Site icon Turkish Forum

Rusya ve İran’ın “Arap Baharı”na Sandıktan Verdiği Mesajlar…

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL - TA3 1900 2 pp3

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL

“Arap Baharı” ile demokrasi rüzgarının Batı’dan Doğu’ya doğru Kuzey Afrika ve Ortadoğu üzerinden estirildiği şu dönemde, Otokratik Blok’un önde gelen iki ülkesinde “siyasi iradeleri” halkın oyları üzerinden sandıkta meşrulaştırma girişimi olarak da kabul edilebilecek seçim süreçlerinin sonuna gelinmiş vaziyette.

Bu kapsamda, seçimlere katılmanın İslam nizamının sağlamlığı ve güvencesi olarak kabul edildiği İran’da 9. Dönem Meclis Seçimleri’nin ilk sonuçları Ruhani lider Ayetullah Ali Hamaney yanlısı “muhalif muhafazakarları” gösterirken; Rusya’daki sandıklar ise, daha açılmadan bir kez daha “danışıklı-dönüşümlü” başkanlık sürecinde-seçiminde “Çar Putin” demeye başlamış durumda.

Bu da, Doğu’ya, Doğulu Güçler’e özgü “otokratik seçim anlayışı”nın “doğal” bir sonucu olsa gerek. Dolayısı ile, önümüzdeki süreçte Doğu-Batı bağlamında yoğunluk kazanması beklenen güç mücadelesinde özellikle Doğulu düşünce yapısını biraz olsun tanımak, tanımaya çalışmak; özellikle ikisi arasında bir kafa karışıklığı görüntüsü yaşayan ve “kimlik krizine sürüklenen” Türkiye açısından oldukça büyük bir önem arz etmektedir.

***

Joseph Stalin’in tarihe mal olmuş “Oyları kimin verdiği değil, onları kimin saydığı önemlidir.” sözünü bir çoğumuz hatırlıyordur. Bu söz, aslında Doğulu anlayışı çok net bir şekilde resmetmektedir. Özellikle de seçmen-sandık-siyasi irade veya vesayet arasındaki ilişkiyi ortaya koymak açısından…

Bir diğer önemli husus ise, demokrasilerde istediğinizi söyleyip, söylenenleri yaparken; otokrasilerde sadece söylenenleri yapmanızdır. Doğulu demokrasi anlayışı ile Batılı demokrasi anlayışının kökten ayrıldığı önemli noktalardan birisi de zaten burasıdır. Birinde sistem sizi dinliyormuş gibi yapıp, sonuçta bildiğini okurken; diğerinde, şeklen bile olsa, sizi dinleme söz konusu değildir. Ne de olsa burada esas olan anlayış, devlet şekilleri ve hükümetlerin sistem açısından sadece birer araç olarak kabul edilmesidir ki, “Büyük bir devlet, parti görüşlerine göre idare olunmaz.” ve “Devlet arabasında; hükümdar arabayı idare eder, memurlar arabanın atlarıdır ve tekerlekler de halkı teşkil eder.” sözleri burada tam da yerini bulmaktadır.

Dolayısıyla, burada esas olan seçimlerin kendisi değil, seçimler üzerinden özellikle sistemin dış dünyaya verdiği, vermeye çalıştığı mesajdır.

***

Nitekim, Vladimir Putin’in seçim öncesi verdiği son beyanatlardan biri de bu tespitimizi fazlasıyla desteklemektedir.

2000 yılından bu yana doğrudan ve dolaylı yollardan iktidardaki konumunu-gücünü muhafaza eden Vladimir Putin’e yönelik dış destekli muhalif gösterilerin Arap Baharı sürecinde Avrasya bazlı toplumsal bir harekete dönüşme sinyali vermeye başladığı böylesine bir dönemde yapılan bu açıklama, bir anlamda ülkesiyle ilgili içerde ve dışarıda yapılan eleştirilere net bir cevap niteliği taşımaktadır.

“Uluslararası toplum, Rusya’nın demokratik, güvenli ve istikrarlı bir ülke olduğunu anlamalı. Yabancı ülkeler, Rusya ile eşitlik ilkesini baz alarak ortaklık kurmalı. Zaten bu yüzden biz de Avrasya Birliği’ni oluşturuyoruz. Rusya karşılıklı çıkar ve tarihi tecrübesi çerçevesinde sendikalara da açık bir ülke.” diyen Putin’in bu açıklaması ile Temmuz 2006’da G-8 Zirvesi’nde sarf ettiği, “Size dürüst olacağım. Elbette biz Irak’taki gibi bir demokrasi istemeyiz.” sözleri, Rusya’nın bugünkü demokrasi anlayışını ve önceliklerini çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Rusya, ülkesindeki seçim sürecini ve sonuçlarını kendi yakın çevre politikası başta olmak üzere, bölgesel ve küresel bazlı politikalarının dışında değerlendirmemektedir. Kuşkusuz bu husus İran açısından da geçerlidir.

***

Dolayısıyla sandıklardan çıkacak sonuç, aslında şimdiden bellidir. Burada her iki ülkedeki “sistem” de tüm dünyaya şu mesajı vermektedir: “Arap Baharı ile birlikte hız kazanan Yeni Büyük Oyun’a hazırız. Daha sert oyuncuları sahaya sürüyoruz. Hadi, buyurun…”

Diğer taraftan bu mesaja sistemin birer dişlisi olarak kabul edilen ülke kamuoylarının nasıl bir tepki-destek verdiği hususu ise, açıkçası oldukça dikkat çekici olup; tavan ile taban arasındaki yaklaşım zıtlığını çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle de, “seçimlere katılmanın İslam nizamının sağlamlığı ve güvencesi” olarak kabul edildiği İran açısından bu durum oldukça düşündürücüdür.

Genel seçimlere ülke bazında katılımın yüzde 64, başkent Tahran da ise yüzde 52 olduğu bir ortamda İran’daki rejimin ne kadar sağlam bir zemin üzerinden karşı siyaset geliştirebileceği ve bunun destek görebileceği, açıkçası şimdiden büyük bir merak konusu olmaya başlamıştır.

***

Rusya’ya gelince… Yazının kaleme alındığı şu saatlerde seçime katılım ile ilgili olarak rakamlar ortada olmamakla birlikte, bu rakamın İran’daki oranı geçmeyeceği, hatta daha da altında kalacağı öngörülmektedir. Fakat, sonuçta bu sistemin kendi işleyişi, iç mantığı ve kararlılığı açısından çok da bir anlam ifade etmemektedir.

Zaten otokratik yönetimlerin, anlayışın kaybettiği; buna karşılık demokratik güçlerin “kazandığı” nokta da burasıdır.

Peki, Türkiye tüm bu süreçlerin neresinde yer almaktadır?Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL - TA3 1900 2 pp

Exit mobile version