Site icon Turkish Forum

KIBRIS DOSYASI-2

KIBRIS DOSYASI-2
Hüseyin MÜMTAZ
İleride
kullanmak üzere dosyaladığımız Kıbrıs Temmuz’u yazılarına devam ediyoruz;
3. “Kıbrıs’ın işi kolay değil.
Son günlerde ‘su yüzüne’ çıkan bir sorunu konuşmak üzere Ekopolitik’in düzenlediği
bir toplantı. Ekopolitik’in hep yapmaya çalıştığı ve yapa yapa da yapmasını
öğrendiği, değişik bakış açıları, değişik dünya görüşleri olan kişileri bir
araya getirip tartışma konusu olan sorunu bir arada ve birbirleriyle ‘yumruklaşmadan’
konuşacakları bir ortamı hazırlamaktı amaç. Bir gece kalıp dönmem gerektiği
için toplantı bitmeden ayrıldım; nasıl bittiğini de henüz kimseyle konuşup
öğrenemedim. Ama ayrılıncaya kadar ilgiyle izlediğim, birçok şey öğrenip birçok
şey de düşündüğüm bir toplantı oldu.
Ben de toplantının sırasını izleyeyim. Yıllar öncesinden adını bildiğimiz, Kıbrıs
Türk kesiminde Dışişleri Bakanlığı yapmış Kenan Atakol vardı katılımcıların
arasında. Başka bir yerde işi olduğu için ilk sözü o aldı ve konuyu açtı. Kenan
Atakol, Rauf Denktaş’ın yakını, dolayısıyla Kıbrıs’ı Türkiye olmaksızın
düşünemeyen biridir. Zaten söze de öyle, ‘Türkiye bizim canımız, her şeyimiz’
diyerek başladı. Öyle başladıktan sonra da, adada ‘Türkiye’ niçin bir şikâyet
konusu oluyor, bunu anlattı. Anlattığı aslında oldukça basit, düz bir konu. Kıbrıs Türkleri alışık olmadıkları tipte suçlarla karşılaşıyor, bu suçların oranları
alışılmadık rakamlara çıkıyor. ‘Kim yapıyor bu işleri’ diye sorunca, cevap,
hemen hemen şaşmaz bir biçimde, Türkiye’den gelen birtakım kişiler oluyor. Nedir
‘suç’? Bayağı ciddi. Bir kere hırsızlık, evlere girip soymak, iyiden iyiye
yaygınlaşmış. Atakol, ‘Benim evim de soyuldu’ dedi. Az sonra, toplantıyı
yönlendiren Vamık Volkan kendi evinde de aynı şeyin olduğunu söyledi.Ama yalnız
soygun ya da hırsızlık değil sorun. Irza tecavüz olayları olmadık biçimde
artmış. Ve son olarak, cinayet de artmış.
Bunları dinlemek bana zaten sık sık düşündüğüm şeyleri bir daha hatırlattı: bu ülkede insanı ne kadar kötü yetiştirdiğimizi. Eğitebildiğimiz bir türlü, eğitemediğimiz bir başka türlü. Belki bütün dünyada var böyle bir gidiş. En genel nitelemeyle vicdansızlık diyeceğim bir sevgisizlik, vahşet. Ama korkarım, bizde bunun örneği çok daha fazla çıkıyor. Çünkü bizim insanlara eğitim diye verdiğimiz şeyin içinde de şiddet var... Tıka basa şiddet. Bunu eğitim sistemimize koymuşuz, çünkü insanlara Düşmana böyle yap diyoruz. Diyoruz da, kimin, ne zaman, niçin düşman olacağına o karar veriyor.
Neyse, demek ki Türkiye’de suç oranlarını biraz daha düşük tutmak için bu gibi
yeteneklere sahip yurttaşlarımızı Kıbrıs’a ihraç etmek yöntemini uyguluyoruz.
Ama belli ki Kıbrıslılar bu yöntemin sonuçlarından pek hoşnut değiller. Peki,
ne olacak? Bu gidişin bir çaresi yok mu?
Toplantıda söz alanlardan bazıları, nüfus kâğıdıyla gelen (biliyorsunuz, Kıbrıs’a gitmek
için pasaport da gerekmiyor) kişilere, bazı Avrupa ülkelerinde bize sorulduğu
gibi, ‘Neden geldin, hangi adreste kalacaksın, kaç paran var’ türünden sorular
sorulması gereğini söyledi. Bazıları, bu tip bir sorgulamanın Türkiye’den
başlayabileceğini, böylesinin daha etkili olacağını ekledi.
Bu da basit, kolay bir çözüm. Ama konuştukça, sorunların bunlardan ibaret olmadığı
görüldü. Türkiye’den Kıbrıs’a pasaport yerine nüfus kâğıdı göstererek gitme
imkânı açıldığından beri suç oranları yükselmiş. İlk akla gelen çare, ‘gelen’in
kim olduğunu daha iyi araştırmak, adres sormak, para sormak vb. Bence bunlar
iyi çözüm değil; ama akla aykırı değil, uygulayanlar var...
Peki, ‘Kıbrıslı polis’ dediğimiz adam kim? Yüzde 7’si Türkiye’den giden Türklermiş!
Olabilir, bu da sorun değil. Kimden emir alıyorlar? Kıbrıslılardan gelen cevaba
göre, orada mevzilenmiş Türk kolordusunun komutanından alıyorlarmış!Yani
KKTC’nin bir İçişleri Bakanı var, ama polisi o yönetmiyor! Bu konuyu
kurcalayınca, Kıbrıs’ta zaten hükümetin filan bir emir vermediğini, bu gibi
yetkilerin Kolordu Komutanı ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs
Büyükelçiliği’nin elinde olduğu söyleniyor.
Şimdi böyle bir durum, böyle bir ‘yapılanma’, başlı başına ciddi bir huzursuzluk,
hoşnutsuzluk, şikâyet konusu olmaz mı? Nitekim oluyor. Konu nicedir ‘şişeden
çıktı’. Bizim oraya yollanıp toplantı yapmamızın nedeni bu. Zaten sokakta
yürürken, bir yerde otururken, bu konu bir şekilde açılıyor.
Beni hava alanına götüren şoför (iyi bir adam) Türkiye’denmiş. Yol boyunca bu
konuları anlattı. O da Kıbrıslı Türklere kızıyor. ‘Bizim buraya gelip paraları
Kıbrıs dışına çıkardığımızı söylüyorlar, şikâyet ediyorlar. Kendileri ucuza,
sigortasız çalıştırmak için Rusya’dan, Kafkasya’dan gelenleri çalıştırıyorlar.
Para oralara gidiyor.’ Yani, ‘rivayet muhtelif’ laf arasında, 1996-2000
arasında işlerin iyi, ekonominin parlak olduğunu söylüyor. O parlak zamanda
kazandıklarıyla kendisinin Türkiye’de bir ev, bir de arsa aldığını ekliyor!
Bizim toplantı Kenan Atakol’un konuşmasıyla başlamıştı ve Kenan Atakol
Türklerin bazılarının varlık biçiminin haklı şikâyetlere yol açtığını
söylemişti. Konuşmalar ilerledikçe, onun verdiği örneklerin aslında sorunu
açmaktan çok örtmek eğiliminde olduğunu anladım. Çünkü o suç işleyenlerden söz etmişti.
Oysa suç işlemeyenlerle de sorun var. Konuştukça bunlar çıkıyor.
‘Ne olursa olsun, Türkiye burada kalmalı’ diyenler, ‘Bizim bu nüfusa ihtiyacımız
var’ diyerek durumu savunuyorlar. ‘En yoğun Kıbrıslı Türk nüfusu nerede yaşar?
Burada, Kıbrıs’ta mı? Londra’da mı’ diye sorduğumda Londra’da yaşadığı cevabını
aldım. Bu da -anlatılanlar çerçevesinde- şaşılacak bir durum değil.
Konuşmalar devam ediyor. Biri söz alıyor, ‘Gidin sanayi bölgelerine bakın,’ diyor; ‘iş
sahipleri, sermaye sahipleri oranı hep Türkiye’den gelenler lehine değişiyor.’ Yani
ortada birçok ekonomik olgu var. Belki en önemli değişim bu düzeyde yaşanıyor.
1974’ten bu yana kurulan düzen Türkiye’den adaya gelenler lehine çalışmış. Ama
o eski yıllarda, yetmişlerde aileleri buraya gelip yerleşmiş Türkler durumu
böyle görmüyor, böyle değerlendirmiyorlar. Onlar da ‘dışlandıklarını’
anlatıyorlar. Kıbrıslı Türklerin nerede ne kötülük olsa Türkiye’yi suçlama
yolunu seçtiklerini söylüyorlar.
Ekonomiden bu gibi konulara geçiyoruz. Kıbrıslılar, başka bir aşağılanma biçiminden
şikâyetçi. ‘Bize tembel diyorlar.’ Bu, hemen, Başbakan’ın ‘besleme’ hakaretini
gündeme getiriyor (zaten hep gündemde). ‘Besleme’den, ‘Siz zaten milliyetçi
değilsiniz. Sizin Müslümanlığınız da Müslümanlık değil’ suçlamalarına
geliyoruz. Belli ki bu iki ‘suç atfı’ Türkiye’deki iki ayrı meşrepten çıkıyor.
Biri, adım başında cami yapılmasından söz ediyor. ‘Din İşleri Başkanı’ (‘müftü’
demekmiş) böyle olmadığını, yapılanların da gene Türkiye’den gelenlerin
isteğini karşılamak için yapıldığını söylüyor. Yerleşmek üzere gelenler cami istiyor. Bir de eğlenmek üzere gelenler var tabii. Onlar da
kumarhane, otel vb. istiyor. ‘Kıbrıs ekonomisi’ diye bir şey varsa o da her
şeyden önce bu kesime bağlı olduğu için, ada böyle asalak bir ekonomiye mahkûm.
Yani sorun çok. Ciddi bir çözüm fikri, programı, çalışması yok”. (Murat
Belge. YeniDüzen. 3.7.2011) 4. “Kıbrıslı Türklerle acilen helalleşiniz.
Geçen ocak ayında Lefkoşa’daki ekonomik önlemler paketini protesto gösterisinde taşınan
bir pankartın üzerinde ‘Kurtarıldık mı? Has..r!’ yazıyordu. Bir öfke, bir
reddediş ve yabancılaşma hali yansımıştı o pankarta... O pankartın küçük bir
grup tarafından taşındığı söylenmişti. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
verdiği ağır cevap tüm Kıbrıslı Türklerin kalbini kırdı.
Türkiye Başbakanı o pankartı taşıyanlara ‘Beslemeler’ dediğinde, ‘Kurtarıldık mı?’ diye
sorsunlar ya da sormasınlar, adanın kuzeyinde yaşayan bütün Kıbrıslı Türkler
hakarete uğramış oldu. Çünkü ‘Has..r’ diyenler ve demeyenler aynı çaresizliklerin ortak mahkumuydular:
Uluslararası tecrit koşullarında yaşamanın çaresizliği... Ve KKTC’nin, ayakta durabilmek
için Türkiye’nin her yıl yaptığı net maddi katkı dışında bir alternatifinin olmayışı... O pankarttaki isyan duygusu aynı zamanda çaresizliğe isyandır ve buzdağının sadece görünen kısmıdır. Kıbrıslı Türkler kendilerini kuşatan çaresizliklerin sorumlusu değil. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
onları kendilerinden beslenenler olarak görür ve karşılığında biat ve itaat beklediğini böyle her vesile ile gösterirse, estireceği soğuk rüzgârlar o buzdağını daha da büyütmekten başka bir sonuca hizmet etmeyecektir.
Bugün Kıbrıslı Türkler, Türkiye’den manevi bir kopuş yaşıyorlar. Ayrışma, kuzeydeki siyasi eğilimler ekseninde değil, Sağı ve Solu da içine alarak ‘Kıbrıslı Türk’ kimliği üzerinden ilerliyor. Bugün Türkiye’nin bir ‘Kıbrıslı Türk’ sorunu vardır.
Ekopolitik tarafından geçen salı Girne’de düzenlenen ‘Gizli Kuşatılmışlık’ adlı çalıştayda bu durumu yerinde gözlemlemiş ve izlenimlerimi ‘Kuzey Kıbrıs’ta çoklu Türk sorunu’ başlıkla önceki yazıda aktarmıştım. Kıbrıslı Türklerde, kendilerine karşı kimliklerinin yok edilmesini amaçlayan programlı bir faaliyet yürütüldüğü şeklinde bir algı yerleşmiş. Alınganlık endişe verici boyutlara varmış bulunuyor. Kuzeye pasaportsuz giren ‘Türkiyeliler’in faili olduğu hırsızlık, tecavüz ve cinayet gibi suçlarda gözlenen artışta bile
buradaki güvenlik makamlarının kasıtlı ihmali aranıyor. ‘Kasıtlı ihmal’in ardındaki kastın da yine ‘Kıbrıslı Türk’ kimliğine yöneldiği ima ediliyor. Kıbrıslı Türkler kendilerini kurbanlaştırma eğilimi içindeler. Bu çok tehlikeli.. Kendilerini kurbanlaştırdıkça, adaya 1974’ten sonra yerleşmiş olan ‘Türkiyeliler’i sistemli biçimde dışlayıp bu kez kendi kurbanlarını yaratıyorlar. Şimdi tabii siz Türkiye’deki seçim sonrasında içine yuvarlanılan ‘tutuklu milletvekilleri’ bunalımıyla meşgulsünüz ve ‘Kıbrıs da nereden çıktı?’ diyebilirsiniz. Ama lütfen bir kenara şunu not edin:</p>
Türkiye ve Kıbrıslı Türkler arasındaki derin güven bunalımını aşmak için Ankara tarafından en kısa sürede doğru adımlar atılmalıdır. Bu yapılmaz ise öngörülebilir bir gelecekte Türkiye’nin adanın kuzeyindeki statüsü, bu kez Kıbrıslı Türklerin direnişinden kaynaklanan bir meşruiyet krizinin konusu olabilir. Herhalde Ankara’da hiç kimse günün sonunda Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler tarafından da bir ‘işgalci güç’ olarak takdim edildiğine tanık olmak istemez. Böyle bir durumun ortaya çıkması Türkiye’nin hem Kıbrıs sorunu çerçevesindeki hem de dünyadaki pozisyonunu büyük bir sıkıntıya sokacaktır. Dolayısıyla
tarafların birbirini saygı içinde dinlemeye ve anlamaya en çok ihtiyaç duyulduğu bir dönemdeyiz. Ekopolitik’in çalıştayı bu gereksinime kendi kapasitesi ölçüsünde cevap veren bir katkıydı; sürdürülmesi gerekir.
Mamafih, sivil toplum yetmez; önce Ankara konuya bakışını değiştirmelidir. Mesela şu
şekilde...
Bir:
Kıbrıslılar beslemeniz değildir. Siz, Denktaşlı yılların, çözümsüzlük
dayatmasının ve KKTC ilanının diyetini şimdi Kıbrıslılara ödüyorsunuz.
İki:
Adanın kuzeyi Türkiye’nin 82’nci vilayeti değildir. Türkiye adaya 1960
garantörlük antlaşmalarının kendisine verdiği yetkiye dayanarak, adanın toprak
bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumak için çıkmıştır. Kıbrıs Türk toplumunun
kimliğine saygı göstermelidir.
Üç:
Kıbrıslı Türklerin geleceği, gerçekleşmesi imkânsıza yakın olan ‘statükonun
kalıcılaşması’nda değil, tamamı AB üyesi olmuş birleşik ve federal
Kıbrıs’tadır.
Bu olana kadar Ankara’daki hükümet artık daha fazla kalp kırmamalı ve adadaki ‘Türk
sorunu’nu hafifletmelidir”. (Kadri Gürsel. Milliyet. 3.7.2011) Dün ve bugün alıntıladığımız “ufkunuzu açıcı” bu dört yazıyı alın bir kenara koyun, lâzım olacak.. 7 Temmuz 2011 57'NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57'İNCİ ALAY'IN NEFERLERİYİZ mumtazbay@hotmail.com - fft99 mf2219178

Kıbrıs

KIBRIS DOSYASI-2
Hüseyin MÜMTAZ
İleride
kullanmak üzere dosyaladığımız Kıbrıs Temmuz’u yazılarına devam ediyoruz;
3. “Kıbrıs’ın işi kolay değil.
Son günlerde ‘su yüzüne’ çıkan bir sorunu konuşmak üzere Ekopolitik’in düzenlediği
bir toplantı. Ekopolitik’in hep yapmaya çalıştığı ve yapa yapa da yapmasını
öğrendiği, değişik bakış açıları, değişik dünya görüşleri olan kişileri bir
araya getirip tartışma konusu olan sorunu bir arada ve birbirleriyle ‘yumruklaşmadan’
konuşacakları bir ortamı hazırlamaktı amaç. Bir gece kalıp dönmem gerektiği
için toplantı bitmeden ayrıldım; nasıl bittiğini de henüz kimseyle konuşup
öğrenemedim. Ama ayrılıncaya kadar ilgiyle izlediğim, birçok şey öğrenip birçok
şey de düşündüğüm bir toplantı oldu.
Ben de toplantının sırasını izleyeyim. Yıllar öncesinden adını bildiğimiz, Kıbrıs
Türk kesiminde Dışişleri Bakanlığı yapmış Kenan Atakol vardı katılımcıların
arasında. Başka bir yerde işi olduğu için ilk sözü o aldı ve konuyu açtı. Kenan
Atakol, Rauf Denktaş’ın yakını, dolayısıyla Kıbrıs’ı Türkiye olmaksızın
düşünemeyen biridir. Zaten söze de öyle, ‘Türkiye bizim canımız, her şeyimiz’
diyerek başladı. Öyle başladıktan sonra da, adada ‘Türkiye’ niçin bir şikâyet
konusu oluyor, bunu anlattı. Anlattığı aslında oldukça basit, düz bir konu.
Kıbrıs Türkleri alışık olmadıkları tipte suçlarla karşılaşıyor, bu suçların oranları
alışılmadık rakamlara çıkıyor. ‘Kim yapıyor bu işleri’ diye sorunca, cevap,
hemen hemen şaşmaz bir biçimde, Türkiye’den gelen birtakım kişiler oluyor. Nedir
‘suç’? Bayağı ciddi. Bir kere hırsızlık, evlere girip soymak, iyiden iyiye
yaygınlaşmış. Atakol, ‘Benim evim de soyuldu’ dedi. Az sonra, toplantıyı
yönlendiren Vamık Volkan kendi evinde de aynı şeyin olduğunu söyledi.Ama yalnız
soygun ya da hırsızlık değil sorun. Irza tecavüz olayları olmadık biçimde
artmış. Ve son olarak, cinayet de artmış.
Bunları dinlemek bana zaten sık sık düşündüğüm şeyleri bir daha hatırlattı: bu ülkede insanı ne kadar kötü yetiştirdiğimizi. Eğitebildiğimiz bir türlü, eğitemediğimiz bir başka türlü. Belki bütün dünyada var böyle bir gidiş. En genel nitelemeyle vicdansızlık diyeceğim bir sevgisizlik, vahşet. Ama korkarım, bizde bunun örneği çok daha fazla çıkıyor. Çünkü bizim insanlara eğitim diye verdiğimiz şeyin içinde de şiddet var… Tıka basa şiddet. Bunu eğitim sistemimize koymuşuz, çünkü insanlara Düşmana böyle yap diyoruz. Diyoruz da, kimin, ne zaman, niçin düşman olacağına o karar veriyor.
Neyse, demek ki Türkiye’de suç oranlarını biraz daha düşük tutmak için bu gibi
yeteneklere sahip yurttaşlarımızı Kıbrıs’a ihraç etmek yöntemini uyguluyoruz.
Ama belli ki Kıbrıslılar bu yöntemin sonuçlarından pek hoşnut değiller. Peki,
ne olacak? Bu gidişin bir çaresi yok mu?
Toplantıda söz alanlardan bazıları, nüfus kâğıdıyla gelen (biliyorsunuz, Kıbrıs’a gitmek
için pasaport da gerekmiyor) kişilere, bazı Avrupa ülkelerinde bize sorulduğu
gibi, ‘Neden geldin, hangi adreste kalacaksın, kaç paran var’ türünden sorular
sorulması gereğini söyledi. Bazıları, bu tip bir sorgulamanın Türkiye’den
başlayabileceğini, böylesinin daha etkili olacağını ekledi.
Bu da basit, kolay bir çözüm. Ama konuştukça, sorunların bunlardan ibaret olmadığı
görüldü. Türkiye’den Kıbrıs’a pasaport yerine nüfus kâğıdı göstererek gitme
imkânı açıldığından beri suç oranları yükselmiş. İlk akla gelen çare, ‘gelen’in
kim olduğunu daha iyi araştırmak, adres sormak, para sormak vb. Bence bunlar
iyi çözüm değil; ama akla aykırı değil, uygulayanlar var…
Peki, ‘Kıbrıslı polis’ dediğimiz adam kim? Yüzde 7’si Türkiye’den giden Türklermiş!
Olabilir, bu da sorun değil. Kimden emir alıyorlar? Kıbrıslılardan gelen cevaba
göre, orada mevzilenmiş Türk kolordusunun komutanından alıyorlarmış!Yani
KKTC’nin bir İçişleri Bakanı var, ama polisi o yönetmiyor! Bu konuyu
kurcalayınca, Kıbrıs’ta zaten hükümetin filan bir emir vermediğini, bu gibi
yetkilerin Kolordu Komutanı ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs
Büyükelçiliği’nin elinde olduğu söyleniyor.
Şimdi böyle bir durum, böyle bir ‘yapılanma’, başlı başına ciddi bir huzursuzluk,
hoşnutsuzluk, şikâyet konusu olmaz mı? Nitekim oluyor. Konu nicedir ‘şişeden
çıktı’. Bizim oraya yollanıp toplantı yapmamızın nedeni bu. Zaten sokakta
yürürken, bir yerde otururken, bu konu bir şekilde açılıyor.
Beni hava alanına götüren şoför (iyi bir adam) Türkiye’denmiş. Yol boyunca bu
konuları anlattı. O da Kıbrıslı Türklere kızıyor. ‘Bizim buraya gelip paraları
Kıbrıs dışına çıkardığımızı söylüyorlar, şikâyet ediyorlar. Kendileri ucuza,
sigortasız çalıştırmak için Rusya’dan, Kafkasya’dan gelenleri çalıştırıyorlar.
Para oralara gidiyor.’ Yani, ‘rivayet muhtelif’ laf arasında, 1996-2000
arasında işlerin iyi, ekonominin parlak olduğunu söylüyor. O parlak zamanda
kazandıklarıyla kendisinin Türkiye’de bir ev, bir de arsa aldığını ekliyor!
Bizim toplantı Kenan Atakol’un konuşmasıyla başlamıştı ve Kenan Atakol
Türklerin bazılarının varlık biçiminin haklı şikâyetlere yol açtığını
söylemişti. Konuşmalar ilerledikçe, onun verdiği örneklerin aslında sorunu
açmaktan çok örtmek eğiliminde olduğunu anladım. Çünkü o suç işleyenlerden söz etmişti.
Oysa suç işlemeyenlerle de sorun var. Konuştukça bunlar çıkıyor.
‘Ne olursa olsun, Türkiye burada kalmalı’ diyenler, ‘Bizim bu nüfusa ihtiyacımız
var’ diyerek durumu savunuyorlar. ‘En yoğun Kıbrıslı Türk nüfusu nerede yaşar?
Burada, Kıbrıs’ta mı? Londra’da mı’ diye sorduğumda Londra’da yaşadığı cevabını
aldım. Bu da -anlatılanlar çerçevesinde- şaşılacak bir durum değil.
Konuşmalar devam ediyor. Biri söz alıyor, ‘Gidin sanayi bölgelerine bakın,’ diyor; ‘iş
sahipleri, sermaye sahipleri oranı hep Türkiye’den gelenler lehine değişiyor.’ Yani
ortada birçok ekonomik olgu var. Belki en önemli değişim bu düzeyde yaşanıyor.
1974’ten bu yana kurulan düzen Türkiye’den adaya gelenler lehine çalışmış. Ama
o eski yıllarda, yetmişlerde aileleri buraya gelip yerleşmiş Türkler durumu
böyle görmüyor, böyle değerlendirmiyorlar. Onlar da ‘dışlandıklarını’
anlatıyorlar. Kıbrıslı Türklerin nerede ne kötülük olsa Türkiye’yi suçlama
yolunu seçtiklerini söylüyorlar.
Ekonomiden bu gibi konulara geçiyoruz. Kıbrıslılar, başka bir aşağılanma biçiminden
şikâyetçi. ‘Bize tembel diyorlar.’ Bu, hemen, Başbakan’ın ‘besleme’ hakaretini
gündeme getiriyor (zaten hep gündemde). ‘Besleme’den, ‘Siz zaten milliyetçi
değilsiniz. Sizin Müslümanlığınız da Müslümanlık değil’ suçlamalarına
geliyoruz. Belli ki bu iki ‘suç atfı’ Türkiye’deki iki ayrı meşrepten çıkıyor.
Biri, adım başında cami yapılmasından söz ediyor. ‘Din İşleri Başkanı’ (‘müftü’
demekmiş) böyle olmadığını, yapılanların da gene Türkiye’den gelenlerin
isteğini karşılamak için yapıldığını söylüyor.
Yerleşmek üzere gelenler cami istiyor. Bir de eğlenmek üzere gelenler var tabii. Onlar da
kumarhane, otel vb. istiyor. ‘Kıbrıs ekonomisi’ diye bir şey varsa o da her
şeyden önce bu kesime bağlı olduğu için, ada böyle asalak bir ekonomiye mahkûm.
Yani sorun çok. Ciddi bir çözüm fikri, programı, çalışması yok”. (
Murat
Belge. YeniDüzen. 3.7.2011)
4.Kıbrıslı Türklerle acilen helalleşiniz.
Geçen ocak ayında Lefkoşa’daki ekonomik önlemler paketini protesto gösterisinde taşınan
bir pankartın üzerinde ‘Kurtarıldık mı? Has..r!’ yazıyordu. Bir öfke, bir
reddediş ve yabancılaşma hali yansımıştı o pankarta… O pankartın küçük bir
grup tarafından taşındığı söylenmişti. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
verdiği ağır cevap tüm Kıbrıslı Türklerin kalbini kırdı.
Türkiye Başbakanı o pankartı taşıyanlara ‘Beslemeler’ dediğinde, ‘Kurtarıldık mı?’ diye
sorsunlar ya da sormasınlar, adanın kuzeyinde yaşayan bütün Kıbrıslı Türkler
hakarete uğramış oldu. Çünkü ‘Has..r’ diyenler ve demeyenler aynı çaresizliklerin ortak mahkumuydular:
Uluslararası tecrit koşullarında yaşamanın çaresizliği… Ve KKTC’nin, ayakta durabilmek
için Türkiye’nin her yıl yaptığı net maddi katkı dışında bir alternatifinin olmayışı… O pankarttaki isyan duygusu aynı zamanda çaresizliğe isyandır ve buzdağının sadece görünen kısmıdır. Kıbrıslı Türkler kendilerini kuşatan çaresizliklerin sorumlusu değil. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
onları kendilerinden beslenenler olarak görür ve karşılığında biat ve itaat beklediğini böyle her vesile ile gösterirse, estireceği soğuk rüzgârlar o buzdağını daha da büyütmekten başka bir sonuca hizmet etmeyecektir.
Bugün Kıbrıslı Türkler, Türkiye’den manevi bir kopuş yaşıyorlar. Ayrışma, kuzeydeki siyasi eğilimler ekseninde değil, Sağı ve Solu da içine alarak ‘Kıbrıslı Türk’ kimliği üzerinden ilerliyor. Bugün Türkiye’nin bir ‘Kıbrıslı Türk’ sorunu vardır.
Ekopolitik tarafından geçen salı Girne’de düzenlenen ‘Gizli Kuşatılmışlık’ adlı çalıştayda bu durumu yerinde gözlemlemiş ve izlenimlerimi ‘Kuzey Kıbrıs’ta çoklu Türk sorunu’ başlıkla önceki yazıda aktarmıştım.
Kıbrıslı Türklerde, kendilerine karşı kimliklerinin yok edilmesini amaçlayan programlı bir faaliyet yürütüldüğü şeklinde bir algı yerleşmiş. Alınganlık endişe verici boyutlara varmış bulunuyor. Kuzeye pasaportsuz giren ‘Türkiyeliler’in faili olduğu hırsızlık, tecavüz ve cinayet gibi suçlarda gözlenen artışta bile
buradaki güvenlik makamlarının kasıtlı ihmali aranıyor. ‘Kasıtlı ihmal’in ardındaki kastın da yine ‘Kıbrıslı Türk’ kimliğine yöneldiği ima ediliyor.
Kıbrıslı Türkler kendilerini kurbanlaştırma eğilimi içindeler. Bu çok tehlikeli.. Kendilerini kurbanlaştırdıkça, adaya 1974’ten sonra yerleşmiş olan ‘Türkiyeliler’i sistemli biçimde dışlayıp bu kez kendi kurbanlarını yaratıyorlar. Şimdi tabii siz Türkiye’deki seçim sonrasında içine yuvarlanılan ‘tutuklu milletvekilleri’ bunalımıyla meşgulsünüz ve ‘Kıbrıs da nereden çıktı?’ diyebilirsiniz. Ama lütfen bir kenara şunu not edin:
Türkiye ve Kıbrıslı Türkler arasındaki derin güven bunalımını aşmak için Ankara tarafından en kısa sürede doğru adımlar atılmalıdır. Bu yapılmaz ise öngörülebilir bir gelecekte Türkiye’nin adanın kuzeyindeki statüsü, bu kez Kıbrıslı Türklerin direnişinden kaynaklanan bir meşruiyet krizinin konusu olabilir. Herhalde Ankara’da hiç kimse günün sonunda Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler tarafından da bir ‘işgalci güç’ olarak takdim edildiğine tanık olmak istemez. Böyle bir durumun ortaya çıkması Türkiye’nin hem Kıbrıs sorunu çerçevesindeki hem de dünyadaki pozisyonunu büyük bir sıkıntıya sokacaktır. Dolayısıyla
tarafların birbirini saygı içinde dinlemeye ve anlamaya en çok ihtiyaç duyulduğu bir dönemdeyiz. Ekopolitik’in çalıştayı bu gereksinime kendi kapasitesi ölçüsünde cevap veren bir katkıydı; sürdürülmesi gerekir.
Mamafih, sivil toplum yetmez; önce Ankara konuya bakışını değiştirmelidir. Mesela şu
şekilde…
Bir:
Kıbrıslılar beslemeniz değildir. Siz, Denktaşlı yılların, çözümsüzlük
dayatmasının ve KKTC ilanının diyetini şimdi Kıbrıslılara ödüyorsunuz.
İki:
Adanın kuzeyi Türkiye’nin 82’nci vilayeti değildir. Türkiye adaya 1960
garantörlük antlaşmalarının kendisine verdiği yetkiye dayanarak, adanın toprak
bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumak için çıkmıştır. Kıbrıs Türk toplumunun
kimliğine saygı göstermelidir.
Üç:
Kıbrıslı Türklerin geleceği, gerçekleşmesi imkânsıza yakın olan ‘statükonun
kalıcılaşması’nda değil, tamamı AB üyesi olmuş birleşik ve federal
Kıbrıs’tadır.
Bu olana kadar Ankara’daki hükümet artık daha fazla kalp kırmamalı ve adadaki ‘Türk
sorunu’nu hafifletmelidir”.
(Kadri Gürsel. Milliyet. 3.7.2011)
Dün ve bugün alıntıladığımız “ufkunuzu açıcı” bu dört yazıyı alın bir kenara koyun, lâzım olacak..
7 Temmuz 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
mumtazbay@hotmail.com
Exit mobile version