Site icon Turkish Forum

Teravih dayatması ve camilerdeki konuşma yasağı

kabede ebabil

Bir facebook arkadaşım muhtemelen görüş açıklama konusu bulmakta zorlandığından “Teravih Namazı”nı kendisine dert edinmiş ve şöyle bir yorum yapmış sayfasında:

“Bilgisayarımı açtım, sayfamda karşıma çıkan ilk Cümle -Ne düşünüyorsun?- oldu. Ne düşündüğümü söyleyeyim: 1500 yıldır her yıl Ramazan ayında 2,4 veya 8 rekat da bir selam vermek suretiyle kılınan TERAVİH NAMAZI ile ilgili ne oldu da 2 yıldır Türkiye genelinde 2 rekatta bir selam vermek suretiyle kılınacağı şeklinde bir DAYATMAYA gidildi. Yeni bir ayet gelmediğine göre, yeni bir hadis ortaya çıkmadığına göre nedir bunun dayanağı? Buna bir Diyanet yetkilisinin cevap vermesini bekliyorum. Kıldığımız namazın rekatını sayamıyoruz, öyle olunca da kıldığımız namazın huzurunu yakalayamıyoruz. Madem öyle imam cemaate sorsun kaç rekatta bir selam verelim diye. Aha da bu akşam Diyanetin Teravih Namazında sırf iki rekatta bir selam verme DAYATMASI yüzünden cemaat ile imam arasında itilaf çıktı. Buyurun çıkın işin içinden.”

Eski bir Diyanet çalışanı olarak, kendime vazife bildim ve bu arkadaşın sorusuna şöyle cevap verdim:

“Teravihler, Ramazan’dan Ramazan’a Müslümanlığını hatırlayıp namaz kılmaya başlayan ve böylece kısa yoldan cennete gitmeyi garantilemek isteyen uyanıklar için ‘madem öyle gel böyle’ türünden getirilmiş bir cezadır aslında! Onların burunlarını sürçmeyi ve sair zamanlarda kılmadıkları namazları zorla edâ ettirmeyi amaçlamaktadır! Yılın 11 ayında yat yat, Ramazan gelince fırsattan istifade bir ay süreyle yoğun bir ibadet dönemi geçirerek işi bitir! Yok öyle yağma! Mızmızlanmaya hiç gerek yok, kılacaksın kardeşim! Cenneti elde etmek ve Kur’an’ın tabiriyle ‘TOMURCUK MEMELİ” bakire huri kızlarına(1) kavuşmak o kadar kolay mı sanıyorsun sen.” 

Bunlar birer espriydi elbette. Yani sosyal medya geyiği türünden birer Ramazan şakası diyelim. Zaten bunların espri olduğunu da ekledim yorumun altına. Gelin görün ki; arkadaşımızın değindiği konu hiç de yabana atılır türden bir konu değildir. Çünkü bize göre de Teravih namazları, artık namaz olmaktan çıkıp, cami görevlilerinin maharetine bağlı olarak ya bir işkence aracı ya da birer zikir ayini haline getirilmiş bulunmaktadır günümüzde. Ayrıca Teravih namazları, özellikle “Selâtin Camii” de dinilen büyük camilerde mevlithanların seslerini tanıtma ve pazarlama vasıtası da yapılmaya başlanmıştır. Kimi imamlar gereğinden hızlı kıldırarak yaşlı cemaat için, kimileri de gereğinden fazla uzatarak gençler için Teravih namazını birer işkence aracı haline getirmiş bulunmaktalar. Arkadaşımızın dediğine bakılırsa; anlaşılan son iki yıldır, iki rekatta bir selam verme zorunluluğu getirilerek tam bir işkence halini almış bulunmaktadır Teravih Namazı. Öyle ya; Türkiye’de bütün camiler Kocatepe, Sultanahmet, Süleymaniye, Selimiye gibi güzel sesli imam ve müezzinlerin istihdam edildiği camiler değil ki, cemaat kılınan namazdan zevk alsın, manevi haz duysun.

Kim ne der bilmem, derlerse de umurumda değil zaten, ancak bize göre; namazların camilerde kalabalık cemaatlerle uzun uzun kılınmasının, vakit üstüne vakit, rekat üstüne rekat eklenmesinin en önemli sebebi, Müslümanları düşünmekten, akıl yürütmekten ve dünyada olan bitenden haberdar olmaktan alıkoymaya matuftur! Müslümanların, devletin yanlış uygulamalarını sorgulamalarını ve devlet idarecilerinin hatalarının farkına varıp, onları tenkit etmelerinin ve onlara karşı başkaldırmalarının önüne geçmeye çalışmaktır. Bu sebeple Müslümanlar, camilerde ne kadar uzun süre tutulurlarsa ve abuk sabuk bilgilerle kafaları ne kadar çok şişirilirse o kadar faydalıdır siyasi iktidarlar için.

Zaten Teravih Namazı’nın camilerde cemaatle topluca kılınması uygulaması da Hz. Peygamber sonrası dönemlerde, yani dinin siyaset aracı yapılmaya başladığı dönemlerde ihdas edilmiştir. Allah bilir, muhtemelen bizatihi Teravih Namazı’nın kendisi de Hz. Peygamber sonrası dönemlerde ihdas edilmiş olmalıdır! Tıpkı kandiller gibi. Ancak bu konuda Hz. Peygamber’e isnat edilen hadisler bazı vardır. Bu sebeple biz, uzmanlık alanımız olmayan bu konuda yine de haddimizi aşmak istemeyiz.

Öte yandan, Cuma Namazı dışındaki vakit namazlarının camilerde cemaatle kılınmasına yönelik bir hüküm de galiba bulunmuyor Kur’an’da(2). Bu konudaki literatür, daha çok hadis kaynaklıdır.

Bu gerçek ortada dururken, yani farz olan vakit namazlarının bile camilerde cemaatle kılınması zorunluluğu yok iken, sünnet olan ve tamamen hadis kaynaklı bir namaz olan Teravih Namazı’nın camilerde cemaatle uzun uzun, iki rekatta bir selam verilerek, aralara ilahi ve kasideler serpiştirilerek kılınması tamamıyla bidattır. İslam’dan olmayan, ancak İslam’dan bir parçaymış gibi sunulan uydurmalardır.

Farz olan vakit namazlarını sürekli kılan bir Müslüman’ın, Teravih Namazı’nı ve bu namazın camide kılınıp kılınmamasını ya da kaç rekatta selam verilmesini sorgulamakla bir ilgisi ve sıkıntısı olmamalı diye düşünüyorum. Unutmayınız ki; vakit namazları ayet kaynaklıdır, farzdır ve yılın 365 gününde kılınmak zorundadır. Teravih ise sünnet kaynaklıdır (ve kimilerine göre “Sünnet-i Müekkede” olmakla) kılma zorunluluğu bulunsa da, vakit namazları çapında kuvvetli delillere dayanmamaktadır. Öte yandan, Hz. Peygamber bir hadisinde “İbadetin az da olsa sürekli yapılanı makbuldür” demiştir. 365 güne ve 24 saate serpiştirilmekle eda edilmesi son derece kolay ve farz olan vakit namazları yerine, 30 güne sıkıştırılan 600 rekâtlık bir namazı kılarak hem kendinizi fazladan yormuş oluyorsunuz, hem de cennet hayaliyle kendinizi boş yere avutmuş oluyorsunuz. Şunu da belirtelim ki; Hz. Peygamber’in Teravih Namazı’nı sürekli 20 rekat olarak ve sürekli camide kılmadığına ilişkin rivayetler de bulunmaktadır hadis kitaplarında. Bu rivayet de, en azından Teravih Namazı’nın sünnetliğine delalet eden diğer rivayetler kadar güçlü ve sıhhatli olmalıdır diye düşünüyorum.

Dolayısıyla; bu namazı 20 rekat ve mutlaka camide cemaatle kılmak gibi bir mecburiyet yoktur. Düşünmeyi unutmuş, aklını rafa kaldırmış, beynini kiraya vermiş Müslüman toplumları için bu tür uygulamalar ve bu tür iktidarlar çok bile!

Camilerdeki Konuşma Yasağı 

Bilindiği gibi, günümüzün cami kültüründe ve cami adabında cemaatin camilerde konuşması fiilen yasaklanmış bulunmaktadır. Camide konuşma yetkisi, sadece imama, müezzine ve varsa bir de vaize verilmiştir. Kazara cemaatten biri ağzını açıp konuşacak olsa, cami görevlilerinden önce cemaat susturur onu. Israr ederse dayak bile yiyebilir cemaatten. Çünkü yobaza öyle öğretilmiştir; camide konuşulmaz!

Bu yüzden olacak: bizim mahallenin camisinde bulunan bütün sütunlarda istisnasız “LÜTFEN KONUŞMAYINIZ” levhaları asılıdır. Dün Cuma Namazı’nı kılarken gözüme ilişti; önümdeki sütunda bulunan levhadaki “LÜTFEN KONUŞMAYINIZ” şeklindeki nehiy, yani yasaklama, “LÜTFEN KONUŞUNUZ” şeklindeki bir emre veya ricaya dönüşmüştü! Daha doğrusu benim gibi kafası atan adamın birisi levhadaki “KONUŞMAYINIZ” kelimesinin, “MAYINIZ” kısmının üzerine kalemle tek çizgi çizerek altına “UNUZ” eklemiş. Bu durumda “LÜTFEN KONUŞMAYINIZ” sözü olmuş “LÜTFEN KONUŞUNUZ”.

Doğrusu da budur zaten. Camiler, konuşup anlaşma, sıkıntıları ve problemleri paylaşma, Müslümanların sorunlarına çözüm üretme, bilgi ve görüş alışverişinde bulunma alanlarıdır. Günümüzün meşhur tabiriyle söyleyecek olursak; bir tür sosyalleşme ve birbirleriyle sosyal ilişkiler kurma alanıdır. Arapça “cami” kelimesi, Türkçemizde “toplanma yeri” ya da “toplayan” gibi anlamlara gelir. Sadece namaz kılınan yerler ise daha çok “Mescit” yani “secde yapılan yer” olarak isimlendirilmektedir. Siz kalkar da camileri mescit haline getirirseniz, ortaya işte böyle garip bir durum çıkar. Yani konuşma yasağı gibi durumlar demek itiyoruz. Camilerdeki konuşma yasağı olsa olsa sadece namaz kılarken geçerli olan bir yasak olmalıdır. Uyarı levhalarında böyle bir ayrıntı olmayınca, söz konusu yasak umumi bir hal gibi algılanmaktadır.

Bazı bağnaz din adamları daha da ileri giderek bu levhaları “CAMİDE DÜNYA KELAMI KONUŞMAYINIZ” şeklinde yazdırıyorlar. Oysa bile göre; camilerde, ayrışmalara ve kırıcı tartışmalara sebep olabileceği için sebep günlük siyaset ve edep dışı lakırdılar dışında kalan bütün konular konuşulabilir ve tartışılabilir. Çünkü Hz. Peygamber döneminde camiler (mescitler) sadece namaz kılma alanı değildi. Dünya ve ahrete yönelik sohbet ve ilim öğrenmenin dışında bazı özel günlerde ağır başlı eğlenceler bile tertip edilebiliyordu Peygamberin mescidinde. Bir keresinde Hz. Ömer, mescitte eğlence tertip eden Müslümanlara kızmış ve onları susturmak istemiş, ancak Hz. Peygamber derhal müdahale ederek; “Ya Ömer dokunma onlara. Bu günler bayram günleridir. Gönüllerince eğlensinler” buyurmuştur.

Yine o dönemde vaaz ve hutbeler, tek tabanca usulü, yani sadece vaizini veya hatibin tek taraflı olarak konuşup, diğer insanların dinlemesi şeklinde verilmiyordu. Minberde hutbeyi veren Hz. Peygamberle ashap karşılıklı olarak konuşuyor ve hutbeler bir münazara şeklinde geçiyordu. Cemaat, minberdeki Peygambere soru sorabiliyor O da anında cevap veriyordu. Bir keresinde Hz. Peygamber minberde hutbe okurken mescitten içeri iki küçük çocuk girmişti. Çocuklar cemaatin arasından sürçe dolaşa minberin dibine kadar gelince Hz. Peygamber hutbeyi yarıda keserek aşağı indi ve iki küçük çocuğu omuzlarına alarak tekrar minbere çıktı ve hutbeyi öyle tamamladı. Çünkü o iki küçük çocuk torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin idiler. Bugün kürsüdeki vaizin, minberdeki hatibin, vaazı veya hutbeyi kesip aşağı inmesi ne mümkün? Zinhar yasaktır! Ani bir hareketle çocukları camiden attırması da olasıdır!

Hutbenin bu şekilde, yani gerektiğinde cemaatle münazara, karşılıklı soru-cevap şeklinde verilmesi usulü, dört büyük halife zamanında da devam ettirilmiştir. Bir keresinde Halife Hz. Ömer, minberde hutbesini irad ederken cemaate; “Ey cemaat, ola ki bir gün Halife Ömer’in yanlış yaptığını ve doğru yoldan çıktığını görürseniz nasıl muamele edersiniz?” diye sorunca, cemaat ellerini bellerindeki kılıçlarına atarak; “Seni bunlarla doğru yola sokarız ya Ömer!” diye cevap verdiler.

Umum ulemaya göre; Cuma Namazı’nın bugünkü kılınış şekli ve hutbelerin veriliş biçimi, Emeviler döneminde belirlenmiştir. Dahası o dönemde, hutbeler verilirken Hz. Peygamber’in ailesi olan “Ehl-i Beyt” hakkında beddualar yapılıyor ve türlü türlü hakaretler ediliyor, cemaat de bu beddualara “âmin” diyordu. Bugün ise gerek vaazlarda, gerekse hutbelerde sadece Hz. Peygamber’e, O’nun ehli Beytine ve Hz. İbrahim’e varıncaya kadar O’nun ecdadına değil, dört büyük halifeye, ashabına ve ashaptan sonra gelen ilk iki nesle (Tabiûn ve Tebai Tabiûn) ve müçtehitlere (İslam adına içtihatlarda bulunan, hüküm çıkaran alimler) de dua edilmekte ve cemaat de bu dualara “amin” demektedir. Yani, özellikle hutbelerin veriliş şekli sık sık değiştirilmektedir.

Bu itibarla; camilerde o denli sıkı yasaklar, hele hele konuşma yasakları getirmeye gerek yoktur. Cumhurbaşkanının, camileri iyiden iyiye miting meydanına çevirdiği günümüzde, bırakın da Müslüman ahali de hiç değilse camilerde derdini paylaşsın diğer Müslümanlarla. Belki de çözümü orada bulacaktır Müslüman…

_____________

1-bkz. Kur’an-ı Kerim, Nebe Sûresi, 78/33.

2-bkz. Kur’an-ı Kerim, Cuma Sûresi, 62/9.

Exit mobile version