Site icon Turkish Forum

ZEKÂ VE DEPREM

Dikkatinizi çekmiştir; toplum zekâ düzeyi ile siyasi seçim ilişkisini anlatan paylaşımları daha çok görür olduk. Yaşadığımız büyük felaketten sonra görünen o ki duyarlı herkes toplumsal yapımızı sorgulamaya başladı. - kitap beyin egitim

Dikkatinizi çekmiştir; toplum zekâ düzeyi ile siyasi seçim ilişkisini anlatan paylaşımları daha çok görür olduk. Yaşadığımız büyük felaketten sonra görünen o ki duyarlı herkes toplumsal yapımızı sorgulamaya başladı.

Okuduğum bir yazı bu paylaşımlardan birisiydi. Yazıda bir araştırmaya atfen Türk toplumunun zekâ seviyesinin A-B-C-D olarak gruplandırılarak diğerlerine göre çoğunluğu zekâ düzeyi en düşük olan ‘D’ grubunun oluşturduğu belirtiliyor. Bu grubun ortalama zekâ yaşının ‘11’ olduğu, muhalefetin bu grubu ihmal etmiş olmasından dolayı oylarını hiçbir zaman arttıramamış olduğu değerlendiriliyor.

Araştırmanın gerçekliğini teyit edecek net bir bilgiye ulaşamadım. Ancak benzer araştırmaların varlığını ve benzer toplum gruplarının aklıselim sahibi insanlar tarafından bir ölçüde zaten gözlemlenebilir olduğu biliyoruz.

Bende tartışmamı A-B-C-D gruplandırmasına sadık kalarak yaparsam sanıyorum sürç-i-lisan etmemiş olurum.

Bilindiği üzere zekâ birden fazla boyutla ölçülebilmektedir. Test edilmemiş boyutlarda ‘D’ grubunun farklı becerileri olması muhtemeldir. Ayrıca bahsi geçen ‘seviye’ elbette genetik bir durumu ifade etmemektedir. Çünkü bu, çocukluktan olgunluğa giden süreçte geliştirilebilen bir olgudur. Yani bir çeşit uzun vadeli yatırımdır.

Böyle bir yatırım pozitif bilimlerden felsefe ve sanata, değişik girdiler ile tasarlanmış sistematik bir Eğitim ile mümkündür. Bundan dolayı ‘zekâ’ kavramı yerine ‘eğitim’ kavramını koyarsak doğru yönde ilerlemiş oluruz.

Ne var ki sorun, 1938’den sonraki birçok iktidarın ‘D’ grubunun Eğitim seviyesini arttıracak veya arkadan gelen kuşakların ‘D’den uzaklaşmasını sağlayacak politikalar geliştirmeye gönüllü olmamasıdır. 

Halktan alkış toplayacak ve sonuçları hemen görünebilen icraatlar yatırım için daha çok tercih edildi. Ayrıca bu politikalar kendi koltuklarına mal olmaktaydı. Klasik tabiri ile ‘halka rağmen halk için’ politikalar güden yönetimler ve siyasetçiler hiç sevilmedi. 

Çok partili düzene geçince Menderes’in halkta aniden karşılık bulmasını da aslında burada aramak gerek. İnancım o ki (Ya da teorim) savaş kahramanı kurucu lider Atatürk’ün halk nazarında toplumu dönüştürme kredisi, kendisi daha uzun yaşasaydı bile kalıcı olmayacaktı.

Ancak 15 yıl gibi kısa bir sürede dönüşüm için hali hazırda attığı temeller o kadar sağlamdı ki günümüze kadar kök salan ‘A, B ve C’ gruplarının varlığını ve onların hala diri olan ‘D’yi dönüştürme arzusunu, ekilen bu tohumların meyvesi olarak görebiliriz. 

İktidara kim gelirse gelsin dönüşüm devam ettirilmediği sürece tanıdık bir paradoksla yüzleşmeye devam edeceğiz. Bu paradoks; ‘Sandıkta çoğunluk sahibi olmak demek, ülke yönetim politikaları gibi fevkalade önemli bir konuda ehliyet sahibi olmak demek değildir’ paradoksudur.

Malum, tarihte bu konuya kafa yoran düşünürler olmuştur. Bu düşünürlerden birisi fikirleri İslam Felsefecileri tarafından da kabul görmüş olan antik Yunan filozofu Platon (Eflatun) dur.

Platon’a göre insanların çoğu ‘Duyguları’ ve muhakemeye dayanmayan ‘Dürtüleri’ ile hareket ederler. Diğer taraftan, ‘Rasyonel’ davranış az sayıda insanda görülen bir yetenektir.

Anlattığı ‘Gemi’ metaforunda başsız kalmış bir gemiye ‘Kaptan’ seçerken diğer denizcilerin, popüler olduğu için oy çokluğu ile seçtikleri birisinin doğru bir seçim olmayacağını, aksinin bir felaket ile sonuçlanabileceğini ifade etmiştir.

Gemisine hâkim olabilecek gerçek bir denizci mevsimleri, gökyüzünü, fiziği, coğrafyayı, insan yönetimini kısacası bağlantılı tüm konuları bilen eksper bir kişi olmalıdır. 

Seçilmek isteyen için konusuna hâkim olduğunu gösterebilmesi, seçmek isteyen içinse gösterilenlerin doğru olup olmadığını test edecek minimum bir bilgiye sahip olması gereklidir. 

Tabi ideal olanı yönetim seçildikten sonra bu testin devam ettirilip isleyişin denetlenebilmesidir. Bu yönüyle, batı ülkeleri eğitim ile yoğrulmuş demokrasilerini ‘sandık demokrasisi’ ötesine taşımış durumdalar. Burada bahsettiğimiz eğitim sadece ‘öğretim’ odaklı bir eğitimden ziyade, ‘kültür’ halini alan bir benimseme durumudur. Hal böyle iken bile sistemlerinin kusursuz olmadığının farkındalar. Aynı kültürün bir parçası olarak yenilik için hep arayış içindeler.

Bununla ilgili örnekler verebiliriz. Bunlardan birisi İngiltere’de ağır ceza mahkemelerindeki yargılamalarda kullanılan ‘Jüri’ karar sisteminin artık tartışılıyor olmasıdır.

İngiltere’de Jüri üyeleri seçmen kütüğüne kayıtlı 18-75 yaş arasındaki halk içinden rastgele seçilmektedir. Duruşmalara katılmaları istisnai durumlar hariç yasal bir zorunluluktur. Görevleri mahkeme huzurunda sunulan olayları, delilleri, tanıkları ve sanığı izlemek, sanığın ‘suçluluğuna’ veya ‘suçsuzluğuna’ karar vermektedir. Hüküm için belirli orandaki jüri çoğunluk kararı dikkate alınmaktadır.

Ancak buradaki en hassas nokta, 12 jüri üyesinin her birinin ‘suç tanımını’ kendi bireysel vicdanına göre değil, yazılı ‘hukukun tanımladığı’ şekliyle yapmak zorunda olmalarıdır. Bu tanımı anlamalarına yardımcı olsun diye duruşma Yargıcının kendilerine tarif ettiği suç tanımını idrak etmeleri o kadar önemlidir ki tek bir jüri üyesinin bile bunda yetersiz kalması sanığın hayatını derinden etkileyecek sonuçlara yol açmaktadır. 

Dolayısıyla jüri üyelerinin belirli bir eğitim seviyesinde olmasının, temel seviyede hukuk felsefesine, en azından mahkemedeki tartışma dili olan İngilizce ye hâkim olmasının önemi gündeme gelmektedir. Bu tartışmalara destek olarak da rastgele seçilen bir Jüri üyesinin henüz İngiltere vatandaşı olmuş olma, bu kişinin İngilizce’ ye gerekli derinlikte sahip olmama (belli seviye test sonucuna sahip olsalar bile) ve hukuk kodlarına tanıdık olmama ihtimali ifade edilmektedir.

Ne yazık ki bu örneğe kıyasla, Türkiye’ye ‘Geçici koruma statüsü’ ile gelip yerleşim hakkı elde etmiş olan milyonlarca mültecinin toplum hayatını ne yönde dönüştürme potansiyeli olduğu ironidir. Yerleşenlerin çoğunluğunun eğitim seviyesi düşük bireyler olduğu verisini de eklersek nasıl büyük bir sorun yumağı ile karşı karşıya kaldığımız tahmin edilebilir.

Olumlu bir dönüşüm için şart olan ‘süreklilik’ bakımından son iktidarın 20 yıldır iktidarda olması aslında eşsiz bir fırsattı. Çünkü iktidara geldiklerinde 5 yaşında olan çocuklar şimdi 25 yaşına ulaştı. ‘Sorgulayıcı’ bir eğitim anlayışı ile yeni bir nesil yetiştirilebilirdi. Ne var ki bu böyle olmadı. Bunun delilini bahsettiğimiz araştırmaların dışında Türkiye’nin uluslararası öğrenci değerlendirme testlerindeki performansında da görebiliyoruz.  

Diğer önemli bir sorun Türkiye’de eğitim seviyesi daha yüksek olan A, B ve C grubundan aktif siyasete olan hevesin düşük olmasıdır. Sadece Yasamada değil Yürütme ve Yargı da A, B ve C grubundan çıkan yüksek ahlaklı ve liyakat sahibi bürokrat, memur, teknokrat ve donanımlı hukukçuların yeterli çoğunluktaki olmamasıdır. Bazı araştırmalar eğitimli kesimden aktif siyasete girmiş olanların çoğunun siyasete hayatlarında maddi doyum endişesi olmadıkları bir dönemde girdiklerini gösteriyor. Oysa eğitim seviyesi daha düşük kesim siyasete zengin olmak üzere ‘Arpalığı’ paylaşmak için giriyor.

Bunun diğer bir nedeni ‘D’ grubundan istediğini alan iktidarın partizanlık yaparak kendilerini iktidara taşıyan ‘D’ grubunu ödüllendirmek için bu gruptan insanları bürokrat, memur ve siyaset kadrolarına yerleştirmesidir.

Aksi olsaydı güncel bir konu olarak; yazılı olan ‘deprem yönetmeliğini’ en azından uygulama aşamasında hayata geçirecek bilinçli, eğitimli bir bürokrat iradesi olurdu. Bu irade Yapı Denetim mekanizmasının iflas etmek üzere olduğu konusunda ve İmar Affı gibi bir abeslikte ısrar etmemesi için karar alıcılara baskı oluştururdu. Böylece yıkılan binalar, kaybettiğimiz canlar ve acılarımız az olurdu. (Bu kesim karar alıcılara baskı oluşturabilir mi, belki ayrı bir yazımızın konusu olabilir)

Peki bu hep böyle mi gidecektir?

Bu kader değildir. Durum elbette değiştirilmeye müsait hale gelebilir. Bunun için yukarıda belirlediğimiz üzere ülke yönetiminde iddiası olan siyasi partilerinin ‘Benevolent’ (İyi niyetli) bir siyaset olarak ‘D’ grubunu kucaklayan ve dini hassasiyetler de dahil, grupların tüm hassasiyetlerini gözeten bir söylem geliştirmesi gerekmektedir. 

Burada amaç parti olarak kendilerini ‘ötekileştirmemek’ (herhangi bir seçmen grubu nazarında) ve dönüşüm için temeller atabilmek üzere her şeyden önce ‘İktidara gelmektir’. Diğer önemli bir nokta; mevcut iktidarın A, B ve C toplum gruplarında olumlu karşılık bulan icraatları varsa bunların muhafaza edilmesidir.

Akla gelebilecek diğer bir soru A, B ve C gruplarının dönüşüme katkısı için tek yol iktidarda olmaları mıdır?  Şüphesiz hayır. Bu grupların toplumun sivil kanadında kendilerini nerede konumlandırdığı, kamuoyu oluşturma çabaları, kanaat önderliği inisiyatifleri ve sivil toplum faaliyetlerinde yer almaları oldukça önem arz etmektedir.

Yakın tarihimizde toplum vicdanını rahatsız etmiş olan Ergenekon ve Balyoz yargılamalarının sivil yansımasında gördüğümüz üzere; yargılamaların birer ‘oyun’ ve ‘milli egemenlik’ sorunu olduğu konusunda ikna olamayan ‘D’ grubuna rağmen inisiyatif alan donanımlı hukukçuların, mağdurların, sivil toplum örgütlerinin, bazı medya sahiplerinin, siyasilerin, ve ayrıca imkân bulduğu her mecrada çıkıp konuşarak halkı bilinçlendiren emekli generallerin sonunda bu oyunu yenilgiye uğratmasını örnek olarak verebiliriz. 

Zekâdan konu açılmışken; toplumun dışında devletinde kendisine ait eğitimli bir beyni olması gerektiğini unutmamak gerek. Basit ‘casusluk’ tanımının çok ötesinde, tüm siyasi tartışmalardan ve kaotik olaylardan uzak, görevleri toplum hayatını ilgilendiren konularda da veri toplamak ve düşünmek olan ‘Devlet Aklı’ kurumsallaştırılmalıdır. Gelişmiş ülkelerde istihbarat kurumlarına akıl yürütme-zekâ anlamına gelen ‘Intelligence’ denmesi sanırım tesadüf değil.

Şubat 2023 depremlerimde hayatını kaybeden insanlarımızı rahmetle anıyorum.

Ender Ay-Londra

KAYNAKÇA

………… 

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6088505/

https://www.cambridge.org/core/journals/hegel-bulletin/article/abs/plato-hegel-and-democracy/67BC4059C8FA0F458D4271FB6DF4267E

Plato’s Allegory of the Ship and the True Navigator (Part 1)

https://www.voaturkce.com/amp/genc-multeciler-turkiye-suriyeli-egitim-dil-calisma-dislanma-rapor-analiz/5470543.html

https://www.theguardian.com/commentisfree/2013/feb/23/debate-pryce-jury-rozenberg-green

https://www.justice.gov.uk/downloads/publications/research-and-analysis/moj-research/are-juries-fair-research.pdf

https://www.theguardian.com/commentisfree/2021/jan/22/justice-system-crisis-abolish-jury-trials-covid

https://www.korkusuz.com.tr/toplumun-zeka-yasi-11se-budur-olacak-olan.html

Özbudun, Ergun, Social Change and Political Participation in Turkey,

Princeton Üniversity Pres, Princeton and New Jersey;4-13) 

Prof. Dr. Şerif Mardin Türkiye’de Toplum ve Siyaset” & “Türk Modernleşmesi” 

Exit mobile version