TÜRKİYE SAHİBİNDEN KELEPİR SATILIK DAİREMİ? PEKİ NE YAPMALI?

Türkiye, 1938’den beri bürokrasisi, siyaseti ve 1952’den beride TSK’sı ile, emperyalizminin ve işbirlikçikerinin işbirliği ve planlarıyla, sahibinden halkıyla birlikte satılık dairelere dönüştürülmüştür. . - cati kati apartman daire

Türkiye, 1938’den beri bürokrasisi, siyaseti ve 1952’den beride TSK’sı ile, emperyalizminin ve işbirlikçikerinin işbirliği ve planlarıyla, sahibinden halkıyla birlikte satılık dairelere dönüştürülmüştür. .

O günlerde, bu satıma karşı çıkan yurtsever, Türkçü, ülkücü ve devrimci nesilden insan ve gruplar ise, Türkiye’yi kelepir olarak satanlar tarafından yok edilmesi gerekenler olarak görülüp, siyasi soykırıma tabi tutulmuştur.

En son 12 Eylül’de emperyalizminin örgütlediği bir özel plan çerçevesinde, bu yurtsever siyasi nesil vahşice tırpanlanmıştır.
Neredeyse yok edilmiştir.

Ortalık, 1970’lerde gülüp geçtiğimiz, ABD ve AB destekli iktidar olan ( esasında değillerde ‘gözüken’) RTE ve Gül, onların önümüzdeki ardılları olacak olan İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Bebecan, Davudoğlullarına, aynı emperyalizm tarafından kurdurulan ve kullanılan ‘Kürt- Hizbullahı’ ( Hüda Partisi) ve PKK’ya ( HDP’ye) kalmıştır.

Enson Madrid de RTE nin ve daha önce de Gül’ün Roma’da attığı tam teslimiyet anlaşmaları bunun cevabını bugün çok daha iyi vermektedir.

Bunun tersine çevrilmesi gereklimidir?
Gereklidir.

Bunu yüreğinde ve beyninde hisseden varmıdır Türkiye’de ?

Vardır tabiki.

Türkiye’nin sahipleri ortaya çıkmalımıdır?
Artık çıkmalıdır.

Ama Türkler olarak ve Türk Devleti ile var olmak ve Türkler tarafından yönetilmek isteniyorsa bu gereklidir ve çıkmalıdır tabiki.

Bunun için, Türkiye’nin bir sahibi olması lazım.
Bunun kendisi kim olduğunu belli etmelidir.
Sahibi, ortaya tüm uzuvlarıyla, hareketleriyle ve fikirleriyle zuhur etmelidir.

Sahibinin ortaya çıkmazı lazım da ne demek…

Tabiki bu mutlaka en kısa sürede olması lazım demek..

Çünkü böyle tesadüf yaşam olmaz.

Bu yüzden de başlar ve yönetim onun bunun çocuklarına bırakılamaması için harekete geçmek gerek..

Bunun için peki ne gerek diyorsanız?

Bunun için, halk deyimiyle aynen kaliteli helva yapmada olduğu gibi, un , su, şeker, yağ ve ateş lazım derim.

Bunun için kaliteli önderlik lazım derim.

Örgütlenmeye ihtiyaç duyulması
ve örgütlenilmesi lazım derim.

Bu ihtiyacı gidermek, gece gündüz Atatürk’ü anlatarak, onun resim ve sözlerini dağıtarak olmaz tabiki.

Çünkü böyle Atatürkçülük:
şu anda lükstür.

Bu kurnaz, geçinilen ve kullanılan Atatürkçülüktür.

Bu, kokmuş ağızlarda, Atatürkü çiğneyip atılan sakız yapan Atatürkçülüktür..
Bu,
Haylazlıktır esasında.
Hayasızlıktır.
Terbiyesizliktir.
Atatürk’e en büyük düşmanlıktır.
Kısacası yemediği için:
yapılması gerekli olanı yapmamaktır..

Bunun için bunun tam tersini yapmak lazımdır.

O nemi?

Bunu:
Atatürk’ü bilerek ve tarihsel bir bilinçle okuyup, onun fikir ve uygulamalarını güncelleyip, halkı fedai bir ruhla ve sokak sokak örgütleyerek yapmak lazım.

Bu ,bugün, Atatürk’ten geçinenlerin, korkarak, korkutarak, kendi korkusunu başkalarınada yayıp, başkalarınında korkutulmasını sağlayarak olmaz.

Peki kim yapacak bunu?

O zaman bu ‘işi ‘ kim yapacak yapmayacak onu konuşalım önce.

Peki başlayalım,

Türkiye’nin sahibi diye yıllarca gözüken ve gerçekte olması gereken TSK’nın görünen hali ortada. Ordan şu anda en azından kısa zamanda pek umut beklemeyin bence.

Sebebi ise,

Herkesin malümu olan, bugüne kadar ki satılmış, ‘emir kulu’’ ( bir Türk Subay emirler Anayasa’ya ve Türk töresine uygun değilse o emri uygulamaz, ucunda ölüm bile olsada o emri reddeder çünkü), burada bir kısım yurtsever Türk olan Subayı tenzih ediyorum tabiki, ama sahte ve çıkarcı Subaylar’ın bugüne kadar ne yaptıklarıda görüldüğü gibi ortada.

Ülkeyi koruyabilecek ve kollayabilecek bir halleri ve istekleride yok bunların.

Zaten şu anda hiç bitmeyen bir tatildeler.

O halde öyleyse ne yapmalıyız deniyorsa?

Bence bunu,
bir avuç doğru ruh ve liderlikle,
örgütlenmek lazım.

Ama Atatürk modeliyle.

Atatürk sevgisiyle değil, fikirleriyle.

Anıtkabir’e gitmekle değil,
O’nun uygulamalarıyla.

Atatürk anıtlarına çelenk bırakarak değil,
Anıtların bulunduğu şehir, kasaba ve köyleri örgütleyerek.

Atatürk rozetleriyle değil,
Atatürk’ü beyninde ve uygulamalarda hissettirerek.

Atatürk adı ile hareket edip, vakıf ve dernek kurup, milletvekili, belediye başkanı, muhtar olma hevesiyle değil.
Ya da Atatürkçü geçinip, 25 kişilik yönetiminin 25 ayrı baş çektiği, ya da 3 ayrı grubunun bir birini dinlemediği, yapılması gerejen fedaice eylemleri nadasa bırakmış bir hayali örgütlenmeyle değil tabiki.

Ha sahi ADD diye bir örgüt vardı bir zamanlar, bu günlerde adını ve sanını hiç duydunuzmu?

Vardı ya Ankara’da bir zamanlar Genel Merkezi olan ve bir zamanlar dolup taşan, Cumhuriyet mitingleri yapan , hani o nerelerde biliyormusunuz?

Yaşıyormu?
Duyanınız edeniniz varmı?
Huuu…

Yada ADD’nin hangi mezarlıkta yatıtığını biliyormusunuz?

Bunlardan da pek bir şey beklemeyin bence..

Neyse gelelim sade de..

Örgütsüz halk: umutsuz kedi gibidir.
Korkar.
Kaçar.
Siner.
Güvenilmez.
Tehlikelidir.
Kötüye kullanılır.
Kendi kendini korkutur.
Herşeyide kokutur.

Ve örgütsüz ve tarih bilinci olmayan bir halk asla Türkiye’nin sahibi olamaz.

Türkiye’nin hiç gerçek sahibi oldumu ve bugün de kim derseniz?

Onun sahibi geçmişte olduğu gibi bugünde, aynen Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, iç Anadolu, Karadeniz, Trakya, Ege, Akdeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, ölümü ve var olmayı göze almış, kaçanlardan ve korkanlardan olmayan, yüzde 15’lik, Kuvvayi Milliye ruhu ile örgütlenmiş, birlik olmuş, hala geleneklerini ve göreneklerini 12000 yıllık Türk adetleri ile sürdüren ve bu törelerle yoğrulmuş Türkmen obalarının ardıllarıdır.

Ve bu bundan sonrada böyle olmalıdır. Böylede olacaktır. Bu konuda önce herkesi örgütleyelim de ondan sonra kurtuluruz demek, örgütlenme cahilliği ve kaçak dövüşmektir. Çünkü bu çok iyi bilinirki herkesi örgütlemek imkansızdır. Herkesi örgütleyemezsinizde zaten.

Tarih bir avuç kişinin çok az yüzdeyi örgütlenmesi ve harekete geçirmesinin yegane başarılarıyla doludur çünkü.

Atatürk’te böyle büyük bir tarih bilincine sahip olduğu için, bunu geçmişte de böyle yapmış ve yüzde 15’lik bir kesme dayanmıştır. Başarılı olmuştur. Bugünkü Türkiye’nin tamamını böyle kurtarmıştır

Tekrar konumuza dönersek, bu bugünden sonra da böyle olacaktır.

Ve bu bugünde Türk’ü boğmaya çalışanlardan tek kurtuluş yolu yine ancak Ergenekon’dan üçüncü defa çıkış azmiyle, yukarıda sözünü ettiğim fedai Türkmen ardılların geçmişte olduğu gibi, bugünde tekrar harekete geçmesiyle olacaktır.

Kısaca, yine bu, Türkiye’nin gerçekten gerçek sahibi olan, şu anda ki durumu gözlemleyen ve ama yıllarca bir volkan gibi kaynayıp, görece de durgun durgun duran ama patlamaya hazır olan, Kurtuluş Savaşı’n da ki O yüzde 15 lik kesimin ardıllarının birliği o gün olduğu gibi bugünde, şimdi de, kolektif bir önderlik ile, tekrar örgütlenirse, ancak geri kalan kesim de, aynen kurtuluş savaşı sırasında olduğu gibi, yine boyunduruktan altından kurtulup onlar da tekrar değerli bir vatandaş yapılabilecektir. .

Onlarda kuru kalabalık veya tesadüfen Türkiye’de doğmuş olmaktan çıkıp tekrar Türk olacaktır.

Şimdilik bu kadar.

Demedi demeyin.

Her zaman olduğu gibi bağımsızlıkçılar:

Atatürk’le kalın
Cumhuriyetle kalın
Hoşçakalın!

Sefa Yürükel


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir