MİLLİYETÇİLİK ve ULUSALCILIK (3)

            Ulusalcılık kavramının oluşumundaki ‘tarihsel kalıt’a  eski dilde ‘Ecdadın ruhu’ da denilebilir, ki geçen yazıda buna kısaca değinmiştik. - Habip Hamza ERDEM

            Ulusalcılık kavramının oluşumundaki ‘tarihsel kalıt’a  eski dilde ‘Ecdadın ruhu’ da denilebilir, ki geçen yazıda buna kısaca değinmiştik.

İşte Fransızların ‘kadim ruh’ (l’âme antique) dedikleri bu ‘ruh’, bu ‘heyecan’ veya bu ‘duygu’ların salt ‘duygusal düzey’de kalması ‘ulus kavramı’nı temellendirmeye yeterli midir?

Ya da ‘tasada ve kıvançta bir olma’ duygusu ulusal birliği sağlamak için  ‘çimento’ işlevi görebilir mi?

Kuşkusuz hayır.

Çünkü ‘ulusal birlik’ herşeyden önce ‘politik’ bir olgu olup, ‘ulus kavramı’nın da politik ve ‘bilimsel’ bir açıklamasının yapılması gerekmektedir.

İşte kapitalizmin ticari aşamasına geldiği günlerde, nasıl Fransa’daki Fizyokrasi akımının ekonomik anlayışı, ‘politika sanatı’nı ‘politika bilimi’ne dönüştürmeye yönelik olduysa; ‘ulusallık kavramı’nın da artık ‘bilimsel’ bir  açıklamasına yönelinecekti.

Yani sadece ‘tarihsel kalıt’ ya da ‘ruh’ gibi duygusal bir temelden çok; Voltaire ve Diderot’da olduğu gibi, artık ‘siyasal adalet’ (justice politique) ve kurumsallık konularında görüşler geliştirilmeye çalışılmıştır.

Fransızca’daki (réflexion constitutionnelle) terimini ‘kurumsallık’ olarak çevirirken, bu terimin hem ‘kurmak’ ve hem de ‘anayasallık’ anlamına geldiğinin altını çizmem gerekiyor.

Değil mi ki, bir önceki yazıda ‘ulus’un yaratılması değil ama ‘kurulma’sından sözetmiştik.

İşte bu kurma ya da ‘inşa etme’nin ancak ‘eğitim ve öğretim’le olabileceğini söylemeye bile gerek yoktur.

Peki ama bunu kim yapabilecektir?

Doğallıkla ‘Devlet’ değil mi?

Tam da bu nedenle ‘Devlet’ olmadan ‘Ulus’ olamaz diyerek, yanlış bir biçimde Ulus-Devlet diye anılan toplumsal örgütlenmenin doğru söylenişinin ‘Devlet-Ulus’ olduğunu yineleyerek bu parantezi kapatıyorum.

Okumaya devam et  “Atatürk İlkeleri Çerçevesinde Türk Milliyetçiliği”nin Doğuşu

Görüldüğü üzere, ‘Ulus’ların ‘yücelik’i (manganimité), ‘özgüllük’ü (singularité) ve ‘yurtsevelik’i (patriotisme), ‘Ulusallık’ düşüncesinin başlangıçta tamamen ‘duygusal’ boyutuna ilişkin nitelikler olmaktadır.

Oysa ‘yurtseverlik’ duygusunun somutlaşması ulusların silahlı çatışmalara girdiği zamanlarda somutlaşacaktır.

Ve bu ‘yurtseverlik’ duygusunun ‘Milliyetçilik’ biçimini alması için ise iki yüzyıldan fazla bir sürenin geçmesi gerektiğini göreceğiz.

O nedenle, başka yerlerde bu birinci ‘tip’ uluslaşma sürecini, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, benim ‘ikinci tip uluslaşma süreci’ diye adlandırdığım ‘Ulusal bağımsızlık’ güdüsünün baskın olduğu bir sürecin izlediğini söyleyeceğiz.

Demek ki, özellikle Türkiye’de ‘Milliyetçilik’i salt yurt sevgisi veya vatanperverlik duygusuna dayandıran, ‘sav’, ‘görüş’ ya da ‘ideoloji’lerin, özde ‘bilimsel temel’den yoksun duygusal heyecan veya hezeyanlardan başka bir şey olmadığı söylenebilecektir.

Gerçekten de, Birinci Dünya Savaşı sürecinde yaşanan ‘Ulusal Kurtuluş ve bağımsızlık’ savaşlarıyla birlikte, Orta-Çağ’a özgü ‘fetih savaşları’ da son bulmuş ve savaşların nitelikleri de değişmiştir.

Çünkü artık, ulusların ‘yücelik’, ‘özgüllük’ ve ‘yurtseverlik’ nitelikleri her ne olursa olsun, onların ekonomik olarak ürettikleri ‘artı-değer’e elkoymanın yeni biçimleri keşfedilecektir, ki buna en genel adıyla ‘emperyalizm’ diyoruz.

Tam da bu nedenle, tarihsel olarak imparatorluklar dönemindeki ‘Emperyal’ güdü ve savaşları ‘Emperyalist’ güdü ve savaşlarından kesin çizgilerle ayırmak gerektiğini ileri süreceğiz.

Ve çok daha önemlisi, ‘Emperyal dönem’de ne ‘ulusallık düşüncesi’ ve ne de ‘yurtseverlik duygusu’ değil ama imparatorlara bağlılık (uyrukluk) duygusu egemen iken; ‘Emperyalist dönem’de gerçek bir ‘yurtseverlik’ ve ‘ulusal bağımsızlık’ duygusunun ortaya çıktığına tanıklık edeceğiz.

Okumaya devam et  Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı ve Milli Kültür Tanımı

İşte o nedenle bu iki süreci birbirlerinden ayırmak gerektiğini ileri sürüyoruz.

Ve aynı gerekçeyle, emperyalizm aşamasında salt ‘duygusal’ temele dayandırılacak olan bir ‘Milliyetçilik’ anlayışının, kitleleri yönlendirmeye yarayan bir ‘araç’ olmaktan ileri gitmediği ve gidemeyeceğinin altını çizmek istiyoruz.

Somut temellere dayandırılmış bir ‘Ulusçuluk düşüncesi’ ile ‘Milliyetçilik ideolojisi’  arasındaki en belirgin ayırım da böylece ortaya konulmuş olmaktadır, ki gelecek yazılarda konuyu biraz daha açmayı umuyoruz.

(Sürecek)


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir