Bağımsızlığının 30’uncu Yılında Kırgız Türkleri

Bağımsızlığının 30’uncu Yılında Kırgız Türkleri - doc-dr-shurubu-kayhan / Turkishforum - Abdulllah Türer Yener - shurubu kayhan

Bağımsızlığının 30’uncu Yılında Kırgız Türkleri – doc-dr-shurubu-kayhan / Turkishforum – Abdulllah Türer Yener

Bağımsızlığının 30’uncu Yılında Kırgız Türkleri - doc-dr-shurubu-kayhan / Turkishforum - Abdulllah Türer Yener - shurubu kayhan

Kırgız kökenli akademisyen Doç. Dr. Shurubu Kayhan, Kırgız Cumhuriyeti’nin 30’uncu bağımsızlık yılında Kırgız Türklerinin tarih sahnesindeki izlerini değerlendiriyor.

Ailesinin “Geçmişi olmayanın geleceği olmaz.” ilkesiyle kökleri bağlı olmanın önemini bilerek yetişen Türk dünyası için kıymetli bir isim; Doç. Dr. Shurubu Kayhan… Türk dünyasının meselelerini yakından takip ediyor, onları âdeta kendine dert ediniyor. Var olan sorunların çözümü için güçlü kalemiyle akademik alanda yeni fikirler üretiyor…

Biz de Kırgızistan’ın 30’uncu bağımsızlık yılı için bir araya geldiğimiz Doç. Dr. Shurubu Kayhan’la; günümüzdeki Kırgız varlığının oluşumunu, Kırgız Türklerinin insanlığa sağladığı manevi katkıları, bağımsızlık sonrası sosyokültürel ve ekonomik alanda yaşadıklarını, 28 Ocak 2021’de Kırgızistan’ın cumhurbaşkanlığı görevine seçilen Sayın Sadır Caparov’un ve Kırgızların Türk dünyasına bakışını, Türkiye ile diplomatik ilişkilerini değerlendirerek Kırgız Türklerinin tarihi derinliklerine ineceğiz.

Akademik kariyeri boyunca farklı coğrafyalarda yaşayan Türklerle de samimi ilişkiler kuran Doç. Dr. Kayhan, bu bağlamda biriktirdiği hüzünlü anılarıyla da sizleri hayli duygulandıracağa benziyor.

Yeliz Şenyerli: Kardeş ülkemiz atlı Türklerin öz vatanı Kırgızistan’da doğan ve Türk milletinin birliği için mücadele veren bir akademisyen olarak kendinizi Türk dünyasına nasıl tanıtmak istersiniz?

Doç. Dr. Shurubu Kayhan: Kırgızistan’ın Oş bölgesine bağlı Özgön ilçesinde, sekiz kardeşin en küçükleri olarak memur bir ailede dünyaya geldim. Ebeveynlerimiz; halkımızın millî ve manevi değerlerine önem veren, geleneklerine, inançlarına sahip çıkan, hoşgörülü, yapıcı ve paylaşımcı aydın insanlardı. Ailemiz, etrafımızca hep örnek gösterilirdi. Bizleri ise: “Geçmişi olmayanın geleceği olmaz.” diyerek köklerimize sahip çıkmamız ve bize aktarılan değerlerin bir sonraki nesillere aktarılması gerektiğinin bilinciyle yetiştirdiler.

Üniversite yıllarımda, ailemden aldığım temel ilkelerin esasında adım adım ilerlemeye başladım. Cusup Balasagun adındaki Kırgız Millî Devlet Üniversitesi’nin Tarih bölümünü başarıyla tamamladıktan sonra halk kültürü konusunda kendimi geliştirmek amacıyla Kırgız Millî Akademisi’nin Etnografya bölümünde eğitimime devam ettim. Amacım; Türk dünyasına ve kurulabileceğine inandığım Türk birliğine hizmet etmekti. Sovyet sisteminin çökerek Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla aramızdaki duvarların yıkılması, bize yeni ışık ve umut saçtı.

Doktora eğitimime Türkiye’de Türk Halk Bilimi alanında devam etmemin çok daha yararlı olabileceğine inandığım için Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde başlayıp orada bu alanın en iyi hocalarının engin bilgileri ve tecrübelerinden yararlandım. Türk dünyası sevdası, her geçen gün içimde büyüdükçe büyüdü ve bu uğurda hizmet etmek, benim için bir ilke ve onur oldu. Toplumumuza, özellikle de gençlerimize Türk dünyası hakkındaki bilgileri aktarmaya, onları bu konuda bilinçlendirmeye ve onlara köklerini sevdirmeye dilimin döndüğü, kalemimin de yazabildiği kadar çalışmaktayım.

Yeliz Şenyerli: Türk dünyasının Kırgızları yakından tanıması amacıyla Kırgız kelimesinin kökeni ve anlamı hakkında bilgi verir misiniz?

Doç. Dr. Shurubu Kayhan: Kırgızlar, Türkistan bölgesindeki Tanrı Dağları’nın eteklerinde yaşayan bir halktır. Türklerin bilinen en eski yazılı belgeleri olan Yenisey ve Orhon Yazıtları’nda Kırgızlar, tarihleri çok eskiye dayanan Türk halkları arasında anılmaktadır.

Kırgız kelimesinin etimolojisi ile ilgili Türkçe, Arapça, Farsça çok sayıda kaynak bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut’un‚ Divanu Lugati’t-Türk adlı eserinde de Kırgızlar hakkında bilgiler verilmekte ve “Kırgız, bir Türk boyunun adıdır.” denmektedir.

Bu konuda çok sayıda bilim insanı; eski Kırgızların tarihi, Kırgız adının ortaya çıkışı ve anlamıyla ilgili bilgiler aktarmaktadır. Tatar Bilim İnsanı Hadi Atlasi başta olmak üzere birçok bilim insanı, Kırgız adının ortaya çıkışını Oğuzlara bağlar. Tatar Araştırmacı Muhammet Murat Ramzi; Kırgızlara, Oğuz Han soyundan gelen Türk boylarından biri demektedir. Guz, Oğuz’un kısaltılmış şeklidir. Kırgız adı, kırlarda gezen Guzlara aittir ve Kırgız demek, kırdaki Guz demektir, der.

Araştırmacı Radlof’a göre; Kırgız adı‚ kırk yoz(kırk boy) anlamına gelmektedir. Manas Destanı’nda Kırgız, kırk boydan oluşmuş halk anlamında anlatılmaktadır.

Köktürk yazılı metinlerinde “Kırkız”, Tibetçe kaynaklarda “Gir-kis” şeklinde geçen Kırgız adının araştırıcılara göre; “kır” ile “gez” kelimelerinin birleşmesinden oluştuğu ve “kır gezen” anlamına geldiği, bazılarına göre ise; “kırk” ve “yüz” sayılarının birleşmiş şekli olduğu ifade edilmektedir.

“Kırgızlar, insanlığın manevî hazinesinde derin izler bırakmışlardır.”

Yeliz Şenyerli: Kırgızların tarihinden ve edebiyatından yola çıkarak Türk dünyasının ve daha geniş ölçüde insanlığın manevî hazinesine katkılarını değerlendirir misiniz?

Doç. Dr. Shurubu Kayhan: Bugünkü Kırgız kültürünün temeli, milattan sonra 840 yılında Kırgızların Orhun bölgesine giderek Uygur hâkimiyetini ortadan kaldırıp Türkistan hâkimiyetini ele geçirmeleriyle atılır. Türk kağanlıklarının millî merkezi Ötüken olmak üzere Kırgız Kağanlığı’nı kurarlar.

920 yılında Moğol Kitan Devleti, baskıya uğrattığı Kırgızların Tanrı Dağları çevresine göç etmelerine sebep olur. Kırgızlar, Enesay Nehri kıyılarında Göktürk harfleriyle yazılmış yazıtlar bırakırlar. Moğollardan sonra da Timur ve Özbek Hanlığı içerisinde yaşarlar. Daha sonra 17’nci yüzyılın sonlarına kadar “hanlık” seviyesinde varlıklarını devam ettirirler. 1870’lerde Rusların Hokand Hanlığı’nı yıkmasıyla beraber Rus hâkimiyetine geçerler. 1863’te kurulan Orta Asya Rus Generalliği’ne bağlanan Kırgızlar, Rus çarına karşı sürekli direniş gösterirler. Tarihleri boyunca farklı dönemlerde hanlıklar kursalar da bazen de başka hanlıkların himayesinde kalmışlar.

Kırgızlar, her zaman bağımsızlıkları için mücadele eden bir Türk halkı olarak bilinirler. Bu özellikleriyle günümüzde Türk dünyası ve insanlığın manevî hazinesinde, hep örnek halk olarak yer alırlar. Zengin edebiyat hazinesine sahip Türk halkı olarak da anılırlar. Kırgızlar, bu özellikleriyle dünya edebiyatında iz bırakan önemli eserler ortaya koymuşlardır. Dünyanın en büyük destanı ‘Manas’ da onlardan biridir. Bu destan, sadece Kırgızların değil birçok Türk halkının gelenek ve göreneklerini, törelerini, inanışlarını, görüşlerini, iktidar savaşlarını, başka milletlerle ilişkilerini, ahlak anlayışlarını da anlatmaktadır. Daha onlarca destanlarıyla ve diğer halk edebiyatı türleri ürünleriyle Kırgızlar, insanlığın manevî hazinesinde derin izler bırakmışlardır.

Yeliz Şenyerli: 1991’de Sovyetlerin parçalanmasıyla Türk yurtları özgürlüklerine kavuştu. Hür olmasına rağmen Kırgızistan üzerinde geçmiş dönemin etkili olduğunu düşünüyor musunuz? Bağımsızlık sonrasında Kırgız Cumhuriyeti’nin sosyokültürel ve ekonomik süreçlerini anlatır mısınız?

Doç. Dr. Shurubu Kayhan: Bilindiği gibi Türk Cumhuriyetleri, 1991’de bağımsızlıklarına kavuştular. Aradan geçen otuz yıl, aslında çok uzun bir süre değildir. Sovyet döneminde yaşayan nesil, hâlâ yaşamına devam etmekte ve yeni nesli de onlar yetiştirmektedir. Onların görüşleri ve düşünceleri, aile ve toplum içinde etkilidir. Mutlaka önceki dönem ile şimdiki dönemin arasındaki olumlu ve olumsuz karşılaştırmalar yapılmaktadır.

Kırgızistan, bağımsızlığını kazandıktan sonra birçok açıdan özellikle de ekonomik açıdan zorluklarla karşılaştı. Halk, geçim sıkıntısı çekti. Bu durum da ister istemez eski dönemin etkilerini canlı tuttu ve ülkenin, Rusya ile olan bağı sürdürüldü. Hatta Rusya’ya istem dışı mecburî işçi göçü başladı. Altı milyonluk Kırgız halkının neredeyse bir milyonu, Rusya’ya çalışmak için göç etti. Geçiş döneminde Kırgızlara en kolay açılan kapı, yine Rusya oldu. Bir halkın ekonomik açıdan sorunları olduğunda, kültürel ve sosyal yapıdaki sorunları daha sonraki sıralara atılır.

Günümüzde ise Kırgızistan yavaş yavaş ekonomik sorunlarını geride bırakmaya başladı. Bu durum da halkın sosyokültürel açıdan tekrar canlanmasını sağladı.

Yeliz Şenyerli: 1991’de Rus baskısının ortadan kalkmasıyla bağımsızlığına kavuşan Kırgızistan’ın, günümüzde Türk dünyasıyla ve Batı ile olan ilişkilerini açıklar mısınız?

Doç. Dr. Shurubu Kayhan: Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Kırgızistan, Rusya ile olan ilişkisini hep sıcak tuttu. Ayrıca Batı ülkeleri ile de kültürel, ekonomik ve eğitim ilişkilerini geliştirdi. Gençler, eğitim için daha çok Batı’yı tercih etti. Türk dünyası ile olan ilişkileri, olması gereken seviyeyi daha yakalayamadı. Özellikle Türkiye ile ilişkileri, başlarda iyi giderken daha sonraki yıllarda gücünü kaybetti. Durumun bu hâlde olmasının altında siyasal meseleler de mevcuttur.

“Bağımsızlık sonrası Kırgızlarda öze dönüş başladı.”

Yeliz Şenyerli: Türk devletler topluluğu içinde yer alan Kırgız Cumhuriyeti’nin geleneksel Türk kültürü ile olan ilişkisi, sizce günümüzde hâlâ devam etmekte midir? Kırgızların, Türk dünyasındaki yeri ve önemi hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Doç. Dr. Shurubu Kayhan: Sovyet sosyalist rejiminin en önemli yöntemlerinden biri, himayesindeki halkları kendi kültürlerinden, inançlarından ve millî değerlerinden yoksun bırakmaktı. Bunu da başarmışlardı; fakat Kırgızlar da diğer Türk halkları gibi kendi gelenek, göreneklerine, inançlarına ve tüm millî diğerlerine önem veren bir halktı. Sovyet döneminde kısıtlı olarak sürdürdükleri kültürlerini, bağımsızlık sonrası canlandırdılar. Yani büyük bir özlemle, Kırgızlarda “öze dönüş” başladı. Türk kültürü ile olan ilişkisi, şaşırtıcı şekilde geliştirildi ve Kırgız halkı, bunu benimseyerek yaşatmaya devam etti.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir