KÜFE

Ankara’da çocukluğumu yaşadığım tarihlerde Kurtuluş semtine yakın haftada 4 defa sebze Pazarı kurulurdu. Cumartesi ve Çarşamba günleri Sıhhiye semtinde kömür depolarının arkasında derenin kenarında , Salı ve Perşembe günleri ise Cebeci çayırının bulunduğu yerde kurulurdu Pazar. Bahçelievler ve Yenimahalle daha yeni kurulmaya başlanan semtlerdi. Pazara gitmek bir kültürdü o tarihlerde. Evde kaybolmayacak tek eşya PAZAR FİLESİ idi. Naylon torba çıkmadan evvel, her evde birden fazla file bulunurdu. Filenin içi dolduğu müddetçe genişlerdi. Geçenlerde Kadıköy de çarşıda rengarenk file satıldığını gördüm. Kanımca ÇİN malı idi. Birkaç renk bu filelerden aldım. 

Evde eksik olan yiyecek türünden malzeme bu pazarlardan alınırdı. Çok iyi hatırlarım maydanozu Mustafa vardı, Cumartesi pazarında , sadece maydanoz satardı. Yumurtacı Kemal vardı ve yalnız yumurta satardı. Kemal,  rahmetli pederimle müşterek SPORTOTO oynarlardı. Kimi zaman kazanır kimi zaman kaybederlerdi. Kazandıklarını paylaşır, Pazar yerinde tezgah önünde uzun uzun maçların yorumlarını yaparlardı. 

Kemal Beypazarlı, köy delikanlısıydı. Babam yumurtayı da ondan alırdı. Yapılan SporToto muhabbeti aslında yumurtanın taze ve irisini alma zeminini hazırlıyordu. Bir de rahmetli Pederin ÇAKIR diye hitap ettiği, gözleri çakır renginde,  soğan ve patates satan bir pazarcısı vardı. Hiç anlamazdım, onunla da oturur  sohbet ederdi. Sanki ülkenin nabzını Çakır tutardı. 

Pazarda sebze ve meyve bir hamalın sırtındaki KÜFE ye  yüklenirdi. Mevsim yaz ise bir hamal küfesi içine de karpuz ve kavun  alınırdı. Bir adet kavun veya bir adet karpuz alınmazdı. Beş veya on adet yüklenirdi küfenin içine. Fidanlıktan yürüyüp eve gelirdik. Evin kapısında KÜFE yere indirilir, içindeki erzak boşaltırken, kan ter içinde kalan hamal, bir kenara oturup dinlenirdi.  KÜFE boşalınca, ücreti ile küfeyi hamala verir gönderirdik. 

Kanımca bu kültürü aldığımdan mı bilmem , pederim vefatından sonra bende pazarda bu esnaflarla muhabbeti devam ettirdim. Hatta Sıhhiye pazarında bir başka tezgahta sebze sergisi olan Attila adlı esnafla dostluğu, mevcutlara  ilave ettim. Genelde öğle sularında pazara gittiğimden, Attila beni görünce hemen tezgahın arkasına geçer, tüp ocağını yakar, bol domates ve biberli menemen yapar, tezgahın arkasında hazırlanan portatif masada yemeğe beni ısrarla çağırırdı. Menemen aslında bir araçtı, oturup çeşitli konularda benime sohbet etmeyi çok severdi Attila. Bende onunla sohbeti severdim, çünkü halkın nabzını tutmak, bana değişik görüş açısı verirdi. 

File kültürü naylon torba ile tarihin tozlu sayfalarına gömüldü gitti. Naylonun doğada yok olmadığını gören bilim adamları, bu sefer  doğada yok olabilecek naylon torba formülüne çalıştılar. Bu arada sert kağıttan torba üretimi ile  naylon torba boşluğu kapatılmaya çalışılsa da, havanın oksijen kaynağı ormanların korunması adına, ağaçların kesilmesine dur demek için tekrar fileye dönülür mü ? Bilmiyorum.  Ancak mutlaka elde taşıma adına bir malzeme geliştirilecektir. 

Bu arada insanlar sırtlarında çanta taşımaya başladığını izlemekteyiz. Aldıkları malzemeleri bu çantaların içine koyup taşımaktalar. Bu çantaların da marka açısından başka süksesi olsa gerek. Kimileri marka çantaları tek omzuna asmaktalar. Sırt çantaları üzerinde, kimilerinin torba düzeneği bulunmakta, iki taraftan bağcıklarını çektiğinizde büzülüp kapanmakta. Bazılarının ise kapak şeklinde düzeneği bulunmakta. Alt tarafında ise bir kilit mekanizması bulunmakta. Aldığınızı içine koyup üst kapağını indirip kilidi kapatırsınız. Her iki omzunuza geçen sapları vardır ve bu  bir HAMAL’ın taşıdığı küfeyi andırır. 

Nereden nereye geldik. Yaklaşık 100 senelik bir kültür. Osmanlıdan bu yana gelen kültür küfe. Küfeler genelde ağaçtan yapılır. Yapılması da çok zahmetli bir iştir. Küfe imal edenler , düzgün dallardan özel aletlerle şerit tahta üretip, ince uzun parçaları yontarak şerit haline getirirler. Küfenin alt zeminini üretmek esas önemlidir. Zemini ürettikten sonra diğer parçalar örgü şeklinde sarılır. Bir önden bir arkadan geçerek örgü tamamlanır. Bitiş yerlerinde yine ağaç saplarından faydalanılır. İyice suda ıslanan ağaç sap kabukları ip şeklinde ıslakken bağlanır ve kurumaya bırakılır. Düğümle bağlanan ağaç kabuğu, kuruduktan sonra açılmaz. Bu küfelerin içine ne kadar malzeme koyarsanız koyun ne kırılır, nede açılır. 

Her yörenin küfesi de başkadır. Akdeniz de yapılan küfelerle Karadeniz’de yapılan küfeler aynı değildir. Karadeniz’de yapılan küfelerin altları iki ayak üzerinde durur. Bu küfeler silindir şeklinde değil oval şekildedir. Ege de yapılan küfeler genelde tütün, üzüm ve zeytin taşıma için yapıldığından, şekil itibari ile nispeten daha  küçük yapılır. 

Adana da yapılan küfeler, daha çok pamuk taşımak için yapıldığından, hepsinden çok büyüktür. Pamuk hafif malzeme olduğundan küfe devasa olur. Ancak taşımayı  yapan hamal pek zorlanmaz. Yeni nesil küfeler ise şimdi naylon şeritlerden yapılmakta, daha hafif ve sağlam olmakta. Küfe kültürünün de artık eski tadı kalmadı ve bu el sanatı da yok olmaya mahkum edildi. 

Pazar kültürü, büyük marketlerin şehirlerde  yayılması ile yavaş yavaş yok olmaya başladığını seyretmek bana hüzün vermekte. Pazar kültürünün yok olmaya mahkum bırakılmasını içime sindirememekteyim. Toplumun nabzı olarak görürdüm bu esnafı, hoş ne vergi verirler nede sattıkları mal için bir fiş, ama onlar halka daha makul fiyatla sebze ve meyve ulaştırmaya çalışan  esnaf gurubu olduğu için sever ve takdir ederim. Bu esnafın BAĞKUR la sigortalı olması iyi, götürü usulde bile olsa vergi vermemesini tolere edebilirim. Çünkü milyarlar kazanan bir çok şirketin , vergilerini af eden bir yönetim bulunmakta. Saraya yakın kuruluşların vergi vermediği ülkemizde, üç beş esnaftan almadığımız 3 kuruşluk vergiye mi göz dikeceğiz?

Sırtında küfe taşıyan hamaldan vergi mi isteyeceksiniz ? Gidin vergilerini af ettiğiniz firmalardan, milyarlar kazanan şirketlerden vergi tahsil edin . Bu şirketler Sarayın yönettiği vakıflara , dolayısıyla iktidar partisine akıtılan büyük fonlara önce bakalım.  

Sırtında ülkenin giderlerini küfe gibi taşıyan asgari ücretli işçiden, emekli memur ve işçinin dolaylı verdiği vergiden medet uman müflis idarenin, halkın sırtına yüklediği KÜFE vergiden medet ummayı bırakmalı diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına. 


Yazıları posta kutunda oku


“KÜFE” için 2 yanıt

  1. Taner Ertunc avatarı
    Taner Ertunc

    Kızılay’dan Cebeci’ye giden Cemal Gürsel caddesi üzerinde otururduk. Zamanın en yüksek apartmanlarından birisi idi. Sonradan tornetler çıkmıştı, çocuk olarak bana daha modern geldiği için anneme sitem ederdim tornet yerine küfe tuttuğu için. Sonradan anladım torneti asansöre sokup yedinci kata çıkartma imkanı yoktu.
    Kaleminize sağlık!

  2. Fatma Gür avatarı
    Fatma Gür

    Biz Ankara Mamak semtinde otururduk.Rahmetli Mustafa dedem çok becerikliydi. Bu küfe ve sepeti kendisi çok güzel bir şekilde örerdi.Sulu yerlerden yılgın denilen bir ağaçtan ve taze söğüt, kavaktan kesmiş olduğu taze işkınlar ile bu küfeleri örerdi.
    Biz okuldan gelip, yemeğimizi yedikten sonra, ev ödevide bitince, dedeme yardım ederdik.

    Ankaranın kışı karsız geçmezdi, birgün okuldan geldikten sonra ne ev ödevi yaptım, nede yemek yedim. Arkadaşlarla buluştuk, önce birtane kardan adam yaptık, sonra akşam olana kadar dışarda kaydık. Ben eve geldiğimde, dedem bana kızdı, haylazlık yaptığım için. Ben dedemin elemanıydım. Ertesi gün, Orta okulun 1/B sınıfının yarısı, üşütmüş hastalanmış, ben de içinde, kimse okula gidemedi. :))

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir