Türk-Ermeni İlişkilerinin Kayıp Halkası: GREGORYEN TÜRKLER

Türk-Ermeni İlişkilerinin Kayıp Halkası: GREGORYEN TÜRKLER - gregoryen turkler

Türk-Ermeni İlişkilerinin Kayıp Halkası: GREGORYEN TÜRKLER

Mart 2014 – Yıl 103 – Sayı 319

Türk-Ermeni İlişkilerinin Kayıp Halkası: GREGORYEN TÜRKLER - gregoryen turkler

Mahmut Niyazi SEZGİN

      Ermenistan ismi, sınırları belirsiz olmakla birlikte, Doğu Anadolu ve Güneybatı Kafkasya’yı kapsayan ve iç bütünlüğü bulunmayan bir coğrafya adı olarak tarihte yaygın biçimde kullanılmıştır. Aslında bugün Ermeni olarak adlandırdığımız millet, kendisine Hay ve yaşadığı bölgeye de Hayastan demektedir. Ermenistan isminin bir coğrafi bölge ismi olduğu pek çok kaynakta yer almaktadır, ancak adı ‘yukarı ülke/yüksek ülke’ anlamına gelen bu coğrafya, adını üzerinde yaşayan insanlardan dolayı almamıştır. Bu ismin tarihî kökeni bilinmemekle birlikte, Ermenistan kelimesinin Hayastan kelimesi ile ve Ermeni kelimesinin de Hay kelimesi ile ilişkisi yoktur. Başka bir deyişle bugünkü Ermeni milleti ile kadim Ermenistan coğrafyasının tarihî bir bağı bulunmamaktadır.

         Ermenistan coğrafi bölgesinin belirsizliği gibi, Hay toplumunun da kimliği ve bu bölgeye ne zaman geldiği aydınlanmış değildir. Bölgeye ait en eski kaynaklarda Hay adlı bir topluma ait hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Hay kavminin kökenleri hakkında Ermeni tarihçileri de dâhil olmak üzere tarihçiler arasında bir ittifak mevcut değildir. Hayların Urartulardan, Hititlerden, Frigyalılardan, Treklerden geldiği yolunda ve daha başka pek çok teori bulunmaktadır.

         Ermeni mitolojisine göre Ermeniler, Büyük Tufan’dan sonra gemisi Ağrı Dağı’nda karaya oturan Nuh peygamberin torunu olan Hayk’tan türemişlerdir. Ermeni tarih yazımı, Ermenilerin, Tanrı tarafından seçilmiş bir halk olduğunu, bu seçilmişliğin en büyük delilinin de Nuh Peygamberin gemisinin Ağrı Dağı’nda karaya oturması olduğunu ileri sürmektedir. Yine Ermenilere göre, İncil’de geçen ‘cenneti sulayan dört ırmak’ Kür, Araz, Dicle ve Fırat nehirleridir. Bu nehirlerin geçtiği topraklar ise, Tanrı tarafından Ermenilere verilmiştir. Ermeniler, kimi tarihçilere göre, tarihlerini bu denli efsanelerle dokuyan tek halktır.

       Başka bir görüşe göre ise Ermenilerin ataları MÖ 7. yüzyılda Anadolu’ya göç eden Hint-Avrupalı Armenlerdir. Armenler, Trek-Frigyalı ırklarla beraber Avrupa’dan Anadolu’ya göçmüşler ve Doğu Anadolu’nun yerli ırklarıyla karışmışlardır.

        Herodot’a göre, Ermeniler, köken itibariyle Frigyalıların bir koludur.

         Erzen’e göre ise Ermeniler, MÖ 6. yüzyılda Balkanlar’dan Doğu Anadolu’ya göç eden kavimlerle, buranın yerli halklarının karışmasından oluşmuştur; ancak yine de kökenlerini tam olarak tespit etmek mümkün değildir.

         Ermeni halkı, tek bir öğeden ibaret değildir. Kendisini tasvir eden Hay ve Armen adlarının da gösterdiği gibi en az iki öğenin birleşmesinden teşekkül etmiştir. Bu görüşe göre; Ermeniler göçmen bir halk olmadıkları gibi, başka büyük bir ırkın kolu da değillerdir. Ermeniler, yerel soya dayalı olarak birlikte yaşayan küçük toplulukların karışmasıyla siyasi, toplumsal ve ekonomik etkileşim neticesinde ortaya çıkmış bir halktır. Buna göre en az iki yüz değişik etnik grup feodal bir toplum oluşturarak birleşip Ermeni halkını oluşturmuştur.

        Ermeni dili de Ermenistan olarak adlandırılan bölgedeki sosyal gelişmelerin yarattığı kozmopolit bir kültür ortamında meydana gelmiştir.

         Günümüzde Ermeniler olarak bilinen toplumun Urartu, Armen, Frigyalı, Hitit, Trek gibi birbirinden apayrı kavimlerden hareketle kökenlerinin izah edilmesi ve birbirleriyle coğrafi bağlantıları bulunmayan bölgelerde tarih sahnesine çıkmış olmaları, bu ırkın, ırkî menşei ile Gregoryenlik realitesinin birbirine karıştırılmış olmasından kaynaklanmaktadır.

       Ancak bu durum, bir ırkın bir mezheple, yanlışlıkla, doğal bir tarihî ve sosyokültürel sürecin sonucu olarak özdeşleştirilmesi olayı değildir. Ermeniler, Gregoryen inancı taşıyan her toplumu Ermenilik adına sahiplenme stratejisini gütmüşlerdir. Buradan hareketle de Gregoryen Kilisesi cemaatinin sahip olduğu kültürel ve ekonomik potansiyel ile çok kere de mahalli örgütlenmeler ve yerel güvenlik güçlerini Ermeni milliyeti adına sahiplenmişlerdir. Ermeni milliyeti adına sahiplenilen bu mahalli örgütlenmelerle ilgili Şahin şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

         ‘Umumiyetle müesseseleşemeyen ve meliklerin kişiliklerine bağlı kalan bu prenslikler kısa zamanda yerlerini ya yeni kurulanlara veya kuvvetli komşulara bırakarak kaybolmak durumunda kalmışlardı. Bu prensliklerin istikrarsız ve çoğunun Ermeni olup olmadığı bile münakaşalıdır.’

        Gregoryen inançlı bütün etnik toplulukların daha sonra Hay anlamında Ermeni olarak kabul edilmiş olmaları sebebiyle, Ermenilerin etnik kökeni hakkında çok farklı ve çelişkili tezler ortaya konmaktadır. Bu da gayet tabiidir, zirâ Ermenilik, bir etnik köken değil, dinsel bir şemsiye kimliğin adıdır. Bundan dolayı da bu yapıyı oluşturan etnik grupların hepsinin etnik kökeni, söz konusu dinsel cemaati oluşturduğu ve homojen olduğu varsayılan etnik grubun kökeni olarak takdim edilmektedir. Ermenilerin etnik kökeni hakkındaki karışıklığın Hay etnisitesi ile Gregoryen cemaatinin birbirine karıştırılmasından kaynaklandığı değerlendirilmektedir.

        Bundan ötürü, Ermenilerin anavatanlarının neresi olduğu bilinmemektedir, çünkü Ermeni cemaatini oluşturan her etnik grubun anavatanı, birbirinden farklıdır. Bu sebeple Ermeniler; etnik köken itibariyle Balkanlardan gelen Armenlere, Nuh Peygamberin torunu Hayk’a, Urartulara, Hititlilere, Frigyalılara dayandırılmakta, hatta Ermenilerin aslen Türk kökenli oldukları iddia edilmektedir.

       Aslında bu iddiaların tamamı hem doğru hem de yanlıştır. Çünkü bütün bu etnik gruplar, Gregoryen Ermeni cemaati içinde yer almak bakımından Ermenidir, fakat günümüzde kullanılan anlamıyla Ermeni değillerdir. Tarihte Ermenistan olarak adlandırılan topraklar da bugünkü Ermeni milletinin tarihî anavatanı değil, Gregoryen inancında birleşen bütün bu milletlerin yurtlarının toplamı ve ortak adıdır.

        Bunu, Hayların Gregoryen cemaat içindeki diğer bütün etnik grupları Ermenilik adına asimile etmelerine rağmen, bugünkü Ermenistan’da hâlâ Hay etnisitesi mensubu olmayan Gregoryenlerin varlığından da gözlemlemek mümkündür. Ermenistan’da sayıları 2-3 bini bulan, hem Ermenice hem Farsça konuşan Fars kökenli Gregoryen Tatların varlığı buna bir örnektir. Yine Ermenice konuşan Gregoryen Çingeneler, Ermenice ve Rumca konuşan Gregoryen Rumlar, Ermenice konuşan Albanlar, Türkçe konuşan Gregoryenler gibi toplulukların varlığı da bu tezi desteklemektedir. Bunların dışında gerek tarihte gerekse bugün, Ermenilerin ciddi bir kesiminde Türkçe ad ve soyadı taşıyan kişilerin varlığı da bu noktada ilginç bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.

        Netice itibariyle; Hay kavmi miti, “yüksek ülke” anlamına gelen Ermenistan coğrafyasının siyasallaştırılması ve Hristiyanlığın bir mezhebi olan Gregoryenliğin mono milliyetçi bir siyasetle sentezlenmesiyle Ermeni milliyeti oluşturulmuştur. Tarihî Ermenistan coğrafyasında yaşayan çeşitli halklar, içlerinden biri tarafından, hep birlikte teşkil ettikleri bir cemaat kültürü etrafında asimile edilmiştir.

         Böylece farklı ırklara mensup ve farklı dilleri konuşan, Ermenistanlı anlamındaki çeşitli “Ermeni halkları” (Gregoryen inançlı halklar), zamanla eriyerek tarih sahnesinden silinmişler ve kendisine Hay diyen bugünkü Ermeni milletine karışmışlardır. Ermeni tarihiyle ilgili karışıklığı yaratan husus, Gregoryen Kilisesi ve kadim Ermenistan’ın tarihi ile günümüzde Ermeni olarak adlandırılan toplumun tarihinin birbirine karıştırılıyor olmasıdır.  

Okumaya devam et  Barzani: 15 bin Suriyeli Kürde Silahlı Eğitim Veriyoruz

Gregoryen Kilisesi, Mono-Ulusçuluk ve  Ermeni Uluslaşması

        Hay etnisitesiyle Gregoryen Kilisesi arasındaki tarihî ilişki ve Ermeniliğin, Gregoryen cemaati kimliğinden Hay etnik kimliğine doğru olan evrimleşmesi incelendiğinde, Ermenilerin tarihte cemaat olarak, bugünse devlet olarak mono-ulusçu bir politika izledikleri görülmektedir. Mono-ulusçuluk; tek etnisiteli toplumun hedeflenmesi, azınlık ve etnik unsurlara kimliklerini yaşama şansı tanımayarak etnik temizliğe gidilmek üzere sınır dışı edilmeleri, fiziki veya kültürel olarak yok edilmeleri düşüncesi ve politikasıdır.

       Ermenistan olarak adlandırılan coğrafi bölgede tarih boyunca bir tek etnisite değil, pek çok etnik grubun bir arada bulunduğu ve bunların her birine ‘Ermenistanlı’ anlamında Ermeni dendiği bilinmektedir. Burada kullanılan Ermeni kelimesiyle, bugün Ermeni olarak adlandırılan Hay kavmi arasında hiçbir tarihî ilişki bulunmamaktadır. Bu hususu Gürün şu şekilde ifade etmektedir:

        ‘…Ermenistan isminin Hayastan ile ve Ermeni kelimesinin Hay ile ilgisi olmadığı kabul edilince, ismini nereden ve ne sebeple almış olursa olsun, Ermenistan’da eski tarihlerde yaşamış bütün topluluklara Ermeni denmiş olması ne kadar normal ise, bu Ermeni dediğimiz toplulukların, bugün bu kelimeden anladığımız manada yani Hay manasında Ermeni olduklarını kabul etmenin o derece anormal olacağı ortaya çıkar. Bunun sonucu olarak da yazılı vesikalarda Ermeni isminin ilk geçtiği günden beri bu bölgede, bugünkü anladığımız manada Ermenilerin yaşamış oldukları düşüncesi derhal iflas edeceği gibi, bugün anladığımız manada Ermeni olan toplumun bu bölgeye geldiği tarihte yerleştiği ve kaç asır varsa topluca yaşadığı bölge ile coğrafi terim olarak kullanılan Ermenistan’ın hudutlarının aynı olması için herhangi bir sebep bulunmadığı da ortaya çıkar.’

       Sonradan Ermeni adını kendi tekeline alan Hay kavmi bölgede çoğunluğu da oluşturmamaktadır. Bu kapsamda, mensuplarına Ermeni denen Gregoryen cemaatinin, Aziz Gregor’un Hristiyanlık yorumunun bir araya getirdiği Grek, Türk, Hay, Pers, Süryani gibi bölgedeki etnik gruplardan oluşmuş bir cemaat toplumu olduğu sonucuna varılabilir. Ermeni adının tarihî anlamı ve kökenleriyle ilgili bu hususu Küçük de şu şekilde ifade etmektedir:

       ‘Bu çalışmada ‘Ermeni’ kelimesiyle; ‘Ermenistan’ denilen coğrafi bölgede, Gregoryen Hristiyanlık şemsiyesi altında, farklı etnik unsurların oluşturduğu ‘cemaat’ kastedilmektedir. Bu değişik etnik unsurları bir araya getiren husus; aynı bölgede yaşamaları ve Hristiyanlık’ı din olarak kabul etmeleridir. Bölge halkının, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra, Gregoryen Kilisesi çatısı altında ve ‘Ermeni’ adıyla anılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu Ermeni adı; Doğulu, Güneyli, Kafkasyalı, Kuzeyli, Ankaralı, Konyalı gibi bir anlam ifade etmektedir.’

        Gregoryen cemaatinin oluştuğu bu ilk dönemde bir Ermeni milliyetinden söz etmek mümkün değildir. Gregoryen mezhebine bağlı çeşitli kavimlerin kültürlerinden oluşan bir cemaat kültürü vardır. Bugün Ermeni olarak adlandırılan toplumun bu kültür üzerine inşa edilmiş bir etnisite olduğunu ASALA’nın ideologlarından Monte Melkonian şu şekilde ifade etmektedir:

         ‘Tarihte ‘Ermeni’ kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. ‘Ermenistan’ denen bölgede yaşayan veya Gregoryen Kilisesi’ne bağlı olan kişi anlamlarında olduğu gibi. Ermeni halkı tarih boyunca çok çeşitli halklarla karışmıştır. Bugün Ermenilerin fiziki görünüş itibariyle birbirlerinden çok farklı olmalarının ve Ermeni kelimesinin ırki bir anlamı bulunmayışının sebepleri de bunlardır. Bundan dolayı ‘Ermeni’ kelimesinin daha çok kültürel bir içeriği olduğu söylenebilir.’ 

                Özellikle ilk dönemlerde Hay etnisitesi bu cemaat kültürü içinde başat rol de oynamamıştır. Örneğin Gregoryen mezhebinin kurucusu olan Aziz Gregor, Hay kavmine mensup değildir, Partlıdır. Yine Arsasid hanedanı ve Trdat da Fars kökenlidir. Bunun yanı sıra Aziz Gregor’un Türk olduğunu hattâ Dede Korkut’la aynı kişi olduğunu iddia edenler de vardır. Üstelik Hayların o dönemde yazı dilleri olmadığından, Aziz Gregor Hristiyanlık’ı yaymak için Grekçe ve Süryaniceyi kullanmıştır. Ayrıca yine bu dönemde Türkçenin Gregoryen dinî eğitiminde oynadığı role de dikkat çekmek gerekir.                 Ermenilerin Hristiyanlık öncesi inançlarının karma bir yapı arz ediyor olması da bugün Ermeni olarak adlandırılan toplumun köken itibariyle yalnız bir ırktan değil, değişik ırk, kültür ve inançtan çeşitli toplulukların Ermenistan denen coğrafyada karışmasından oluştuğunu göstermektedir. Yaşadıkları bölgeye izafeten ‘Ermeni’ ortak adıyla anılan bu gruplar daha sonra Hristiyanlık şemsiyesi altında birleşmiş ve yine aynı ortak adla cemaatleşmişlerdir. Ermeni olarak adlandırılan bu topluluklarda görülen monoteist inanış ise Ermenistan bölgesinde yaşayan Türklerin varlığına bağlanmaktadır. Dahası Ermeni olarak adlandırılan toplulukların ölü gömme âdetlerinden bayram şenliklerine, mezar taşlarından kurban merasimlerine ve tabiat kültlerine kadar eski Türklerle olan benzerlikleri de dikkate alınarak, günümüzde Ermeni olarak adlandırılan milletin köken itibariyle Hay, Pers, Türk, Süryani, Grek gibi gruplardan oluşmuş ‘uzlaştırmacı’ bir topluluk olduğu sonucuna varılabilir. 

        Öte yandan tarihî bağlamda “Ermenistan” olarak tanımlanan ve sınırları hiçbir zaman belli olmamış bir coğrafyanın, tarihî Hay kavminin bugünkü devamı niteliğinde olan ve “Ermeni” olarak adlandırılan toplumun tarihî anavatanı olduğunu iddia etmek de tarihî Hay kavmiyle bugünkü Ermeni toplumunu birbirine karıştırmak kadar yanıltıcı olmaktadır. Zirâ bugünkü Ermeni toplumuyla, tarihî oluşum süreci içerisindeki Ermeni toplum ya da toplulukları birbirlerinden farklı şeylerdir. Bu ikisini birbirine karıştırmak; “tarihî Ermenistan” olgusuna, günümüz Ermenilerinin tarihî anavatanı olduğu şeklinde bir siyasi değer yüklenmesine yol açmaktadır ki; bu durum Ermeni tarihinin olduğu kadar Ermeni sorununun ele alınmasında da çok önemli bir kavramsal aşamayı teşkil etmektedir. Ermenilik ve Ermenistan arasındaki münasebetin mahiyetine ilişkin bu hususu Zekiyan şu şekilde ifade etmektedir:

         ‘…Bir ‘tarihsel Ermenistan’ tasavvur etmek, eğer bu tür bir yaklaşıma -fiilen de yapılmış olduğu gibi- siyasal bir değer yükleniyorsa, tarihe eleştirellikten uzak ve son derece ütopik bir biçimde bakmak olur.’

        Hristiyanlığın Gregoryen mezhebi tarih sahnesine çıkmadan önce, bu mezhebin ortaya çıkıp yaygınlaştığı coğrafyada (kadim Ermenistan) çeşitli etnik gruplar bulunmaktaydı. Bu dönemde Ermeni olarak adlandırılan bir etnisite mevcut değildi. Ancak Hay etnik grubu bölgede yerleşikti. Çeşitli etnik gruplar, zaman içinde Aziz Gregor’un Hristiyanlık yorumu etrafında toplanarak bir cemaat oluşturdular. Bu cemaat; Hay, Grek, Türk, Rum, Pers, Süryani vb. pek çok etnik unsuru barındırmaktaydı. Zaman içinde bu cemaatin mensuplarına, kurucusunun adına izafeten “Gregoryen” ya da yaşadıkları coğrafyaya (kadim Ermenistan) izafeten “Ermeni” denmeye başlanmıştır. Tarihî süreç içerisinde bu Gregoryen cemaat içindeki Grek, Türk, Pers gibi etnik topluluklar, dinselleştirilen bir Hay kimliği içerisinde ve “Ermeni” ortak adını alarak kademeli bir şekilde asimile edilmişlerdir.

Okumaya devam et  Türkiye’nin önüne yeni imkanlar

        Bugünkü Ermeni anlamında Ermeni milliyetinin oluşumu, kilisede din adamları tarafından, “Ermenilik” adına bir Hay tarihi yaratma çalışmalarının başladığı 8. yüzyıla dayandırılabilir. Gregoryen Kilisesi, Hay etnisitesinin tarih boyunca kurduğu, siyasi niteliği ve devamlılığı da olan tek toplumsal kurumdur. Gregoryen cemaat içerisindeki Hay etnisitesinin, kiliseye, cemaat içindeki diğer bütün etnik gruplardan daha fazla bağlanmasının ve onu diğerlerinden daha fazla sahiplenmesinin sebebi olarak da bu gösterilmektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise Gregoryen cemaatinin içindeki Hay topluluğu, Gregoryen Kilisesi’ni ve mezhebini açıkça tek başına sahiplenmeye başlamıştır.

         19. yüzyılın ortalarına kadar Ermeniler, Ermenistan olarak tarif edilen coğrafyada bir millet olarak değil, Gregoryen cemaati olarak yaşamışlardır. Osmanlı Devleti’nde de Ermeniler, ayrı bir etnik birim oldukları için değil, Gregoryen Kilisesi’ne bağlı ayrı bir dini topluluk oldukları için Ermeni sayılmışlardır. Hatta 19. yüzyılda Katolik mezhebinin Ermeniler arasında yayılması sırasında, Katolik inancını benimseyen Ermeniler hakkında, ‘Ermenilikten Katolikliğe ilhak edenler’ tabiri kullanılmaktadır.         

        Dil ve kültür alanında da Ermeniler, özellikle Doğu Anadolu’daki Türkler ile büyük bir yakınlık göstermekteydiler. Hatta Ermeni seyyah Simeon’un tespitlerine göre de Anadolu’daki Ermenilerin pek çoğu 17. yüzyılda anadil olarak Türkçe konuşmaktadır.

        Batılı misyoner faaliyetleri bu Hristiyan topluma Ermeni ulusçuluğu fikrini enjekte edince, ilk Ermeni milli şuurlanması bu cemaatten doğmuştur. Hay toplumu, Gregoryen cemaat kültüründe payı olan diğer etnik grupları, onların din ve kültür mirasını ve birikimini silmeye kalkışıp bunda başarılı olunca yalnız bu topluluk Ermeni olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Kalafat, bu hususu şöyle ifade etmektedir:

         ‘Anadolu’da çoğunluğu oluşturan Müslüman halk arasında dağınık olarak yaşayan Gregoryen toplumu, şüphesiz dar bir sosyal çevrede sıkışmıştı. Evlilikler gibi sosyal zorlamalar, Gregoryen toplulukları arasında iletişimi sağladı. Buna bir kısım Gregoryenlerin ticari bir toplum oluşu da eklenince, münferit ve müstakil olan Gregoryenler arasında dayanışma yoğunlaştı. Bütün bunların üzerinde Gregoryen dinî örgütlenmesi, kilise etrafında bir birliğin sağlanmasını amaçlamıştı. Gregoryen Kilisesi etrafında toplanan çeşitli ırklardan insanlar; mimari, musiki, resim, heykel gibi alanlarda zaten ciddi bir senteze girmiş ve Gregoryen Kilisesi kültürünü oluşturmuştu. Bu toplumdan bir milliyet çıkarmak, emperyalizm için zor olmadı.’

        Buraya kadar yapılan tarihî ve sosyolojik analizi, milliyetçilik araştırmalarının dünyaca ünlü ismi Anthony Smith, teorik bir uluslaşma çerçevesine yerleştirmektedir. Smith, milli kimliklerin ve milliyetlerin oluşumunu konu alan “Milli Kimlik” adlı eserinde, Ermeni milliyetinin teşekkülüne çerçeve teşkil eden bu milletleşme kurgusunu şu şekilde izah etmektedir:

         ‘Tümüyle dinî bir cemaat olarak yola çıkmış olan bir topluluk sonunda münhasıran etnik bir cemaate varabilir. Mısır’da Şii Müslüman bir mezhep olarak ortaya çıkan ama burada eziyet ve zulümle karşılaşan Dürziler, kale gibi korunaklı Lübnan Dağı’na gittiler ve burada 11. yüzyılın ilk on yıllarında Araplar kadar Kürtler ve İranlıları da aralarına aldılar. Ama son büyük hocaları Baha’al Din’in ölümü üzerine mühtediliği bıraktılar. Cemaate üyelik, daha çok dışarıdaki dinî hasımların korkusundan, sabit bir hal aldı. İnananların cemaatine giriş çıkışlara artık izin verilmiyordu. Çok geçmeden Dürziler soyu sopu olan, şeceresi belli, toprak sahibi bir cemaat haline geldiler. O nedenle bugün Dürzi olmak ‘etno-dinsel’ bir topluluğa mensup olmak demektir.’ 

     Smith’in ortaya koyduğu teorik çerçeve ve Dürziler örneğindeki analizi, Ermeni uluslaşmasıyla, özgün farklılıklar hariç olmak üzere, büyük ölçüde örtüşmektedir. Ermeniler de önce Aziz Gregor önderliğinde dinî bir cemaat olarak yola çıkmıştır. Bu cemaatin içerisinde çeşitli etnik gruplar bulunmaktadır. Özellikle Sasani ve Bizans imparatorluklarının baskıları sebebiyle cemaatte dayanışma ve birlik şuuru kuvvetlenmiştir. Bir süre sonra ise cemaatteki sosyal yapı donuklaşarak kalıplaşmaya başlamış ve cemaate giriş çıkışlar engellenmiştir. Cemaat içindeki bütün etnik gruplardan bir tanesi, bu cemaatin varlığını kendi etnik varlığının garantisi olarak algılamış ve öne çıkarak diğerlerini sindirmeye ve asimile etmeye başlamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise siyasi ve ideolojik unsurların da devreye girmesiyle dinî cemaatten etnik topluluğa doğru olan yolculuk büyük ölçüde tamamlanmıştır.

       Gregoryen Türklerin Asimilasyonu

        Hayların, Gregoryen cemaatinin ürettiği her türlü kültür değerini Ermenilik adına sahiplenmesi ve Hay etnik kimliği dışındaki toplumları asimile etmesi sürecinde, Bulgar Türklerinin Slavlaşmasına benzer bir şekilde Gregoryen inançlı Türklerin “Hay”laşması süreci yaşanmıştır.

          Ankara ve Kayseri sancaklarında Hicri 10. ve 11. yüzyıllara ait mahkeme tutanaklarını inceleyen Hasan Fehmi’nin meydana çıkardığı belgeler ve yaptığı tespitler, bu konuya bir hayli ışık tutmaktadır. Öncelikle Anadolu’da, Selçukluların gelişinden çok daha öncelere kadar geniş Türk kitlelerinin yaşamakta olduğunu ortaya koyan Fehmi, bunların pek çoğunun Gregoryen, bir kısmının da Ortodoks mezhebinden olduğunu belirtmektedir.

           Gerek Selçuklu döneminde gerekse Osmanlı döneminde gayrimüslim kategorisinde değerlendirilen bu Türk toplulukları, böylece Müslüman üst kimliğiyle ifade edilen Türklük dairesinden çıkarılarak, Müslüman olmayan gayrı Türk kesimlerle özdeşleştirilmiştir. Her ne kadar bu Türk topluluklarının çoğunluğu uzunca bir süre ana dilleri olan Türkçeyi muhafaza etmeyi başarmışlarsa da bir milliyetin çerçevesini oluşturan değerler ve kodlar itibariyle git gide bağlı bulundukları dinî cemaatin başat etnisitesinin yörüngesine girmeye başlamışlardır. Böylece Gregoryen mezhebine bağlı Türklerin, tıpkı Bulgar Türklerinin Slavlaşmasına benzer bir süreçle Haylaşması, diğer bir deyişle bugünkü anlamda Ermenileşmesi süreci yaşanmıştır.

         Mesela II. Osman tarafından 1621’de Ankara ve Kayseri sancakbeylerine hitaben yazılan bir fermanda, Anadolu’daki Gregoryen Türk ailelerinin çocuklarının, Gregoryen Kilisesi’ndeki Hay etnisitesine mensup papazlarca eğitim bahanesiyle manastırlara götürüldüğü ve buralarda asimile edilerek Haylaştırıldığı ve ahalinin bu durumdan kaynaklanan şikâyetlerinin giderilmesi gerektiği belirtilmektedir.

        Bir diğer örnek kişi adlarının değişiminde gözlemlenmektedir. Önceleri ana dillerini olduğu gibi kişi adlarını da, hatta kilise görevlisi olan Türkler dahil olmak üzere, korumayı başaran Gregoryen Türk toplulukları, daha sonra zamanla Hay (Ermeni) adları almaya başlamışlardır. Fehmi bu konuda, makalesinde pek çok mahkeme kaydına yer vermektedir. Böylece Yahşı, Kaya, Toman, Demir, Arslan gibi kişi adları zamanla, özellikle din eğitimi alan veya papaz olan Türkler arasında, yerini Aram, Sarkis, Hayk, Nikol, Ruben gibi adlara bırakmıştır. İslam’ı kabul eden Türklerin, Arapça ve Farsça adlar almaya başlaması gibi, papaz olanlardan başlayarak Gregoryen Türkler de Türkçe adlar yerine Hayca (Ermenice) adlar kullanmaya başlamışlardır.

Okumaya devam et  TÜRKİYE MONTRÖYÜ DEĞİL, ABD’NİN İSTEĞİNİ UYGULUYOR

        Bu süreç zamanla tekmil bir asimilasyona, Türklerin “Hay”laşmasına, dönüştüyse de asimile edilen etnisite, başat etnisite üzerinde, köklü kültürel izler de bırakmıştır. Nitekim Gregoryen Türklerde Türkçe kişi adları neredeyse tamamen kaybolmasına rağmen, meslekî lakaplar ve aile unvanları ile bunların bugün soyadı halini almış şekilleri, sonlarına eklenen Farsça kökenli -yan eki hariç Türkçe formlarını korumuşlardır. Öyle ki bugün Ermenistan’da devletin zirvesinden toplumun geneline kadar nüfusun önemli bir oranının soyadları böylesi Türkçe soyadlarıdır. Bu çerçevede Pastırmacıyan, Demirciyan, Allahverdiyan, Koçaryan, Şahgeldiyan, Ağabekyan, Şıracıyan, Boyacıyan, Tahtacıyan, Çuhacıyan, Basmacıyan, Taşçıyan, Tumanyan, Çilingiryan, Nalbantyan, Ormanyan, Bardakçıyan, Zekiyan gibi soyadlarının Ermenistan’da yaygın biçimde kullanılıyor olması, bugünkü Ermeni milletinin içinde Türk kökenli bir bileşen de bulunduğuna delil olarak gösterilmektedir.

         Keza bugün Ermeni milletinin müzik, folklor, mutfak, giyim-kuşam, halk inançları gibi çeşitli kültürel açılardan Türk milletiyle şaşırtıcı ortaklıklar ve benzerlikler sergiliyor olmasında, Ermenilerin Sovyet dönemi öncesindeki tarihinin Müslüman Türk çoğunluğu içerisindeki etnik adacıklarda geçmiş olması ve bu sayede hâkim Türk kültüründen oldukça etkilenmiş olmaları kadar, bugünkü Ermeni milliyetine eklemlenmiş Türk varlığı ve onun Ermeni milliyeti ile kültürü üzerindeki etkisinin de payı olabileceği düşünülmektedir.

        Bu etkileşim konusundaki çok çarpıcı örnek ve tespitlerden bir tanesi, de Gregoryen kültüründe görülen koçbaşlı mezar taşlarıdır. Koçbaşlı mezar taşı, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada uygulanagelen bir Türk kültür motifidir. Aynı tarzda mezar taşları bugün Ermenistan’da da bir farkla, boyunlarında Arapça harflerle yazılmış yazılar ve dualar yerine haç figürü ile aynen bulunmaktadır.

         Yine Ermeni alfabesindeki çeşitli harflerin Türk oyma yazısından alınmış olması da Gregoryen Kilisesi’nin kurulduğu ilk dönemlerden itibaren bu kilise cemaati içerisinde bir Türk varlığının bulunduğu konusunda ortaya konan delillerdendir.

         Ayrıca Türkçenin, Ermenice üzerindeki köklü etkisi, antik Ermenicede kullanılan yüzlerce Türkçe kelime, söz ve deyim alıntıları, Ermenice dilbilgisinin ses bilgisi, şekil bilgisi ve söz dizimi gibi hususlarda Türkçeden etkilenişi ve bütün bu etkileşimler sonucu Grabar şeklinde adlandırılan antik Ermenicenin bugünkü, Türkçenin dil yapısına çok yakın, Aşharapar olarak adlandırılan forma dönüşmesi de ortaya konan diğer deliller arasında yer almaktadır. Türk ve Ermeni folklor ve edebiyat eserlerinin karşılaştırılması ile Kıpçaklar ve Ermeniler arasındaki kültürel etkileşimin mahiyeti de bu yönde ipuçları vermektedir.

      Gregoryen Kilisesi cemaatinde, Hay etnik grubuna mensup olmayan Aziz Gregor ve oğullarının katogigosluk makamından ayrılmaları sonucunda, Hay (Ermeni) dilinin cemaatte imtiyazlı dil haline getirildiğini vurgulayan Çetinok, Gregoryen Türklere ait olarak da şu açıklamayı yapmaktadır:

         ‘M.S. 439-440 yılında İncil’in Ermenice’ye tercümesinde kullanılan Türkçe kelimeler ile Ermeni kroniklerinde 7. asra kadar yapılan incelemelerde rastlanan Türkçe sözler, rütbe ve kişi adları ile Barsıl, Bulgar, Onagur, Hunogur, Hun, Hazar, Peçenek, Kenger gibi Türk kavimlerinin isimleri ve bunlarla ilgili yer adları, Güney Kafkasya’da Selçuklulardan asırlarca önce varlıklarının ve Gregoryen Kilisesi ile ilişkilerinin işaretleridir.’        Gregoryen Türklerin Haylaştırılması/Ermenileştirilmesinin, 18. yüzyılda Mekhitaristler tarafından başlatıldığını iddia edenler de bulunmaktadır. Mekhitaristlerin, Anadolu’ya kaçak yollardan getirip dağıttıkları yayınlar vasıtasıyla Gregoryen Kilisesi mensuplarının homojen bir Ermeni milleti teşkil ettikleri düşüncesini yayarak daha sonra yaratılacak olan Ermeni milliyetinin tohumlarını attıkları söylenebilir. Böylelikle Mekhitaristlerin, her ne kadar aydınlanmacı, seküler bir felsefenin savunucuları da olsalar, ortak din ve kilise kökeni üzerine kurguladıkları milliyet teorisi, Gregoryen Türklerin, Hay kavmi temelli Ermeni milliyetinde asimile edilmelerine basamak teşkil etmiştir.

        Bu çerçevede, Gregoryen Türklerin asimile edilerek Ermenileştirilmesi noktasında etkili olan bir başka husus da yabancı ve azınlık okulları ile misyonerlik faaliyetleridir. Bu Hristiyan kurumları, amaçları ve müfredatlarıyla, Gregoryen Türkleri, dindaşlıktan hareketle milliyet değişimine uğratmıştır. 1850’li yıllara kadar tamamen kilise cemaati durumunda bulunan Gregoryen toplumuna bu dönemden itibaren bu müesseseler yoluyla milliyet şuuru verilmeye başlanmıştır. Değişik misyonerlik merkezleri taraftar kazanma mücadelelerinde, dinî veya siyasi bir sözcüden mahrum olan Gregoryen Türkler üzerinde eğitim faaliyetlerini sürdürerek onlara Ermeni kimliğini aşılamışlardır. Bu kurumlar tarafından basılan ve dağıtılan Ermeni harfli Türkçe İnciller ve diğer yayınlar da bu faaliyetler arasındadır.

       Bu okullarda Türk kökenli Gregoryen çocuklarına Ermenice eğitim verilmeye başlanmış ve Türkçe konuşmak yasaklanmıştır. Tanzimat’tan sonra Osmanlı Devleti, ilk ve orta okullarda azınlıkların ve din ve kültür derslerini kendi dinlerinin diliyle okutmuş ve bu derslere giren öğretmenlere maaş ödenmiştir. Gregoryen mezhebinin dili olarak ise Ermenice (Hayca) kabul edildiğinden, bu yönde bir uygulamaya gidilmiştir. Diğer bir deyişle, Türk kökenli Gregoryen çocuklarına Ermenice, ana dili olarak, okutulmuştur.

Sonuç

        Bütün bu tarihî ve sosyal analizden ortaya çıkan sonuç, Ermeni mono-ulusçuluğunun, Gregoryen Kilisesi cemaatini oluşturan Türkler dâhil diğer etnik gruplar aleyhine geliştiğidir.

        Gregoryen cemaatine Ermeni milliyeti şuuru verilirken Gregoryen Türkler, daha önceden kendilerine verilmiş olan cemaat mensubiyeti şuuru kapsamında; eğitim, öğretim ve propaganda faaliyetleri ile Ermeni milliyeti kapsamına dâhil edilmiştir. Böylece Osmanlı toplum düzeni içerisindeki Gregoryen Kilisesi cemaatinde Ermeni milliyeti gelişmiş, Gregoryen Türkler ise bu kiliseye ve onu temsil ettiği düşünülen milliyete ait unsurlar olarak düşünülmüştür.

         Netice itibariyle de 19. yüzyılın ikinci yarısında Gregoryen Kilisesi cemaatinde, cemaat dönemi büyük ölçüde kapanmış ve Gregoryen kilise kültürü, Hay kavmi ile özdeşleşerek Ermeni milli ve kültürel kimliği olarak tarih sahnesine çıkmıştır.

         Sonuçta, tıpkı Ortodoks Türklerin, Ortodoks Rum statüsüne tabi tutulmaları gibi Gregoryen Türkler de Osmanlı “millet sistemi” anlayışı kapsamında Gregoryen Ermeni statüsüne tabi tutularak asimilasyonlarına göz yumulmuştur.

          Bugün gerek Ermenistan’daki gerekse başta Orta Doğu olmak üzere dünyanın pek çok bölgesindeki Ermeni toplulukları içerisindeki şaşırtıcı Türk varlığı ile Türkçe ve Türk kültürü yaygınlığı bunun en bariz delilidir.

           Bütün bu analizden sonra zaman zaman gündeme gelen ve hararetli tartışmalara konu olan “Sarı Gelin” türküsü gibi bazı kültür ürünlerinin Ermenilere mi, yoksa Türklere mi ait olduğu konusu biraz daha belirginlik kazanmaktadır. Zira bu kültür eserlerinin en azından bir kısmı Gregoryen Türklere ait olmalıdır.

        * Başkâtip, Dışişleri Bakanlığı (Bu yazıda yer alan yorum ve değerlendirmeler tamamen yazarın şahsi düşünceleri olup, hiçbir şekilde Dışişleri Bakanlığının görüşlerini yansıtmamaktadır).


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir