Zilan Katliamı

Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihinde bu olayı "Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset . - zilan deresi katliami

Zeki Kentel’in online ansiklopediden alıntılayarak paylaştığı yazıyı görüşlerinize açıyoruz:

Zilan Katliamı veya Zilan Deresi Katliamı veya Zilan Deresi Kırımı

Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihinde bu olayı “Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset .

Zilan Katliamı veya Zilan Deresi Katliamı veya Zilan Deresi Kırımı, (Kürtçe: Komkujiya Zîlan veya Komkujiya Geliyê Zîlan) 1930 yılının Temmuz ayında Ağrı Dağı İsyanları sırasında Ferik Salih Omurtak komutasındaki 9. Kolordu tarafından Üçüncü Ağrı Harekâtı başlatılmadan önce Van ilinin Erciş ilçesinde yer alan Zilan Deresi’ne (günümüzde “Hatun Çukurovası” olarak da bilinir) sığınan Kürtlere yönelik gerçekleştirilen katliam.

Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihinde bu olayı "Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset . - Zilanmassacre 13 temmuz 1930 cumhuriyet

Temmuz 16, 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesine göre 15.000 kişi,

Bizzat Ağrı isyanında da yer alan Kürt yazar Hesen Hîşyar Serdî (1907-Eylül 14, 1985)’ye göre, Ademan, Sipkan, Zilan ve Hesenan aşiretlerden oluşan 18 köyden 47.000 köylü

Ermeni araştırmacı Garo Sasuni’e göre, 5.000 kadın, çocuk, ve yaşlı öldürülmüştür,

Ekim 3, 1930 tarihli Berliner Tageblatt gazetesi ise, Türkler, Zilan bölgesinde 220 köyü imha etti ve 4.500 kadın ve yaşlı katletti şeklinde aktardı.

Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihinde bu olayı "Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset . - zilan deresi katliami

Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi ise, Zilan Bölgesi vadilerinden birinde 1.550 kişi kesildi, Erciş bölgesinde 200 köy yakıldı, Patnos sahasında yakılıp yıkılmayan tek köy kalmadı, Türk askerleri, Kürtlerin hayvanlarını da alıp aşırdılar. şeklinde aktarmaktadır

Zilan Katliamı veya Zilan Deresi Katliamı veya Zilan Deresi Kırımı,

zeki kentel

Okumaya devam et  1924 Mübadelesinin bir cilvesi : SÜRGÜNDEKİ ORTODOKS TÜRKLER

Comments

“Zilan Katliamı” için 2 yanıt

  1. Naci Kaptan avatarı
    Naci Kaptan

    Sayın Moderasyonun 1925’li yıllarda ve Atatürk hayatta iken merkezi yönetime, Ankara’ya ve yasalara karşı gelerek sürekli ayaklanmalar başlatan Kürtlere karşı girişilen isyanı bastırma harekatına, Ermenilerin de söylemlerini de kanıt yapan Zeki Kentel’in yazısını sayfalarında paylaşarak gerçeklerden uzak ve olayları çarpıtan yazının çok daha geniş kitlelere erişmesini sağlamalarına hayret ettim. Kentel’in Atatürk’e, laikliğe, cumhuriyet ‘e düşmanı olduğu tescillidir.

    Türk ordusunu yağmacılıkla ve zulumle suçlayan bu yazı hakkında sayın moderasyonun görüşünü de yazması yararlı olacak idi!!!

    GELELİM GERÇEKLERE;

    Çarpıtılarak aktarılmış olan bu yalan bilgilere karşılık verelim;
    Şeyh Said İsyanı (Dönemin adıyla: Genç Hâdisesi, Şubat – Nisan 1925 olayları bir başkaldırmadır.
    Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı Kürt ve Zaza aşiretlerin destek verdiği Hilâfet taraftarı ayaklanmadır. Genç vilayetinin kazası Darahini’yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride ‘din uğruna savaşanların lideri’ anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Başlangıçta isyan İslam şeriatının tesisi adına başlatılmış ise de sonradan Kürt istiklâl hareketine çevrilmiştir.

    Mart başında Şeyh Said’in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır’a saldırdı ve kuşatma altına aldı. Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu. Mürsel Paşa komutasındaki garnizon günlerce süren saldırıları geri püskürtmeyi başardı. Fakat bir gece bir grup şehrin Kürt sakinlerinin yardımıyla Diyarbakır içine girebilmeyi başardı. Bunların varlıkları garnizon tarafından fark edildi. 7-8 Mart arası süren ağır bir çarpışma sonrası şehre sızan grup bozguna uğratıldı ve sadece birkaçı kaçabildi. Kuşatma’nın başarısız olduğunu gören Şeyh Said, kuşatmayı kaldırdı ve adamlarını Diyarbakır’dan çekti.

    Şeyh Said, 13 Şubat 1925 Cuma günü, Piran camisinde verdiği vaazda halka şöyle sesleniyordu:
    “Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.”

    Şeyh Sait tarafından Yayınlanan beyannamelerde;
    “Kurulduğu günden beri din-i mübini Ahmedi’nin [İslam] temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye [Muhammed’in şeriatına] göre helal olduğu…” hususlarına yer veriliyordu.

    Devam ederek;
    “Din-i mübini Ahmedi’yi, kafir olan M. Kemal’in yedi zulmünden tahlis etmek (kurtarmak) gazası niyetiyle Susar’a hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat tefrik edilmeden, ‘Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah’ diyen bütün İslam muvahhidleri üzerinde farz olduğundan, büyük bir gayret ve şecaat sahibi olan Müslüman aşiretinizin de şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye ve bu cihad-ı ekbere itba’ edeceğinize itimadım berkemaldir. Ya eyyühel-ensar, dinimizi ve namusumuzu bu mülhidlerin (imansızların) elinden kurtaralım, size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükûmet bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdır.”

    İsyancılar yakalanarak der-dest edildikten sonra sorular üzerine hain Şey said şöyle der;
    “Diyarbakır’ı aldıktan sonra hükûmetle haberleşecek ve şeriatı isteyecek ve kabulü halinde raiyyesi olacaktık. Benim maksadım bu dine bir hizmet etmekti.” Şeyh Said idamından önce kendisine uzatılan kağıda yazdıkları ise, amacını en net şekilde özetleyen ifadeler olarak değerlendirilebilir. Tam olarak şunları yazmıştır kâğıda; “Benim ölümüm Allah ve Din için ise darağacında asılmama perva etmem”

    Olayın ekonomik yönü;
    Osmanlının para basımında kullandığı bakır ve gümüşün önemli bir bölümü de yine Dersim çevresindeki maden ocaklarından çıkartılıyor; başta İstanbul olmak üzere çeşitli yerlerde kurulan” darphane” lerde işlenerek gümüş “akça” ve bakır “mangır”‘a dönüştürülüyordu. Devletin onsuz olmaz iki dayanağı vardı: Ordu ve Maliye… Osmanlı’nın “tophane”leri, “baruthane”leri ve “darphane”leri, önemli ölçüde Dersim dolaylarından çıkartılıp getirilen madenlerle besleniyor; ordusu da maliyesi de bu madenlere muhtaç bulunuyordu.

    Dersim’e yakın madenler de Çaldıran savaşında Osmanlı’nın eline geçmişti. Alevi-Kızılbaş Dersim aşiretleri, yenilgilerine neden olan topların ve güllelerin, Ergani den çıkan bakır, Keban’dan çıkan kurşun, Kiğı’dan çıkan demir ve aynı yöreden sağlanan güherçile, odun kömürü, kükürt karışımıyla yapılan barutla çalıştığını, bunların hep Dersim çevresinde bulunan maden ocaklarından sağlandığını hiç unutmadılar.

    Maden demek, silah demek; top tüfek gülle demek; gümüş “akça” ve “bakır”” mangır demekti. Çaldıran savaşından sonra Osmanlı devleti, ne zaman doğudaki komşuları Rusya ya da İran’la savaşa tutuşacak olsa, Aleviliğin, Kızılbaşlığın dağlar ve akarsularla korunaklı kalesi Dersim’in önde gelen kimi aşiretleri, Osmanlının top tüfek ve para kaynağı olan çevredeki madenlere saldıracaktı.

    Osmanlı’yı ayakta tutan maden kaynaklarının Tunç Eli (Dersim) bölgesinde olması bu yörede yaşayan Kürt aşiretleri maden kaynaklarını ele geçirmek için 1729’dan başlayarak 1925 yılına kadar bölgede egemenlik kurmak ve Osmanlıya vergi vermemek, askerlik yapmamak için 19 kez ayaklandılar.

    Bu yöreye hakim olan köy ağaları, şeyhler vergi topluyor, devlete asker vermiyor ve bölgede yapılan köprüleri, karakolları, okulları yakıp yıkıyorlardı. Medeni yasalar bu bölgeye giremedi. Evlenme, boşanma, mülkiyet, askerlik hepsine aşiret ağaları karar veriyordu. Dersim’de Seyit Rıza’nın 230 köyü vardı.

    Yüzyıllarca Osmanlı yönetiminde kalan Irak, Suriye, Mısır, Libya, Ürdün ve Arabistan’ın Lawrence gibi emperyalist ajanlarca satın alınan aşiret reislerinin başını çektiği silahlı ayaklanmalarla Osmanlı’dan kopartıldığını biliyorlardı. Osmanlı ne zaman bir savaşa girse, kimi aşiretlerin derhal ayaklanarak Osmanlı’yı içinden vurduklarını, biliyorlardı. 1916 da Arap aşiret reislerini altınla ve ayrı devlet vaadleriyle tavlayarak Osmanlı’ya karşı savaştıran İngiliz ajanı Lawrence’in, 1930′ larda “Hacı Mehmet” adıyla Ağrı ayaklanmasına karıştığını biliyorlardı.

    Hakkari’de İngiliz, Amerikan, Rus konsoloslarıyla görüşmeler yapan aşiret reisi Şeyh Ubeydullah Osmanlının Ruslara yenildiğini, gücünün tükendiğini, üstelik gavur olduğunu savluyarak, kendisine bağlı aşiretleri ayrı bir devlet kurmak üzere ayaklandırmıştı. Yani bölge aşiretleri hem Ermenileri desteklemiş hem de İngilizlerle, Amerika ve Rus’larla iş birliği yapmışlardır.

    Bu konu oldukça uzundur yukarıda özetlemeye çalıştığım Tunç Eli (dersim konusunu derinlemesine okumak isteyen okurlar ( nacikaptan.com/?p=99512 – TARİHİN İÇİNDEN GERÇEKLER * ŞEYH SAİD İSYANI VE DERSİMden TUNÇ ELİ’ye) linkinde okuyabilirler. Gelelim Kentel’in her zaman yaptığı gibi Atatürk Ankara’sını, Cumhuriyet’i Orduyu kötülemek için iddia edilen ZİLAN DERESİ konusuna;

    Ama önce; Kentel’e iki satır;
    Kentel emekli askerdir. Fakat asker karavanasına yanlışlıkla karışmış kırık taştır. neden öyle tanımladım;
    Kentel dezenformasyon yazısında ZİLAN ÇAYI kenarına kurulmuş olan jandarma karakolunda aşiretler tarafından katledilerek Zilan çayına atılmış olan 33 askerimizden söz etmiyor??? Zilan Çayının günlerce kan aktığı söylenir.

    O günleri yaşayan İhsan Sabri Çağlayangil anılarında “Atatürk Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. O tarihte Seyit Rıza Dersim’in lideri. Devlet, Fırat üzerine bir köprü yapmış. Köprünün başında da bir karakol. Karakolda 33 askerimiz, başlarında İsmail Hakkı adında bir yedek teğmen var. Köprüye Dersimliler bir saldırı düzenliyor. Karakol yakılıyor ve 33 askerimiz şehit oluyor. İşte bu olay isyanın başlamasıdır. Atatürk olayla ilgileniyor. bu meseleyi kökünden hallediniz” diyerek anlatıyordu olanları.
    1937 yılında, 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan “Nevruz” gecesi, aşiret reisi Seyit Rıza, önderliğini benimseyen kimi aşiretlerle birlikte, kurulan karakolları basarak, 33 askerimizi şehit ederek, yapılan köprüleri yıkarak, Cumhuriyetin yerleştirmeyi amaçladığı insan ve yurttaş haklarını, özgür birey yurttaşlık düzenini Dersim’e sokmamak ve aşiret düzenini eskisi gibi sürdürmek üzere ayaklanmayı başlatmıştı. Tunceli – Erzincan yolundaki köprü yakılmış, bölgenin telefon hatları kesilmiş, jandarma birliklerine pusu kurulmuş, Pab bucağı karakoluna baskın düzenlenmiş, Sin karakolu basılmış, Mazgirt Köprüsü yıkılmıştı.

    DERSİM HAREKATI

    Askerlerin Dersim dağlarında mağaralarında isyancı arama tarama çalışmaları, yabancı ülkelerin askeri ataşeleriyle gazete muhabirleri tarafından notlar alınarak, fotoğraflar çekilerek izlenmiş, harekatın sonuçlandırıldığı 16 Eylül 1938’e dek Dersim’in bütün dağları, tepeleri, dereleri, mağaraları, yabancı devlet görevlilerinin gözleri önünde adım adım taranmış, çatışmalar da yabancıların gözleri önünde olup bitmişti. 1937’deki birinci evrede olduğu gibi, 1938’deki ikinci evrede de bir yandan isyancılarla çatışılırken, diğer yandan aşiret üyelerini özgür çiftçilere dönüştürecek toprak dağıtımıyla bayındırlık çalışmaları sürdürülmüş ve sonunda, isyan tümüyle bastırırken, Tunceli’de cumhuriyetin amaçladığı yurttaşlık düzeni de kurulmuştu. İngiliz askeri ataşe Yarbay A. Ros, 5 Eylül 1938 günü gönderdiği 119 nolu kapalı raporunda harekatın sona ermesinden 11 gün önceki durumu İngiltere’ye özetle şöyle bildiriyordu.

    ” Türkler şimdi’de 3 milyon liralık yapım programına giriştiler. Biri Tunceli’nin batısından diğeri doğusundan geçip Erzincan’ı Elazığ’a bağlayan ve çeşitli noktalardan birbirine bağlanarak bölgesel bir ulaşım ağı iki yolun yapımı sürmektedir. Şu ana dek toplam uzunlukları 684 metre tutan dokuz köprüyle birlikte,420 km yol yapılmış ve telefon hatlarına 5000 km eklenmiştir. Mareşal Fevzi Çakmak bana, Mansur (Murat) nehrinin kaynağında bir barajdan muhtemelen hidroelektrik elde edileceğini söyledi. Genelkurmay Başkan Yardımcısına ve diğer Türk subaylarına göre, son derece güzel bir yer olan Tunceli bölgesininde ikinci bir İsviçre haline getirilmesi amaçlanmaktadır. Ama bana kalırsa bölgenin erişilmez yapısı ve Türkiye’yi gezen yabancılara çıkartılan güçlükler bu düşün gerçekleşmesini ciddi bir biçimde engelleyecektir.”

  2. bilme okuma dinleme anlama, yav dış basın bunları yazmış işte önce bil ki ona göre cevabını hazırla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir