Site icon Turkish Forum

MAUSSOLLEION

Antik çağ yazarlarının belirttiği ve Dünya’nın Yedi Harikası olarak bilinen eserlerden sadece bir tanesi, Piramitler günümüze kadar sağlam ayakta kalabilmişlerdir.

Antik çağ yazarlarının belirttiği ve Dünya'nın Yedi Harikası olarak bilinen eserlerden sadece bir tanesi, Piramitler günümüze kadar sağlam ayakta kalabilmişlerdir. - mausol1Yedi Harika dediğimiz bu eserler; Mısır’daki Piramitler (Keops, Kefren ve Mikerinos), Babil’in Asma Bahçeleri, Rodos Limanındaki devasa Apollon heykeli, Olympia Zeus mabedinin içindeki Zeus heykeli, İskenderiye Feneri, Ephesos Artemis Mabedi ve Halikarnassos’daki Mausselleion (anıtsal mezar) dur. Anadolu toprakları bu yedi harikadan ikisine sahiptir.

Roma’lı tarihçi Strabon’un (doğum yeri Amasya) anlattığına göre Halikarnassos şehri yani bugünkü Bodrum, Peleponnes (Mora) yarımadasının doğusunda yer alan Treozen’den Antes isimli bir liderin komutasında gelen Dor’lar tarafından kurulmuştur. Kuruluş tarihi M.Ö. 1200 lerde meydana gelen büyük göçlerden sonraki bir tarihe, muhtemelen M.Ö. 1000 yıllarına rastlar.

M.Ö. 546 yılında Persler Yunanistan’a doğru ilerlediklerinde önce Anadolu’yu ele geçirdiler  ve sonra Ege kıyılarındaki sahil şehirlerinin üzerine yürüdüler. Tabii ki sonunda Halikarnassos da Pers hakimiyetini kabul etti. Bu tarihten 60 yıl sonra Halikarnassos’un içinde bulunduğu Karia bölgesi Pers’lerin atadığı ve Satrap denilen bir vali tarafından yönetilmeye başlandı.

M.Ö. 377’de Karia’nın başına Satrap olarak Maussollos geçti. Maussollos’un ilk işi ülkenin başkentini Mylasa’dan Halikarnassos’a taşımak oldu ve kenti yeniden inşa etti. Ancak kentin nüfusu az olduğundan yarımada üzerindeki 8 Leleg kentinin halklarını Myndos hariç Halikarnassos’a göçe zorladı. Maussollos muhtemelen Mısır Piramitler’inden etkilenerek kendisine anıtsal bir mezar inşa ettirmeye başladı. Anıtın ölçüleri eskiçağ standartlarına göre öyle büyük, heykeltıraşlık süslemeleri öyle çoktu ki, kısa zamanda dünyanın yedi harikasından biri sayılmaya başladı.

Roma döneminde, Mausselleion sözcüğü her büyük mezar için kullanılan genel bir kavram haline geldi ve öylece günümüze dek devam etti. Mezar Anıt’ının M.Ö. 353 yılında ölümünden sonra Maussollos’un yerine geçen karısı ve aynı zamanda kız kardeşi olan II.Artemisia’nın çalışmalara hız vererek tamamlanmasına çalıştığı antik yazarlarca söylenir. Ne var ki o da iki yıl sonra ölür. Antik yazarlar, siparişi veren Satrapların ölmelerine rağmen sanatkarların hiç bir ücret talep etmeksizin yapıyı bitirdiklerini yazarlar.

Mezar anıtının yapımında mimar olarak Pytheos ve Satyros, heykeltıraş olarak da doğu tarafta Skopas, güney tarafta Timetheos, batı tarafta Leochares ve kuzey tarafta Bryaxis çalışmışlardır. Mezar anıtı 33×39 metre dört köşe bir kaide üzerine oturan ve 36 adet İon sütunla çevrili bir Cella ve bunun üzerinde yükselen 24 basamaklı, piramit şekilli bir çatı ve en üstte duran Quadriga’dan (antik çağlarda 4 atın çektiği savaş arabasına verilen ad) oluşmaktadır. Quadriga’nın içerisinde muhtemelen Maussollos ve karısı Artemisia’nın ayakta durur heykelleri vardı ve bunu mimar Pytheos yapmıştı. Cella sütunlarının arasında heykeller vardı ve kaide kısmında ise iki sıra halinde Amazonlar ile Yunanlıların savaşlarını anlatan kabartmalar yer almaktaydı. Yapının tüm yüksekliği   49 metre idi. Tarihçi Plinius bunun tam 150 İon ayağı  (antik bir uzunluk birimi) olduğunu yazar. Antik yazarların, mezar anıtını yaptıran kişinin adına istinaden Mausselleion adını verdikleri bu yapı, bildiğimiz kadarıyla M.S. 6. yüzyılda anadolu’yu sallayan büyük bir zelzelede yerle bir olmuştur. Bu anıt mezar o kadar görkemliydi ki, Büyük İskender Halikarnassos’u aldığında şehri talan etmesine rağmen ona dokunmadı.

Roma’lı yazar Lukianos, “Ölü Diyalogları” adlı eserinde (24,I) kinist filozof Diogenes’i Maussollos ile konuşturur. Diogenes sorar; “Söyle Karia’lı, neden böyle kibirlisin ve neden diğerlerinden fazla bir onurlandırılmayı bekliyorsun?”

Şöyle cevap verir Maussollos; “Halikarnassos’da başka hiçbir ölümlünün sahip olmadığı gayet büyük bir mezar anıtım var. İnsanoğlunun hiçbir mabette görmeyeceği güzellikte, kaliteli mermerden ve itinalı bir şekilde yapılmış, atlar ve insan heykelleri ile süslü. inana bana bununla övünmek şimdi benim hakkım değil mi?”
Aslında bununla övünmek hepimizin hakkı ama ne yazık ki bunun için İngiltere’ye, Londra’ya gitmemiz gerekiyor.

1402 yılında Yıldırım Bayezit Ankara Savaşında Timurlenk’e yenilince Anadolu toprakları Moğollar’ın eline geçer. Moğollar, İzmir’de kaleleri bulunan Rodos Şövalyeleri’ni de buradan kovarlar. Onlar da daha güneye inerek Menteşe Beyliğinin toprakları içerisindeki ve o zamanki ismi Mesi olan küçük bir sahil kasabasında yani Bodrum’da bir Kale yapmak için izin alırlar. Şövalyeler antik çağda  Zephyrion adı verilen ve limanın hemen solunda yer alan ve üzerinde eski bir Türk Kalesi bulunan yarımada(!) da karargahlarını kurarlar. Sonraki yıllarda Türkler’in saldırılarından korunmak için Kaleyi yeniden inşa etmeye karar verirler ve 1404 yılında Heinrich Schlagerholdt isimli Kale komutanı ( ki aynı zamanda Kalenin mimarıdır) inşaata başlar. Kale inşaatı için gerekli olan malzeme civarda bol miktarda mevcuttur, etrafta bir sürü yıkık antik yapı vardır. Özellikle Kalenin duvarlarını, Maussolleion’un kaide kısmında kullanılmış olan yeşil renkli volkanik bloklar ile yaparlar. buldukları heykel ve kabartmaları da duvarların içine süs olarak koymuşlardır. Sur duvarlarının yapımında ihtiyaçları olan kireç mezar anıtının mermer mimari parçalarını kullanırlar. Zira biliniyordu ki, mermer yakılınca kireç haline gelir. Anıtın bulunduğu alanda yapı taşları ve mimari parçalar kaldırılıp alan genişledikçe ortaya kabartmalarla süslü bir mekan çıkar. bu süslü mekandan bir başka mekana, bir mezar odasına gidiliyordu. Ancak Şövalyeler buradaki kapıyı açıp içeri giremezler, zira o sırada akşam borusu çalar ve hepsi kaleye dönerler. Ne yazık ki ertesi gün geri geldiklerinde oda açılmış ve içi talan edilmiş olarak bulunur. Muhtemelen onların çalışmalarını gizlice izleyen haydutlar gece gelip mezarı soymuşlardır. Zira etrafta bazı altın kırpıntıları vardır.

1523 yılında Kanuni Sultan Süleyman bodrum’u aldıktan sonra Mausselleion kendi haline terk edildi, ta ki 1749 yılına kadar. O yıl Richard Danton, o sıralar hapishane olarak kullanılan kaleye girmeyi başarır ve girişte duvarlarda yer alan kabartmalarla heykellerin gravürünü yapar. Duvarlardaki kabartmaların Mausselleion’a ait olduğunu anlayan R.Danton, İstanbul’daki İngiliz konsolosluğu kanalı ile eserleri yerinden çıkartıp götürmek istese de buna muvaffak olamaz. Ancak 1846 yılında Sir Stratford Canning padişahtan aldığı izin ile 12 adet kabartma levhasını yerinden sökerek Londra’ya British Museum’a götürür.

Bundan dokuz yıl sonra 1855’de Charles Newton isimli bir araştırmacı Halikarnassos’da çalışmak için Osmanlı Hükümeti’nden izin alır ve 1857 yılında burada kazılara başlar. Seneler içerisinde bulduğu her heykeli ve mimari parçayı Sultan Abdülmecit’in izniyle İngiltere’ye götürür. Bugün bu muhteşem eserin bulunmuş neredeyse tüm parçalarının (bir iki parça eksiği ile) hepsi Londra’da British Museum’da sergilenmektedir. Sadece 1964 yılında Bodrum Kalesi’nin restorasyonu sırasında bulunmuş olan bir friz parçası ve 1958-1977 yılları arasında Aarhus Üniversitesi profesörlerinden Kristian Jeppesen tarafından yapılan kazılarda bulunan bazı parçalar bugün anıtın bulunduğu yerde 1982 yılında kurulan küçük müzede sergilenmektedir.

Çağlar boyunca çeşitli yazarlar ve araştırmacılar mezar anıtının tasarımlarını yapmışlardır. Ancak gerek Şövalyelerin talanı, gerekse Charles Newton’un özensiz kazıları sonucu kesin bir rekonstrüksiyonunun yapılmasını mümkün kılmamaktadır. Gerçeğe en yakın olan çalışma Kristian Jeppesen’in yapmış olduğudur.

Gönül ister ki bu anıt ve bunun gibi nice yurtdışına kaçırılmış  veya götürülmüş kültür varlıklarımız geri getirilsin ve orijinal yerlerinde kurulacak müzelerde sergilenip insanlığa sunulsun. Ancak geçmişte olduğu gibi şimdi de bu toprakların üzerinde veya altında bize emanet edilmiş kültür varlıklarını önemsemeyip onların kıymetini anlamayacak olduktan sonra nasıl koruyacağımız da bence şüphe götürür. Zira bu topraklarda bizlerden önce yaşamış olan halkların, kültürlerin bize emanet ettiği eserlerin değerini bilerek onlara sahip çıkmadığımız, onları yıkıp yok ettiğimiz sürece bu ülkenin tarih ve kültür varlıklarının talanı sürecektir.

Exit mobile version