Site icon Turkish Forum

Türkiye Bölünüyor: Kuruyan Göller İle Ülkenin Bir Kısmı Kaybediliyor!

Türkiye Bölünüyor: Kuruyan Göller İle Ülkenin Bir Kısmı Kaybediliyor! Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA alakaya@yahoo.com
 “Medeniyet, Şehir ve Üniversite” başlıklı Konya Sempozyumu bir yönüyle ilkler arasındaki yerini aldı. Bir üniversitenin bulunduğu ili, tarihi, kültürel altyapısı, sosyo-ekonomik boyutlarıyla sempozyum konusu yapması sözkonusu ise Konya en başarılı Anadolu şehridir. Medeniyet, şehirleri; şehirler, medeniyeti oluşturur. Üniversite veya eğitim kurumları ise bu sürecin beyni durumundadır.</p>
Üniversitelerin “bilimi, bilim için üretmesi” aşaması çoktan geçildi. Üniversite sayılarının artmasıyla birlikte ülkemizde her çocuk bir üniversiteye girebilmek hayaliyle ilköğretimden liseye eğitimini programlamaktadır. Bu durumda akademik camiayı büyük sorumluluklar ve görevler beklemektedir. Her bilim alanının kendisini teorik ve uygulama bakımdan geliştirmesi, yenilemesi, yeniden üretmesi yanında toplum ve ülkenin sorunlarını öncelikle görmesi, çözüm yolları araştırması, bulması gerekmektedir.
Konya açısından başta Tuz gölü olmak üzere Akşehir, Ereğli, Hotamış, Meke gibi nice göller yok olmak üzereler. Bu göllerin bir kısmının suyu bitmek üzere, bir kısmının yarısı veya önemli bir kısmı kurumuş durumda. İşin korkunç tarafı ise bu geniş coğrafyada onlarca gölün son 20 yılda buharlaştığını izleyen halk, yöneticiler, sivil toplum kuruluşları ile akademik camia bu süreci âdetâ kanıksamıştır. Mavi kanaldan bölgeye akıtılacak su bazıları için yalancı teselli kaynağıdır. Hesap kitap ehli ise bu su ile çölleşmenin önlenemeyeceğini fısıldamaktadırlar. Bununla birlikte gereken tedbirin telaffuzundan kaçınılmaktadır. Bu aşamada bütün bölümleriyle akademik camianın sorumluluğu gündeme gelmektedir.
İrili ufaklı bu göllerimizin kuruması sadece bu güzel beldemizin hatta Konya’yı da içine alan İç Anadolu’nun problemi değildir. Bir nesil sonraya randevu vermiş olan çölleşme bütün Türkiye’yi etkileyecektir. Bugün kurumuş olan göllerde daha kırk yıl önce 10 kilo ağırlığında balıklar tutulmakta olup yüzlerce köyün geçim kaynağı balıkçılık idi. Bu göller civarında yaşayan başta flamingolar olmak üzere yüzlerce kuş türü artık görülmez olmuştur. Ülkenin bu kısmının çölleşmesi, aslında yok olması, bir anlamda bölünmesi demektir.
Göller çekilirken dağlardan gelen çayların da suyu kuruma sürecine girmiştir. Bu cümleden olarak mesela Kızılırmak da çekilmeye başlamıştır. Bu çapta kurumanın daha ne gibi sürpriz sonuçları olacağını bugünden kimse tahmin edememektedir. Belirtmek gerekir ki bütün bu kuruma sürecinin küresel ısınma ile ilgisi olmayıp sebep ayan beyan ortadadır. Tarımsal sulama için açılan on binlerce kuyu gölleri besleyen dip suları çekmiş ve göller kurumuştur. Kuyulardan çıkarılan sular sayesinde halk daha müreffeh hale gelmiştir. Ancak her yıl kuyuların birkaç metre daha derine inmesi gerekmektedir. Şu soruyu sormak kimsenin işine gelmemektedir: Bu kuyular nereye kadar derinleşecek? Nereye kadar günü kurtarmak?
Çevre konusu, insan hakları gibi bir devletin iç sorunu olmaktan çıkmıştır. Yapılan sözleşmeler ve yaptırımlar henüz “yumuşak hukuk” aşamasında olmakla birlikte farkındalık oluşturmak ve tehlike konusunda halkı bilinçlendirerek hedefe ulaşmada belirli bir başarı sağlanmıştır.
Sorunun öncelikle belirlenmesi, siyasi polemiğe meydan verilmeksizin partilerüstü bir anlayışla tehlikenin tespit edilmesi gerekmektedir. Çözüm yolunda ise sorumluluk sadece Çevre Mühendisliği bölümleri veya DSİ’nin omuzlarında kalmamalıdır. Çünkü bu çapta bir tehlikeye karşı halkın bilinçlendirilmesi, uluslararası örgütlerden çeşitli aşamalarda destek alınması, çıkarları zedelenecek olan kesimlerin yalnız bırakılmaması önemlidir.
Felaketin sebeplerinin ortadan kaldırılmasından başka çaresi yoktur. Tarımsal sulama için kuyu açılmasının yasaklanması ve mevcut kuyuların derhal kapatılması gerekmektedir. Bugün daha çok kazanmak için 20 yıl sonrasını yok etmek, çocuklarımıza çölleşmiş bir belde bırakmak akıl kârı değildir. Kuyuların belirli bir derinliği geçmemesi yönündeki düzenlemeler bir süre uygulandığı halde, çıkar çevreleri bunun kaldırılmasını başardılar ki bu ülkemiz için ayıptır. Kuyuların kapatılmasıyla halkın refah seviyesi azalacaktır. Ancak bu kuyular devam ettiği takdirde bölge ve halkı yok olacaktır, bir medeniyet kuruyacaktır. Başta Mısır olmak üzere birçok örneklerde olduğu gibi.
Hemen belirtelim ki bu bölgenin susuz tarım imkânı da bulunmaktadır. Mavi Tünel ile gelecek su, tarımsal sulamada çığır açacaktır. Ancak Mavi Tüneli veya sonuçlarını beklemeden kuyuların kapatılması, göllerin, çayların, çevrenin yavaş yavaş eski haline dönmesi ile halk için çok daha sağlıklı geçim yolları ortaya çıkacaktır.
Avrupa Uzay Ajansı, on yıl öncesinden 500 milyon kilometrelik yolculuğu milimetrik hesaplarla planlarken arkada güçlü ve hesap soran bir kamuoyu olduğunu unutmayalım. Bu anlamda gerçek sivil toplum kuruluşları, halkın ve ülkenin menfaatlerini, gerçeklerini geçmişi ve geleceği ile kucaklamak zorundadır. Sadece günlük politikaların kuklası durumundaki medya ve sivil toplum kuruluşlarının birçok konuda olduğu gibi Konya göllerinin kurumasında da sorumluluğu vardır. Bunun telafisinde görevleri olduğu gibi.
Bu bölgede 20 yıl sonrayı görmek için 20 yıl önceye bakmak kâfidir. Bu durumda ülkemizin önemli bir kısmını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bir bakıma ülkemiz bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu gidiş, terör ve dış güçlerin Türkiye’den kendi hesaplarına göre toprak koparma hesaplarından daha az tehlikeli değildir.
Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Sanat Tasarım Fakültesi ve diğer kurumlarının Konya Sempozyumu vesilesiyle verdiği fırsat takdire şâyândır. Tehlikeye karşı halkı bilinçlendirmek ve gerekli tedbirleri almak konusunda bu iki birim ile her bölümün, belediye, medya ve sivil toplum kuruluşlarının omuzlarında büyük yük bulunmaktadır.
Öncevatan, 18 Kasım 2014
alaeddin.yalcinkaya@marmara.edu.tr - TurkiyeHalki

Türkiye Bölünüyor: Kuruyan Göller İle Ülkenin Bir Kısmı Kaybediliyor!

Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA alakaya@yahoo.com
 “Medeniyet, Şehir ve Üniversite” başlıklı Konya Sempozyumu bir yönüyle ilkler arasındaki yerini aldı. Bir üniversitenin bulunduğu ili, tarihi, kültürel altyapısı, sosyo-ekonomik boyutlarıyla sempozyum konusu yapması sözkonusu ise Konya en başarılı Anadolu şehridir. Medeniyet, şehirleri; şehirler, medeniyeti oluşturur. Üniversite veya eğitim kurumları ise bu sürecin beyni durumundadır.
Üniversitelerin “bilimi, bilim için üretmesi” aşaması çoktan geçildi. Üniversite sayılarının artmasıyla birlikte ülkemizde her çocuk bir üniversiteye girebilmek hayaliyle ilköğretimden liseye eğitimini programlamaktadır. Bu durumda akademik camiayı büyük sorumluluklar ve görevler beklemektedir. Her bilim alanının kendisini teorik ve uygulama bakımdan geliştirmesi, yenilemesi, yeniden üretmesi yanında toplum ve ülkenin sorunlarını öncelikle görmesi, çözüm yolları araştırması, bulması gerekmektedir.
Konya açısından başta Tuz gölü olmak üzere Akşehir, Ereğli, Hotamış, Meke gibi nice göller yok olmak üzereler. Bu göllerin bir kısmının suyu bitmek üzere, bir kısmının yarısı veya önemli bir kısmı kurumuş durumda. İşin korkunç tarafı ise bu geniş coğrafyada onlarca gölün son 20 yılda buharlaştığını izleyen halk, yöneticiler, sivil toplum kuruluşları ile akademik camia bu süreci âdetâ kanıksamıştır. Mavi kanaldan bölgeye akıtılacak su bazıları için yalancı teselli kaynağıdır. Hesap kitap ehli ise bu su ile çölleşmenin önlenemeyeceğini fısıldamaktadırlar. Bununla birlikte gereken tedbirin telaffuzundan kaçınılmaktadır. Bu aşamada bütün bölümleriyle akademik camianın sorumluluğu gündeme gelmektedir.
İrili ufaklı bu göllerimizin kuruması sadece bu güzel beldemizin hatta Konya’yı da içine alan İç Anadolu’nun problemi değildir. Bir nesil sonraya randevu vermiş olan çölleşme bütün Türkiye’yi etkileyecektir. Bugün kurumuş olan göllerde daha kırk yıl önce 10 kilo ağırlığında balıklar tutulmakta olup yüzlerce köyün geçim kaynağı balıkçılık idi. Bu göller civarında yaşayan başta flamingolar olmak üzere yüzlerce kuş türü artık görülmez olmuştur. Ülkenin bu kısmının çölleşmesi, aslında yok olması, bir anlamda bölünmesi demektir.
Göller çekilirken dağlardan gelen çayların da suyu kuruma sürecine girmiştir. Bu cümleden olarak mesela Kızılırmak da çekilmeye başlamıştır. Bu çapta kurumanın daha ne gibi sürpriz sonuçları olacağını bugünden kimse tahmin edememektedir. Belirtmek gerekir ki bütün bu kuruma sürecinin küresel ısınma ile ilgisi olmayıp sebep ayan beyan ortadadır. Tarımsal sulama için açılan on binlerce kuyu gölleri besleyen dip suları çekmiş ve göller kurumuştur. Kuyulardan çıkarılan sular sayesinde halk daha müreffeh hale gelmiştir. Ancak her yıl kuyuların birkaç metre daha derine inmesi gerekmektedir. Şu soruyu sormak kimsenin işine gelmemektedir: Bu kuyular nereye kadar derinleşecek? Nereye kadar günü kurtarmak?
Çevre konusu, insan hakları gibi bir devletin iç sorunu olmaktan çıkmıştır. Yapılan sözleşmeler ve yaptırımlar henüz “yumuşak hukuk” aşamasında olmakla birlikte farkındalık oluşturmak ve tehlike konusunda halkı bilinçlendirerek hedefe ulaşmada belirli bir başarı sağlanmıştır.
Sorunun öncelikle belirlenmesi, siyasi polemiğe meydan verilmeksizin partilerüstü bir anlayışla tehlikenin tespit edilmesi gerekmektedir. Çözüm yolunda ise sorumluluk sadece Çevre Mühendisliği bölümleri veya DSİ’nin omuzlarında kalmamalıdır. Çünkü bu çapta bir tehlikeye karşı halkın bilinçlendirilmesi, uluslararası örgütlerden çeşitli aşamalarda destek alınması, çıkarları zedelenecek olan kesimlerin yalnız bırakılmaması önemlidir.
Felaketin sebeplerinin ortadan kaldırılmasından başka çaresi yoktur. Tarımsal sulama için kuyu açılmasının yasaklanması ve mevcut kuyuların derhal kapatılması gerekmektedir. Bugün daha çok kazanmak için 20 yıl sonrasını yok etmek, çocuklarımıza çölleşmiş bir belde bırakmak akıl kârı değildir. Kuyuların belirli bir derinliği geçmemesi yönündeki düzenlemeler bir süre uygulandığı halde, çıkar çevreleri bunun kaldırılmasını başardılar ki bu ülkemiz için ayıptır. Kuyuların kapatılmasıyla halkın refah seviyesi azalacaktır. Ancak bu kuyular devam ettiği takdirde bölge ve halkı yok olacaktır, bir medeniyet kuruyacaktır. Başta Mısır olmak üzere birçok örneklerde olduğu gibi.
Hemen belirtelim ki bu bölgenin susuz tarım imkânı da bulunmaktadır. Mavi Tünel ile gelecek su, tarımsal sulamada çığır açacaktır. Ancak Mavi Tüneli veya sonuçlarını beklemeden kuyuların kapatılması, göllerin, çayların, çevrenin yavaş yavaş eski haline dönmesi ile halk için çok daha sağlıklı geçim yolları ortaya çıkacaktır.
Avrupa Uzay Ajansı, on yıl öncesinden 500 milyon kilometrelik yolculuğu milimetrik hesaplarla planlarken arkada güçlü ve hesap soran bir kamuoyu olduğunu unutmayalım. Bu anlamda gerçek sivil toplum kuruluşları, halkın ve ülkenin menfaatlerini, gerçeklerini geçmişi ve geleceği ile kucaklamak zorundadır. Sadece günlük politikaların kuklası durumundaki medya ve sivil toplum kuruluşlarının birçok konuda olduğu gibi Konya göllerinin kurumasında da sorumluluğu vardır. Bunun telafisinde görevleri olduğu gibi.
Bu bölgede 20 yıl sonrayı görmek için 20 yıl önceye bakmak kâfidir. Bu durumda ülkemizin önemli bir kısmını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bir bakıma ülkemiz bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu gidiş, terör ve dış güçlerin Türkiye’den kendi hesaplarına göre toprak koparma hesaplarından daha az tehlikeli değildir.
Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Sanat Tasarım Fakültesi ve diğer kurumlarının Konya Sempozyumu vesilesiyle verdiği fırsat takdire şâyândır. Tehlikeye karşı halkı bilinçlendirmek ve gerekli tedbirleri almak konusunda bu iki birim ile her bölümün, belediye, medya ve sivil toplum kuruluşlarının omuzlarında büyük yük bulunmaktadır.
Öncevatan, 18 Kasım 2014
alaeddin.yalcinkaya@marmara.edu.tr
Exit mobile version