ATATÜRK’ÜN GÖZÜYLE TÜRK MİLLETİ

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN GÖZÜYLE CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA TÜRK MİLLETİ - TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ ANLAYIŞI - turk milleti vatandas yurttas

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN GÖZÜYLE CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA TÜRK MİLLETİ – TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ ANLAYIŞI

ÖZET

Makalemizin konusu olan Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı için 1923 öncesine de değinilerek 1923 sonrası değişimi göstermeye çalıştık. Öncelikle, dünyada milli devletlerin ortaya çıkışı, milliyetçilik akımının Osmanlı Devleti’ne geliş sürecine değinilmiştir. Ardından, Türk milliyetçiliği olgusunun oluşum aşamalarına değinilmiş ve Mustafa Kemal ile yükselmesi anlatılmıştır. Kurtuluş mücadelesi sırasında iki dayanak noktasından biri olarak görülen ve uygulanan Türk milliyetçiliğin diğer devletlerden farklı yanlarını Mustafa Kemal’in birçok yerde yapmış olduğu tamim, beyanname, bildiri ve konuşmalarından aktarılmaya çalışılmış ve bunları destekleyici maiyette olması için yakın çevresinde bulunmuş kişilerin bu konuda ki konuşmalarından faydalanılmıştır.

GİRİŞ
Atatürk’ün gözünden millet ve milliyetçilik anlayışına bakmaya çalışacağız. Bunu yaparken Cumhuriyet öncesi millet ve milliyetçilik anlayışı ile Cumhuriyet sonrası Mustafa Kemal’in milli devlet inşasına göz atacağız. Bu konulara girmeden önce millet olma olgusunun ne zaman bu coğrafyaya girdiğine ve bu olgunun farklı kişilerce tanımlarını ele alacağız. Sonrasında, Osmanlı’nın bünyesinde yaşayan onlarca farklı milletin 1789 Fransız İhtilâli’nden etkilenmesi ile bağımsızlık hareketlerine bakacağız. Bu hareketin, Osmanlı Devleti’nde asli unsuru oluşturan Türklerin geç kavuşmasının sonuçlarını ve Türklerin millet olma yolundaki aşamaları göreceğiz.
Bugün kullanılan “millet” kavramı Türkçeye, Tanzimat döneminde Batı’daki “nation” teriminin karşılığı olarak girmiştir. Ancak Osmanlı aydınları bu kavrama Batı’da olduğu gibi “ırk” anlamını vermemişlerdir.[1]
Öncelikle millet olgusunun farklı kişilerin tanımlarıyla anlatmaya çalışacağız. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre: ‘’Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus’’ olarak tanımlanmıştır.[2] Aynı terimi Yusuf Akçura Bey : ‘’Millet, ırk ve lisanın esâsen birliğinden dolayı ictimâî vicdânında (toplumsal vicdanında) vahdet hâsıl olmuş (birlik meydana gelmiş) bir cemiyet-i beşeriyyedir (insan topluluğudur).’’ şeklinde açıklamıştır.[3] Namık Kemal ise, millet kavramını İslam kavramı ile birlikte harmanlayarak ifade eder: ‘’Bizim milletimiz İslam olduğu gibi, milleti- İslamiye’nin dairesi içerisine, Hazreti Peygamber’den bugüne kadar gelen bütün Müslümanlar dâhildir.’’[4] Diyerek ifade eder. Namık Kemal’in makalelerinde, bugün kullandığımız anlamdaki “millet” kavramı: “kavim”, “cins”, “fırka” ya da “ümmet” olarak geçer.[5] Türkçülük ideolojisinin babası olarak tanınan ve Mustafa Kemal’inde düşünce yapısını etkileyen Mehmet Ziya Gökalp’a göre millet: ‘’ Ulus, ne ırksal ne kavimsel, ne coğrafi ve siyasal, ne de iradeye bağlı bir topluluk değildir. Ulus, dilce, dince, ahlâkça ve güzel sanatlar yönünden ortak olan, yani aynı eğitimi almış kişilerden oluşan bir topluluktur ‘’ der.[6] Mustafa Kemal’in düşünce yapısını etkileyen Ziya Gökalp’in düşüncesinden sonra Mustafa Kemal’in tanımına bakacağız. Mustafa Kemal’e göre millet(ulus) tanımı : ‘’Zengin bir anılar kalıtına sahip bulunan, birlikte yaşamak konusunda ortak arzu ve uygun görmede samimi olan ve sahip olunan mirasın korunmasına devam hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluluğa ulus adı verilir’’[7] diyerek açıklarken bu tanımı daha da detaylandırmaktadır. Mustafa Kemal bu tanıma ek olarak: ‘’ a) Siyasal varlıkta birlik, b) Dil birliği, c) Yurt birliği, d) Irk ve köken birliği, e) Tarihsel yakınlık, f) Ahlâksal yakınlık’’ maddelerini de eklemiştir. Gökalp ve Mustafa Kemal’in tanımları karşılaştırıldı vakit millet(ulus) olgusunun tek bir maddeye sıkıştırmama ve kültürel bir topluluk olarak değerlendirmede birleşirken ulusu oluşturan etkenlerde ayrılma yaşarlar.[8]
Millet olgusunu çeşitli kişilerin tanımlamaları açıkladıktan sonra, Osmanlı Devleti’nin asli üyesi Türklerin millet ve Türk Milliyetçiliği anlayışlarının geliş sürecinde Mustafa Kemal’in etkisini inceleyeceğiz.
1.Fransız İhtilâli İle Ortaya Çıkan Milliyetçilik Akımı ve Osmanlı Devleti’ne Etkileri
Fransız İhtilâli dünyada ki ilk ihtilâl hareketi değil öncesinde 1640 İngiliz ve 1776 Amerikan İhtilâlleri [9] olmuş fakat Fransız İhtilâli etkisini yaratmamıştır. Fransa’da İhtilâl patlak verdiği zaman, Osmanlı-Fransız münasebetleri, Kanuni Sultan Süleyman ile I.François arasında kurulmuş geleneksel dostluk çerçevesi içinde cereyan etmekte devam ediyordu. [10] 1789 yılına gelindiğinde Osmanlı tahtında bulunan III. Selim ile Fransa tahtında bulunan XVI. Louis, III. Selim şehzadeliği döneminde mektuplaşmaları mevcuttu. III. Selim Fransa’ya sempati duyar ve Fransız dostluğuna önem verirdi. III. Selim tahta çıkmadan önce kafasında bazı reform hareketleri düşünmüş ve bu hareketlerin Fransa tarafından destekleneceğini düşünmüştür. İhtilâl Osmanlı Devleti’nde herhangi bir endişe yaratmamıştı.[11] İhtilâl, imtiyazlı sınıfları yıkmak üzere yapılmış fakat Osmanlı Devleti’nde böyle bir sınıfın olmaması tedirginlik yaratmadı. Bu durum endişe ve tedirginlik yaratmadığı gibi Osmanlı Hükümeti, Fransa’ya 1797 yılında Moralı Seyid Ali Efendi’yi daimi elçi olarak görevlendirdi.[12] Fransız İhtilâli’nin, Osmanlı Devleti üzerinde ki ilk başta ki görüntüsü Sırkatibi Ahmed Efendi’nin yazdığı hatırattaki tanımıyla: ‘’ Françe Kavminin Galeyanı’’[13] şeklindedir. Fransız İhtilâli ile birlikte dünyaya yayılmaya başlayan millet ve milliyetçilik olgusu elbet Osmanlı Devleti’nde de karşılığını bulacaktı. Bu karşılığı bölgelere ayırarak kısaca değineceğiz. Bu karşılık Osmanlı Devleti’nin bütünlüğü için uygulanmaya çalışılan İslamcılık ve Osmanlıcılık politikalarının iflasına ve Türkçülük politikasının yeşermesine zemin hazırlayacaktır. Öncelik Müslüman toplumlarında ki bağımsızlık hareketlerine değineceğiz. Türkler dışındaki Müslüman halkların milliyetçi hareketlerini engelleme çabaları da işe yaramamış, özellikle Arap ve Arnavut ulusal topluluklarında görüldüğü gibi. İslâm ümmetçiliği, bir Osmanlı kimliğini yaratma projesinde çok az başarılı olmuştur.[14] Arap aydınları arasında da özellikle İmparatorluğun son döneminde kendi geleceklerinin ne olacağı ya da ne olması gerektiğine yönelik tartışmaların yaşandığı görülmektedir. Bu doğrultuda Arap milliyetçiliğini savunan çeşitli dergi ve gazetelerle birlikte bu amacı savunan örgütlerin kurulma süreci yaşanmıştır. Suriye’nin, Mısır’ın ve Lübnan’ın, bağımsızlığı için çalışan örgütlerin ortak amacı, Osmanlı egemenliğinden kurtularak kendi topraklarında bağımsız bir ülke yaratmaktır.[15] Fakat Arap milliyetçi hareketi kendi devletlerini kurma amacına ulaşdıysa da birleşik bir Arap devleti kurma düşüncesi gerçekleşmemiştir. Bu süreç içinde İngiliz ve Fransızlarla Osmanlı Devleti’ne karşı birleşen Arap milliyetçileri, Osmanlı Devleti’nin yenilgisinden sonra yine kendi topraklarının sömürge haline getirilmesine ve yüzyıllardır Arapların yaşadığı topraklarda, tarihsel hasımları olan Yahudilere bir vatan oluşturulmasına tanık olmuşlardır. Osmanlı Padişahı Abdülhamid’in Filistin topraklanın satın almak için gelen Yahudi zenginlerine “bu topraklan kendi kanımızla aldık, ancak aldığımız bedele size verebiliriz” sözlerinin üzerinden çok geçmeden Araplar, kendilerine olan olumsuz etkisi uzun yıllar sürecek bir Yahudi Devleti’nin kuruluşuna zemin hazırlamışlardır.[16] Diğer bir Müslüman topluluk olan Arnavutlar da bağımsızlık hareketleri içinde bulunmuşlardır. Kısaca bu konuya da bakacağız. Devlet içinde Müslüman Türklerden ve Araplardan sonra İslam olan en büyük topluluk Arnavutlar idi. Bu topluluk devlet içinde bağımsızlık hareketine en son katılan idi. 1908 Devrimi’nde en büyük ve sürekli bir eylem hareketleri içerisinde olmuşlardır. Arnavutluk bağımsızlık sürecinde, milliyetçi örgütlerin önemli yeri bulunmaktadır. Arnavut denekleri, Kürt dernekleriyle beraber İstanbul’da ilk kurulan örgütler olmuşlardır. [17]
Arap ve Arnavut ulusal hareketlerinin ortaya koyduğu gibi, Müslüman unsurlarda milliyetçi hareketin oluşmasında, Batı’dan gelen milliyetçi düşüncelerin önemli payı olduğu söylenebilir. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde eğilim gören Müslüman gençlerin milliyetçi düşüncelerle ülkelerine dönmeleri ve düşünceleri yaymaları, bir ulusal hareketin oluşmasına yol açmıştır, Diğer yandan İmparatorluğun çözülme sürecine girmesiyle birlikte ortaya çıkan ekonomik ve siyasal bozulmanın, Arap ve diğer Müslüman kentlerinde kendini hissettirmesiyle başlayan çözüm arayışları sonucu, milliyetçilik ve ulusal devlet kurma düşüncesi, güçlü bir seçenek olarak kendini göstermiştir. Bu seçeneğin güçlenmesi ve örgütlenmesi sürecinde, Batılı devletlerin ayrılıkçı Müslümanların hareketlerini ideolojik ve lojistik anlamda desteklemesi, Müslüman unsurlarda milliyetçi hareketlerin güçlenmesini sağlamıştır. Bu etkenler kadar olmasa da, Jön Türk devrimi sonrası güçlenen Türkçülük düşüncesinin, başta Arap ulusal hareketi olmak üzere, diğer Müslüman unsurlardaki ulusal hareketlerin oluşumunda etkisi olduğu söylenebilir. Müslüman topluluklarda milliyetçi hareketlerin ortaya çıkmasıyla, İmparatorluğun dağılmasını önleyecek bir seçenek olarak görülen İslamcılık, bu niteliğini kaybetmiş, yerini Türk milliyetçiliği ideolojisine bırakmıştır.[18] Devlet içindeki Müslüman unsurlara baktıktan sonra şimdide gayrimüslim unsurlara bakacağız. Osmanlı toplumsal yapısını biçimlendiren millet sisteminin, gayrimüslim topluluklara idari ve dinsel haklar ve özgürlükler getirmesine karşı, bu topluluklarda diğer etkenlerle birlikle milliyetçilik akımlarının güçlenmesi noktasında elverişli bir zemin hazırlamıştır. Millet sistemi gayrimüslimleri Osmanlı toplumuna entegre etmeyi amaçlayan bir sistem olduğu halde yaşanan süreç sonunda, bu toplumların ayrılıkçı hareketlerini kolaylaştıran bir unsur haline gelmiştir. Tanzimat reformları amaçladığı Osmanlı ulusu yaratma amacına ulaşamamış, bu arada milliyetçilik de gayrimüslim halkları etkilemeye devam etmiştir. Tanzimat ile eşit hale gelen gayrimüslim halkın önderleri, sahip oldukları otoritelerini kaybetmeye başladıkları sırada, bu halkların içinden çıkan milliyetçi liderler, din adamlarının kaybettikleri otoriteyi kendilerine aktarmayı başarmışlardır. Devletin giderek daha fazla toprak kaybetmesi ve o güne kadar Türklerle eşit haklara sahip Müslüman halkların da ayrılıkçı hareketlere girişmeleri, Osmanlıcılık ve İslamcılığın çöküş karşısında bir engel oluşturamayacağı düşüncesini güçlendirmiştir.[19] Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Avrupalı devletler ülke içinde yaşayan gayrimüslimlerin koruyuculuğunu o kadar ileri düzeye götürmüşlerdir ki, sanki kendi vatandaşları olan kişileri yabancı bir ülkenin yönetiminden kurtarmaya çalışıyormuş gibi, hukuk dışı koruma yöntemleri geliştirmişlerdir. Ticari ve hukuki ayrıcalıklar getiren kapitülasyonlar azınlıklarla beraber yabancıların da Osmanlı Devleti içinde daha çok yatırım yapmasını sağlamış ve bu da onları devlet içinde bağımsız bir iktisadi güç haline getirmiştir.[20]
Giderek ekonomik açıdan palazlanan gayrimüslim halklar, düşünsel alandaki yeni gelişmelerin de etkisiyle bir siyasal bağımsızlık hareketine girişmişlerdir. 1805’de Sırp bağımsızlık hareketi, büyük ölçüde Rusya’nın desteğiyle ortaya çıkmış ve başarıya ulaşmış, bunu 1821’de Mora’da patlak veren Yunan isyanı izlemiş ve bu hareket 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlık ilanı ile sonuçlanmıştır. 1856 Islahat Fermanı’nın azınlıklara iktisadi ve toplumsal alanda yeni haklar getirmiş ve bunlar da milliyetçi hareketlere uygun bir hareket alam sağlamıştır. Nitekim I848’dc başlayan Bulgar isyanı, bağımsız Bulgar devletinin kurulmasına giden süreci başlatmış. 1858’de Bosna-Hersek’in bağımsızlık hareketi başlamış, 1897’de Girit bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlı Devletinde gayrimüslimlerin milliyetçi bağımsızlık hareketlerine yönelmeleri Osmanlı’da İslamcılık akımının ortaya çıkması ve güçlenmesi sonucunu doğurmuştur.[21]
Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Türkler harici Müslim ve gayrimüslim toplulukların bağımsızlık hareketlerine baktıktan sonra Türk Milliyetçiliğinin doğuşuna göz atacağız.
Türk milliyetçiliği, Arapların ayrılıkçı hareketleri, İngiliz destekli isyanları ve Anadolu’dan daha fazla imar edilen Balkanlarda yaşayan milletlerin 1912-1913 Balkan Savaşlarında ki tavırları ile acı tecrübeler yaşamış ve öze dönmenin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Böylece hükümetler asli unsur olan Türklere ve Türk milliyetçiliğine dönüş başlamıştır.
2.Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu
Türk Milliyetçiliğinin ilk belirtileri edebiyat alanında görülmüştür.[22] Şinasi, Türkçe kelimeler ile mısralar yazmış, Ziya Paşa, halk edebiyatında Türklüğü aramaya yönlendirmiştir. Ali Suavi yazılarında devletin asli unsuru olarak Türkleri işaret etmekten çekinmedi. Mustafa Kemal’in: ‘’Türk milliyetseverliğinin müjdecisi olan şiirler…’’ diyerek Anadolu’daki mücadeleye katılan Mehmet Emin için söylediği hitabı hak eden şair bir dizesinde: ‘’Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur’’ der.[23] Türk Milliyetçiliği için mihenk taşlarından biride Türk Derneği’nin kuruluşu, Türk Yurdu Dergisi’nin Yayınları ve Türk Ocağı’nın kurulmasıdır. Bu mihenk taşlarının amacı özetle; Türklerin fikri, sosyal ve ekonomik düzeylerinin yükseltilmesi, Türk dilinin gelişmesine hizmet etmek idi. Türk milliyetçiliğinin doğuşunun temelini bu durumlar hazırlamış ve Mustafa Kemal ile tam bir zirveye çıkış vardır. Bu yükselişi Mustafa Kemal’in söylev, demeç ve tamimlerinden takip edeceğiz. Ve Atatürk Milliyetçiliğini, Mustafa Kemal’in sözleri ile anlatacağız.
3.Mustafa Kemal İle Yükselen Türk Milliyetçiliği ve Mustafa Kemal’in Sözleri
Mustafa Kemal, mütarekeden sonrasında müfettişlik görevi ile Samsun’a ayak bastıktan üç gün sonra İstanbul’a gönderdiği rapor da izleyeceği yolu şu şekil de belirtmiştir: ‘’…Millet yekvücut olup hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef ittihaz etmiştir.’’ demektedir.[24] Mustafa Kemal, Anadolu’da giriştiği kurtuluş mücadelesini iki temel üzerine inşa etmişti. Bunların ilki, Türk milliyetçiliği diğeri ise, millet egemenliği idi. 22 Haziran 1919 günü Amasya Tamiminde şunları ifade etmiştir: ‘’Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır. Ertesi gün 23 Haziran 1919 tarihinde Lord Curzon’a gönderilen bir telgrafta :’’ Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, milliyetçi duygunun merkezi haline gelmiştir.’’ denilerek doğru bir teşhis konmuştur. Mustafa Kemal’in yüce Türk milletine inancını şu sözleri ile anlıyoruz. ‘’Batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları… şahsen tanırım ve bu tanışmam da harb sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir.’’ [25] Türk milliyetçiliğinin şahlanışı sadece Anadolu’nun şahlanışı olmamıştır. Bu yükseliş, ezilen tüm halklarında meşru haklarını aramaya yöneltecektir. Bunu en yakın Asya ve Afrika halklarının mücadelesine örnek olacaktı. Daha önce de belirttiğimiz üzere Mustafa Kemal, milli mücadeleyi iki temele dayandırmıştı. İlki, Türk milliyetçiliği diğeri milli egemenlik idi. Bunları bizzat konuşmasında da belirtmiştir: ‘’Ben 1919 senesi Mayıs’ın içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.’’[26] Yine aynı konuda bir başka düşüncesini şu şekilde ifade ediyor Mustafa Kemal: ‘’Milli mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir; milletin evlatlarıdır. Milli mücadelede, şahsi hırs değil, milli izzet-i nefs gerçek sâik olmuştur.’’[27]
Türklerin, geldikleri yere yani Orta Asya’ya yeniden sürülmeleri, gönderilmeleri gerektiğini dile getiren emperyalistlere karşı Mustafa Kemal şu sözleri ile Türk milletini müdafaa etmiştir: ‘’ Milletimiz aleyhinde söylenenler bütünüyle iftiradır.’’ ‘’Milletimizin büyük kabiliyetleri tarihen ve mantıken sabittir’’. ‘’Milletimiz… büyük güçlükler içinde bir imparatorluk vücuda getirdi. Ve bu imparatorluğu altıyüz yıldan beri tam bir ululuk ve büyüklükle sürdürdü. Bunu başaran bir millet elbette yüksek siyasi ve idari niteliklere sahiptir. Böyle bir durum yalnız kılıç gücüyle vücuda gelemezdi. Dünya bilir ki, Osmanlı Devleti, çok geniş olan ülkesinde, bir sınırından öteki sınırına ordusunu olağanüstü bir sür’atle ve tamamen donatılmış olarak naklederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilatının değil, bütün idare şubelerinin son derecede mükemmel işlediğinin ve kendilerinin kabiliyetli olduğunun delilidir.’’ ‘’Milletimizin zalim olduğu iddiası da sırf iftiradan, baştan başa yalandan ibarettir. Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve adetlerine riayet etmemiştir Hatta denilebilir ki, başka dinlere mensup olanların dinine ve milliyetine riayetkâr olan yegâne millet bizim milletimizdir.’’ ‘’Fatih İstanbul’da bulduğu dini ve milli teşkilatı olduğu gibi bıraktı. Rum Patriki, Bulgar eksarhı ve Ermeni kategigosu gibi Hıristiyan din reisleri imtiyaza sahip oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar bulundukları bu geniş imtiyazlar milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en müsaadekar ve civanmert bir milleti olduğunu isbal eden en büyük delilidir.’’[28]
Mustafa Kemal milli duygulardan yoksun aydınlara da şu şekilde seslenmiştir: ‘’ … Nadir şekilde de olsa üzüntüyle işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya milli duygudan yoksun kalmış oldukları anlaşılan bazı şahıslar, yabancıların aleyhimizde ileri sürdükleri suçlamaları reddetmedikten başka, vatanlarını kabahatli göstermekten çekinmiyorlar.’’[29]
Mustafa Kemal, Onuncu Yıl Nutku’nda Türk milletini nasıl değerlendiriyor şu sözü ile anlatalım: ‘’ Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir… Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektedir… Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır… Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.’’[30] Mustafa Kemal yine Türk milletini değerlendirirken şu sözleri sarf etmiştir: ‘’Türk’ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.’’[31] ‘’Bizim milletimiz vatan için, hürriyeti ve egemenliği için fedakâr bir halktır.’’[32] ‘’Türk esirlik kabul etmeyen bir millettir.’’[33] ‘’Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz.’’[34]
Mustafa Kemal, Türk milletinin içerisinde bulunduğu taciz ve tecavüze, işgallere karşı bir bütün oluşunu şu cümleler ile ifade etmektedir: ‘’Milli Teşkilat, milletin maruz bırakılmak istenildiği haksız muameleler üzerine vücuda gelmiştir. Teşkilat, milletin açık haklarına karşı vukua ve daha da vuku bulması düşünülen tecavüzlere karşı kendini koruma emelinden doğmuştur. Bugün Anadolu ve Rumeli vilayetinde milli teşkilattan mahrum hiçbir yer kalmamıştır. Millet, yekvücut olarak haklarının muhafazasına ve korunmasına azmetmiş olduğu için, teşkilatımızın hükmü bütün vatana yayılmış demektir.’’[35] Mustafa Kemal, milletin yekvücut olmasında aydınların rollerinde de bahsetmiştir. Başlangıçta ki önemlerini şu ifadeler ile dile getirmiştir: ‘’ Bütün millet bir vücut gibi bir hale getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de bir işe müteşebbisler başlar, en son ferde ve yukarıya doğru sirayet ettirilir. Az zamanda talep olunduğu gibi hakiki istikametine sevk edebilmek için aydınlar daha çok vazifelidir, aydınların vazifeleri gayet büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki, ahlak esaslarına dayanmadan ilerlesin.’’[36] Mustafa Kemal, kazanılan bağımsızlığın değerini ve korunması gerekliliğini belirtmiş ve bağımsızlık için çekilen acıların unutulmamasını şu sözlerle ifade etmiştir: ‘’ Milletimiz bugün on üçüncü milli bayramı idrak ediyor. Bir taraftan en acı felaketlerin, diğer taraftan da fedakâr milletimizin bütün cihana gösterdiği müstesna kahramanlıkların tarihini ihtiva eyleyen bu son on iki senenin hatıralarını konuşurken büyük bir heyecan ile titrememek mümkün değildir. Geçen felaket günlerinin ıstıraplarıyla yüklü olarak on üçüncü milli yıla girerken, maziye ait yaralarımız için ancak bir tedavi çaresi tasavvur etmeliyiz: ‘’Bağımsızlık davasında ölünceye kadar sebat ve ısrar.’’[37]
Mustafa Kemal milliyetçiliğinin bazı anlayış ve özellikleri mevcuttur. Bunlara kısaca değinmek gerekirse;
a.Milli Birlik ve Bütünlüğe Önem Verir
Atatürk milliyetçilik şuuru içinde milli birlik ve bütünlüğe büyük önem verir. Milli Birlik ve beraberlik duygusu millet fertlerini birbirine sımsıkı bağlar. Zaten milli birlik ve beraberlik duygusu dünyada milliyetçilik cereyanının yayılmasından sonra kurulan milli devletlerde önem kazanmaya başlamıştır. Lozan Barış Antlaşması sonucu Yunanistan ile yapılan mübadele ile milli sınırlar içinde homojen bir toplum yaratan Atatürk, milli varlığımızın temelini birlik ve milli şuurda görmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte, milliyetçilik rejiminin temeli haline gelmiş, dolayısıyla böyle hızlı değişme dönemlerinde toplumda çıkabilecek bölünmeler Türk milliyetçiliğinin birleştiriciliği sayesinde önlenebilmiştir. Çünkü milliyetçilik devlete bağlılık fikrinin bir güvencesi olduğu gibi, aynı millete mensup olmanın gururuyla milli birlik ve beraberlik yolunu açan bir ideolojidir.[38] Yüzyıllar boyunca aynı bayrak altında aynı inançları paylaşarak yaşamış, ortak vatanlarını omuz omuza savunmuş, ‘’kaderde, kıvançta ve tasada ortak olmuş’’, aynı büyük milletin şerefli evlatları olarak yaşamağa kararlı insanlar arasına ayrılık tohumları ekilmeğe çalışılması Atatürk’ün toplayıcı, birleştirici Türk milliyetçiliği anlayışıyla bağdaşmaz.[39] Mustafa Kemal, milletin birlik ve beraberliğinin önemini şu sözler ile ifade etmektedir: ‘’Türk milleti, kendinin ve memleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir.’’[40] Aynı konuda başka bir konuşmasında bu konu hakkında şunları dile getirmiştir: ‘’ Gerektiğinde vatan için bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir.’’[41]
b.Sınıf Kavgasına Karşıdır
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının önemli bir özelliği de sınıf mücadelesini reddetmesi ve sosyal dayanışmayı esas almasıdır. Atatürk, Türk toplumunu teşkil eden köylü, çiftçi, esnaf, sanatkâr, sanayici, tüccar, serbest meslek sahibi ve memur gibi her çeşit meslek ve zümrelerin, aynı milli toplumun birer unsuru olarak sosyal adalete uygun esaslar içinde, ahenkli bir tarzda işbirliği yapmalarını; bunlar arasında çıkabilecek anlaşmazlıkların millet yararını her şeyin üstünde tutarak uzlaştırılmasını ve bağdaştırılması öngören temel bir görüşe sahiptir.[42] Atatürkçülük, ne sosyal dertlere karşı kayıtsız kalınmasını, ne de milli bütünlüğün sınıf kavgası kışkırtmalarıyla parçalanmasını kabul etmez.[43] Mustafa Kemal bu konu da şunları diyerek bu özelliği desteklemiştir: ‘’ Türk toplumunu oluşturan başlıca çalışma grupları şunlardır: Çiftçiler, küçük san’at sahibi ve esnaf, amele ve işçi, serbest meslek sahipleri, sanayiciler, tüccarlar, memurlar. Bunların her birinin çalışması diğerlerinin ve bütün toplumun hayat ve mutluluğu için zorunludur. Bu duruma göre, amaç, sınıf mücadelesi yerine sosyal düzen ve dayanışmayı sağlamaktadır…’’[44] Mustafa Kemal aşırı sağ ve aşırı sol kölelik rejimlerini reddetmiştir. Bolşevizmin, uygulamada, bir azınlık diktatörlüğüne yol açtığını anlatan Atatürk, Bolşevikler (marksist-leninistler) hakkında şöyle diyor: ‘’ Gayelerinde, milli değillerdir. Şahsi hürriyet ve eşitlik tanımazlar. Halk egemenliğine riayetleri yoktur. İçerde, çoğunluğu, zorlama ve baskı ile görüş noktalarına itaate mecbur tutarlar; dışarıda propaganda ve ihtilal teşkilatı ile, bütün dünya milletlerine kendi prensiplerini yaymağa çalışırlar. Hâlbuki hükümet kurmaktan gaye, evvela ferdi hürriyetin teminidir. Bolşevik hükümet tarzında istibdat mahiyeti görülmektedir.’’[45] Yine Atatürk, daha 1922’de, Batılı istilacılara karşı giriştiği ölümkalım savaşında Sovyetlerden destek gördüğü bir sırada bile, ‘’biz milliyetçiyiz; ne Bolşevik, ne de komünist olamayız’’ yolunda çok açık beyanlarda bulunmuştur.[46] Mustafa Kemal 1935 senesinde verdiği bir demeçte de: ‘’ Türkiye’de Bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü Türk Hükümetinin ilk gayesi halka hürriyet ve saadet vermektir.’’[47]
c.Gerçekçidir ve Vatan Kavramına Dayanır
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının temel özelliklerinden biri de gerçekçiliktir. Takip edilecek gerçekçi ve akılcı yolun sınırları belli bir vatan üzerinde, milli bir Türk devleti kurmak olduğunu anlamıştır.
Milli Mücadele ile çizilen Misak-ı Milli sınırları Türk milletinin anavatanı olarak benimsenmiştir. 1921 ve 1924 anayasalarında Türkiye ülkenin adı olarak kullanıldı. Böylece Türk milliyetçiliği milli vatan kavramı ile bütünleşince açıklık ve güç kazanmıştır. Atatürk’e göre : ‘’vatan diye adlandırılan bu toprak parçası hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir kütledir.’’[48] Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 5. Dönem 3. Yasama Yılının 33. Birleşiminde 5 Şubat 1937 tarihinde Teşkilatı Esasiye Encümen Reisi Sivas milletvekili Şemsettin Günaltay şöyle diyor: ‘’ Arkadaşlar; bir milletin ana kanunu yapılırken ilk evvel nazarı itibare alınacak şey, o milletin kendi hususiyeti, kendi ruhunun tecelliyatı olmalıdır. Ancak o yoldaki umdelere istinad eden bir millet, en büyük fırtınalar karşısında varlığını ve benliğini muhafaza eder.’’[49] Mustafa Kemal’in vatan konusunda ki şu sözleri önemlidir: ‘’ Türk milleti, Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere, kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar.’’… ‘’Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse, Türk’e yurtluk etmemiş bir kıta yoktur.’’ … ‘’Bugünkü Türk Milleti, varlığı için bugünkü yurdundan memnundur. Çünkü Türk, derin ve şanlı geçmişini; büyük kudretli atalarının kutsal miraslarını bu yurtta da muhafaza edebileceğinden, o mirasları şimdiye kadar olduğundan çok fazla zenginleştirebileceğinden emindir.’’[50]
d.Saldırgan Değil Barışçı ve İnsancıldır
Milliyetçilik konusunda hassas olan Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı asla bencil bir milliyetçilik değildir. Onun milliyetçilik anlayışında her şeyin üstünde Türk milleti ve bu milletin menfaatleri gelmesine rağmen, insanlık ailesi içinde başka milletlere de yaşama ve hürriyet hakkı tanır.[51] Bu konuda Atatürk’ün İçişleri Bakanı Şükrü Kaya şöyle diyor: ‘’ Millici olmak bizim zaruri şiarımızdır. Fakat bizim millici şiarımız dar ve inhisarcı (tekelci) değildir. Bizim milliciliğimiz, medeni insanlık içinde, onun esaslı bir unsuru olarak, insanlığın yücelip yükselmesine ve bütün dünyayı mutluluk ve refah içinde yaşatmaya yönelmiş bir milliciliktir.’’[52] Mustafa Kemal, bir milletin barış içinde yaşabilmek için kendini savunacak güce ve iradeye sahip olması gerektiğini çok açık şekilde anlatmıştır: ‘’ Bugün vardığımız barışın ebedi barış olacağına inanmak, safdillik olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an bile gaflet, milletin hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, mukabil saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için her türlü ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikmeyeceğiz.’’[53] Aynı konu da şu sözleri de unutmamak gerekir: ‘’ Hiçbir millet ve memlekete karşı tecavüz fikri beslemeyiz. Fakat varlığımızı ve bağımsızlığımızı korumak için, bir de milletimizin iç rahatlığı ve gönül huzuru ile çalışarak refahlı ve mutlu olmasını sağlamak için her vakit memleket ve milletimizi korumağa gücü yeten bir orduya sahip olmak da ülkümüzdür.’’[54] Harbin yıkıcı ve acı yanını Mustafa Kemal birebir yaşayarak tecrübe etmiş bir nesil ve liderdir. Bu konuda şu sözleri Mustafa Kemal’in saldırgan bir anlayış içinde olmadığını gösterir: ‘’ Ben harpçi olamam. Çünkü harbin acıklı hallerini herkesten iyi bilirim.’’[55] Mustafa Kemal’in 16 Mart 1923 tarihinde Adana’da yaptığı konuşmada : ‘’ Harp zaruri ve hayati olmalı… Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir.’’[56] Bu konuda son olarak, İsmet İnönü’nün, Mustafa Kemal’in 25. ölüm yıldönümü anılırken şu sözleri sarf ediyordu: ‘’ Atatürk’ün mücadele neticelerini milletlerarası sahada makul ölçüler içinde tutması ve durdurması, onun cesaretidir ve hayranlık uyandıran bir başka tarafıdır. Atatürk, zaferi kazandıktan sonra, esaslı bir nokta olarak, bütün hayatında insanlığın barış içinde yaşaması idealinin samimi ve sarsılmaz savunucusu olmuştur. Bugün dünya, O’na, bundan dolayı da hayrandır.’’[57]
e.Irkçılığa Karşıdır
Atatürk’ün çağdaş milliyetçilik anlayışı ile ırkçılığı bağdaştırmak mümkün değildir. Atatürk Türk vatandaşlarını din ve etnik köken esasına göre ayırt etmez. Yani, Türk toplumu içinde büyüyüp, aynı eğitimi gören ve Türklüğü benimsemiş olan her vatandaş bugünkü milliyet anlayışımıza göre Türk’tür. Bu sebeple Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı toplumumuzun birliğini, bütünlüğünü bozacak ırk ayrımcılığı ve bölücülüğü reddeder.[58] Eski İçişleri Bakanı Şükrü Kaya bu konuda şunları söyler: ‘’Bizim millici ilkemiz dar ve tekelci değildir’’[59] derken, eski başbakanlardan Recep Peker’de şunları demektedir: ‘’Bizim milliyetçiliğimiz, kan ve ırk milliyetçiliğinden farklıdır.’’[60] Demektedir. Bu konuda Prof.Dr. Erol Güngör şunları ifade etmiştir: ‘’Hakikatte milliyetçilik, bir kültür hareketi olmak dolayısıyla ırkçılığı, halka dayanan bir siyasi hareket olarak da otoriter idare sistemlerini reddeder’’[61] der. Bu konuda son olarak Mehmet Kaplan’ın şu dediklerine bakacağız: ‘’ Yeni milliyetçiliğin… ırkçı olmadığını belirtmek lazımdır’’[62] demiştir.
f.Milliyetçiliği Reddeden Akımlara Karşıdır
Türk milliyetçiliği temeline dayanan Atatürkçülüğün, millet kavramını ve milliyetçilik prensibini reddeden düşünce akımlarıyla bağdaşmayacağı açıktır. Atatürk’e göre aynı zamanda insanlara milliyet duygularını unutturup onları bir dünya devleti halinde birleştirme düşüncesi de gerçekçi değildir. Atatürk, Hitler ve Mussolini’nin temsil ettikleri demokrasi düşmanı, millet egemenliği ile bağdaşmayan totaliter devlet anlayışını da reddetmiştir. Atatürk aynı zamanda, laikliği temel ilkelerinden biri haline getirdiği için teokratik devlet anlayışının da karşısında olmuştur.[63]
SONUÇ
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına sonuç olarak, kendisinden seneler sonra bile öğretileri ve anlayışı bugün bile yol gösterici bir özellik taşımaktadır. Fikirleri gün geçtikçe eskiyen değil her gün daha da ihtiyaç duyulan anlayıştır. Behçet Kemal, Atatürk’e şu şekilde seslenir: ‘’Doğrulup gürlüyorsun yeryüzünde yeniden / Her silkinen, kalkınan, kurtulan ulusla sen / Tıpkı ilk sesin gibi Samsun’dan, Amasya’dan / Son sesin yükseliyor Afrika’dan, Asya’dan.’’[64] Son mısradan da anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal’in Türk Kurutuluş Mücadelesi’nin sadece Türk milletine değil, Afrika ve Asya’nın mazlum milletlerine de yol gösterici olduğunu kanıtlar niteliktedir. Milliyetçilik, Atatürkçülük ideolojisin ayrılmaz parçası olmuştur. Mustafa Kemal, kutsal Türk Kurtuluş Mücadelesi’nin iki temel noktasından birini Türk milliyetçiliği olduğunu belirtmiştir. Dünyada ki milliyetçilik hareketlerine bakıldığında Mustafa Kemal’in milliyetçilik anlayışı çağdaşlaşmayı ve muasır medeniyet seviyesini hedefleyerek hepsinden ayrılır. Mustafa Kemal bu coğrafyada vatan olgusunu anavatan olgusuna çevirmiş ve unutulmuş olan ait olma duygusunu yeniden canlandırmayı bilmiştir. Mustafa Kemal’in dünyada ki diğer liderlerden ayrılan en büyük meziyeti ve özelliği kesin olarak sadece bulunduğu döneme değil kendisinden sonraki dönemler içinde ışık tutabilmesi olmuştur. Tüm zorluklara rağmen arkasına emperyalist güçleri değil tüm benliği ile inandığı milletini alarak yeni, çağdaş ve ileriyi hedefleyen bir devlet kurmuştur. Yine yıllarca kendi vatanında azınlık gibi yaşayan ve bu durumu görev yaptığı her bölgede acı şekilde görmüş olması onun ileride yapacağı inkılâpların şekillenmesine sebep verecektir. Her konuda birçok farklı fikir ve görüşü okumuş, dinlemiş ve sonucunda bu topraklara ve Türk milletine en uygun olanı bularak uygulamıştır. Son olarak şunu belirtmekte fayda olacaktır. Atatürk milliyetçiliği, kalkınmaya, ilerlemeye engel değil tam tersi bir dinamiği temsil eder. Bölücü, dağıtıcı, parçalayıcı değil, ırk ve mezhep farklıklarını aynı potada eriterek tek bir duygu oluşumunu destekler. Mustafa Kemal kendisinden sonra gelen ve kurduğu Cumhuriyet’i emanet ettiği gençliğin yüksek ses ve gurur ile ‘’Ne Mutlu Türk’üm’’ demelerini ister ve onlara derki: ‘’Yüksel Türk !… Senin için yüksekliğin hududu yoktur’’.

BURAK CAN /TURKISHFORUM- ABDULLAH TÜRER YENER

Okumaya devam et  Paradoksa Bak Hele!.. Fazla Oluyorsunuz!..

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir