Son yıllarda Türkiye’nin iç ve dış politikalarında yaşanan gelişmeler, halkı derin bir sorgulamanın eşiğine getirdi. Bölgesel güç olma hayaliyle yapılan söylemler ve vaatler, ne yazık ki gerçeklerle örtüşmedi. ABD’nin petrol sahalarına çöktüğü, İsrail’in Golan Tepeleri’nde su ve petrol kaynaklarını kontrol altına aldığı bir dönemde, Türkiye halkına sadece hayali başarılar ve trajik sonuçlar kaldı.
Emevi Camii’nde “Zafer Namazı” Yerine Kandırma, Bir Kalın ve Bir Fidan Dikildi
“Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılacağız” diyenlerin söylemi, halkın duygularını manipüle etmek ve büyük başarısızlıkları saklama aracından başka bir şey olmadı. Bu söylem, yalnızca Türkiye’nin Suriye politikasındaki hatalarını değil, aynı zamanda liderlerin piyon rolünü gizlemek için başvurduğu bir kandırmaca oldu.
Suriye’de süren iç savaş ve Türkiye’nin yanlış stratejileri, ne Emevi Camii’nde “zafer namazı” getirdi ne de bölgeye barış. Bunun yerine, milyonlarca Suriyeli mülteciyle Türkiye baş başa kaldı ve ekonomi ile toplumsal yapıda büyük sorunlar yarattı. Erdoğan, Fidan ve Kalın gibi isimler, bu söylemleri kullanarak halkı uyutmaya devam etti, fakat gerçekte ülkenin bölgesel politikada giderek etkisizleştiği, yalnızlaştığı ve uluslararası arenada bir piyon hâline geldiği açıkça görüldü.
Petrol ve Suyun Kaybedeni Biz Olduk
Ortadoğu’da su ve enerji kaynaklarının kontrolü için büyük bir savaş verilirken, Türkiye bu oyunun dışında bırakıldı. ABD, Suriye’nin doğusundaki petrol sahalarını kontrol altına alırken; İsrail, Golan Tepeleri’nde su ve petrol kaynaklarını güvenceye aldı. Biz ise bu süreçte, yalnızca komşularımızla düşmanlaşmayı ve uluslararası arenada yalnızlaşmayı başardık.
Burada bir kez daha, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında Türkiye’nin yanlış politikaları dikkat çekiyor. BOP, bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol altına alma hedefini taşırken, Türkiye bu projede yalnızca taşeron rolü üstlenmiştir.
Yoksullaşan Halk ve Üretmeyen Ekonomi
Türkiye’de giderek yoksullaşan halk kitleleri, yanlış ekonomik politikaların sonuçlarını derinden hissetmektedir. Üretime dayalı bir ekonomi modelinden uzaklaşılarak, inşaata ve kısa vadeli yatırımlara dayalı bir büyüme anlayışı benimsenmiştir. Bu durum, halkı giderek artan bir borç yükü altına sokmuş, gelir dağılımındaki eşitsizliği derinleştirmiştir.
Uyduruk bir asgari ücret politikası, halkın temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Günümüzde halk, temel gıda maddelerine ulaşmakta zorluk çekerken, üretmeyen bir ekonomi modeliyle işsizliğin ve yoksulluğun pençesine itilmiştir.
Milli Güçler ve Kolektif Liderlik: Halkın Örgütlü Mücadelesi
Artık halkın, kandırıcı söylemlerle uyutulmayı reddetmesi ve örgütlü bir mücadele başlatması gerekmektedir. Milli güçlerin kolektif liderlikle hareket etmesi, doğru bir program ve eylemle halkı örgütlemesi şarttır.
Bu örgütlenme, her evi, her sokağı bir parlamentoya dönüştürerek halkın iradesini sokaktan iktidara taşımalıdır. Doğru bir felsefe ve eylem planıyla, halk hareketi oluşturularak meşru Türk töre ve gelenekleriyle iktidar değişimini sağlamak mümkündür. Toplumun adalet, liyakat ve bağımsızlık temelinde yeniden örgütlenmesi, halkın kendi kaderini tayin edebilmesinin anahtarıdır.
Kandırılan Bir Halk ve Yetersiz Yönetimler
Türkiye’nin kaynaklarını, enerjisini ve itibarını yanlış politikalarla tüketen yönetimler, halkı hayali düşmanlarla oyaladı. “Dış güçler” söylemi, her başarısızlığın arkasına saklanılan bir bahaneye dönüştü. Ancak asıl sorunlar, liyakatsiz kadrolar ve kısa vadeli çıkarları önceleyen politikaların sonucudur.
Bu yönetim anlayışı, yalnızca halkı kandırmakla kalmayıp, ülkenin üretim kapasitesini de zayıflatarak dışa bağımlılığı artırmıştır. Halkın emeği ve alın teriyle elde edilen kaynaklar, doğru politikalarla değerlendirilmek yerine, ranta ve gösterişe harcanmıştır.
Uyanın Ey Halk!
Ey halk! Artık uyanmanın ve gerçeklerle yüzleşmenin zamanı gelmiştir. Bizlere vaat edilen hayali zaferlerin ve gösterişli söylemlerin arkasında, ne yazık ki gerçek bir başarı yoktur. Bu ülkenin kaynakları, halkının emeği ve alın teri heba edilmemeli.
Daha fazla sorgulamalı, daha fazla araştırmalı ve yanlış yönetenlere hesap sormalıyız. Birlikte hareket ederek, liyakatli, adil ve halkın gerçek ihtiyaçlarını gözeten bir yönetim anlayışını hakim kılmalıyız. Çünkü Türkiye’nin geleceği, halkının uyanışında ve hesap soran bir toplum olmasında gizlidir.
Unutmayın: Kandırılmaya devam eden bir halk, asla özgür bir halk olamaz. Üretmeyen, adaletsiz ve dincilik söylemleriyle uyutulan bir toplumun geleceği, yalnızca halkın bilinçlenmesi ve örgütlü bir mücadeleyle kurtulabilir. Bu uyanış, Türkiye’nin yeniden güçlü bir ekonomi ve adalet üzerine kurulmasını sağlayacaktır.
Bir yanıt yazın