Yerel seçim diye konuşulanları hafife almamak gerektiğine inanmaktayım. Hani derler ya ‘Her Yiğidin Yoğurt Yiyişi Vardır ‘ diye. Şimdi düşünüyorum da neden yoğurt demişler de başka bir yiyecek telaffuz etmemişler. Yoğurdun toplumda mutlaka bir değeri olması gerek. Değişik yörelerde, değişik tarihlerde yemek ritüellerine katılmıştım. Bir tarihte Sivas ta bir düğünün yemeğine katılmış, sofradan kalkmak için çok gayret etmiştim. Ancak bu gayretlerimden hiç sonuç alamamıştım. Her seferinde ‘ daha ikramlarımız bitmedi, çabalamayın bırakmayız’ diye her seferinde tekrar oturmak mecburiyetinde kalmıştım.
Bir seferinde İskenderun da bir davete katılmıştım. Davette yörenin ileri gelenleri, Belediye başkanı, İlçe Jandarma komutanı, Ceza Mahkemesi hakimi, cumhuriyet savcısı, ve hastanenin baş hekimi de vardı. Bizim mevcudiyetimiz, özel davet edilmemizin ötesinde bir husus değildi. Yörenin ikram anlayışını biliyor ve saygı duyuyordum. Böyle yerlerde davete icabet edersiniz, ev sahibi müsaade etmezse, kalkıp gidemezsiniz. O gün de aynı şekilde davette oturduğumuz masanın konumu itibariyle, kimseye görünmeden kaçışın mümkün olmadığını idrak ettiğimde, masa değiştirme lüksümüzün, ihtimal dışında olduğuna inanmıştık. Davetin sonuna gelmemiz gece yarısından çok sonraya kalmıştı. O akşam neredeyse masaya yığılıp kalacaktım.
Bir başka mecburi davete katılmayı Diyarbakır da yaşamıştım. Şehrin merkezinde bulunan Demir otelde bir davete çağırılmıştık. Vali, Belediye Başkanı, Cumhuriyet savcısı , birkaç avukat arkadaş, toplumsal meseleler üzerinde çok önemli bir toplantımız vardı. Toplantı sonrası yemeğe geçildi. Keşki yemeğe kalmasaydım. Hani derler ya, yörede çocukların adını bile İKRAM koyarlar diye. O kadar doğru bir anlatım. İkramların ardı arkası kesilmemişti o akşam. Gece yarısında ise yemek sonrası çorba ikram edileceğini öğrenince iplerim koptu. ‘Bu çorbayı mutlaka içmeniz gerekir’dediler. Masaya ‘HABENİSK’ Çorbası konuldu. Küçük kaplarda sunulan bu çorbaya hayır diyemediğimizden, hazımsızlık çekerek sabaha kadar uyuyamadan oturduğumu hatırlarım.
Bir seferinde Nusaybin’de bir davete götürmüşlerdi. Gitmeden evvel toplanılan yerde aşiretin adamları, anlamadığım bir lisanda konuşmalarına pek mana verememiştim. Ortalıkta bir telaş vardı, birileri bir yere gidiyor, aralarında kısık sesle konuşuyorlar, sanki ben anlayacakmışım gibi, bir bana bakıp, birde yanındakilere bakmaktaydılar. Saatlere bakıldı, vakit tamam dediler, bana da ‘ Metin bey siz öndeki araca binin’dediler. Bende aracın önüne kuruldum. Konvoy halinde yola koyulduk.
Bir evin önüne geldik, herkes araçtan indi. Merdivenlerden çıktık, bir geniş salona kapıdan girince, gözlerim etrafı tarassut ederek bir sandalye aradım. Yoktu. Ancak bütün etrafa konulmuş bolca yastık vardı. Anlaşılan herkes yerde minderlere oturacak diye düşündüm. Bir yerde herkes aynı seviyede oturup yemek yiyeceği anlamını çıkardım. Bir öğle yemeği yenecek diye gelmiştik bu mekana. Bir müddet sessizlik oldu, salon kapısı açıldı. İçeriye tepsilerle etli pideler, ayran bakraçları ve kupalar geldi. Oturduğumuz mekanın önüne yerleştirildi. Ben bir hareket bekledim, fakat herkesin bana baktığını görünce, tepsideki bir pideye uzandım. Benim peşimden herkes almaya başladı. Bir kupa ayranı da önüme çektim.
Yemeğim bitince etrafı incelemeye başladım. Hani size bakıldığını hissedersiniz ya, aynı hislere kapıldım. Salonda herkes yemek yemeyi bitirmiş, bir şeyler beklediklerini anladım. Yemeğe beni götüren Müfit kulağıma eğilip ‘AGA, sen bir konuşma yapıp yemeğe teşekkür edeceksen ?’ ‘ Olur‘ dedim Müfit’e, Zor da olsa ayağa kalktım. Kısa bir konuşma yapıp , böyle güzel ve huzurlu bir sofraya davet ettiklerine, teşekkür ettim. Dostluk ve sevgi sofrasına sebep olduklarına minnettar olduğumu söyleyip, bu günü hiç unutmayacağımı dile getirdim. Herkes kalktı , hep beraber salondan dışarı çıkmak için, herkesin elini sıktım . Benimle beraber gelenlerde aynı şekilde el sıkışarak salondan çıktık. Araçlara binerek Müfit’in işyerine geri döndük. Araçlardan indik, herkes geldi bana sarılarak teşekkür etti. Aslında benim onlara teşekkür etmem gerekirken, onlar bana teşekkür etmelerine mana veremedim. Müfit hemen atıldı, ‘ AGA bu aşiretler arasında oluşan bir kavganın sulh yemeği idi. Sen bu barışmaya vesile oldun, herkes silahlı idi . Barış olmasaydı silahlar çekilecekti, ancak seni ve konuşmanı herkes çok sevdi. ‘ Bu yemek benim hayatımda yediğim en ilginç yemekti. Yer sofrasında bir çok kez yemek yediğim olmuştu, ancak böyle bir ortamda hiç yemek yememiştim.
Monaco da şehrin göbeğinde beş katlı bir yat görünümünde bina vardır. Hemen sahilde. Bilhassa Formula 1 Grand Prix oto yarışlarının en iyi seyredildiği bir mekan. Binanın üzerinde ‘ YACHT CLUB de MONACO yazısı bulunmaktadır. Bu mekanın içinde mağazalar, lokantalar, okul ve ofisler bulunmakta. Bu kulübe girmek için üye olunması gerekir. Bununda yüklü bir bedeli vardır.
Ülkemde işsizlik oranı %9.8 seviyelerde, 16.8 milyon emekli açlık sınırında yaşarken, genç nesil yurdum insanın 3.3 milyonu işsiz, yaşam mücadelesi vermekte olduğunu hepimiz görmekteyiz. Dul ve yetimlerin ise hayatları içler acısı. Açlık sınırının da altında nefes almaya çalışmaktalar. Ülkemde enflasyon tavan yaparken, Büyük Millet Meclisimizde 600 vekil, ne işe yaradıklarını bilmemekle beraber, yüklü maaşlarla donatılmış, halkın nasıl geçindiğini önemsemeden günlerini gün etmekteler. Bunların içinde İZMİRilinin AKP Kadın Millet vekili ŞEBNEM BURSALI, bayram tatili için gittiği Monaco da, Yat Kulübünde, lokantada yediği ISTAKOZ’u sosyal medyada, utanmadan toplumla paylaşmasını izlerken, insanlığımdan utandım.
Hani iki aşiretin barışma yemeği misali hayatını ortaya koyarcasına bir PİDE mi yenir, yoksa Monaco da lüks bir Yat Kulübünde millete göstere göstere ıstakoz mu yenir ? Bunu bilemedim, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Yazıları posta kutunda oku