DİKTATÖRLER İKTİDARDAN NASIL GİDER?

Diktatörler lütufla ve sadece 'Sandık demokrasisi' ile iktidarı asla bırakmazlar. - adolf hitler

Diktatörler lütufla ve sadece ‘Sandık demokrasisi’ ile iktidarı asla bırakmazlar.

Diktatörlerin olduğu ülkelerde, değişime karşı olanlara karşı duruşta çelik gibi olmak, ama çözümde esnek olmak yani, değişimde alternatif yol varsa onu da reddetmemek gerektiği dünyanın çeşitli yerlerindeki tarihsel olgularla da ispatlanmıştır.

Bir diktatörü sadece sandıkta değil, halk hareketi ve Ordu Millet işbirliği ile değiştirmek gerekiyor (1974’de Portekiz’de Karanfil devrimi ve 1960’da Türkiyede Özgürlük devriminde olduğu gibi) ve bunu tarih dayatıyorsa, bu konuda yapılabilecek girişimler, alınabilecek insiyatifler ve değişik alternatifler olduğunu tarihsel bir olgu olarak dünya tarihinde görmek mümkündür.

Bir ülkede yapılan veya yapılmak istenen bir değişimdeki meşruluk, bir devletin kuruluş felsefesine, Anayasaya uygunsa ve milletin iradesinin taleplerini karşılıyorsa meşrudur.

Eğer meşruiyet sadece sandık yapısı içinde görülürse ve bu yegane meşruiyet olarak algılanırsa bu doğru bir yaklaşım olmaz.

Eğer bir diktatör ‘sandık meşruiyetini’ esir almış, yasama, yargı, yürütmeyi gerçekte kendi elinde toplamışsa, ki genelde böyledir ve fütursuzcada açık açık seçim sistemini denetleyen seçim kurulunu da kendi metodlarıyla denetliyorsa, orada ‘sandık meşruiyeti’ ve demokratik bir seçim asla yoktur.

Bunun demokrasi olduğunu sanmak diktatöre teslim olmak demektir. Sandıksız değişim olmayacağını idda etmek bir anlamda farklı değişim alternatiflerine karşıda körü körüne direnmektir.

Bunu demokrasiyi savunuyor gibi zannetmek ise bilimsel olarak demokrasiyide bilmemektir. Bunun adı esasında niyet ne olursa olsun diktatörün yönettiği ve denetlediği göstermelik demokrasinin halkı kelepçelemesine yol vermektir.

Örneğin, Hitler’i devirmek için 1930’larda sandık defalarca denenmişti. Ama, Hitler hukuku kendine benzettiği için Hitler’i değiştirmek mümkün olmadı.

Bugün bunun sonuçlarının ne olduğunu bütün dünyada herkeste bilmektedir. Ama tabiİ ki, Hitler’e karşı alternatif olarak denenen yolların bir kısmı başarısız oldu diye, Hitler’i değiştirmek isteyenler hiç bir zaman yılmadı ve yılma ruh haline de asla girmediler.

Sonuna kadar yeni alternatifler denediler. 1944’de ise nihayet değişimde en sonuncu alternatif başarılı oldu ve Hitler yenildi ve rejim değişti.

Bunun bedeli çok ağır oldu.
Bu bedelin sorumluları sadece Hitler değil, onu destekleyenlerdi.

Hitler gerçeğini görmek istemeyen veya sinen, bu nedenle de farklı alternatif değişimleri istemeyenlerdi.

Demokrasiyi sandıkla sınırlayanlardı. Hitler’i destekleyenler de, Hitler’in sandıktan çıktığını ve demokrasinin sandıkta aranması gereken ve sokakta aranmaması gereken bir olgu olduğunu sanıyorlardı.

Ta ki, gerçekten Hitler gerçeği ile yani diktatörün gerçek niyetini ve icraatlarını öğrenene kadar, demokrasinin bu olduğunu sanmaya devam ettiler.

Direniş örgütlemeyi red ettiler.

Diktatörün icraatlarının aleti ya da seyircisi veya esiri oldular. Hitler’in bizzat kendisi bunun cevabını verdi ve tüm insan haklarını ilga etti.

You Herşeyi kendine bağladı.

Kendi ülkesi de dahil, komşu ülkeleri ve biraz daha ötesini mahfetti. Ta ki, birileri çıkıp, Hitler’in anlayacağı dilden konuşuncaya ve Hitler’i sandıkta değil, ülke ülke, sokak sokak fiziken yeninceye kadar. Bunun sonucu olarak zalim bir diktatör olan Hitler Almanya’sı, Almanya’yı ve dünyadaki çeşitli coğrafyaları bu yüzden yönetememektedir.

Görüldüğü veya sanıldığı gibi Alman halkı bir diktatörden sandıkta değil, değişik ve mümkün olan alternatiflerin alana girmesi ile Almanya diktatörden kurtulmuş ve semokratik bir rejime kavuşmuştur. Aynı benzetme, aynı dönemlerdeki İtalya ve Mussolini için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Diktatörlükle yönetilen ülkelerde değişim, millet ve devlet için kazançlıysa değişim için illa tek bir yol yoktur.

Değişimdeki izlenilecek yolda insanlar kendilerini sadece sandıkta değişim olur diye ipoteklemesi de Hitler Almanya’sında veya Mussolini İtalya’sı ve sonrası örneğinde olduğu gibi doğru bir tutum olmaz.

Bilindiği gibi, hayatın kendi şartları ve şartların da kendi gerçekleri var.

Dünyayı ve ülkelerinin kaderini ilerletme yolunda değiştirenler hiç bir zaman diktatörlüğün denetlediği ya da koyduğu kanunlara göre hareket etmemişlerdir.

Şartlar oluşmuşsa ve bu konuda yeterli bilinç sıçraması varsa, değişimin bedeli ne olursa olsun, şu ya da bu şekilde ve içerikte değişim ve başarı için mücadele etmek kaçınılmazdır.

Fransız, Amerikan, İngiliz ve Türk devrimleri ve sonuçları bunlara birer örnek teşkil etmektedir.

Gerçeğin de kendi gerçeğinin var olduğunu kabul edersek, değişim için oluşmuş şartları ve sonucu etkiliyecek tarihsel görevi de kaçırmamak gerekmektedir.

Değişimde rol oynamak isteyenler ve tarihsel olguları da göz önünde bulunduranlar kendi gerçekleriyle, gerçeğin kendi gerçeğini birleştirerek hareket ederek, gerçekten bir değişimi ancak başarmışlardır.

Değişimcilerin hemen hemen hepsi, koydukları hedeflerde değişim için itici ve devrimci bir zorlamanın olması gerektiğini, bir itici ve öncü kuvvet olarak idrak ederek hareket ettikleri için, yaptıkları hesaplı eylemler onları değişim için bir başarıya götürmüştür.

Örneğin 1923’de Türkiye Cumhuriyeti böyle kurulmuştur.

Ama sadece Türkiye değil: Hindistan, Çin, Almanya, İtalya, İngiltere, Meksika, Fransa, İtalya ve ABD de …böyle kurulmuştur. Dünyada lütfederek hiç bir diktatör kendi diktatörlüğünü bırakmamıştır.

Onun için de, diktatörlüğü bitirmenin ve değişimin yolu, milletin ve değişik devlet kurumlarınında desteğini alan ve yaptırım gücü oluşturan, çelik gibi örgütlü, yönetimi devir alacak ve demokratik bir rejim ve Anayasa için yapısal düzenlemeleri yapacak olan bir yapılanmanın olmasından geçmektedir.

Bu değişimin gerçekleşmesi için şartların oluştuğu bir ülkede, gerçek bir değişimin yapılması için mutlaka olması gereken zaruri bir durumdur..

Bilindiği gibi, tüm diktatörlükler kendilerine karşı olacak uygun ortamı ve güçleri, dış faktörlerle birlikte kendileri bizzat yaratmışlardır. Bu zaten diyalektik olarak da kaçınılmazdır.

Diktatörlerin oldukları ülkelerin hemen hemen hepsi objektif olarak istisnasız böyle bir durum ve konumdadır. Böyle bir durumdaki bir ülkede oluşan ekonomik, siyasi, dış ve iç şartlar, diktatörü ve rejimini değiştirmek için her zaman değişim için de uygun bir ortam yaratmaktadır.

Böyle durumlarda her şey değişim için mükkemmel olmayabilir.

Örneğin, genellikle değişimi sağlayacak ve halka önderlik edebilecek örgütlü bir yapının olmayışı ya da şartları zamanında tahlil etmeyi ihmal edip, bu değişimin olacağını önceden tespit edemeyip, değişim hareketinin örgütlenmesine hazırlanılmayışı şartlar oluşsa ve istense bile mükemmel değişim gerçekleşmez.

Bu gibi ihmaller, genellikle sırası gelmiş değişimi öteleyen ve bu yüzden diktatörlerin lüzumsuz yere ömürlerini uzatan en önemli etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ama değişim için bu öngörülen yapı ve bununla birlikte aynı zamanda şartlarda oluşmuşsa, o ülkede değişim kesinlikle kaçınılmazdır. Bunu hiç bir diktatör veya çıkar ikişkisi ve destekçisi olan iç ve dış güçler asla engelleyemez.

Eğer bir diktatörü değiştirmek ve ülkede halkın iradesini hakim kılmak gerekiyorsa ve demokratik bir rejimde yaşanılmak isteniyorsa, o zaman diktatörün bir daha geri gelmemesini sağlayacak yapısal – demokratik ve hukuki reformları ya da milli demokratik devrimleri, diktatörü değiştirmeden çok önce, çok iyi bir şekilde planlanmasının yapılması ve ülkede amaçlanan değişimin gerçekleşmesi için, en kısa zamanda reform veya devrimleri yürürlüğe de koymak gerekmektedir.

Bu da değişimci ve liyakatlı kadro ve vizyon meselesidir.

Bu konu değişim hareketliliği başlamadan çok önce çözülmelidir.

Aksi taktirde değişim istenilen sonucu vermeyebilir ve geri tepebilir.

Bu değişimler öyle liyakatlı insanlar tarafından ve yapısal olarak gerçekleştirilmelidir ki, bu mevcut diktatörün bir daha geri gelmemesi, ileride de yeni bir diktatörün bir daha oluşmaması ve devamlılığı olan, güvenilir bir devlet ve onun yeni rejiminin sağlam temeller üzerine kurulması için mutlaka gereklidir.

Diktatörlüğe karşı bilim ve akılı yerinde kullanarak, örneğin ülkesinde milli demokratik devrimi gerçekleştirmek isteyenler, kendilerine şartların sunmuş olduğu zamanı ve olanakları bu süre içinde iyi kullanmalıdır.

Değişim için gerekli olan hazırlıklarını iyi yapmalı ve halka umut olacak, strateji ve taktiklerle: halkı demokratik rejimi beraber kurmaya ve korumaya göre seferber etmelidir.

Değişimciler bunu oluşturacak olan ciddi örgütlenmeyi halkın da katılıyla yaratmalıdır.

Halkın yeni rejimin koruması ve yeni rejimi geliştirmede aktif olması ve değişimin de kalıcı olmasının sağlamanın yolu ve tek garantisi ise, halkın katılımcılığı benimsemesi ve katılımcılık süresi içinde halkta oluşacak olan sahiplenme duygusunun oturması ve yeni bir milli demokratik rejim için geniş bir yelpazede yer alacak olan milli ve demokratik bir bilinç sıçramasının yaratılması olacaktır.

Kısaca, diktatörlükleri bitirmenin ve demokratik rejimleri kurmanın ya da tekrar kurmanın yolu sadece sandık değildir.

Bu konuda geniş ve hesaplı düşünerek akıl ve bilimi de kullanarak hareket edip, halkı da ikna ve seferber eden, bir örgütlü ve eylemci çekim merkezinin oluşması sağlanarak ve değişik alternatifler harekete geçirilerek de olabilir.

Son söz: Değişim için ihtimalleri sınırlamamak, strateji ve taktikler iyi belirlemek, seçici olmak, liyakatlı kadrolar oluşturmak ve iç ve dış şartları da iyi değerlendirmek gerekmektedir. .

Her zaman olduğu gibi bağımsızlıkçılar:

Atatürk’le kalın

cumhuriyetle kalın

Hoşçakalın


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir