,
Ya? Savaş suçları işleyen rejim kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmelerini: suçların esaslı bir biçimde kategorize edilmesini: bu sistematik hukukun BM'de yeni bir dünya statüsüne yol açmasını öngörüyor...
 
*
Halbuki ABD ve Türkiye yönetimleri, Suriye ve Irak'ta radikal örgütleri silahlandırıp yönlendirmek ve savaşa salmak: diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek: başka bir devletin sınırları içinde iç savaş çıkarmak: insan haklarına saygılı olmamak: barışı tehdit edici davranışlardan uzak durmamak: hukuku ihlâl edenlerle yardımlaşmak fiilleriyle itham ediliyor.
Üstüne üstlük Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlanıyor...
 
*
Ama Erdoğan liderliğinde Türkiye halâ kendisini doğrudan Suriye savaşının içine çeken tehlikeli bir politikayı yürütmekte ısrar ediyor.
Türkiye Uluslararası Hukuk'a aykırı şekilde Suriye topraklarını istila etmiştir.
Fırat Kalkanı operasyonunu "Artık sabrımız taştı" sözleriyle açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan;
IŞİD'i değil, IŞİD'e karşı mücadelenin başını çeken Kürt savunma gücü YPG'yi hedef alıp "PYD'nin kökünü kazıyacağız" diyor...
Erdoğan, Türkiye'nin "İŞİD'le mücadele etmek" teziyle elinde tuttuğu zayıfta olsa meşru hakkı bile bile gayri meşru hale çeviriyor...
 
*
Türkiye'nin istilasını ABD de desteklemektedir.
Washington'un başlıca düşüncesi, Suriye'den hareketle üzerine atılı Uluslararası Hukuk'a aykırı savaş suçlarından sıyırmak ve Ortadoğu'daki jeostratejik egemenliğini sağlamlaştırmaktır.
Erdoğan da ne pahasına olursa olsun savaş suçlarından sıyrılmak ve Türkiye'yi bölgesinde ABD egemenliğine sağlam bir taşeron yapmak amacındadır.
Birlikte Suriye'deki savaşı tırmandırmak ve suçları üzerine yıkmak için olmazsa olmaz Beşar Esad rejimini devirmenin koşullarını yaratmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar...
 
*
Türkiye'nin istilası Suriye İç Savaşı'nı alevlendirmiştir.
Yine de Cuma günkü basın açıklamasında, Beyaz Saray Basın Sözcüsü J.Earnest,Suriye'de süregiden şiddetten Rusya'yı ve Suriye hükümetini sorumlu tutmaya çalışıyor.
Earnest, "Rusya, Esad rejiminin sıklıkla masum kadınların ve çocukların yaşamına mal olan öldürücü askeri taktiklerini desteklemeye razı olduğu sürece bir siyasi çözüme ulaşılması zordur" diyor.
Ardından, Rusya'nın eylemlerinin Suriye'de yalnızca aşırılıkçılığı körüklediğini ekliyor...
 
*
Hayret! Bunca pişkinliğin arka planında zenginlerin ve onların siyasetteki, medyadaki adamlarının "serbest girişim sistemi" dediği çağdaş kapitalizm bulunuyor.
Her siyasi kararın insanlığın son derece küçük bir kesiminin servetini koruma ve arttırma ihtiyacı eliyle dayatıldığı bir dünya oluşmuştur.
Birkaç yüz insan doymak bilmez açgözlülüklerini tatmin etmek için uygarlığın boğazına sarılmış, onu yıkımla tehdit etmektedir...
Cumhurbaşkanı Erdoğan'da bu kapsamda anılmalıdır.
 
*
İşte, ordu ve istihbarat kurumunun ezici çoğunluğunun desteğine sahip olan Demoratların adayı Hillary Clinton'ın,
Yurtdışı askeri angajmanlar konusundaki isteğinde kimse eline su dökemiyor.
Rusya ile doğrudan bir çatışma anlamına gelse bile Suriye'deki ABD askeri operasyonlarını Kasım'dan sonra geniş ölçüde yoğunlaştırmaya hazır oluşu hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmıyor...
 
*
Cumhuriyetçi D.Trump, ABD'li zenginlerin çıplak şiddetini ve çöküşünü ifade ediyor.
Bir yanda "Önce Amerikalılar" milliyetçiliğini yükseltirken, öte yanda sınırsız askeri güç kullanımı ile CIA işkenceleri ve suikastları talebini birleştiriyor.
Avrupa'ya karşı hayli sert ve pragmatik tutumun şekillenebileceği,
Rusya'ya daha pragmatik ve tarafsız bir tutum oluşacağı,
Ortadoğu'ya daha duyarsız, iç işlerine karışmama ilkesi temelinde yaklaşılacağı,
Ama Çin'e yaklaşımın çok daha düşmanca olacağı düşünülüyor...
 
*
İkisinin de "Büyük Amerika" söylemi, ekonomik rakiplerin yükselişini engellemek ve on yılların ekonomik gerilemesinin, ticaret ve ödemeler dengesinde büyüyen açıkların ardından Amerikan egemenliğini yeniden kurma çabasında askeri gücün sınırsız kullanımı ve mali suçların en kötü biçimlerine batmak anlamına geliyor...
Bu noktada ikisi ve Türkiye'de Erdoğan da artık nerede olursa olsun bir konvansiyonel savaşın muhatabı olan herkese kayıp yazacağını çok iyi biliyor... 
Rağmen, azgınlık bu ya!
Bu azgınlar, bu kez Suriye'den nükleer imha olasılığını barındıran bir tehdit ile insanlığı karşı karşıya getiriyor...
 
*
Herkes kaybeder ama bu herkesin kaybedeceği bir savaş olacaktır.
Başkan Truman, uranyumdan üretilen kritik bir kitleyi Hiroşima'da ve plütonyumdan üretilen bir diğerini de Nagazaki'de kullanmak istemişti.
Her ikisi anında yaklaşık 100 bin kişiyi öldürdü.
İnsanlar yaralandıklarını, radyasyon aldklarını, daha sonra öleceklerini, onun etkilerinden uzun yıllar boyunca acı çekeceklerini ve nükleer savaşın bir Nükleer Kış yaratacağını bilmiyordu...
 
*
Halbuki insanlık en az 200 bin yaşındadır, şimdiye kadar her şey normal yürüyor ve doğa kanunları işliyor.
Hayatın kanunları 3 milyar yıldan daha fazla bir zamandan beri gelişiyor.
Homo Sapiens bir milyon yılın onda 8'lik kısmını geçirirken akıllı bir varlık değildi,iki yüz bin yıl önce hemen hiçbir şey bilinmiyordu.
Bugün türlerin evrimini yöneten yasalar biliniyor...
 
*
Hiç kimsenin insan türünün bu serüvenine son vermek istediğini düşünmek doğru değildir.
Ama dünyada yaklaşık 1000 nükleer tesiste, Hiroşima'da kullanılan bomba ayarında 20 bin nükleer silah yapımı için uranyum ve plütonyum bulunuyor.
Az miktarda plütonyumla bir atom bombası yapılabilirken üstelik geçen 20 yılda radyoaktif materyalin kaçırıldığı, kaybolduğu ve yasa dışı olarak ele geçirildiğine dair 2800 olayın rapor edildiği bildiriliyor.
Konvansiyonel taktik silahlarının nükleer silaha dönüştürme girişimi de sürüyor...
 
*
Nükleer bir savaşın tetikleyicisi olmak ne ABD'ye ne Rusya'ya ne Çin'e ne de Erdoğan'a kazandıracaktır. 
Bu savaş hangi karakterde olacaktır, dünya nasıl tepki verecektir, küresel ekonomi üzerinde nasıl etkisi olacaktır? 
Bütün bunlar bilim kurgu gibi görünüyor ve son dünya savaşı gibi bir şeye benzemiyor...
 
*
Yazık ki, ABD'nin ve Erdoğan'ın küresel bir felaket doğrultusunda yol alan askeri meydan okumaları tırmandırma yönündeki söylemleri,
Militarizme ve savaşa düşmanlığını defalarca göstermiş olan Amerikan ya da Türk halkının desteği şöyle dursun, bir kamuoyu tartışması görüntüsü bile olmaksızın sürüyor.
Türkiye'de ve dünyanın bir çok yerindeki kapitalist medyanın da Suriye çatışmasının çarpıcı tırmanışına ilişkin fiili bir karartma uyguladığı görülüyor.
 
*
Şimdilerde dünyada herkesin, siyasi partilerin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve medyanın çok güçlü bir şekilde nükleer bir felakete yol açılmaması talebinde olması ve yaşamı koruması gerekiyor.
Ancak insanların bunun bilincine varması halinde siyasetçilerde ve askeri liderlerde stratejik veya taktik nükleer silahların kullanımının soykırıma nadiren neden olmadığı bilinci oluşabilecektir.
Aslında bu tam bir deliliktir; çünkü hiçbir politikacının görevi bu gerçekleri insanlara aktarmaktan muaf kalmak değildir.
Bu doğrulara inanmak gerekiyor, aksi halde mücadele edecek hiçbir şey kalmayacaktır.
 
*
Bugün Dünya Barış Günü'dür...
 
1.9.2016 - 161107120239 01 trump parry super 169
Bugün 1 Eylül, Dünya Barış Günü’dür.
Suriye’de 250 bin insanın yaşamına mâlolan, 5 milyon insanı sığınmacıya dönüştüren, ülkenin bütün alt yapısını çökerten savaşın altıncı yılı sürüyor.
Başkan Obama’nın bu savaşı Amerikalılara ve dünya halklarına bir insani müdahale olarak satma girişimleri bütünüyle başarısız olmuştur…
 
*
Şimdi Rusya’nın girişimi ile Suriye İç Savaşı’nın siyasi çözümüne ilişkin Cenevre Görüşmeleri eğer toplanabilirse,sonuçta;
Dünyanın bir kez daha böyle bir katliam, saldırı ve yağma ile karşılaşmamasını,
Ya? Savaş suçları işleyen rejim kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmelerini: suçların esaslı bir biçimde kategorize edilmesini: bu sistematik hukukun BM’de yeni bir dünya statüsüne yol açmasını öngörüyor…
 
*
Halbuki ABD ve Türkiye yönetimleri, Suriye ve Irak’ta radikal örgütleri silahlandırıp yönlendirmek ve savaşa salmak: diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek: başka bir devletin sınırları içinde iç savaş çıkarmak: insan haklarına saygılı olmamak: barışı tehdit edici davranışlardan uzak durmamak: hukuku ihlâl edenlerle yardımlaşmak fiilleriyle itham ediliyor.
Üstüne üstlük Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlanıyor…
 
*
Ama Erdoğan liderliğinde Türkiye halâ kendisini doğrudan Suriye savaşının içine çeken tehlikeli bir politikayı yürütmekte ısrar ediyor.
Türkiye Uluslararası Hukuk’a aykırı şekilde Suriye topraklarını istila etmiştir.
Fırat Kalkanı operasyonunu “Artık sabrımız taştı” sözleriyle açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan;
IŞİD’i değil, IŞİD’e karşı mücadelenin başını çeken Kürt savunma gücü YPG’yi hedef alıp “PYD’nin kökünü kazıyacağız” diyor…
Erdoğan, Türkiye’nin “İŞİD’le mücadele etmek” teziyle elinde tuttuğu zayıfta olsa meşru hakkı bile bile gayri meşru hale çeviriyor…
 
*
Türkiye’nin istilasını ABD de desteklemektedir.
Washington’un başlıca düşüncesi, Suriye’den hareketle üzerine atılı Uluslararası Hukuk’a aykırı savaş suçlarından sıyırmak ve Ortadoğu’daki jeostratejik egemenliğini sağlamlaştırmaktır.
Erdoğan da ne pahasına olursa olsun savaş suçlarından sıyrılmak ve Türkiye’yi bölgesinde ABD egemenliğine sağlam bir taşeron yapmak amacındadır.
Birlikte Suriye’deki savaşı tırmandırmak ve suçları üzerine yıkmak için olmazsa olmaz Beşar Esad rejimini devirmenin koşullarını yaratmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar…
 
*
Türkiye’nin istilası Suriye İç Savaşı’nı alevlendirmiştir.
Yine de Cuma günkü basın açıklamasında, Beyaz Saray Basın Sözcüsü J.Earnest,Suriye’de süregiden şiddetten Rusya’yı ve Suriye hükümetini sorumlu tutmaya çalışıyor.
Earnest, “Rusya, Esad rejiminin sıklıkla masum kadınların ve çocukların yaşamına mal olan öldürücü askeri taktiklerini desteklemeye razı olduğu sürece bir siyasi çözüme ulaşılması zordur” diyor.
Ardından, Rusya’nın eylemlerinin Suriye’de yalnızca aşırılıkçılığı körüklediğini ekliyor…
 
*
Hayret! Bunca pişkinliğin arka planında zenginlerin ve onların siyasetteki, medyadaki adamlarının “serbest girişim sistemi” dediği çağdaş kapitalizm bulunuyor.
Her siyasi kararın insanlığın son derece küçük bir kesiminin servetini koruma ve arttırma ihtiyacı eliyle dayatıldığı bir dünya oluşmuştur.
Birkaç yüz insan doymak bilmez açgözlülüklerini tatmin etmek için uygarlığın boğazına sarılmış, onu yıkımla tehdit etmektedir…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bu kapsamda anılmalıdır.
 
*
İşte, ordu ve istihbarat kurumunun ezici çoğunluğunun desteğine sahip olan Demoratların adayı Hillary Clinton’ın,
Yurtdışı askeri angajmanlar konusundaki isteğinde kimse eline su dökemiyor.
Rusya ile doğrudan bir çatışma anlamına gelse bile Suriye’deki ABD askeri operasyonlarını Kasım’dan sonra geniş ölçüde yoğunlaştırmaya hazır oluşu hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmıyor…
 
*
Cumhuriyetçi D.Trump, ABD’li zenginlerin çıplak şiddetini ve çöküşünü ifade ediyor.
Bir yanda “Önce Amerikalılar” milliyetçiliğini yükseltirken, öte yanda sınırsız askeri güç kullanımı ile CIA işkenceleri ve suikastları talebini birleştiriyor.
Avrupa’ya karşı hayli sert ve pragmatik tutumun şekillenebileceği,
Rusya’ya daha pragmatik ve tarafsız bir tutum oluşacağı,
Ortadoğu’ya daha duyarsız, iç işlerine karışmama ilkesi temelinde yaklaşılacağı,
Ama Çin’e yaklaşımın çok daha düşmanca olacağı düşünülüyor…
 
*
İkisinin de “Büyük Amerika” söylemi, ekonomik rakiplerin yükselişini engellemek ve on yılların ekonomik gerilemesinin, ticaret ve ödemeler dengesinde büyüyen açıkların ardından Amerikan egemenliğini yeniden kurma çabasında askeri gücün sınırsız kullanımı ve mali suçların en kötü biçimlerine batmak anlamına geliyor…
Bu noktada ikisi ve Türkiye’de Erdoğan da artık nerede olursa olsun bir konvansiyonel savaşın muhatabı olan herkese kayıp yazacağını çok iyi biliyor… 
Rağmen, azgınlık bu ya!
Bu azgınlar, bu kez Suriye’den nükleer imha olasılığını barındıran bir tehdit ile insanlığı karşı karşıya getiriyor…
 
*
Herkes kaybeder ama bu herkesin kaybedeceği bir savaş olacaktır.
Başkan Truman, uranyumdan üretilen kritik bir kitleyi Hiroşima’da ve plütonyumdan üretilen bir diğerini de Nagazaki’de kullanmak istemişti.
Her ikisi anında yaklaşık 100 bin kişiyi öldürdü.
İnsanlar yaralandıklarını, radyasyon aldklarını, daha sonra öleceklerini, onun etkilerinden uzun yıllar boyunca acı çekeceklerini ve nükleer savaşın bir Nükleer Kış yaratacağını bilmiyordu…
 
*
Halbuki insanlık en az 200 bin yaşındadır, şimdiye kadar her şey normal yürüyor ve doğa kanunları işliyor.
Hayatın kanunları 3 milyar yıldan daha fazla bir zamandan beri gelişiyor.
Homo Sapiens bir milyon yılın onda 8’lik kısmını geçirirken akıllı bir varlık değildi,iki yüz bin yıl önce hemen hiçbir şey bilinmiyordu.
Bugün türlerin evrimini yöneten yasalar biliniyor…
 
*
Hiç kimsenin insan türünün bu serüvenine son vermek istediğini düşünmek doğru değildir.
Ama dünyada yaklaşık 1000 nükleer tesiste, Hiroşima’da kullanılan bomba ayarında 20 bin nükleer silah yapımı için uranyum ve plütonyum bulunuyor.
Az miktarda plütonyumla bir atom bombası yapılabilirken üstelik geçen 20 yılda radyoaktif materyalin kaçırıldığı, kaybolduğu ve yasa dışı olarak ele geçirildiğine dair 2800 olayın rapor edildiği bildiriliyor.
Konvansiyonel taktik silahlarının nükleer silaha dönüştürme girişimi de sürüyor…
 
*
Nükleer bir savaşın tetikleyicisi olmak ne ABD’ye ne Rusya’ya ne Çin’e ne de Erdoğan’a kazandıracaktır. 
Bu savaş hangi karakterde olacaktır, dünya nasıl tepki verecektir, küresel ekonomi üzerinde nasıl etkisi olacaktır? 
Bütün bunlar bilim kurgu gibi görünüyor ve son dünya savaşı gibi bir şeye benzemiyor…
 
*
Yazık ki, ABD’nin ve Erdoğan’ın küresel bir felaket doğrultusunda yol alan askeri meydan okumaları tırmandırma yönündeki söylemleri,
Militarizme ve savaşa düşmanlığını defalarca göstermiş olan Amerikan ya da Türk halkının desteği şöyle dursun, bir kamuoyu tartışması görüntüsü bile olmaksızın sürüyor.
Türkiye’de ve dünyanın bir çok yerindeki kapitalist medyanın da Suriye çatışmasının çarpıcı tırmanışına ilişkin fiili bir karartma uyguladığı görülüyor.
 
*
Şimdilerde dünyada herkesin, siyasi partilerin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve medyanın çok güçlü bir şekilde nükleer bir felakete yol açılmaması talebinde olması ve yaşamı koruması gerekiyor.
Ancak insanların bunun bilincine varması halinde siyasetçilerde ve askeri liderlerde stratejik veya taktik nükleer silahların kullanımının soykırıma nadiren neden olmadığı bilinci oluşabilecektir.
Aslında bu tam bir deliliktir; çünkü hiçbir politikacının görevi bu gerçekleri insanlara aktarmaktan muaf kalmak değildir.
Bu doğrulara inanmak gerekiyor, aksi halde mücadele edecek hiçbir şey kalmayacaktır.
 
*
Bugün Dünya Barış Günü’dür…
 
1.9.2016
Exit mobile version